Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Hiçbir ümmet yoktur ki, içlerinden bir sakındırıcı gelip geçmiş olmasın.

Fâtır Sûresi, 24

30.08.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim ki Allah'ın kitabından bir âyet veya ilimden bir mesele öğrenirse Allah Kıyâmete kadar onun mükâfatını sürekli büyütür.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3699

30.08.2006


Ahirzamanda dindar ve ihtiyar kadınların dinine tâbi olmak

Bazı ehâdîs-i şerife ile işaret var ki; “Âhirzamanda kadınlar tâifesinde hakaik-ı imâniye ziyade bir derece inkişaf edecek. O zamanın dalâlet tehlikelerinden bir derece mahfuz kalacaktır.” Bir hadîs-i şerif ferman eder ki: “Aleyküm bidîni’l-acâiz” Yani “Âhirzamanda ihtiyar kadınların dinlerine iktida ediniz.” Demek şefkat kahramanları olan kadınlar, o seciye-i şefkatten çıkan samimiyet ve ihlâs ile o zamanın riyakârane dalâlet tehlikelerinden kurtulmaya vesile olur. İslâmiyetini muhafaza ederler.

Hem bir hadîs-i şerif ferman ediyor ki: “Ebi’l-benâti merzukun” Yani: “Kızların babasının rızkına bereket düşer.”

Demek kız çocukları âhirzamanda çoğalır. Hem mübarek ve rızıkları bereketli olur. Ben çok zaman evvel bu nevî hadislerin sırrını bilmiyordum. Cenâb-ı Hakka şükür ki, bu âhirde bir derece o sırrı anladım. Gayet kısaca bir işaret edeceğiz:

Nev-i beşerde yavrular, sâir hayvanlar gibi çabuk kendi kendine mâlik olmadığından, yaşamakta hayvanın iki-üç ay yerine, on sene, belki daha ziyade şefkatli bir himayete muhtaç olduklarından, bu sır için cins-i hayvana muhalif olarak insandaki veledlerine karşı şefkat, bir seciye-i fıtrî olarak devam etmek lâzım gelmiş. Hem iktidarsız yavrulara ve zayıf vâlidelerine tam yardım ve himaye etmek hikmetiyle erkeklerde de haysiyet, nâmus seciyesi fıtratında dercedilmiş. Bu nâmusta hâlis ve ücretsiz, mukabelesiz, samimî bir kahramanlık dercedilmiş. Fakat o seciye bazı esbap ile bir derece bozulduğu için samimî ve hâlis kahramanlık seciyesi ekseriyette zayıflamış. Fakat kadınlarda o seciye-i fıtriye olan şefkat kahramanlığı bozulmamış. Bu seciye-i fıtrî ehl-i İslâmda, âhirzamanda büyük bir hizmet ve hayat-ı içtimaiyede, İslâmiyet dairesinde bir esas olacağına o gibi hadis-i şerifler işaret edip remzen haber veriyorlar.

Said Nursî

Hanımlar Rehberi, s. 32

***

Bu şehirde Risâle-i Nur’a intisap eden ihtiyar hanımlar sebat ettiklerini ve başkalar gibi sarsılmadıklarını düşündüm. Birden bu hadis-i şerif ihtar edildi. “Aleyküm bidîni’l-acâiz” yâni, “Âhirzamanda, kadınların samimî dinlerine ve kuvvetli itikatlarına tâbi olunuz.”

Evet, ihtiyare kadınlar fıtraten zaife ve hassase ve şefkatli olmalarından, herkesten ziyade dindeki tesellî ve nura muhtaç olduğu gibi, herkesten ziyade fıtratlarında fedakârâne şefkat cihetiyle, dinde bulduğu nihayetsiz şefkatperverâne bir nur-u tesellî ve iltifat-ı merhamet-i Rahmân ve nokta-i istinat ve nokta-i istimdada ihtiyacı var. Tam sebat etmek, fıtratlarının muktezasıdır. Onun için, bu zamanda o hâcâtı tam yerine getiren Risâle-i Nur, herşeyden ziyade onların ruhlarına hoş geliyor ve kalblerine yapışıyor.

Hanımlar Rehberi,

s. 31; Kastamonu Lâhikası, s. 89

Lügatçe:

hakaik-ı imâniye: İman hakikatleri.

inkişaf: Açılma, keşfolunma.

mahfuz: Korunmuş.

iktida: Uyma, tabi olma.

seciye-i şefkat: Şefkat huyu, karakteri.

riyakârane: Gösteriş, ikiyüzlülük yaparcasına.

nev-i beşer: İnsanoğlu.

esbap: Sebepler.

seciye-i fıtriye: Yaratılıştan gelen huy, karakter.

30.08.2006


İslâmın sosyal yönü

“Din yalnız iman değil; belki amel-i salih dahi

dinin ikinci cüz’üdür”

Bediüzzaman Said Nursî

İslâmın sosyal yönü, İslâm dininin hayat-ı içtimâiyeye, hayatın sosyal meselelerine yönelik dünya görüşünü yansıtan yanıdır. Buna Sosyal İslâm da denilmektedir. Bu husus İslâmın sosyal siyasetidir. Bir başka ifadeyle İslâmın, sosyal siyaset ve sosyal güvenlik ile ilgili olarak ortaya koyduğu hükümleri ve bunların pratik hayatta yansımalarıdır.

Diğer beşerî sosyal siyaset uygulamalarından ve sosyal güvenlik sistemlerinden farklı olarak Sosyal İslâm, sosyal siyasetin uygulanmasında, toplumu oluşturan hemen hemen bütün sosyal kesimleri ve grupları sorumlu tutmaktadır. Fakirleri ve zenginleri, gençleri ve ihtiyarları, kadınları ve erkekleri tüm kesimleri kapsamına dâhil eder. Özellikle, zengin sayılan ve “ulü’l-emr” makamında olan insanlara da önemli sosyal sorumluluklar yüklemektedir.

İslâm dininin sosyal hayata bakan yönü olan Sosyal İslâm, sosyal meselelere ve bunların çözümüne yönelik sosyal politikalara Kur’ânî açıdan bakarak, sosyal siyasetin metafizik, İlâhî, fıtrî ve manevî köklerinin derinliklerine iner.

Şimdiye kadar sosyal siyaset konularına yönelik araştırmalar, genellikle Batı kaynaklı ve dünyevî ideolojiler çerçevesinde yapılmış olduğundan, bilim adına hareket eden araştırmacılar İslâmın bunlara dair görüşlere sahip olmadığını, çözümün İslâm dışında aranması gerektiği hususunu iddia etmişlerdir. Sosyal konuların her gün biraz daha artan cazibesi sebebiyle, sosyal problemlerin çözümünde dinin önemli bir yere sahip olduğu gerçeği yaşanan bunca acı tecrübelerden sonra artık anlaşılır olmuştur. Sosyal olaylara bilimsel anlamda alternatif sosyal düşünceler ve çareler üretmek maksadıyla, Sosyal İslâma ilgi de her geçen gün artmaktadır.

Öncelikli olarak dini sadece bir inanç ve kanaat olarak ele alıp vicdanlara hapsetmek isteyenlerin rağmına Bediüzzaman Eskişehir mahkemesinde “Din yalnız iman değil; belki amel-i salih dahi dinin ikinci cüz’üdür”1 diyerek dinin doğrudan sosyal hayatı ilgilendirdiğini belirtmiş ve İslâm’ın bu yönüne dikkat çekmiştir. Amel-i salih ise “Hukukullah ve hukuk-u ibadı” içine alan çok geniş bir alanı vardır.

İslâm’ın sosyal yönünü ilgilendiren en önemli husus ise “Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” yani “iyiliği emretmek ve kötülüğe engel olmak” hususudur ve bu herkesin vazifesidir.

Bu durumda sosyal İslâm’ın ilgi alanlarını “Sosyal Siyaset ve Sosyal Güvenlik”, “Sosyal Hukuk”, “Sosyal Güvenlik ve Sosyal Dayanışma Müesseseleri”, “Sosyal Gelişme ve Kalkınma”, “Sosyal Yapı, Sosyal Sistem ve Sosyal Düzen”, “Sosyal Ahlâk Esasları ve Sosyal Sorumluluk”, “Sosyal Devlet Modeli”, “Sosyal Ekonomi”, “Sosyal Barış ve Sosyal Adalet” gibi hususların tümü oluşturmaktadır.

İslâm bu hususları uygulamaya geçirirken nokta-i istinat açısından “İlâhîlik vasfını”, “Dünya ve Ahiret Dengesini”, “Sosyal Ahlâk ve fazilet ilkesini”, “İnsan Odaklı Yaklaşım ve Fıtrata uygunluğu”, hizmet anlayışı ve niyet açısından “Allah’ın Rızasını Kazanma” ölçüsünü, “Din-Vatan-Millet-İnsan Sevgisini”, “Sosyal Sorumluluğu” ve Evrenselliği yani “Global Geçerlilik veya Âlemşümulluk” ilkelerini esas alır.

Burada Sosyal İslâmın bütün ilke ve hedeflerinin mâhiyetini ve derinliklerini ve diğer sosyal sistemlerden farkını geniş olarak anlatmamız mümkün değildir. Ancak, bir örnek teşkil etmesi bakımından İslâmın “sosyal sorumluluk” ilkesi olarak sadece zekâtı ve faizin yasaklanmasını ele alalım:

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin izahı ile “Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin madeni ve bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı iki kelimedir: Birincisi ‘Ben tok olayım başkası açlıktan ölsün bana ne!’ İkincisi: ‘Sen çalış, ben yiyeyim.’” Toplumda zengin ve fakir iki tabakanın dengeli beraberliği ile ancak rahat yaşanabilir. Bu dengenin sağlanması ise zenginden fakire merhamet ve ihsan, fakirden zengine hürmet ve itaat iledir. Bunu sağlayacak olan da zenginin zekât vermesi ve faiz almamasıdır. Bunun içindir ki din zekâtı emretmiş ve faizi yasaklamıştır. Hâlbuki dinden nasibi olmayan sosyal hayattaki zenginler ve idareciler zulüm, ahlâksızlık ve merhametsizlikle fakirleri ezmekte, fakirler de isyana ve öfkeye kapılmaktadır. Kat kat istenen faiz de fakiri daha da fakirleştirerek zenginlerin kölesi haline getirmektedir. Böylece emek ve sermaye mücadelesi sonucu ihtilâller ve karışıklıklar toplumdan eksik olmamaktadır. İslâmın sosyal hayata bakan zekât emri ve faiz yasağı topluma hâkim olsa zengin ve fakir dengesi korunacak, saygı ve sevgi hâkim olacak, tabakalar arasında denge kurulacaktır.2

İslâmın sosyal hayata bakan yönü ile amacı, toplumları, yerine göre hem fakirliğin, hem de zenginliğin meydana getirebileceği mânevî tehlikelerinden kurtarmak, kardeşlik, sosyal dayanışma ve kaynaşma duygularını hâkim kılmak, neticede sosyal tekâmülü sağlamak ve bununla birlikte insanların, Allah’a kulluk görevini yerine getirmelerini sağlayacak sosyal düzeni oluşturmaktır.

Özetle Sosyal İslâmın temel hedefleri: Güven ve huzur ortamı tesis etmek, Saâdet-i Dâreyn denilen hem dünya, hem de ahiret mutluluğuna kavuşturmak, sosyal barış ve adaleti oluşturmak. İç huzuru ve toplumsal saadeti temin etmek. Kaynaşma ve samîmî kardeşliği hâkim kılmak. Paylaşma ve sosyal dayanışmayı tesis etmek, “îsâr” denilen “azamî derecede cömertliği ve fedakârlığı yaygın hâle getirmek”, dünyada sosyal barış ve sürdürebilir kalkınmayı yakalamaktır.

Dipnotlar:

1- Şuâlar, 255

2- Sözler, 373

30.08.2006


Delâili'n- Nur

“Tâ ki, Allah sana pek şerefli bir zaferle yardım etsin.” (Fetih: 3)

“Şüphesiz, Allah’a tâbi olan topluluk, gerçek gàliplerin ta kendisidir.” (Mâide: 56)

“Şüphesiz ki, Rabbin sonsuz kuvvet sahibi ve sınırsız izzet sahibidir.” (Hud: 66)

“Muhakkak ki, Allah sonsuz zenginlik sahibi ve hamd edilmeye en çok lâyık olandır.” (Lokman: 26)

“Allah bana yeter. Ondan başka İlâh yoktur.” (Tevbe: 129)

“Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmran: 173)

“En büyük korku olan kıyâmetin dehşeti onlara üzüntü vermez.” (Enbiyâ: 103)

“Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.” (Fâtiha: 5)

“Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (En’am: 45)

30.08.2006


Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden

Risâle-i Nur’un tarzı

Bediüzzaman, beşeri Risâle-i Nur’la sefâhet ve dalâletten kurtarırken, korku ve dehşet vermek tarzını tâkip etmiyor. Gayr-i meşrû bir lezzetin içinde yüz elemi gösterip, hissi mağlûp ediyor. Kalb ve ruhu hissiyâta mağlûp olmaktan muhâfaza ediyor. Risâle-i Nur’da muvâzenelerle küfür ve dalâlette, bir zakkum-u Cehennem tohumu olduğunu ve dünyada dahi Cehennem azapları çektirdiğini ve imân ve İslâmiyet ve ibâdette bir Cennet çekirdeği ve leziz lezzetler ve zevkler ve Cennet meyveleri bulunduğunu, dünyada dahi bir nevî mükâfata nâil eylediğini ispat ediyor.

30.08.2006


Nurdan Bir Kelime

İbdâ’ ve inşâ

Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşâ ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.

Lem’alar, 23. Lem’a, s. 254

30.08.2006


Zafer şükür ister

1338’de (1922) Ankara’ya gittim. İslâm Ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. “Eyvah,” dedim. “Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!” O vakit, şu âyet-i kerime bedâhet derecesinde vücud ve vahdâniyeti ifham ettiği cihetle, ondan istimdad edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ı Hakîmden alınan kuvvetli bir bürhanı, Nur’un Arabî risâlesinde yazdım. Ankara’da, Yeni Gün Matbaasında tab ettirmiştim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir surette o kuvvetli bürhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu. Bilmecburiye, o bürhanı Türkçe olarak bir derece beyan edeceğim. O bürhanın bazı parçaları bazı risâlelerde tam izah edildiğinden, burada icmâlen yazılacaktır. Sair risâlelerde inkısam etmiş olan müteaddit bürhanlar, bu bürhanda kısmen ittihad ediyor, herbiri bunun bir cüz’ü hükmüne geçiyor.

Lem’alar, s. 181, Y.A.N.

***

[1339 tarihinde Meclis-i Mebusana hitaben yazdığım bir hutbenin sûretidir]

“Şüphesiz namaz, mü’minler üzerine belli vakitler için farz olarak yazılmıştır.” (Nisâ Sûresi, 4: 103)

Ey mücâhidîn-i İslâm! Ey ehl-i hâlü akd! Bu fakirin bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi ricâ ediyorum.

Evvelâ: Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlâhiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Madem ki Kur’ân’ı, Allah’ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız. Kur’ân’ın en sarih ve en kat’î emri olan “salât” gibi ferâizi imtisal etmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi, böyle harika sûretinde üstünüzde tevâli ve devam etsin.

Sâniyen: Âlem-i İslâmı mesrûr ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeâir-i İslâmiyeyi iltizamla olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler.

Sâlisen: Bu âlemde evliyâullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz. Kur’ân’ın evâmir-i kat’iyesine imtisal etmekle, öteki âlemde de o nurânî güruha refik olmaya çalışmak, sizin gibi himmetlilerin şe’nidir. Yoksa, burada kumandan iken orada bir neferden istimdad-ı nur etmeye muztar kalacaksınız. Bu dünya-yı deniyye, şan ve şerefiyle öyle bir metâ değil ki, sizin gibi insanları işbâ etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzat olsun.

Râbian: Bu millet-i İslâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ, umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları suâl bu imiş: “Acaba namaz kılıyor mu?” derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir.

Bir zaman, Beytüşşebab aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum:

“Sebep nedir?”

Dediler ki:

“Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?”

Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıyâ idiler.

Hâmisen: Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebâen gider, veya muvakkat, sathî kalır.

(Devamı için bakınız:

Mesnevî-i Nûriye, s. 85, Y.A.N.)

30.08.2006


BİR KISSA, BİN HİSSE

Hicretin ikinci yüzyılında yaşayan, Peygamber Efendimiz’in (asm) nurlu neslinden ve ehl-i beytin büyük imamlarından Muhammed El-Cevvad Hazretleri (ra) Bağdat’tan Medine’ye gitmek isteyince halk onu uğurlamak için sokaklara döküldü.

Bağdat’ın Kûfe kapısına gelinince güneş batmıştı.

Muhammed El-Cevvad orada inip akşam namazını kılmak üzere yakındaki bir eski mescide gitti.

Mescidin avlusunda hiç meyve vermeyen bir sedir ağacı vardı.

Muhammed El-Cevvad bu ağacın altında abdest aldı. Abdest suyunu ağacın köküne döktü.

Ardından namaz kıldı, şükür secdesi yaptı ve halk ile vedalaşıp ayrıldı.

Ertesi sabah mescide gelenler, sedir ağacının çok miktarda meyve verdiğini gördüler.

(Şebravi, El-İthaf, Menavi)

Süleyman KÖSMENE

30.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004