Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; hepsi de onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir.

Ahzâb Sûresi: 72

24.06.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim ki, eli darda olan borçlusuna, durumu düzelinceye kadar süre tanırsa, Allah da ona günahına tevbe edinceye kadar süre tanır.

Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3605

24.06.2006


‘Ölümümle Risâle-i Nur’un vazifesi inkişaf edecek’

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelen: Garip bir münâzara-i nefsiyemi, bana mahsus iken, bera-yı malumat size yazmak hatırıma geldi. Şöyle ki:

Başım üstündeki sizce malûm levha nefsimi tam susturduğu halde, bu gece nefs-i emmarenin silâhını daha musırrane istimal eden kör hissiyatım, damarlarıma tam dokundurup, tesemmüm ve hastalıktan gelen ziyade teessür ve hassasiyet ve şeytandan gelen ilkaat ve fıtrî hubb-u hayattan gelen acip bir haletle, o ikinci nefs-i emmare hükmünde olan kör hissiyat, benim vefat ihtimalinden şiddetli bir meyusiyet ve teellüm ve kuvvetli bir hırs ve zevk ve lezzetle kalb ve ruhuma tam ilişti.

“Niçin istirahat-i hayatına çalışmıyorsun, belki reddediyorsun? Ve gayet zevkli ve masumane lezzetli bir hayat ve bir ömür kendine Nur dairesinde aramıyorsun ve ölmeye karar verip razı oluyorsun?” dedi ve dediler. Birden gayet kuvvetli iki hakikat, o ikinci nefs-i emmareyi şeytanla beraber susturdu.

Birincisi: Madem Risâle-i Nur’un vazife-i kudsiye-i imaniyesi benim ölümümle daha ziyade halisane inkişaf edecek ve hiçbir cihetle dünya işlerine ve benlik ve enaniyete vesilelikle itham edilmeyecek ve rekabeti tahrik eden hayat-ı şahsiyemi bulmadığı için daha mükemmel ve ihlâs ile o vazife devam edecek. Hem ben dünyada kaldıkça gerçi bir derece yardımım olabilir; fakat adi şahsiyetimin ehemmiyetli rakipleri, münekkitleri, o şahsiyeti itham edebilir ve Risâle-i Nur’a ihlâssızlıkla ilişebilir ve bir derece çekinir, çekindirir. Hem bir derece bekçilik yapan bir şahsiyetin yatmasıyla, o daire-i nuraniyedeki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır. Bir nöbettar yerine, binler bekçi çıkar. Elbette ölüm gelse, “Baş üstüne geldin” demek gerektir.

Hem, madem Nur şakirtlerinden çokları hem malını, hem istirahatini, hem dünya zevklerini, hem lüzum olsa hayatını Nurun hizmetinde feda ediyorlar. Sen, ey nefsim; neden fedakârlıkta en geri kalmak istersin?

Hem katiyen bil ki, çok biçarelerin hayat-ı bakiyelerini Nurlarla kurtarmak hizmetinde, fani ve zahmetli ihtiyarlık hayatını memnuniyetle bırakmaya lüzum olsa veya vakti gelse, razı olmak gayet lezzetli bir şereftir.

Emirdağ Lâhikası, s. 174

Lügatçe:

vazife-i kudsiye-i imaniye: Kudsî iman hizmeti.

münâzarâ-i nefsiye: Nefisle münâzarâ.

tesemmüm: Zehirlenme.

ilkaat: Zararlı sözlerle zihin çevirme, aklı çelme.

hubb-u hayat: Yaşama sevgisi.

halisane: İhlâsla, samimiyetle, sırf Allah için.

müteyakkız: Uyanık.

hayat-ı bakiye: Sonsuz hayat.

24.06.2006


Dünyevîleşmenin içinde ve karşısında

Karşılaştığımız öyle kavramlar var ki, hayatımızda etkileri ölçüsünde önemli yer tutmaktadır. Bir kavramın ifade ettiği anlam bazen hayatımıza yön verebilecek kadar derin olabilir. Ve bazı kavramların karşısında takındığımız tavır, gerek o anki durum, gerek—çoğu kez—neticeleri itibariyle çok daha önem kazanabilir.

Hiç şüphesiz bir gecede dil fukarası yapılmış bu diyarda kilit kavramları tanımlamak, hele yeni ifade edilmiş bir kavramsa, çok zor ve çetrefilli bir durumdur. İşte her şeyin bir yozlaşmaya yüz tuttuğu 80 sonrası hayatımıza giren ya da zorlayarak-zorlanarak giren bir kavramdır dünyevîleşme. Bu kavramı tanımlamak yerine, etkileri özellikle dikkate değer olan dünyevîleşmeye farklı bir yaklaşım sunmak istedim. İşin kolayına kaçtığım belki doğrudur ama bir büyüğümün ifadesiyle “herkesin kendine göre dünyevîleşmeyi tanımlayıp kullandığı” bir ortamda benim tanımım bana münhasır kalabilirdi.

Ehl-i dünya için dünyevîleşme gibi bir problemin olmadığı açıktır. Nitekim onlar adı üstünde ehl-i “dünya”dır. Ama ehl-i din için son derece tehlikeli bir durumdur dünyevîleşme. Çünkü mü’min dünyaya ahiretin tarlası ve esma-i ilâhiyenin tecelligâhı olması cihetiyle değer verir. Ama dünyevîleşmenin dünya telâkkisi bunun neredeyse tam tersidir. Bugün geldiğimiz noktanın ışığında bu telâkkinin bir nevî ılımlı(!) kapitalizm modeli olduğunu görebiliyoruz. Ve bu telâkki bazılarının sunmaya çalıştığı ılımlı İslâm modeliyle uyuşmaktadır. Dünyevîleşmenin ehl-i hizmet için daha vahim neticesi olduğu da bir diğer gerçek. İlk önce ihlâs gibi azim menfaati “dünyevîleştirerek” kaybetme durumu belirir. Bu ehl-i hizmetin kendi için büyük zarardır. Ancak ehl-i hizmetin—din adına siyaset gibi yanlış siyaset takip edenler de dahil—ehl-i dünyaya ve zındıka komitelerine boyun eğmek zorunda kalması gibi acı bir netice sadece ehl-i hizmete değil bütün ehl-i dine büyük zarar verir. Risâle-i Nur müellifinin bu iki noktaya eserlerinde ve hayatında pek çok yerde dikkat çektiği bir vakıadır.

Asıl hüzün verici olan dünyevîleşme karşısında (aslında yanında olan) duruşumuzdur. Bir kısmımız hizmetimizi dünyevîleşme üstüne bina ederiz. Ama bu tutum bizi ehl-i dünyanın kuklası olmaya götürür. Yazık ki vehmî, olmama ihtimali—yüksek—olan hizmetimizin, her zaman geçerli, kesin emr-i İlâhîye karşı gelme gibi yüksek bir fiyatı vardır. Bu noktalar gözden kaçar. Bir kısmımız her tarafta dünyevîleşmenin bulunduğu gerekçesiyle “Ne yapalım?” teslimiyeti içinde dünyevîleşiriz. Bir de söylemlerimiz vardır: “O kadar da kötü bi şey değildir belki” gibi, “çok büyüttün canım dünyevîleşmeyi” gibi...

Ahirzamanda mü’min olarak kalabilmenin elinde kor ateş taşımaktan zor olduğu hatırlatılır bir hadis-i şerifte. Evet alınan emaneti emin olarak teslim etmek zordur. Ancak zor olanın mükâfatı fazladır. Ne ki dünyevîleşmenin içinde olduğumuz bir vakıadır. Ancak bu durum onun içine balıklama dalmayı caiz kılmaz. Dünyevîleşmeyi hoş görmeyi de gerektirmez. Neredeyse bütün peygamberler kötü toplumlarda, berbat şartlarda yetişmişlerdir. “Bir elime ay’ı, bir elime güneşi verseniz ben bu yoldan dönmem” diyen Nebî-i Zîşan (a.s.m) cahiliyye gibi bir enaniyet devrinde yetişmiştir.

Ehl-i dinin ve hususan ehl-i hizmetin dünyevîleşme hakkındaki tutumu, “içinde ama karşısında” olmalıdır. Karşısında olmak, ona boyun eğmek yerine kaçmayı gerektirecektir çünkü. Dünyevîleşen bir toplumda temkinli olmadır. Reddetmemek ama kabul de etmemektir. Amele ise hiç yaklaşmamaktır.

Böyle bir karşı duruş ehl-i dünyaya ve zındıkaya teslimiyet yerine Allah’a teslimiyeti getirir. Böyle bir duruşun aynı zamanda bir nevî fiilî duâ olabileceği düşünülmelidir. Evet, “Ne yapayım?” tavrı bir nevî duasızlık anlamına gelebilir, daha ötede ümitsizlik telkin etmek gibi bir tehlikeyi getirir.

“İçinde olduğumuz halde karşısında” olma, “uyanık” olma, “farklı ve farkında” olma bir fiilî duâ hükmüne geçerse ümit ederiz ki Rabbimiz daha güzel neticeler nasip edecektir.

[email protected]

Ahmet Tahir UÇKUN

24.06.2006


Kâbil

Allah (c.c.), Kâbil’dir. Yani tövbe edenin tövbesini kabûl eder. Kendisine yönelip bir adım atana, on adım yaklaşır. Mağfiret isteyene mağfiret verir. Dergâhına yaklaşan günahkâr kullarını reddetmez ve affeder. Allah Teâlâ her dilek sahibinin isteklerine cevap verir ve duâlarını kabul eder.

Peygamber Efendimizden (a.s.m.) nakledilen1 Kâbil ismi, Kur’ân’da da zikri geçen isimlerdendir.

Cenâb-ı Hak, Kendi Zât-ı Muâllâsı hakkında, “O, günahı bağışlayan, Kâbilü’t-Tevb olan (tövbeyi kabûl eden), cezâsı şiddetli olan ve lütfu bol olandır. Ondan başka İlâh yoktur. Dönüş Onadır”2 buyurur.

Bedîüzzaman’a göre, evham ve türlü illetlerle ve günahlarla müptelâ olmakla beraber, hata ve günahlarını îtirâf eden bir kulun, Allah’a dönerek niyâz ve yakarışta bulunması halinde; kuluna mağfiret edip rahmet etmesi ve kemâl-i rahmetiyle kulunu kabûl etmesi Cenâb-ı Allah’ın şânındandır. Çünkü Allah, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Eğer kabûl etmezse yine Onun kapısına dönülmelidir; çünkü, başka kapı yoktur.3

Hayvanların ve bitkilerin, derin bir şefkat ve yüksek bir merhamet altında, kendilerine bilerek muâmele buyuran, dostça konuşan, cömertçe ikram eden ve duâlarını Rahîmâne kabul eden Cenâb-ı Hakkın varlığına şehâdette bulunduklarını beyan eden4 Bediüzzaman Saîd Nursî, Allah’ın emirlerine tüm yaratıkların harfiyen boyun eğmelerinin dikkatli gözlerden saklanamayacağını kaydeder.5

(Risâle-i Nur’da Esmâ-i Hüsnâ)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab: 2: 254.

2- Mü’min Sûresi: 3.

3- Mesnevî-i Nuriye, s. 143.

4- Şuâlar, s. 74.

5- A.g.e., s. 207.

24.06.2006


Evrâd-ı Kudsiye'den

67. Allah’ım, ilmimizi, nûrumuzu ve hilmimizi artır. Bize açık ve gizli nîmetler ver.

68. Dinimiz için Allah bize yeter. Dünyamız için Allah bize yeter. Bizi kaygıya sevk eden şeylere karşı kerem sahibi olan Allah bize yeter. Bize zulmedenlere karşı kullarını hemen cezalandırmayıp hilim gösteren ve sonsuz kudret sahibi olan Allah bize yeter. Bize kötü tuzak kuranlara karşı sonsuz kuvvet sahibi Allah bize kâfidir.

69. Ölüm ânında sonsuz merhamet sahibi Allah bize kâfidir. Kabirdeki sorgu ânında sonsuz şefkat sahibi Allah bize kâfidir. Kıyâmetteki hesap ânında sonsuz kerem sahibi Allah bize yeter. Amellerin tartıldığı mîzan yanında sonsuz lütuf sahibi Allah bize yeter. Cennet ve Cehennem yanında sonsuz hikmet sahibi Allah bize yeter. Sırat Köprüsünde sonsuz kudret sahibi Allah bize yeter.

24.06.2006


Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden

Merhametsizliği körükleyen, hürmetsizliği alevlendiren öfke zamanında hürmet ve muhabbet, cennetmekân kimselerin güzelliklerindendir.

Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel ahlâktır.

Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet harmanını elde eder.

24.06.2006


Nurdan Bir Kelime

Kalb

Kalbden maksat, sanevberi (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, makes-i efkârı dimağdır. Binaenaleyh, o lâtife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki, o lâtife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberinin cesede yaptığı hizmet gibidir. Evet, nasıl ki bütün aktar-ı bedene maü’l-hayatı neşreden o cism-i sanevberi, bir makine-i hayattır ve maddî hayat onun işlemesiyle kaimdir; sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar, kezalik, o lâtife-i Rabbaniye a’mal ve ahval ve maneviyatın hey’et-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle, mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.

İşârâtü’l-İ’câz, s. 78

24.06.2006


BİR KISSA, BİN HİSSE

Ashab-ı Kiramın, elinde bulunanı olmayana verdiği günlerden birindeydi. Bir gün Hazret-i Ali (ra) geçim sıkıntısına düştü. Muhterem eşi Hazret-i Fatma’ya (ra):

“Babana gidip yardım isteseydin” dedi.

Hazret-i Fatma da (ra) Peygamber Efendimiz’e (asm) geldi ve dedi ki:

“Ya Resulallah! Meleklerin yiyeceği ‘lâ ilahe illallah’ demektir. Allah’a hamd ve tesbih etmektir. Ya bizim yiyeceğimiz nedir?”

Peygamber Efendimiz (asm):

“Kızım! Beni hak peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, bir aydır Muhammed’in (asm) evinde yemek pişirmek için ateş yakılmamıştır. Ancak bize birkaç tane keçi gelmiştir. İstersen sana beş tane verilmesini söyleyeyim. İstersen de Cebrail Aleyhisselâmın bana öğrettiği beş kelimeyi sana öğreteyim” buyurdu.

Hazret-i Fatma (ra):

“Cebrail Aleyhisselâmın sana öğrettiği beş kelimeyi öğret; razıyım” dedi.

Peygamber Efendimiz (asm):

“‘Ey Öncelerin Öncesi Allah, Ey Sonraların Sonrası Allah, Ey güç ve kudret Sahibi Allah, ey merhametlilerin en merhametlisi Allah!’ de!” buyurdu.

Hazret-i Fatma da (ra) bu beş kelimeyi öğrendi ve geri döndü.

Eve geldiğinde Hazret-i Ali (ra):

“Ne haber var?” deyince Hazret-i Fatma (ra):

“Buradan dünya için gittim, sana ahireti getirdim” dedi.

Hazret-i Ali (ra) bundan razı olarak:

“Bu gün senin en hayırlı ve en bereketli günündür” dedi.

(El-Kenz, 1/302)

Süleyman KÖSMENE

24.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004