Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Korkmayalım- korkutmayalım, tartışmaktan zarar gelmez

Org. İlker Başbuğ’un Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini devralırken yaptığı konuşmada (söylemiştim, bu konuşmanın makale versiyonu Radikal’de yer almıştı) “ulus-devlet”, “üniter devlet”, “laik devlet” gibi siyaset bilimi ve siyaset felsefesini doğrudan ilgilendiren kavramlar hakkında “son sözü” söylemesini çok yadırgamış, komutanların askerlik mesleğiyle ilgisi olmayan “teoriler”e bu şekilde açıktan müdahalesinin demokrasilerde hiç mi hiç hoş karşılanmadığını hatırlatmıştım. Başbuğ, bir bakıma, söz konusu kavramlara (ve bu kavramlara ilişkin teori-pratik) ilişkin TSK’nın “kırmızı çizgileri”ni ortaya koyuyordu. İşte, demokrasilerde karşılaşılmayan durum tam da buydu zaten: Demokrasilerde düşünce dünyasının “kırmızı çizgiler”i olmaz, bu dünyaya bir “otorite”nin çeki düzen vermesi kabul edilemez.. “Otorite” derken sadece askeri otoriteleri kastetmiyorum tabii ki; bu dünya “alimler”in otoriter müdahalesinden de rahatsız olur. Bu hemen her konuda böyledir; ve tahmin ettiğiniz gibi “ulus-devlet”, “üniter devlet”, “laik devlet” gibi kavramlar ve bunlar etrafında geliştirilmiş teori ve pratiklerin “dokunulmazlığı” ise söz konusu bile edilemez.

Buraya kadar okuduklarınızı sıradan bir “ordu karşıtlığı” çerçevesinde değerlendirmeyin. Değerlendirmeyin, çünkü bir kuvvet komutanının Türkiye için uygun gördüğü bu “kavramsal çerçeve” ne yazık ki büyük ölçüde ülkenin “siyasetçi” sınıfı tarafından da benimseniyor-paylaşılıyor. Düşünce dünyasının bir takım “kırmızı çizgiler” ile donatılmasından –büyük ölçüde- bu sınıf da şikayetçi değildir.

Umumi manzara böyle olunca bu ülkede “ulus-devlet”, “üniter devlet” (“laik devlet” meselesi epeyce konuşulduğu için onu dışarıda bırakıyorum) kavramları etrafında ciddi bir tartışma açmanın “cezası” bellidir: “Ülkenin güvenliğini ve huzurunu tehdit eden bazı kesimler...” İyi güzel ama “ulus-devlet” ve “üniter devlet”i doğru dürüst konuşamadık ki henüz! Bu devlet şekilleri –belki de- bize sürekli söylendiği gibi o kadar da makbul şekiller değildir... Belki de devletin “üniter olmayan” ve başına “ulus” eki almayanı pratik açıdan değerlendirdiğimizde daha hoşumuza gidecek, tartışmadan nasıl bilebiliriz...

Demek ki her işin başı savunduğumuz ya da karşı çıktığımız şekiller, şeyler (artık her ne ise!) hakkında ciddi bir tartışmanın istenmesi, hatta teşvik edilmesidir. Hele de “küreselleşme” gibi bir olgunun önüne önce “ulusal” ve “üniter”i olmak üzere bütün devletleri önüne kattığı bir dönemde bu tartışmalardan kaçmak kendini boşa avutmaktan başka bir işe yaramaz. “Küreselleşme”yi hatırlatırken hep söylendiği gibi bu olgunun özellikle ekonomik yönüne işaret ediyor değilim; burada “ulus-devlet”i sarsan asıl neden iletişim teknolojisinin geçirmekte olduğu büyük dönüşümün “ulus-devlet”in onsuz yapamayacağı “mesafe” faktörünü ortadan kaldırmakta olmasıdır. Bu sürecin doğal bir sonucu da, bugüne kadar ulusal bir toprak parçası üzerinde ulusal bir topluluk üzerine dayanan ulus-devletin temeli olan “egemenlik ilkesi”nin de eski anlamını ve gücünü yitirmeye başlamasıdır. Ve nihayet bu olguya paralel olarak ulus-devletin kabul ettiği tek yurttaşlık biçimi olan “bir devletin yurttaşı” olma halinin de eski gücü ve anlamını yetirmesi sürecinin başlamış olması...

Bu durumda, kimilerinin XIII. Yüzyıldan itibaren başlattıkları “ulus-devlet” olgusunun oluşumu hakkında biz niçin hâlâ son derece “dogmatik” kanaatler besleyelim? ”Ulusal tarih” böyle bir şey işte... Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü “ulus-devlet”lerin inşası sürecine ilişkin elkitaplarında bile “üçüncü dalga” içinde yer alan örneklerin başında sıralanırken, bugüne kadar insanlığın başına çok dert açmış olan “ulus-devlet” modelini biz niçin bu kadar çok sevdik acaba!

Benzer bir değerlendirme bir başka “dokunulmaz” için, “üniter devlet” için de yapılabilir. Bu devlet şekline ilişkin kanaatlerimizin de tartışmaya açılma ve yenilenmesi zamanı gelmedi mi? “Üniter devlet”in ideal formu diye bir şey kaldı mı dünyada? Bir “üniter devlet”in illâki bizimki gibi son derece merkeziyetçi olması gerektiğini mi düşünüyoruz hâlâ? Tamam, diyelim ki “federal devlet” şeklinin adı bile bizi yerimizden sıçratmaya yetiyor; peki ya İtalya ve İspanya gibi “üniter” devletlerin uyguladıkları farklı ademi merkeziyetçilik uygulamaları bizi hiç mi düşündürmeyecek? Ademi merkeziyetçiliği idari ve kültürel haliyle bile hiç gündemimize sokmayacak, bu seçimlerin yararını-zararını ciddi olarak hiç tartışmayacak mıyız?

Toparlayacak olursam: Kimse kimseyi her ne gerekçe ile olursa olsun susturmaya çalışmasın ki, dünyanın konuşup-tartıştığı bu soru ve konuları biz de olması gerektiği gibi tartışıp, sonuçlar çıkaralım.

Yeni Şafak, 9.9.2006

Kürşat BUMİN

10.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Lübnan meselesinde bazı tesbitler

  Korkmayalım- korkutmayalım, tartışmaktan zarar gelmez

  İslâmla barış vakti geldi

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004