Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

Gazeteci - yazar Oral Çalışlar: AKP geri adım attıkça kaybediyor

“Son günlerde yeniden alevlenen tartışmalar Türkiye’nin rotasını değiştirebilecek mi?” sorusu AB sürecini destekleyenler için önemli bir soru. Türkiye önümüzdeki günlerde daha militarist bir yönetim anlayışına mı teslim olacak yoksa demokrasi mi daha da gelişerek devam edecek? İnsanların kafasında hep soru işareti. İşte tam bu noktada Türkiye’nin kronikleşmiş sorunlarının sivil siyaset tarafından çözülmesi için gayret gösteren aydınlar grubunun önemli isimlerinden Oral Çalışlar’la konuştuk. Oral Çalışlar Cumhuriyet Gazetesi’nin yazarı. Her ne kadar Cumhuriyet Gazetesi statükoculukla ve militarizme yakın olmakla itham edilse de bence Çalışlar farklı bir çizginin temsilcisi... Oral Çalışlar’a göre Türkiye’nin tek seçeneği AB. Hükümetin ise AB sürecine yeniden asılacağını söylüyor. Yani Türkiye’nin geleceğinden umutlu....

-Türkiye’nin son günlerde yaşadığı olaylara bakarsak ülke içi problemlerin yaşandığını ve insanların umutlarını kaybetmeye başladığını görüyoruz. Siz bu gidişatı neye bağlıyorsunuz?

Türkiye’de, AB ile müzakerelere başladığı 3 Ekim tarihinden sonra büyük bir umut meydana getirilmişti. Daha sonraki gelişmelerle birlikte Kıbrıs, Güneydoğu meselesi ve AB sürecindeki zorluklar AKP’yi korkuttu. Yükselen milliyetçi dalga, yaklaşan seçimler yüzünden AKP’nin eskisi gibi AB’ye asılmaması toplumsal beklentilerde gerilemelere neden oldu. Milliyetçi duygulara teslim olan AKP’nin politikaları da bu süreçten olumsuz etkilendi.

-K. Irak’taki gelişmeler milliyetçi dalgayı yükseltti değil mi?

Evet. Bunun yanında AB’nin de milliyetçi ruhu kabartacağı belliydi. Ancak AKP bu dalgaya karşı önceden daha direngen duruyordu. Kamuoyu yoklamalarında milliyetçi dalganın arttığını gören AKP saf değiştirdi. AKP’nin milliyetçi dalgaya esir düşmesi kendisi için asla bir kurtuluş olamaz. Sonuçta Türkiye’yi çok sesli, çok partili demokrasi konusunda geliştirecek tek seçenek AB’dir. Bu süreci AKP daha cesaretli götüremezse daha hızlı düşüşe geçer.

-Az önce “güç dengesi değişti mi?” derken “askerin siyaset üzerindeki baskısı arttı mı” diye sormak istemiştim.

Hep olan bir şey. Bu ilişkide fazla bir değişiklik olduğunu sanmıyorum. AB süreci sivil inisiyatifi artırıcı etkiler yapıyor.

-AKP’nin AB’deki çekingen tavrı askerin etkisini daha hissettirir hale gelmesini mi sağladı?

Şemdinli kırılma noktası oldu. İşin üstüne gitmeyen AKP bundan yararlanacağını zannetti. Olay Susurluk’a benzedi. Erbakan Susurluk’un üstüne gitmek yerini üstünü kapatmaya çalıştığı için daha sonra büyük zaaflar yaşadı.

-Sayın Erdoğan bunu tecrübe etmiş birisi olarak neden böyle bir yolu tercih etti dersiniz?

Cumhurbaşkanlığı seçiminde askerle uzlaşarak gidersek daha kolay sonuç alırız diye düşündüğünü sanıyorum. Muhtemel Genelkurmay Başkanını karşımıza almak yerine onunla iyi geçinelim böylelikle cumhurbaşkanlığı sürecinde üzerimizden bir engel daha kalkar hissine kapıldığı söylenebilir. Ama taviz vermek hiçbir iktidarı güçlendirmiyor. AKP her attığı geri adımla inisiyatif kaybediyor.

-Halbuki değişim isteyen solcular da AKP’yi destekliyordu sanki...

Türkiye’de solun çoğunluğu AB karşıtı olduğu için AKP’ye AB ve Kıbrıs konusunda destek vermedi. Son zamanlarda sol ciddî bir şekilde milliyetçilikten etkileniyor. Sizin söylediğiniz gibi demokrasi ve özgürlük taraftarı, modernlik yanlısı kesimler AB sürecini destekliyorlar, Kürt ve Kıbrıs sorununun çözülmesini istiyorlardı. AKP’nin de onlara daha yakın davranacağı umudu vardı.

-Bu umut tamamen bitmiş midir?

Hem bitti, hem bitmedi. AKP’nin bir çok alanda hayal kırıklığına sebep olduğu bir gerçek. Ancak muhalefetin yetersizliği onların şansı. Türkiye büyük bir ülke. Türkiye’nin iç dengesi siyasî ve ekonomik yapılanması AB’den başka bir formüle yönelme yetisine sahip değil.

Tuncer Kılınçlar’ın söylediği Rusya - İran ittifakının stratejik olarak, askerî olarak, ekonomik olarak Türkiye için bir anlamı yok. AB bizim siyasî partnerimiz olmasının ötesinde ciddî mânâda da ekonomik partnerimiz. İhracat ve ithalatımızın yüzde ellisinden fazlasını AB ile gerçekleştiriyoruz. AB’ye karşı veya bu süreci yavaşlatan bir iktidarın Türkiye’de şansının olacağını zannetmiyorum. Şimdi de AKP Avrupa’dan gelen son isteklere cevap verecektir. Son günlerde tartışılan 301. madde bunlardan bir tanesi. Biz 301. madde daha çıkarılırken hükümete “bu madde tehlikeli, riskli ve sizin de aleyhinize, özgürlüğün de aleyhinde kullanılacak maddeler, bunları yapmayın” dedik. Ben bunu şahsen Başbakana ve Adalet Bakanına anlattım.

-O zamanlar nasıl bir tepki vermişlerdi?

“Deneyelim, bakalım, biz öyle düşünmüyoruz. Öyle olursa düzeltiriz” dediler. Bence Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı hesabı AKP’nin kırılma noktalarından biri olarak görülebilir. Ben askerle uzlaşırsam cumhurbaşkanlığını elde ederim hesabını yaptı. AKP yöneticileri ne hikmetse bizim söylediklerimizi önemsemediler. Daha militarist, daha otoriter güçlerle uzlaşarak biz bu işi götürürüz anlayışındaydılar. Geri adım attıkça mevzi kaybetti. Yine de AKP yi kurtaracak tek çare AB. Yeniden asılabilirler...

-AKP cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Tezkereyi meclisten geçirerek Amerika’yı arkasına aldı yorumları yapanlar var. Ne dersiniz?

AKP Ortadoğu politikasında ikili bir çizgi izliyor. Hem İslâm - Arap dünyasıyla bağları koparmak istemiyor, hem de ABD ile zıt düşmek istemiyor.

İkisini dengelemeye çalışıyor. Başka da bir çaresi yok. İslâm dünyasının tepkisini çeken bir AKP hükümeti oy alamaz. ABD ile zıt düşen bir iktidar, zaten burada yarım iktidar, o da ayakta kalamaz. Onun için iki arada bir derede çizgi izliyor. AKP bu çizgi dolayısıyla Arap dünyasından da Batıdan da ciddî tepkiler görmüyor. İslâm dünyası AKP’ yi dengeleyici olarak görüyor.

ABD, AKP’yi arada bir askerle tehdit ediyor. Ülkemizdeki Amerikancılar bak ABD’yi dinlemezsen askerin önü açılır türünden imalarda bulunuyorlar.

-Hangi verilerden yola çıkarak bu kanaate varıyorsunuz?

Meselâ, Amerikancı yazarlarımızın tepkilerinden anlıyoruz. “Amerika’da Tayyib’i sildiler, AKP’yi düşman gibi görüyorlar” falan diye makaleler başlıyor. Bu mesajlardan anlıyoruz... Benim kanaatim Türkiye’de kim yönetime gelirse gelsin bu kadar dış borcu olan, askerî mühimmatı Amerika’dan gelen bir hükümet zaten anti-Amerikan bir hükümet olamaz. Böyle bir şey mümkün değil. AKP’de baştan bunu kabul ederek geldi. Burada bir fark var. İslâmî bir kökten geldiği için İslâm dünyasından gelen istekleri göz önüne alarak Amerika politikasını dengelemek istiyor.

-Tabi bunun yanında AKP üstünden Amerika’nın Türkiye’ye ılımlı İslâm modeli biçtiğini söyleyenler de var...

Amerika’nın tek politikası var; İstikrarlı, Amerika’ya bağlı, batı ittifakı içindeki bir Türkiye esastır. Yönetimde AKP, CHP, DYP olmuş hiç fark etmez. Burası istikrarsızlıklarla dolu bir bölge. Burada Amerika’nın iki tane sağlam müttefiki var. Biri İsrail, biri Türkiye.

-Bu müttefikler arasında K. Irak’taki Kürtler sebebiyle bir çatışma yaşanıyor. Sizin yorumunuz nedir?

Hem İsrail ve Amerika gördü ki Arap dünyası ile çevrili İsrail’in ayakta kalması için başka dengelerin bulunması gerekiyor. Kürtler de İsrail’le işbirliği yapmayı önlerine hedef olarak koydular. Amerikan gücünün kendileri için hayatî bir öneme sahip olduğunu gördüler. Karşılıklı bir çıkar söz konusu oldu. K. Iraktaki Kürt özerk bölgesi Amerika ve İsrail açısından stratejik ve önemli bir müttefik haline geldi. Bu Türkiye’nin geleneksel Kürt politikasını çok zorluyor. Türkiye bölgeye girmek istediğinde “hop giremezsin” diyorlar. Amerika’yla olan bu zıtlaşma belki Türkiye için hayırlı olacak. Türkiye Kürt meselesini kendi içinde çözmeli. Dışardan çözüm aranmamalı. Belki bu Türkiye’nin kendi Kürtleriyle barışmasını beraberinde getirecek.

-Gerçi Başbakan’ın Kürt sorunu vardır çıkışı kendi içinde çözüm arayışıydı. Ancak bu politikadan da dönüldü gibi...

Kürt meselesi bir hükümet meselesi değil. Devletin bütün kurumlarının ve toplumun her kesimini ilgilendiriyor. Tayyip Erdoğan bir adım atmaya kalktı. Burada PKK da hükümetin zor durumunu fark etti ve uzlaşmadı. Tayyip Erdoğan bizimle görüşmesinde Kürt sorunu tabirini kullandı daha sonraki karşılaşmalarımızda “bunu söylemekte hata ettik” diyerek o sorunu konuşmaktan vazgeçti. Her gelen Diyarbakır’a gidip bu sorunu çözerim zannediyor. Bunu oy almak gibi bir mesele zannediyor halbuki bu köklü bir mesele.

-Herkes çözerim dediği Güneydoğu meselesine proje ve alt yapı hazırlamadan mı ele alıyor?

Bu siyasî bir güç meselesi. Cesaretli bir şekilde kamuoyundan gelecek bir takım tepkileri göz önüne alarak bazı adımları atmak gerekiyor. Bu cesareti göstermek kolay değil. Sonuçta bu işin arkasında asker var. Asker yıllardır savaşıyor. Asker bu konuda siviller kadar yumuşak değil. Bu durumda askeri ikna etseniz toplumsal kamuoyu var. Milliyetçilik çok etkili.

-Tabi bir de Güneydoğudan gelen asker cenazeleri var. Artan milliyetçilik var...

Artık asker cenazeleri milliyetçiliği artırmanın ötesine geçti. Yavaş yavaş bu işi yönetenlerin bu işi yönetemedikleri tepkisine dönüşmeye başladı.

Geçenlerde Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert verdiği demeçte “Bu mesele askerî bir mesele değil, siyasî bir meseledir” dedi. Bu yeni bir durum. Şehit cenazelerinde yaşadığımız tepkiler bu işin güvenlik sorunu olmasının ötesine geçtiğini söylüyor. Bu askeri de siyasileri de zorlama noktasına geldi.

-Siz askerlerden biz bu işi sivillere havale ediyoruz sinyali alıyor musunuz?

Bunu söylemiyorlar. Faruk Cömert “Biz yapacağımızı yapıyoruz. Biz bunu yaptığımızda bu iş tek başına çözülmüyor. O zaman politik bir arayış içine girilmesi gerekiyor” demesi bu yeni bir durum. Cömert bir Kuvvet Komutanı ve ordu içindeki bir eğilimi yansıtıyor. Bu işin sadece asayiş sorunu olmaktan çıktığını gösteriyor ve çözüm açısından bu güzel bir başlangıç olabilir.

-Türkiye’de bazı şeylerin değişmesi için solcuların da değişmesi ve demokrasiyi desteklemesi gerekiyor galiba?

Solcuların önemli bir kesimi, özellikle 12 Eylül’den sonra Kürt sorununun çözümsüzlüğe doğru gitmesi, siyasî İslâmın yükselişi, AB gibi etkenler nedeniyle ne yapacağını şaşırdı. Siyasî İslâmı karşısında görünce nasıl bir tepki vereceğini bilemedi ve geleneksel tepki olarak “Şeriat tehlikesi” dedi ve onunla sınırlı bir tepkiyle yürüdü işin üstüne. Toplumun büyük çoğunluğu burayı desteklemeye başladı. Kürt sorunu da büyük bir gerginlik haline geldi. Bunu da nasıl ifade edeceğini bilemedi. Daha çok milliyetçi çözümlere itibar etmeye başladı. Milliyetçi çözümler muhafazakâr çözümler, statükoyu korumaya yöneliktir.

-Halbuki sol değişimin...(Sözlerimi kendileri tamamlıyor)

Özgürlüğün, modernliğin, demokrasinin öncüsü olması gerekir. Fakat maalesef sol bu rolü oynayamadı. Türkiye’deki bugünkü demokrasi kavgasının gene de önemli aktörleri sol kökenli insanlar.

-Bir de Aydınlar girişimi önceden alışık olduğumuz şeyler değildi. Sizin de içinde bulunduğunuz bu girişimler neyin göstergesi?

Sağın ve solun eski zeminlerinin kaybolmasıyla birlikte yeni bir mücadele alanları çıktı. Türkiye AB’ye doğru yürüyor. Türkiye’nin gırtlağına kadar gelmiş çözülmemiş sorunları var. Bu sorunların çözümünü savunabilecek yeni bir anlayış gelişti. Geçmiş klasik sağ ve sol anlayışla bunun yapılması mümkün değil.

-Artık sağ ve sol olmaktan önce demokrat olmak gelir değil mi?

Askerî darbeler, siyasî dersler sağda ve solda değişik sonuçlar doğurdu. Bir kısmını daha tutucu hale getirirken bir kısmını demokrasi ve özgürlükler konusunda değiştirdi. Yeni ayrışmalar oldu.

YAZARKEN KORKUYORUM

-Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin üyesi olarak sizinle biraz da basından konuşmak isterim. “Kim devletin şahin kanadına yakınsa o habere daha çabuk ulaşıyor” demişsiniz.

Bir zamanlar öyleydi.

-Şu anda...

Şu anda bilmiyorum.

-Şimdi de diğer gazetelerden önce haberi alan ve yayınlayan gazeteler var...

Bunun muhatabı ben değilim. Bu haberleri kim servis yapıyorsa onlara sormak lâzım.

-Ama sizin yorumunuz gayet açık değil mi? Şimdi daha çekingen konuşuyorsunuz sanki...

İktidarla kurulan ilişki gazetecilik açısından sorunlu bir ilişkidir. İktidar sana malzeme mi veriyor, yoksa seni kullanıyor mu sorusunun cevabı her zaman kuvvetli olan, zayıf olanı kullandığıdır. Güç odaklarıyla haber ilişkisi kurmayı bir meslekî üstünlük olarak kabul edenler var. Demokratik ülkelerde böyle şeyler olmaz. Buna itibar etmeye devam edenler var. Güç odaklarıyla ilişki gazeteciye kuvvette veriyor. Türkiye’de olgun bir gazetecilik mesleği gelişmediği için bunları yaşıyoruz.

-Türkiye’deki medyaya tek tek baktığınızda toplamda nasıl bir yorum yapıyorsunuz?

Her gücün medyası var. Halbuki gazetecilerin bir gücün medyası olması değil, toplumun medyası olması gerekiyor. Hükümete yakın gazeteler, belli güç odaklarına yakın gazeteler var. Belli sermaye ve ideolojilere yakın gazeteler var.

- “Hepimiz kendimize çeşitli sansürler uyguluyoruz. Bu gazeteciliğin acı kaderlerinden biri. Bir sürü şeyi korkarak yazıyorum” demişsiniz. Peki nedir korkarak yazdığınız şeyler?

Bunun tersini iddia edecek gazeteci çıkarsa ben onun alnını karışlarım. Herkes içinde bulunduğu medya grubunun siyasî, iktisadî tercihlerine belli ölçülerde riayet etmesi, onlarla sınırlı hareket etmesi gerekiyor. Bu benim şahsımla sınırlı bir şey değil. Belki ben en az korkarak yazanlardan biriyim. Belli sınırlamalara tabi tutulmadıklarını söyleyenler varsa yalan söylüyorlar. “Ben her istediğimi yazıyorum” diyor bazı arkadaşlar. Ben de “demek ki patronunla siyasî ve iktisadî çıkarlarınız o kadar denk ki istediğini yazıyorsun” diyorum.

-Korkarak yazdığınız neler?

Ben devletten korkuyorum, okuyucudan korkuyorum, sermayeden korkuyorum. Her şeyden korkuyorum. Çünkü benim başım defalarca belâya girdi. Yazı yazarken, röportaj verirken hangi kanunu ihlâl edeceğim diye korkuyorum.

Milliyetçiyi, askeri, İslâmcıyı kızdırırsam diye korkuyorum. Bunların hepsini de kızdırıyorum zaman zaman. Sonuç olarak ben bunların hiçbirine bağımlı değilim.

BAŞBAKAN FİŞLEMEYİ DURDURSUN

Tayyip Erdoğan zamanında hapse girmiş bir politikacı. Kendisinin mağdur olduğunu, bu ülkenin zencisi olduğunu söyleyen bir politikacı. O zaman biz ondan rica ediyoruz. Devletin bütün arşivleri onun elinde. Lütfen bu fişleme işine bir son versin bugüne kadar yapılmış yasadışı, insanları zor durumda bırakan fişleme olaylarını da kamuoyuna açıklasın. Bana zenciyim, demokratım diye nutuk atmasın, bütün bunları açıklasın topluma bir daha böyle bir şey yapılmayacağının garantisini versin. Bunları yapmıyor. Bunları yapmayınca da ben de onu samîmî görmüyorum. Belki kendiyle ilgili fişleme dosyalarına baktı ve temizledi ama bizimkiler duruyor...

İPEK ÇALIŞLAR İÇİN DE İHBAR

MEKANİZMASI ÇALIŞTI

Elif Şafak’taki ihbarcı mekanizma burada da çalıştı. Mânâsız bir dâvâ. Atatürk kuşatıldığı yerden tebdil-i kıyafetle kurtulduysa bunun hakaretle ne alâkası var. Bu tarihi bir tartışma “Atatürk oradan ayrıldı mı, ayrılmadı mı?” diye tartışabilirsiniz, ancak bunun hakaretle ne alâkası var.

Hasan Hüseyin KEMAL

25.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (22.09.2006) - Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan: Kurumlararası iletişim yok

  (21.09.2006) - Yeni Eğitimciler Derneği Genel Başkanı Hasan Tanrıverdi: Eğitici de eğitilmeli

  (20.09.2006) - Sistem değerlerimizden uzaklaştırıyor

  (19.09.2006) - Öğrenci ile eğitimcinin gündemleri çok farklı

  (18.09.2006) - Resmî ideoloji dar geliyor

  (11.09.2006) - Türkiye, İsrail’le ilişkilerini gözden geçirmeli

  (04.09.2006) - Nuray Hafiftaş: Günah işlemekten korkuyorum

  (01.09.2006) - Ali Oktay: Eğlenceyi helâl dairede aramalı

  (28.08.2006) - İsrail korkuyu tattı

  (21.08.2006) - Lâlelere harcanan parayla okulları muayene ederdik

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004