"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

TSK ve değişim iradesi

Erhan AKKAYA
11 Eylül 2012, Salı
Son günlerde gelen şehit haberleri ile yüreğimiz yanıyor. 30 senedir süren, onbinlerce insanımızın hayatını mal olan terör belâsının üstesinden bir türlü gelemedik. Koskoca bir ordu “üçbeş çapulcu”dan oluşan bir örgütü bitiremedi.
Yapılan mücadelenin etkinliği sorgulanıyor. “İhanet,” “ihmal” ve “suistimal” iddiaları her gün artarak gündeme getiriliyor. Önceden sözü bile edilemeyen şeyler şimdi yüksek sesle dillendiriliyor.
Askerî, istihbarî, stratejik ve operasyonel yanlışlar ve ihmaller medyada yazılı ve sözlü tartışılıyor. Uzmanlar bilgi ve tecrübeleri çerçevesinde mevcut durumu tahlil ediyorlar ve çözüm yolları üzerinde konuşuyorlar.
Şurası bir gerçek ki, TSK’nın şu anki hantal yapısı, özellikle terörle mücadelede, son derece yetersiz kalıyor. Teknolojinin öne çıktığı şu asırda devasa konvansiyonel ordular önemini hızla kaybediyor. Evet, asker sayısı önemli, fakat teknolojik donanım, silâh üstünlüğü, hareket kabiliyeti ve etkinlik çok daha önemli. TSK’nın şu anki hâli gelişmiş ülkelerin ordularıyla kıyaslandığında ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.
Gerçi son dönemde teknoloji, silâh, araç gereç, karakol bakımından ciddi yatırımlar yapıldığı haberlerini alıyoruz, fakat bu yeterli değildir. TSK’nın en önemli meselesi şu anki eski, hantal yapıdan kurtulmasıdır. Meselâ, bir operasyon yapmak için Ankara’dan emir gelmesini beklemek zorunda kalınmamalıdır. Terör ve teröristle mücadele, sivil hayattan gelen, yeterli eğitimi almamış erlerle değil; mesleği askerlik olan üstün hareket kabiliyetine sahip, donanımlı, eğitimli özel güçlerle yapılmalıdır. Yine, sınırlarda görev alacak personel erlerden değil, profesyonel askerlerden, sınır polislerinden oluşmalıdır.
***
Her Türk genci gibi, biz de askerlik görevini yerine getirdik. Askerlik yaptığımız yer, şiddetli çatışmaların yaşandığı bölgelere nispeten güvenli bir bölge sayılırdı. “Kısa dönem er” olarak ifa ettiğimiz askerlik hizmeti boyunca bazı nâhoş şeylerle de karşılaştık.
Ben, köhneyen bu sistemin farklı bir boyutuna dikkat çekmek istiyorum. Anlatacaklarım, yapının diğer boyutları hakkında da bir fikir verecektir.
İçinde bulunduğum yaklaşık 60 kişilik kısa dönem asker grubu ilk eğitimleri için bir tabura verilmişti. Eğitimimiz için uzman çavuşlar atanmıştı. Tabur çok disiplinli, temiz ve düzenli bir yerdi. Tabur komutanı ise, askerlerin tabiriyle “baba” bir adamdı.
Daha ilk günlerimiz olduğundan “sivil bakış açımızı” henüz muhafaza ediyorduk. Eleştirel bakma kabiliyetimizi kaybetmemiştik! Artık bir parçası olduğumuz ordunun güçlü ve zayıf yanlarını görmeye başlamıştık. Gündüz eğitim aralarında ve akşam koğuşta arkadaşlarla “kritikler” yapıyorduk.
O günlerde dikkatimizi çeken şeylerin başında “gıda” ve “zaman” israfı geliyordu. Kahvaltıda zeytin, peynir, reçel, bal, ekmek v.d. gıdaların en kalitelisinden bolca veriliyordu. Askerlerin çoğu verilen bu gıdaları tüketemiyordu. Kahvaltıda yenilmeyen, sonradan kullanılması mümkün olan gıdalar ise, direkt çöpe gidiyordu. Bunu gördüğümüzde son derece saşırmış ve üzülmüştük. Mutfakta görevli askere, “Bunların muhafaza edilmesinin ya da muhtaç olan kişilere dağıtılmasının mümkün olup olmadığını” sorduğumuzda, “Bunun yapılan israfların sadece bir kısmı olduğu, daha ne israflar yapıldığı; kafaya takmamamız gerektiği” cevabını almıştık. Ama “takmamak” mümkün değildi. Son derece kaliteli gıdalar çöpe gidiyordu ve bu hemen hergün tekrar ediyordu. Hele bir gün, akşam yemeğinden sonra gelen “tulumba tatlıları”nın bol bol dağıtıldığını, fakat yenilmeyip çöpe gittiğini görünce iyice tepemiz atmıştı.
“Acaba bundan komutanın/komutanların haberi yok mu, neden böyle oluyor, bu engellenemez mi?” diye düşünürken hiç beklemediğimiz bir gelişme oldu.
Eğitimimizin son haftasında, komutan, kısa dönem askerlere “Siz okumuş çocuklarsınız, taburumuz hakkındaki kanaatlerinizi ve taburumuzun daha iyi hâle gelmesi için önerilerinizi bir kâğıda yazıp bize ulaştırabilirsiniz” meâlinde bir konuşma yaptı.
İşte, nihayet aradığımız fırsat elimize geçmişti! Diğer arkadaşlarla “yazılması gerekenler”e dair yaptığımız konuşmada bu “israf” meselesine dikkat çekmenin “elzem” olduğu kanaatine vardık.
Hatırladığım kadarıyla kâğıda yazdıklarım özet olarak şöyleydi:
“Askerler koğuşlarda ve diğer müsait buldukları yerlerde (mesela çamaşırhanede kartonlar üzerinde) nâmüsait şartlarda namaz kılmak zorunda kalıyorlar. Namaz kılan askerler için küçük de olsa bir oda tahsis edilmeli.
“Hayatlarının en verimli dönemlerini orduda geçiren askerler, eğitimlerini ve günlük vazifelerini yaptıktan sonra, boş vakitlerini faydalı şekilde değerlendirebilecekleri imkânlara sahip olmalı. Mesela, bir okuma odası tahsis edilmeli; kitaplar ve süreli yayınlar konularak istifadeye sunulmalı.
“Diğer önemli bir husus ise, yapılan gıda israfıdır. Çok kaliteli kahvaltılık malzemeler, ekmekler ve sonradan kullanılması mümkün olan diğer bazı gıdalar hemen hergün çöpe gitmektedir. Bu nimetlerden ülkemizde ve dünyada milyonlarca insan, meselâ Afrika’dakiler, mahrumken bizim hergün çöpe atmamız son derece garip bir durumdur. Vatandaşın vergileriyle alınan bu gıdaların çöpe gitmesi son derece büyük bir israftır. Ülke ekonomisine büyük zarardır…”
Diğer arkadaşlar da kendi görüşlerini yazdıktan sonra kâğıtları teslim ettik ve merakla ne olacağını beklemeye başladık.
Evet, yazdıklarımız birkaç gün içinde tesirini gösterdi. Artık kahvaltılıklar askerlere “tüketebilecekleri miktarda,” yani öncekinden daha az veriliyordu. Birkaç gün sonra ise, sofraya taze değil de önceki günden kaldıkları anlaşılan ekmekler gelmeye başladı; anlaşılan ekmekler de çöpe gitmiyordu. Bazı askerlerin taze ekmek istediklerini, fakat yok cevabı aldıklarında “surat ekşittiklerini” görüyorduk.
Gerçi o günlerde “okuma odası” ve “mescit” talebimiz gerçekleşmemişti, ama olsun en azından “gıda israfı” önlenmişti. “İnşaallah diğerleri de olur!..” derken sonraki günlerde hiç beklemediğimiz bir gelişme daha oldu: eski israfa tekrar dönüldü.
Neden böyle olduğunu değerlendirdiğimizde “küçük ve büyük çapta ince hesaplar” olduğu sonucuna vardık. Evet, komutan samimi idi, ama galiba onu da aşan bazı “durumlar” vardı. Anladığımız kadarıyla komutan, bu uygulamayı yaptırarak, askerlere en azından “nimetlerin kıymetini bilme” dersi vermek istemişti.
Yaşadığım bu hadiseden şunu anladım ki, askeriyede birşeylerin değişmesi için sadece “açık fikirli bir komutanın” hassasiyeti ve gayreti yetmiyor. “Erlerin” ve en küçüğünden en büyüğüne “çark”taki diğer “vazifeliler”in aynı şuur, vicdan ve kararlılıkla hareket etmeleri gerekiyor, ki faydalı uygulamalar devreye girdikten sonra süreklilik kazansın.
Bu söylediğimiz tabiî ki sadece ordu ve askerler için geçerli değil. Diğer şirketler, yapılar ve oluşumlar için de aynı şey sözkonusu. “Tek çiçekle bahar olmaz.” Bir sistemi değiştirmek için tek bir kişi yetmez. Evet, tek bir kişi çok şey yapabilir, bir çok güzel değişimi başlatabilir. Ama bu gelişimin ve değişimin devamlılık kazanması için diğerlerinin de “taşın altına elini sokmaları” aynı doğrultuda iradelerini kullanmaları gerekir.
Evet, sadece bilmek yetmiyor, asıl mesele değişim için gereken iradeyi ortaya koyabilmektedir.
Buradan hareketle terör meselesi için de aynı şeyin geçerli olduğunu söylememiz mümkündür. Yapılan yanlışlar, ihmaller, suistimaller, ihanetler aslında çok büyük oranda bilinmektedir. Alınması gereken tedbirlerin birçoğu da bellidir. Fakat asıl mesele, o tedbirleri hayata geçirecek iradeyi gösterebilmektedir.
Terör sorununda ve ülkemizi meşgul eden diğer meselelerde köklü bir değişimin/düzelmenin yaşanması buna bağlıdır.
Diğer meselelerde olduğu gibi köklü bir değişimi başlatacak iradeyi ortaya koyacak olanlar da tabii ki “sivil otorite”dir.
Yaşanan askerî başarısızlıklarda TSK kadar iktidarı elinde bulunduranların da sorumluluğu vardır.
Sivil otoritenin “evhamlar”ını bir kenara bırakarak bir an önce harekete geçmesi, en önemli ve etkili itici güç olan “maneviyat” unsurunu da işin içine katarak bu değişimi başlatması gerekmektedir.
Okunma Sayısı: 1351
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı