Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

AB süreci yavaşladı, şahinler atakta

Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça “artan irtica” tehlikesi ağırlıklı gündem haline geliyor. İrticai tehlikeye dikkat çekenlere dün de Hava Kuvvetleri Komutanı eklendi. Onu önce Cumhurbaşkanı’nın, ardından da Genelkurmay Başkanı’nın izlemesi bekleniyor.

Bekleniyor diyorum çünkü iki yetkilinin konuşmalarının muhtemel içeriği medyaya sızdırıldı.

Bütün bu açıklamaların doğrudan muhatabı hükümet. Ancak o da bu açıklamaları pek üzerine almıyor.

Cumhurbaşkanı Sezer’in bu hükümetten hazzetmediği bir sır değil. Bu nedenle Cumhurbaşkanı devlet organlarının uyumlu çalışması için gayret sarf etmiyor.

Hükümet içinde “Bu kargaşada Çankaya’ya ben çıkar mıyım acaba” beklentisi olanlar da hükümet karşı bu blokla el altından işbirliğini sürdürüyor.

301’inci maddeyle ilgili tartışmalar bu durumu çok net bir biçimde ortaya koydu.

Peki hükümet ne yapıyor?

Hükümet bu tablo içinde kendisini yalnızlaştırıcı adımlar atmayı sürdürüyor. AB reform süreci içerideki “şahin”leri memnun etmek adına sürüncemeye bırakıldı ama şimdi şahinler iktidarı fena yıpratıyor.

AB Parlamentosu’nu en fazla ciddiye alan ülke olarak son rapora ateş püskürüyoruz ama raporun özellikle reformlar ve insan hakları konusunda gerçeği ortaya koyduğunu itiraf edemiyoruz.

Bu amaçsızlık ve başıboşluk partinin kemik çekirdeğinin önünü açıyor. İktidarın reform çabalarını destekleyen, ancak uzun vadede laiklikle ilgili kaygıları olan kesimin AK Parti’ye şüpheyle bakmasına yol açıyor.

Ankara’daki yolsuzluk iddiaları almış başını gitmiş. Özellikle inşaat ihalelerinde ve yap-işlet-devret projelerinde, iktidara yakın büyük şirketlerin baskıyla kazananlara ortak edildiği iddiaları ayyuka çıkmış durumda.

İktidar yorgunluğunun tüm izleri kendini gösteriyor.

Hasan Cemal’in dün altını çizdiği gibi, 4 yılda elde edilen tüm kazanımlar bir anda tehlikeye düşebilir.

O yüzden, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere iktidarın önde gelen isimlerinin şöyle kendilerini bir adım geriye çekip ortadaki tabloya bakmalarında yarar var.

Çünkü mevcut tablo kızalım veya üzülelim, ortada bir iktidar boşluğu olduğu izlenimi veriyor.

İktidarın boşluk taşımayacağı ortada.

Eğer “Mayısa kadar böyle ite-kaka gideriz” diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz, gidemeyeceğiniz ortada.

Bu gerçeği görüp ona uygun önlemler alır, adımlar atarsanız hem Türkiye’nin önünü açar, hem 4 yılda elde edilen kazanımların yitip gitmesine engel olursunuz.

Türkiye’nin önünü açmak öncelikle siyasi iktidarın sorumluluğudur, AK Parti’nin bu gerçeği görüp ona uygun davranacağını ümit ediyorum.

Sabah, 29 Eylül 2006

Ergün BABAHAN

30.09.2006


 

Üniformalı gazetecilik

Günlerdir devam eden mesaj bombardımanı, 28 Şubat döneminde büyük hatalar yapan; ancak yaptığı hatayı itiraf etme erdemi gösteren bir zamanların ünlü medya patronu Dinç Bilgin’in şu cümlelerini hatırlatıyor:

“Öyle dönemlerde önce Ankara büroları devşiriliyor. Onlar merkezi, mutfağı etkilemeye başlıyor.” Bugün kıpırtısı görünen o haşin gazetecilik üslubunun böyle bir boyutu var. Bazı meslektaşlarımız maalesef asker adına yazılar kaleme almaya, beklentiler oluşturmaya, hükümetle orduyu karşı karşıya getirecek hamleler yapmaya başladı yeniden. “Bekleyin görün, ne mesajlar verilecek, yer yerinden oynayacak” üslubuyla sunulan haber ve yorumların Türkiye’ye hiç ama hiç faydası yok. Köşk hesaplarının derinden derine yapılması normal; hep böyle olmuş çünkü. Sancısız bir cumhurbaşkanlığı seçimi yaşayamadı Türk siyaseti. Yine sancılı, sıkıntılı, problemli geçecektir süreç. Ancak bunu asker-sivil gerginliğine dönüştürmek, tarihî bir sorumluluğun altına girmek demektir.

Sabah yazarı Ergun Babahan, açık yüreklilik ve samimiyetle endişesini dile getiriyor. Geçenlerde kendi gazetesinde çıkan bir haber hakkında, “Ve ne yazık ki, dili itibarıyla 28 Şubat’ı andırıyordu. Haber, ismini vermeyen veya veremeyen bir askerî yetkiliye dayandırılmıştı.” dedikten sonra 28 Şubat’ta büyük bir gazetenin yayın mutfağını en iyi bilen biri sıfatıyla, “28 Şubat’ta bunu çok yapmıştık. Adını vermeyen bir 4 yıldızlı general, bir korgeneral konuşur ve bu şekilde gazetelere manşet olurdu” tespitinde bulundu. Fatih Altaylı da bir olgunluk örneği göstererek bir gün önceki asker kaynaklı manşeti eleştiren bu yazıyı Sabah okuruyla paylaştı. Babahan’ın yaptığı önemli bir uyarıydı çünkü. Tecrübeye dayanıyordu ve bu tecrübe aslında bütün yazar ve yöneticileri düşünmeye davet ediyordu. Zira, zaman zaman esen sert rüzgarlar, gazetelerin hafızasını da alıp götürebiliyor...

Dün Cüneyt Ülsever, benzer bir uyarıda bulunuyordu. Harp Akademileri’nin 2 Ekim’deki açılış töreninde Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın yapacağı konuşmanın kendi gazetesindeki haberleştirilme biçimini tenkit ediyordu Ülsever. “’Gazete haberine göre önemli konuşma için televizyonlara ‘canlı yayın izni’ verilmiş. İzni veren kurum açıkça yazılmamış olsa da Genelkurmay Başkanlığı veya Harp Akademileri olması gerek. İşte ben haberin en çok bu bölümünü yadırgadım ve şık bulmadım. Bu davet, ‘Başkanımız çok hassas ve önemli bir konuşma yapacak, gelin bu konuşmayı anında kamuoyuna nakledin’ diye ima eden bir davet. Zira, alışılagelmiş bir davet değil.” diyerek şaşkınlığını ifade ediyordu. Hadiseye birçok açıdan bakan Ülsever, “Kısacası ülke 2 Ekim günü oldukça gerilecek.” tahmininde bulunuyor.

Son günlerde bazı meslektaşlarımız için moda bu. Özellikle Cumhurbaşkanı Sezer’in her demeci günler öncesinden yazılıyor, çiziliyor; psikolojik hava oluşturuluyor. Bu işlerde Ankara menşeli gazetecilerin rolü daha büyük. “Genelkurmay’ın şifrelerini çözmek” gibi bir misyon(!) üstlenen arkadaşlarımız da var. Bu kadim hatayı neden tekrar tekrar yaparlar bilinmez. Bilinen çok net bir şey var: Gazetecinin sırtına geçirdiği üniforma,—o mesleğe devam ettiği sürece—kendisine yakışmıyor; çünkü o ancak askerin üzerinde durduğunda güzeldir.

Türk medyasının asker-sivil ilişkilerindeki sabıkası bir hayli kabarık. Umarım oradan ders alınır ve istikrarı bozacak yanlış bir mecraya sürüklenmez ülke; sürüklenmemesi gerekiyor. İş dünyası başta olmak üzere herkesin istikrar istediği bir dönemde davulla, zurnayla herkesi peşrev havasına sokmak ayıptır.(...)

Zaman, 29 Eylül 2006

Ekrem DUMANLI

30.09.2006


 

Darbeler olmasaydı

Her şey ölçülemiyor, ölçülebilseydi şu sorunun cevabı göz açıcı olabilirdi: “Devlet içi çatışmalar yaşanmasaydı da bütün birimler birbiriyle dayanışma içerisine girerek ülkenin çıkarları, vatandaşın huzur ve refahı için çalışsaydı, Türkiye bugün nasıl bir durumda olurdu?”

Ölçemediğimiz için soruya somut ve rakamsal bir cevap veremesek bile bildiklerimizden hareketle gerçeğe yakın bir tahminde bulunabiliriz: Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük atılımları, çok partili demokratik sisteme geçildikten sonra iktidarda tek partinin bulunduğu yıllarda yaşandı. Bugün de durum aynı: OECD ülkelerinde büyüme oranları son yıllarda hızla düşüyor; tek istisna dört yıl üstüste ortalama yüzde 7 oranında büyüyen Türkiye...

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, hatta 28 Şubat dönüm noktalarına ekonomik açıdan yaklaşıldığında bu durum daha açık görülebiliyor. Sisteme sistem dışı müdahaleler ekonomiye iyi gelmiyor; sesi çıkabilecek bütün kesimlerin sindirildiği bir ortamda ekonominin de başını alıp gitmesi gerekmez mi; ama öyle olmuyor, siyasete ket vuran disiplin kalkınmayı da vuruyor.

Sisteme sistem dışı müdahaleler ekonomiye yaramıyor da, topluma herhangi bir olumlu yansıması oluyor mu o müdahalelerin? Tek yarar, müdahalelerin herbirinde ‘gerekçe’ olarak kullanılan terör eylemlerinde kaydedilen azalmada görülüyor; ancak terörün mü müdahaleye yol açtığı, yoksa müdahaleye kalkışanların mı gerekçe olarak kullanmak üzere terörü kışkırttığı ciddi bir tartışma konusudur.

Böyle bir tablo karşısında, aklı başında olan hangi insan, demokratik sisteme müdahale bekler?

Bu soruyu bir boşlukta sormadığımı biliyorsunuz. Son günlerde müdahale ortamlarına özlem belli köşelere yansımaya başladı. ‘İrtica’ şu sıralarda en fazla işitilen sözcük; o sözcüğün yaygın kullanıma girmesi, geçmişten biliyoruz, hiç de hayra alâmet değil. 1 Ekim’de Meclis yeni yasama dönemine başlıyor ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in açılışta yapacağı konuşmada çok sert cümlelerin yer alması bekleniyor. Ertesi gün Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt Kara Harp Okulu’nda konuşacak; televizyonların canlı yayınlayacağı konuşmada, gazetelerin yazdığına göre, Başbakan Erdoğan’ın aynı gün Washington’da görüşeceği George W. Bush’a da mesaj verilecekmiş...

Devlette ‘kuvvetler ayrılığı’ güçlü demokrasilerin temel özelliğidir; ancak kuvvetlerin atomize olup herbirinin diğeriyle itişip kakışması da devleti zaafa uğratır. ‘Kuvvetler ayrılığı’ devleti oluşturan birimlerin birbirinin gözünü oyması anlamına gelmez; bütün birimlerin halkın refahı için hizmette yarışını sağladığı için önemlidir o temel özellik... Bizdeki durumu ise görüyoruz.

Üzerlerinden uzunca zaman geçtikten sonra bile müdahaleleri öven sapkınlar çıkabiliyor, ancak önemli olan o tiplerin veya darbecilerin kendilerini savunmak için yazdıkları değildir; önemli olan, tarihin darbeler hakkında yazdıklarıdır. Geçmişte yaşanan dört müdahale, Türk siyaset tarihinin en utanılası ayıpları arasındaki yerini şimdiden almış bulunuyor.

Evet, devlet birimlerinin birbiriyle uyumlu çalışmaması yüzünden Türkiye’nin neler kaybettiğini ölçüp biçerek söyleyemiyoruz, ancak insanlarımız sağduyularıyla gerçekleri her zaman keşfedip ellerine geçen ilk fırsatta müdahalecilere derslerini vermekte tereddüt etmiyor. Kervan yine yola koyuluyor, ama olan o ara dönemlerde kaçan fırsatlara oluyor. Dışa en büyük tâvizler de demokrasiden kopulduğu dönemlerde veriliyor.

Kimse kimseyi aldatmasın: Sistemi zorlayan, uyumu bozan, gücünü yanlış kullanan herkes, kim ve hangi konumda olursa olsun, bunun karşılığını mutlaka görüyor. Tarih bilimi bunun için var.

Yeni Şafak, 29 Eylül 2006

Fehmi KORU

30.09.2006


 

CHP ve Kerinçsiz

Geçen akşam CNN Türk televizyonunda Ahmet Hakan’ın ‘Tarafsız Bölge’ programında çok ilginç bir diyalog izledim. 301. madde konuşuluyordu. Konuşmacılardan birisi Büyük Hukukçular Birliği adlı milliyetçi avukatlar grubunun başkanı Kemal Kerinçsiz idi. Kemal Kerinçsiz’i sizlere tanıtmama gerek yok, onu söylemi ve eylemiyle çok iyi tanıyorsunuz.

Ahmet Hakan, avukat Kerinçsiz’e Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve Deniz Baykal’ın 301. maddenin düzeltilmesine karşı takındığı olumsuz tutumu nasıl bulduğunu sordu. Kerinçsiz bunu beğendiğini, ancak Baykal’ın her dediğine (henüz?) katılmadığını, buna karşılık Onur Öymen’in her söylediğini çok beğendiğini söyledi.

Mülakat ustası Hakan fırsatı kaçırır mı! Sordu:

“Bundan sonraki seçimlerde oyunuzu CHP’ye mi vereceksiniz?”

Kemal Kerinçsiz, memnun bir gülümsemeyle, o konudaki fikirlerini açıklayamayacağını belirtti.

Hakan daha fazla üstelemedi. Ama şu soruyu da sorabilirdi:

“Önümüzdeki seçimlerde CHP’den milletvekilliği adaylığı teklifi gelse kabul eder misiniz?”

Şaka gibi görünse de, 2006 yılının sonbaharında CHP’nin ve Türkiye’nin geldiği nokta bu!

Kemal Kerinçsiz’in fikirleri meçhul değil: Batı’nın Türkiye’yi yutmak için büyük bir komplo kurduğuna inanıyor ve Avrupa Birliği yolculuğundan derhal vazgeçilmesini istiyor. Mahkeme salonlarının başta AB gözlemcileri olmak üzere yabancılara kapatılmasından yana. Belirli konularda kendisi gibi düşünmeyen yazar-çizer takımının hapse atılmasının doğru olacağını savunuyor. Vb. vb.

İdeolojisinin adını ne koyarsanız koyun, demokratik bir ülkede böyle şeyler düşünüp savunmasında sakınca yok. Yeter ki, kendi görüşlerini kabul ettirmek için zora ve şiddete başvurmasın.

Ya CHP?

Tarihsel misyonu Türkiye’nin Batı modelinde demokratik bir ülkeye dönüşmesi olan bu çok önemli partinin Batı-karşıtı görüşlerin odağı haline gelmeye başlamasında endişe verici bir yan yok mu? 1950 seçimlerinde hiçbir ülkede görülmemiş bir özveriyle iktidarı bırakarak demokrasi tarihine adını altın yaldızlı harflerle yazdırmış bir partinin, türlü çeşitli antidemokratik eğilimlerin buluşma noktası olmaya başlamasını sakin sakin kabul edebilir miyiz?

Elbette hayır. Bu, CHP’nin bindiği dalı kesmesi ve daha da vahimi, Türkiye’nin bir Ortadoğu diktatörlüğü modeline doğru kayma olasılığının güçlenmesi anlamına gelir.

Kurucularının ta en baştan işaret ettikleri gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ‘muasır medeniyet’ olan Batı ve demokratik âlem içindedir. Türkiye, tüm eksiklerine rağmen bu ana hedefe doğru büyük adımlar atmıştır, ilerlemektedir.

Batı ve demokrasi karşıtlığı, Baasvari otoriter rejim serüvenleri, askeri darbeler, Üçüncü Dünya tipi milliyetçi popülizm bu ülkeye felaketten başka bir şey getirmez.

Bunları başkalarının değil, CHP’nin söylemesi gerekir.

Radikal, 29 Eylül 2006

Haluk ŞAHİN

30.09.2006


 

Ağar’ı kutluyorum

301. madde dolayısıyla yapılan “Türklüğe hakaret” tartışmalarına Mehmet Ağar’ın getirdiği demokratik ve uzlaşmacı yorum takdire değer.

Sartre tanınmış Fransız filozofu. Kendi ülkesini yerden yere vurur. Hakkında dava açılması istenir. Cumhurbaşkanı De Gaulle, kendisini, “Siz bir Fransızsınız, Fransa’ya hakaret etmesine nasıl müsaade edersiniz” sözleriyle sıkıştıran kurmaylarına şu yanıtı verir: “Sartre de Fransız’dır.”

Veya “Sartre’de Fransa’dır.” İşte kuşatıcı milliyetçilik de yurtseverlik de budur.

Ağar bu örneği aktarmakla Elif Şafak’lar için nasıl düşündüğünü de ortaya koymuş olmaktadır: “Onlar da Türk’tür! Türkiye’dir.”

Bir de Muhsin Yazıcıoğlu’nun Elif Şafak ve kitabı Baba ve Piç için söylediklerine bakınız:

“Zaten kitabının isminden de belli. Kendi adını ve soyadını yazmış olarak görüyorum.(...) bu hanımefendi Türklük’e ve Türklük değerlerine hakaret etmektedir.”

Çok yazık!

Milliyetçiliğin çatışmacı ve kaba bir siyaset söylemine dönüştürülmesi görüyor musunuz nasıl da kem sözleri beraberinde getiriyor?

Ağar’ın kuşatıcı, uzlaşmacı ve demokratik milliyetçiliği ile Yazıcıoğlu’nun dışlayıcı, çatışmacı ve hakaretamiz milliyetçiliğini yan yana koyup değerlendirin derim...

Ağar diyor ki:

“Ben büyük bir problem görmüyorum. Kaldı ki Türklük bir kanun maddesinin kanatları altında korunacak küçüklükte bir kavram falan değildir.”

Türkiye’nin büyüklüğüne yakışır doğru bir söz!

Katılıyor ve kutluyorum.

Bugün, 29 Eylül 2006

Mehmet METİNER

30.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004