"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman ve matbuat

Talip ÇİÇEK
13 Şubat 2014, Perşembe
Bediüzzaman, Osmanlı döneminde düzenli aralıklarla çıkan gazete ve dergilerin tamamının ünvanı olan matbuatla 1897 yılında Vali Hasan Paşa’nın dâveti üzerine Van’a gidip ve onun konağında kaldığı yıllarda tanıştı.
Özellikle 1900 yılında Tahir Paşa’nın valiliği döneminde İngiliz Müstemlekât Nazırının gazetelerde çıkan “Bu Kur’ân Müslümanların elinde olduğu müddetçe biz onlara hâkim olamayız. Ya Kur’ân’ı onların ellerinden almalıyız veya onları Kur’ân’dan soğutmalıyız” beyanatı üzerine “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir manevî güneş hükmünde olduğunu ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim” diye feveran ederek şehamet-i imaniyesi galeyana gelir. Ve matbuâtın iletişimdeki büyük önemini anlar.
Bediüzzaman, 1907 yılında din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı Medresetüzzehra projesini anlatmak için İstanbul’a gelir ve bir yıl sonra ilân edilen Meşrûtiyet döneminde İstanbul ve Selânik’te irad ettiği Nutuk’un Misbah gazetesinde yayınlanmasıyla matbuat âlemine ilk adımını atar. Bediüzzaman, fikir ve düşüncelerini farklı gazetelerde yayınlamış ve onlar arasında fark gözetmemiştir. İstanbul’da kaldığı üç yıllık sürede Şûrâ-yı Ümmet, Şark ve Kürdistan, Volkan, Serbesti, Mizan ve Tanin gazetelerinde makalelerini yayınlamıştır.
Bediüzzaman, Divan-ı Harb-i Örfî müdafaatında “Gazetelerde neşrettiğim umum makalatımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla dâvet olunsam, neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim; olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından, üç yüz sene sonraki tenkidat-ı ukala mahkemesinden tarih celbnamesiyle celb olunsam yine bu hakikatleri tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır” diyerek savunmuştur.
Bediüzzaman, 31 Mart (1909) hadisesinde gazetelerin efkâr-ı ammeyi yanıltarak yanlış yönlendirmelerinden rahatsızlık duymuştur. Şöyle ki: “Gazeteler iki kıyas-ı fasid cihetiyle ve haysiyet kırıcı bir neşriyat ile ahlâk-ı İslâmiyeyi sarstılar ve efkârı perişan ettiler. Ben de gazetelerle, onları reddeden makaleler neşrettim. Dedim ki: Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumi-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnâmesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i halise tanzim etmeli” diyerek gazetecileri şiddetle ikaz etmiştir.
1920 yılında İngilizlerin İstanbul’u işgalinde efkâr-ı âmmeyi aldatmalarına karşı, Bediüzzaman Hutuvat-ı Sitte adlı eserini—gazetelerde yayınlamak mümkün olmadığından—matbaada bastırıp neşretmiş ve İstanbul’daki efkâr-ı ulemayı İngiliz aleyhine çevirip Harekât-ı Milliye lehinde ehemmiyetli bir hizmete vesile olmuştur.
Ankara hükümeti ve bir kısım mebus dostlarının ısrarlı dâveti üzerine Ankara’ya gitmiş, orada İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri içine girmek, bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını görmüştür. Bu manevî ejderhanın imanın erkânına ilişeceğini anlamış ve o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ı Hakîm’den alınan kuvvetli bir bürhanı Ankara’da Yenigün Matbaasında bastırıp dağıtmıştır. Ve yine Meclis-i Mebusan’ı ikaz için on maddelik bir beyanname neşretmiş ve namazgâhın daha geniş bir yere taşınarak namaz kılanların çoğalmasına vesile olmuştur.
Ankara’da âhirzamanın beklenen dehşetli şahıslarının zuhur ettiğini ve bunlarla mücadelenin siyaset yoluyla yapılamayacağını hadis-i şeriflerin işaretlerinden anlayan Bediüzzaman Van’a dönmüştür. Daha sonra Şeyh Said hadisesi bahane edilerek Batı Anadolu’ya sürgün edilir. Onun için bu, yeni bir hizmet döneminin başlangıcıdır. Bundan sonra bütün hayatında Kur’ân ve imanın hakikatlerinin neşriyle meşgul olur. Kendisinin hizmetlerini siyasî faaliyet olarak itham edenlere karşı “Eski Said sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terk etti. Buna kat’î şahit, o vakitten beri, sekiz senedir bir tek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okuduğumu ve dinlediğimi biri çıksın söylesin. Hâlbuki sekiz sene evvel, günde sekiz gazete eski Said okuyordu.” sözleriyle mukabele eder.
Bediüzzaman, yirmi beş sene sürecek olan istibdad döneminde Risale-i Nur’un telifi, el yazısıyla çoğaltılıp muhtaçların ellerine ulaştırılması (bilâhare çoğaltma işlemi teksir makineleriyle de gerçekleştirilmiştir) ve tashihat hizmetleriyle meşgul olmuştur. Bu dönemde Nur Talebelerinin müfritane irtibatları “lâhika mektupları”yla temin edilmiştir. Hizmet prensiplerini muhtevî olan bu mektuplar 27. Mektub olarak Risale-i Nur Külliyatı’na dâhil edilmiştir. Ve Barla, Kastamonu ve Emirdağ Lâhika mektupları olarak neşredilmiştir. O günün şartlarında matbuât hizmeti lâhika mektupları şeklinde tezahür etmiştir denilebilir. Çünkü Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikasında “Şu Risale [Lâhikalar] bir meclis-i nurânîdir ki, Kur’ân’ın şu münevver mübarek şakirtleri içinde birbiriyle mânen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur’ân’ın şakirtleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor. Ve Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan Risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Her biri aldığı kıymettar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor.” sözleriyle bu manayı ifade etmiştir.
Bediüzzaman, çeyrek asır kadar günlük gazeteleri takip etmekten uzak durmuştur. İstibdad-ı mutlak’ın sonlarına doğru, 1948 yıllarında birinci Emirdağ Lâhikasındaki bir mektubunda “Risale-i Nur bu mübarek vatanın manevî bir halaskârı olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli manevî belâyı def etmek için Matbuat âlemiyle tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim. O dehşetli belâdan birisi: Hıristiyan dinini mağlûp eden ve anarşiliği yetiştiren şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı, bu vatanı manevi istilâsına karşı Risale-i Nur sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesini görebilir ve âlem-i İslâm’ın bu mübarek vatanın ahalisine karşı pek şiddetli, itiraz ve ithamlarını izale etmek için matbuat lisanıyla konuşmak lâzım gelmiş diye kalbime ihtar edildi.” ifadeleriyle Risale-i Nur’u daha geniş kitlelere ulaştırmak ve insanları ondaki hakikatlerden haberdar etmek ve aleyhindeki neşriyatlarıyla her gün binlerce insana ulaşan gazetelerin tahribatına karşı mukabele edebilmek için matbuat (gazete) lisanına ihtiyacı dile getirmiştir.
1950’li yıllarda Risale-i Nur’un ilânatı, meslek itibariyle farklı olan Sebilürreşad, Büyük Doğu, Serdengeçti gibi matbuatla yapılmıştır. Üstadımızın ahirete irtihalinden sonra Nur Talebeleri ve hizmetkârları ağabeyler mahkemelerin artması ve aleyhteki propagandanın yoğunluğu sebebiyle matbuat lisanıyla neşriyata daha fazla ihtiyaç duydular. Risale-i Nur’un matbuat lisanı ile ilânatı için İleri, İrşad, İhlas, Uhuvvet, Zülfikar, Bediülbeyan, Nur, Hareket, Vahdet gibi kısa ömürlü, İttihad gibi uzun ömürlü haftalık gazete ve dergileri çıkarmışlardır.
Bediüzzaman’ın mesleğindeki müsbet iman hizmeti ve siyasetteki muktesid mesleğini takip etmek üzere Üstadımızın hizmetkârlarının ortak meşveret kararı ile 21 Şubat 1970 tarihinde Yeni Asya gazetesi günlük yayın hayatına başlamıştır. Yeni Asya, matbuat lisanıyla tezahüre başlamanın ve matbuât lisanıyla konuşmanın adıdır. Ve Nur Talebelerinin bir meclis-i nurânîsidir. Nur Talebelerinin birbirleriyle Nurları manen müzakere ve müdavele-i efkâr zeminidir. Elbette bu manadaki bir neşriyatın muhtevası da Asr-ı Saadet’teki adaletnâme-i şeriat mahkemesi ve istikbaldeki tenkidat-ı ukala mahkemesinde de ibraz edilecek tahavvül etmez hakikatler kıvamında olmalıdır.
Okunma Sayısı: 2238
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Bilâl Tunç

    13.2.2014 09:24:00

    Muhterem Talip Çiçek Beyi çalışması için tebrik ediyorum.. Ancak bir-iki noktada tashih gerekiyor: 1)1897′lerde Hasan Paşa diye bir Van vâlisi bulunmamaktadır. 2)Bedîüzzamân’ın ilk gazete yazısı, Misbah’da değil, 6 Ağustos 1908 târihli Rehber-i Vatan’da çıkmıştır.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı