Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Sen ancak bir sakındırıcısın. Biz seni Allah'ın rahmetiyle müjdeleyici ve azabından sakındırıcı olarak hak din ile gönderdik...

Fâtır Sûresi, 23-24

29.08.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim bir ilmi öğretirse, o ilimle amel edenin sevabı kadar sevap kazanır. Amel edenin sevabından da birşey eksilmez.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3698

29.08.2006


Âhirzamanda en dehşetli rolü kadınlar oynayacak

Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan tâife-i nisâiye ve onların fitnesi olduğu hadisin rivayetlerinden anlaşılıyor. Evet, nasılki tarihlerde, eski zamanlarda “amazonlar” namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkep bir tâife-i askeriye olarak hârika harpler yaptıkları naklediliyor. Aynen öyle de:

Bu zamanda zındıka dalâleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki; açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamaya, fuhuşhâne yolunu genişlettirmeye çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebâir ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar. Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennemin odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadâkatı kaybettiği için, hılkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasip kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına belâ bulur. Hattâ bu hâlin neticesi olarak, o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riâyetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahipsiz, kıymetsiz bir sûrete gireceği, hadisin rivayetinden anlaşılıyor.

Madem hakikat budur. Ve madem her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez. Ve madem güzellik bir nimettir. Nimete şükredilse mânen ziyadeleşir. Şükredilmezse değişir, çirkinleşir. Elbette aklı varsa, hüsün ve cemalini; günahları kazanmak ve kazandırmak ve çirkin ve zehirli yapmak ve o nimeti, küfran ile medar-ı azap bir sûrete çevirmekten bütün kuvvetiyle kaçacak. Ve o fâni, beş on senelik cemâli bakîleştirmek için, meşrû bir tarzda istimâl ile o nimete şükredecek. Yoksa ihtiyarlıkta uzun zaman istiskale mâruz kalıp, me’yûsâne ağlayacak.

Eğer terbiye-i İslâmiye dâiresinde, âdâb-ı Kur’âniye zînetiyle o cemâl güzelleştirilse; o fâni hüsün, mânen bâki kalacağı ve Cennette hûrilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak bir tarzda kendine verileceği hadiste kat’iyetle sabittir. Eğer o güzelin zerre miktar aklı varsa, bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden kaçırmayacak.

Gençlik Rehberi, s. 33, Y.A.N.

Lügatçe:

tâife-i nisâiye: Kadınlar taifesi.

kebâir: Büyük günahlar.

istiskal: Ağır bulup, hoşlanmadığını anlatma.

me’yûsâne: Ümitsiz bir şekilde.

29.08.2006


Kâinat kardeşliği

Irak yanıyor… Filistin yanıyor… Beyrut yanıyor… Ormanlar yanıyor… Kalpler yanıyor…

Dünyanın merkezi çok yüksek sıcaklıkta kaynıyor… Her an nükleer patlamalar yaşayan güneş; kızgın alev topu olarak etrafımızda dönüyor…

Ya yıldızlar? Milyarlarcasının sahip olduğu sıcaklık nasıl bir sıcaklıktır? Cehennem nasıl bir ateştir, nasıl yakar? Gayzından çatlama derecesine gelen cehennem nerededir?

Havalar gerçekten sıcak mı, yoksa biz mi çok aciziz? Acizliğimiz yanında cahilliğimizi unutmamız daha büyük bir acz değil mi?

Ejderhalar varken sineklerin ısırmasından bu kadar bağırmak, nefsin kör kuyusundan dışarıya nazar edemeyen boğulmuşluk olsa gerek?

Sefahat sıcaklığı çok daha yakıcı ve derine işleyen bir yakıcılık… Günah yangını enginleri kaplayan bir kavuruculuk… “An”ları yakmıyor sadece, sonsuzluğa uzanan yolu tıkıyor… Nefesler sonsuzluk için soluyamıyor… Bronşlar tıkalı, sadırlar sancılı… Ajanslar dinleniyor havalar nasıl olacak diye? Kendinin feryadını duymayan sağırlara “haberler” ne haber verir? Irak yanıyor derken kendi kalbinin yangınından habersiz bilgiç budalası, nemelâzımcı, bencil, hangi kardeşlikten bahsedebilir?

İman gönülden ırak olmasaydı bugün Irak yanıyor olur muydu? Filistin ağlar mıydı? Beyrut böyle yalnız kalır mıydı?

İmanî kavrulmuşluk olmasaydı ormanlar bugün duman olur muydu? Ota basmaya haya eden bir nazar, ona zarar vermeye kastedebilir mi?

İman suyu ile hayatlanmış bir hayat; hakikat adımlarıyla çölleri yeşil vadilere dönüştürür… Sinekler, böcekler, ceylanlar ondan emindir…

Kâinat onu selâmlar, o kâinatı… Barışık bir kardeşlik havası her yeri serinletir… Hiçbir şey yanmaz ve yalnız değildir… Yakin sağlamsa çürük olan bir şey yoktur, zerreler hazine kıymetindedir…

İman dolu gönülden damlayan bir damla, dert dağlarını eritir, yeryüzünü yeşertir, cehennem ateşini bile söndürebilir… Cehennemi ateşi söndürebilen bir damla gönül yaşı, zaten dünyanın bütün kavrulmuşluklarından kurtarabilecek kuvvettedir.

Kâinat kardeşliği kalbî bağla kurulur… Yıldızların ve çiçeklerin, masumların ve Müslümanların kardeşliği, kalplerde kökleşmiş imanî bağla olur.

Ateş yakmaz, Cehennem de yakmaz… Rahman’dan uzaklaşmaktır yakan…

İbrahim (a.s.) yandı mı? Yanan Nemrut… Zulüm yangınları, orman yangınları, sefahat yangınları Rahman-ü Rahim’e yönelmekle söner… O’ndan damlayan bir damla bütün ateşlerden korur, sonsuz serinliğe salar… Rahman’ın nazarından kaçırıcı davranışlardan kaçmak, ateşlere dayanmaktan daha kolaydır. Kolay varken zorda yanmak, kendini harap etmek değil mi?

Ateşe kalkan imanı elde etmek ve ona çalışmak hayatın en hakiki hayatı… Yüzleri yalayacak kadar yaklaşan alevlere duyarsız kalmak, kavrulmaya kabullenmişlik hali…

Filistin, Beyrut, Irak onun için ne ifade eder? Ormanlar yanmış, havalar sıcakmış, sefahat savuruyormuş ne değer taşır? Kalp kül olmuşsa hangi hakikat bahçesinden bahsedebilinir?

İman suyu ile sulanmış bir gönül toprağında kuşlar, ağaçlar, yıldızlar, masumlar, mazlumlar kâinat kardeşliği ile kaynaşmıştır. Mutlu beraberlik sonsuzluk için gün saymaktadır… Saatin saniyeleri döndükçe serinlik artar, sıcaklar erir…

Kâinat kardeşliğine kavuşmak isteyen, yalnızlıkta yanmak istemeyen kalbinin kapısından Rahmet denizlerine gidecek yolu bulmalı…

Arayış yolunuz kısa, saatleriniz hep serin olsun efendim.

Hüsyin EREN

29.08.2006


Delâili'n-Nur

“Muhakkak ki, Allah tevbeleri çok kabul edici, kullarına çok merhamet edicidir.” (Nisâ: 16)

“Muhakkak ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Nisâ: 106)

“Muhakkak ki, Allah kullarını çok bağışlayıcıdır. Her şeye gücü yeter.” (Nisâ: 149)

“Şüphesiz, Allah her şeyi hakkıyla işitir ve her şeyi hakkıyla görür.” (Nisâ: 58)

“Muhakkak ki, Allah her şeyi hakkıyla bilir ve her işi hikmetle yapar.” (Nisâ: 11)

“Muhakkak ki, Allah sizin üzerinizde gözeticidir ve her hâlinizi görür.” (Nisâ: 1)

“Biz sana, gerçekten, ap açık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih: 1)

29.08.2006


Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden

Ayrılık zahirîdir

Edib ve şâirler, zevâl ve firaktan ağlamışlar, ölümden vâveylâ etmişlerdir. Güz mevsimini hüzünle tasvir etmişlerdir. Hattâ, dünyaca meşhur Arap edibleri, “Eğer firak olmasa idi, ölüm ruhlarımızı almak için yol bulup gelemezdi” demişlerdir.

Bediüzzaman ise, “Kâinattaki zevâl, firak ve adem zâhirîdir. Hakikatte firak yok, visâl var. Zevâl ve adem yok, teceddüd var. Ve kâinatta her şey bir nevi bekàya mazhardır. Ölüm, bu âlem-i fânîden âlem-i bâkîye gitmektir. Ölüm, ehl-i hidâyet ve ehl-i Kur’ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaya vesîledir. Hem hakiki vatanlarına girmeye vâsıtadır. Hem zindan-ı dünyadan, bostân-ı cinâna bir dâvettir. Hem, Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubûdiyet ve imtihanın tâlim ve tâlimâtından bir paydostur. Azrâil Aleyhisselâm bugün gelse, hoş geldin, safâ geldin diye gülerek karşılayacağım” diyor.

29.08.2006


Nurdan Bir Kelime

İmkân

İmkânın envâı var. İmkân-ı aklî, imkân-ı örfî, imkân-ı âdî gibi kısımları vardır. Bir hadise, eğer imkân-ı aklî dairesinde olmazsa reddedilir; imkân-ı örfî dairesinde olmazsa dahi mucize olur, fakat kolayca kerâmet olamaz. Eğer örfen ve kaideten nazîri bulunmazsa, şuhud derecesinde bir bürhan-ı kat’î ile ancak kabul edilir.

Sözler, s. 68

29.08.2006


Mütekellim

Allah (c.c.), Mütekellim’dir. Yani, Cenâb-ı Hak konuşandır, kelâm, söz ve beyan sahibidir. Peygamber görevlendirmek ve vahiy göndermek sûretiyle kelâmıyla ve konuşmasıyla insanlara istikâmet veren Cenâb-ı Haktır.

Mütekellim ism-i şerifi Kur’ân’da fiil sîgası halinde vârittir. Zât-ı Mütekellim-i Ezelî, şu âyetlerde Kendi Zâtının kelâm ve söz sahibi olduğunu beyan etmektedir: “Size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir kısmı Allah’ın sözünü işitiyor, ona akılları yattıktan sonra bile bile onu tahrif ediyorlardı.”1 Diğer bir âyet şöyle buyurur: “Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler.”2

Cenâb-ı Hak, Hazret-i Mûsâ’nın (a.s.) Tûr Dağında vahye mazhar kılınışını ve Allah’ın kelâmına muhatap oluşunu şöyle bildirir: “Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte gelince, Rabbi onunla konuştu.”3 Bir sonraki âyet, “Ey Mûsâ! Seni gönderdiklerimle ve konuşmamla insanlar arasından seçtim.”4 Bir başka âyet şöyle buyurur: “Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık. Bir kısmını ise sana anlatmadık. Allah, Mûsâ ile gerçekten konuştu.”5

Şu âyet ise Cenâb-ı Hakkın konuşmasının keyfiyeti hakkında bilgi vermektedir: “Allah bir insanla ancak vahiy sûretiyle veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderir, izniyle dilediğini vahy eder.”6

Bedîüzzaman’a göre, yüksek hakîkatler ummanı olan Kur’ân-ı Kerîm, “beşerin seviyesine İlâhî bir tenezzül”dür. Çünkü Kur’ân, herkesin anlayabileceği bir üslûp içinde nâzil olmuştur. Nasıl ki, çocukla konuşan birisi, çocuk anlasın diye tıpkı çocuklar gibi çat pat ederek konuşuyorsa—temsilde hata olmasın—Cenâb-ı Hak da insanların fehimlerine ve anlayışlarına uygun hitaplarla konuşmaktadır. Bu hitap tarzı, İlâhî bir şefkatin tezâhürüdür. Kur’ân-ı Kerîm’in üslûbu, hakîkatleri anlamak ve en derin incelikleri kavramak için insanların gözüne bir dürbün veya numaralı birer gözlük gibidir.7

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, mahlûkatını yüz binlerce dillerle konuşturan, onların konuşmalarını işiten ve bilen Cenâb-ı Hakkın Kendisinin konuşmaması mümkün değildir. Cenâb-ı Hakkın, kâinattaki İlâhî maksatları bir ferman ile bildirmemesi, gizli sırlarını açmaması, mahlûkatın nereden geldiklerini, nereye gideceklerini ve niçin kafilelerle buraya gelip fazla durmadan geçip gittiklerini haber veren Kur’ân gibi bir kitabı göndermemiş olması mümkün değildir. Asırları ışıklandıran, milyonlarca hafızların kalplerinde kutsiyetiyle yazılan, insanoğlunun büyük çoğunluğunun nefislerini ve ruhlarını terbiye eden, kalplerini arındıran ve akıllarını bilgilendiren Kur’ân’ın, O Mütekellim-i Ezelî ve O Sâni-i Sermedînin kelâmı ve fermânı olmaması mümkün değildir.8

Bütün hayat sahiplerinin fıtrî ihtiyaçları için yaptıkları duâlara ve hal dili ile ettikleri bütün ilticâlara ve arzulara vakti vaktine kast, ihtiyar ve irâdeyi gösterir bir tarzda hadsiz nîmetleriyle ve nihâyetsiz ihsanlarıyla fiilen ve hâlen sarîh bir sûrette konuşarak cevap veren Mütekellim-i Alîm’in, bütün kâinatın en imtiyazlı neticesi, yeryüzünün halîfesi ve ekser yeryüzü mahlûkâtının kumandanları olan insanların mânevî reisleri olan peygamberlerle görüşmemesinin ve konuşmamasının mümkün olmadığını ve bunu aklın kabul etmediğini beyan eden Bedîüzzaman, her hayat sahibi ile konuşan Cenâb-ı Hakkın, bilhassa peygamberleriyle kavlen ve kelâmen konuştuğunu, onlara emir ve fermanlar gönderdiğini, suhuf ve kitaplar indirdiğini kaydeder.9

Bedîüzzaman’a göre, bu kâinat sarayının varlığına ve bekâsına tek sebep Hazret-i Muhammed’dir (a.s.m.).10 Cenâb-ı Hak Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) mübârek lisânında İlâhî beyanını ve mukaddes kelâmını, vücudunda ise en büyük nîmet olan rahmet dini İslâmiyeti derc etmiş; Hz. Muhammed’in (a.s.m.) risâletini bu kâinata bir mânevî güneş yapmıştır. Bütün karanlıkları bu güneşle izâle etmiş, bütün nûrânî hakikatleri bu güneşle göstermiştir. Bütün şuur sahiplerini, hattâ bütün kâinatı bu güneşle bâkî hayat müjdesiyle sevindirmiştir.

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 75; 2- Fetih Sûresi: 15; 3- A’raf Sûresi: 143; 4- A’raf Sûresi: 144; 5- Nisa Sûresi: 164; 6- Şûrâ Sûresi: 51; 7- İşârâtü’l-İcâz, s. 170; 8- Şualar, s. 216; 9- A.g.e., s. 215; 10- Sözler, s. 113.

29.08.2006


BİR KISSA, BİN HİSSE

Kocaeli’nden Hacı Ali Efendi Yahya Efendi’yi ziyaret edip feyiz almak ve ilminden istifade etmek için Kocaeli’ndeki dergâhından kalkıp İstanbul’a Beşiktaş’a Yahya Efendi’nin dergâhına geldi.

Dergâhtakiler Yahya Efendi’nin şu an dergâhta olmadığını, sabahleyin erkenden kalkıp Yeniköy’deki bahçesine gittiğini söylediler.

Hacı Ali Efendi bunun üzerine Yeniköy’e geçti. Yahya Efendi’nin bağını bularak bahçıvana Yahya Efendi’yi sordu. Bahçıvan:

“Efendim, Yahya Efendi Hazretleri seher vakti buraya gelip bir müddet kaldılar. Sonra kayıkla Kavak tarafındaki bağına geçtiler” dedi.

Hacı Ali Efendi bu defa patladı:

“Tövbeler tövbesi! Bu nasıl dervişlik, bu nasıl velilik? Bu adamda evliyalıktan eser yok. Arzusu peşinde bağdan bağa dolaşan bir kişiden veli olur mu? Bu işler hiç evliyanın işi mi? Hani zikir, hani sohbet, hani ibadet, hani evrad, hani ezkâr? Bu dünyaya bu derece bağlılık hiç veliye yakışır mı? Ahiret adamı olan fakir olur. Nerede Yahya Efendi’de bunlar?” diye söylene söylene bir kayık buldu, Kavak bağlarının yolunu tuttu.

Kayıkla giderken kendi kendine:

“Hele onu bulup bir imtihan edeyim” dedi.

Derken Yahya Efendi’nin kayığı uzaktan göründü.

Yahya Efendi yaklaşınca:

“Kardeşim hoş geldiniz” dedi. Ardından: “Bir kimse sahibi bulunduğu malı ve mülkü ile ilgilenmezse, bakımını ve tımarını yapmazsa ondan verim alamaz ve ahirette ondan faydalanamaz. Biz dünya ehlinden uzak kalmak için bu bağ ve bahçeleri mesken edindik. Lâkin biz nereye gitsek dünya ehli bizi buluyor!” dedi.

Hacı Ali Efendi içinden geçenlerden ve söylediklerinden bin pişman oldu.

(Evliyalar Ansiklopedisi, 12/174)

Süleyman KÖSMENE

29.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004