Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

Liselilere ne oldu?

Bir kaç tane haber size: “Eskişehir’de cep telefonunu alan öğretmene liseli öğrenci kafa attı.” “İstanbul Haydarpaşa’da liseli gençler İngilizce öğretmenini dövdüler.” “Adana’da tahtaya yazı yazan öğretmenin arkasından gelen bir öğrenci pantolonunu indirdi.” “Mersin’de bir öğrenci yerine otur diyen öğretmenini bıçakladı.” “Antalya’da liseli 5 gencin dövdüğü evsiz şahıs öldü.” “Baliciler öğretmen sendikası başkanını korkuttu. Baliciler Ankara’da bir okulun önünde Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan’ı çevirerek para istediler. Başkan kaçarak canını zor kurtardı.”

Bu tür haberler geçen hafta hem TV’lerde, hem gazetelerde bol bol yer aldı. Geçen yıl da liselerde cinayet haberleri yer almıştı. Şimdi oturup hem aileler, hem öğretmenler, hem de Bakanlık ve diğer yetkili ve söz sahibi devlet erkini elinde bulunduranlar bu işe bir çözüm bulmalılar artık.

Evet, ülkemizde 17 milyon öğrenci ve 600 bin öğretmen var. Elbette bu kadar kalabalık bir ailede istenmeyen nahoş olaylar (trafik kazaları ) olabiliyor. Eğitimde; pedagojinin ve rehberliğin, psikolojinin, sosyolojinin, iletişimin güzel san’atların ve de dinin yeri ne kadar? Bunların hepsi de eğitimin çimentosu. Biri eksik ve yetersiz oldu mu, istenilen sonuç maalesef alınamıyor.

Bizde Batılı örnekler daha çok baz alınıyor. Halbuki bizim insanımız Müslüman. Bu lise gençliğine Hz. Muhammed (a.s.m.), Hz. Mevlânâ, Yunus, Ahmed Yesevi, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayram Veli, Şeyh Edibali, Akşemseddin ve Bediüzzaman gibi gerçek değerlerimiz hakkıyla öğretilmez ise, liseli gençler de sonunda delikanlılıklarını yanlış bir şekilde ispat etmeye çalışacaklardır.

Liselerde, özellikle gençleri kızdıran kılık kıyafet sınırlamaları var. Bu sınırı aşanlara da aşırı tepki gösterilmesi söz konusu. Bu gençler başörtülü zavallı kızlarımız gibi yumuşak başlı değiller. Delikanlı kanının en deli olduğu zaman bu yaş. Dik başlılık yapabiliyorlar, kötü bir şey, ama şiddete başvurabiliyorlar.

Çareler: Aileler, çocuklarına zaman ayırmalılar. Çünkü liseli genç 18 saatini ailesinin yanında geçiriyor. Okulda 6 saatini geçiriyor. Anne ve babalar mutlaka çocuklarına onları sevdiklerini hissettirmeliler. Sevgiden nasibini alan çocuk şiddete başvurmaz. Sevgi müthiş bir iksirdir. Sevgi kötülükleri yok eder. İnsanı hayata bağlar.

Eğitim bir san’at işidir bu işi yapan öğretmenleri üniversitelerin çok iyi ve donanımlı yetiştirmeleri gerekiyor. Bu işin stajı yapılırken sevgi ve inancında verilmesi gerekir. Sonra, yeni bir öğretmen bir takım zorluklarla karşılaşınca; “Biz bu konuda eğitilmedik”, serzenişinde bulunmamalı.

Hem anne babalar, hem de öğretmen ve idareciler kötü alışkanlıklardan (içki, sigara, kumar ve yalan) uzak kalarak çocuklara güzel örnek olmalılar.

Çocuklara gülümsemeliyiz (aynı zamanda gülümsemek Hz. Muhammed (a.s.m.) bir sünnetidir). Selâm vermeyi ve almayı öğreterek insanlar arasında kaynaşmayı sağlamalıyız.

Çocuklarımızı harçlıksız bırakmamalıyız ve de bu parayı nerelere harcadığını mümkünse kontrol etmeliyiz.

Çocuklarımıza kitap okuyarak, kitap okuma alışkanlığı kazandırmalıyız. Kitap okuma her insanın stresini azaltacaktır.

Çocuklarımıza hobiler kazandırmalıyız. Bunlar da; müzik aletleri, spor dağcılık, balıkçılık, yüzme, koleksiyon, yazı yazma (şiir, hikâye, günlük, deneme v.b.), gönüllü bir işte çalışma gibi.

Erdoğan AKDEMİR

10.10.2006


Verimli ders çalışmak için amaçlarınızı belirleyin!

Her çalışma bir amaca yönelik olmalıdır. Bu amaçlar, bir problemin çözümünü öğrenmek, bir yazıdaki ana düşünceyi bulabilmek v.s. olabilir. Bunları iyi belirleyerek çalışmaya başlayan kişiler, bu yakın amaçlara ulaşa ulaşa sınıfını geçmek, okulunu bitirmek ve sınavı kazanmak biçiminde özetlenen uzaktaki amaçlarına da ulaşmaktadırlar. Başarı insanın düşlediklerini gerçekleştirmesidir. Bunu yapabilen her kişi başarılıdır. Düşlemek bilinçli bir eylemdir. Düşlerimizin yürekten gerçekleşmesini ister ve ona ulaşmak için yola çıkarsak, bu uğurda inancımızı ve kararlılığımızı bir an bile yitirmezsek amacımıza ulaşırız. Çabalamadan hayal kurmak ise miskinlerin, bedavacıların işidir. Çalışmadan kazanamayız. Unutmamak gerekir ki, başarı için “yüzde elli yürek, yüzde elli kürek” gerekir. Başarılı insanların tümü şans faktörünü işin başında dışlar. İşi şansa bırakmayın. Şans, rastlantı ya da başkasının yardımı gibi faktörlerin başarıdaki yeri %1 bile değildir.

Amaçsız bir çalışma dümensiz bir gemi ile okyanusa açılmaya benzer. Rüzgâr nereye sürüklerse oraya gidersiniz. Gemi yol alır gibi görünür ama büyük bir ihtimalle kayalara çarpar. Amacınızı belirlerken, ona ulaştığınızda çok mutlu olacağınıza inandığınız ve yolculuğundan zevk alacağınız bir amaç olmasına özen gösterin. Bir insanın sevmediği bir işi yapması ve buna katlanmak zorunda kalması hayatı boyunca mutsuz olmasına yol açacaktır. Colombia Üniversitesi’nden Robert S. Woodwart, somut bir hedef belirlemenin kişideki gizli potansiyeli nasıl açığa çıkardığı ve hatta arttırdığını ortaya koymak için “yüksek atlama” örneğinden faydalanmış. Yüksek atlama konusunda kendini hiç denememiş ve zora koşmamış bir insan ilk denemesinde belli bir yüksekliği aşabiliyor. Başka bir deneme yaptığında da bu yükseklik değişmiyor. Ama kendisine yüksek atlamada bir hedef belirlemiş bir kişi her seferinde çıtayı biraz daha yükselterek ağır ağır yeteneğini geliştiriyor ve hedefine ulaşıyor. Ara hedeflerden geçerek, başlangıçta başarılamaz görünen başarılabiliyor. Aynı çerçevede daha ilginç bir test de yapılmış. Testte katılanlar önce iki gruba ayrılıyorlar. Birinci guruba daha önce bir başka grubun-ki bu gerçekte var olmayan uydurma bir grup - aynı denemeyi az önce başardığı ve x metre yükseklikten aşabildiği söyleniyor.

Söz konusu uydurma grubun aldığı sonuçlar (!) yüksek sesle okunarak deney başlatılıyor. Güçlerini gerçekte var olmayan- rakipleri ile kıyaslayarak atlama yapan denekler, rekabet duygusuyla kızıştıkları için üstün bir performans sergiliyorlar. Öte yandan ikinci gruba deneyin başında hiçbir şey söylenmiyor. Önlerine aynı yükseklik sınırları konuyor. Ancak bu grubun elde ettiği sonuçlar birinci gruba göre çok çok kötü bulunuyor. Fizikî olarak birinciye benzer özellikler taşımasına rağmen, ikinci grubun, motivasyon (güdüleme) eksikliği nedeniyle birinci grubun gerisinde kalışı, gerçek gücünü ve becerisini ortaya koyamayışı size bir şeyler söylemiyor mu?

Hidayet ERDOĞAN

10.10.2006


Başarı beklentisi hem öğrenciyi, hem de öğrenmeyi etkiler

Bireylerde, sonucunda ödüllendirme olsun ya da olmasın sürekli engelleri aşmak, çabalamak ve çözüm üretmek eğilimi vardır. Öğrencilerin kendi içsel beklentileri ve çevreden gelen tepkiler birleşerek başarılı olup olmamayı belirlemektedir.

Çocuklar, her durumda başarılı olmayı isterler ve başarılı olmanın pek çok avantajı olduğunun farkındadırlar. Bu sebeple de kendilerine sürekli çalışmaları gerektiğini telkin ederler. Ancak bu telkinler çoğunlukla çalışmaya başlamak için yeterli olmamaktadır. Öğretmen, arkadaşlar, aile ve diğer sosyal gruplar, öğrenciyi sürekli motive etmekte ve çaba harcamaya sevk etmektedir.

Öğrenci sınavda kötü not aldığında öğretmenin gözünden düşeceğini düşünür. Çünkü başarısızlık onun için, öğretmeni hayal kırıklığına uğratmak anlamına gelmektedir. Bu güçlü etki; öğrenciyi sürekli derse katılmayı, öğretmene soru sormayı ve kendini göstermeyi beraberinde getirir. Eğitimci; öğrencilerden başarılı olmalarını beklediğini ancak, sınavlarda alınan düşük notların onlara karşı bir güvensizlik oluşturmayacağını vurgulamalıdır.

Sinan, sınıfta en yüksek notu alan öğrenciye göre kendini kıyasladığında, notunun çok düşük olduğunu görür. Hâlbuki sınava çok çalışmış ve elinden gelenin en iyisini yapmıştır. Öğretmen notları öğrencilere söylerken, onlarla ilgili birkaç düşüncesini dile getirmelidir. Çünkü öğrenci, öğretmenin davranışlarından ne demek istediğini tam olarak anlayamaya bilir. ‘Ahmet, sınavdan 55 aldın. Çalışmalarını fark ediyorum. Biraz daha gayret etmeli ve konuları eve gidince mutlaka tekrar etmelisin. Başaracağına inanıyorum.’ Emeğin fark edilmesi ve takdir edilmesi insanda çok güzel duygular uyandırır ve çalışma şevki verir. Öğretmenler bunu öğrencilerinden esirgememelidir.

‘Ya başarısız olursam’ düşüncesi arkadaşlık ilişkilerini etkiler. Öğrenci, başarısız olduğunda arkadaşlarının kendisiyle ilgilenmeyeceğini düşünür. Çalışkan öğrenciler, birlikte ders çalışmakta, okul çıkışında birlikte kütüphaneye ya da sinemaya gitmektedir. Bu öğrencilerin sosyal yönü güçlü olduğundan sohbetleri de eğlenceli olmaktadır. Çevresindeki arkadaşlarını kaybetmek istemeyen çocuklar için sınıf arkadaşları, başarıyı teşvik edici bir etkendir. Ayrıca çocuk, mahallede oynadığı arkadaşlarına da başarılarını anlatarak, onlar arasında saygı görmeyi ummaktadır.

Anne ve babanın çocuk üzerindeki istekleri, akrabaların düşünceleri, kardeşlerin yaklaşımı da başarılı olma isteğini arttırıcı etkiye sahiptir. Öğrenciden, gerçekleştire bileceğinden daha fazlasını beklemek ve ona baskı uygulamak doğru değildir. Öğrenci, üzerinde aşırı beklenti ve baskı hissettiğinde; içine kapanık, asi ve isteksiz bir kişilik sergileyebilmektedir.

Mustafa OĞUZ

10.10.2006


Eğitimin niyazileri...

Eğitim ve öğretim yılına, yeni bir başlangıç olur umuduyla başlamıştık. Nerde? Geçen yılın okul cinayetleri, tecavüzleri ve gençler arasındaki dalaşmaları bu yıl da katlanarak devam ediyor. Türkiye her gün yeni bir okul olayıyla çalkalanıyor. Olaylar öylesine iğrençleşerek artıyor ki, okul kelimesi artık eğitim kelimesiyle değil, böylesine üzücü olayları hatırlatmaya başlıyor belleklerimizde. Bunları hep birlikte yaşıyoruz, burada tekrarlamayacağım.

Gençlik mânevî bir buhran geçiriyor. Hatta buna cinnet de diyebilirsiniz. Okullar artık fonksiyonunu kaybediyor. Gençlerimizi internet eğitiyor! Evet, evet yanlış okumadınız; internet eğitiyor gençliğimizi. Savulun! İnternet gençliği geliyor! Kendinizi koruyun! İnternet nesli geliyor!

Devletin tepesinde “Var-yok” kavgası verilen irtica tartışmaları devam ededursun, gençlik elden gidiyor! Araştırmalar namaz kılan, oruç tutan insanların sayısındaki artıştan söz etse de, “Ramazan geldi oruç tutmayanlar cezalandırılıyor” diye uydurma haberler yapılsa da sonuç ortada; ahlâkî bir çöküntü var ve bu çöküntüde gençlik başı çekiyor!

Türkiye gibi teknolojisi ve hayat tarzı gibi pek çok şeyi dışarıdan ithal bir ülkede gençliğin internet kullanımı sonucunda aldığı mesafe gözle görünüyor: Korkunç bir porno tuzağı ve porno izleme sonucunda yıkanan beyinlerin tüm ahlâkî değerleri ayaklar altına alacak kadar alçalmasına sebep olan sonuçları ortada. Ailede şiddet, okulda tecavüz, kabadayılık cinayetleri v.b…

Türkiye, kredi kartında yaşadığı ekonomik şoku, şimdi internette de yaşıyor. Hazırlıksız yakalandığı serbest ekonomi, alış veriş kültürünün oturmadığı bir toplumda, sınırsız alış verişin yapılabildiği dev marketlerden babasının malıymış gibi yapılan harcamalarda kullanılan kredi kartını bedava zannedip, sonra da evini bile elinden kaptıran vatandaş kitlesinin çocukları, aynen interneti de böyle kullanıyor. Porno hastalığının kıskacındaki gençlik gördüklerini sınır tanımaz şekilde uygulama peşinde. Sonu, cinayetler, fuhuş, tecavüz ve diğer olaylar.

Çözüm nedir?

Önce aileler dikkat etmeli. Anne ve babalar! Çocuklarınıza sahip çıkın! Çünkü eti de kemiği de sizin. Okul dışındaki zamanlarında çocuklarınızı internet kafelere göndermeyin! Evde internetiniz varsa kontrol altında tutun. Porno sitelerden hem kendinizi ve hem de çocuklarınızı koruyun. Bunun için Yeni Eğitim Dergisinin Sonbahar 2006, 16. sayısında yer alan “Eyvah, Çocuğum İnternette” yazısından yararlanın. Anneler ve babalar! Chat programlarını kapatın; kitapları açın. Eşler! Başkalarıyla chat yapmaktan vazgeçin! Evinizi eğitim yuvasına dönüştürün! Toplumda sosyal statü edinin; katıldığınız düşünce toplulukları olsun. Çocuklarınızı doğru ve yaşayan idollerle tanıştırın. Hedef gösterin onlara ve rehberlik yapın!

Okul yöneticileri! Derslere ve teneffüslere disiplin getirin! Öğretmenler! Nöbetlerinizi iyi tutun. Çocuklarla ilgilenin! Rehber öğretmenler! Omuzunuzda çok büyük bir yük var. Çocukları gözlemleyin! Sorunlu gördüklerinizi ailesiyle paylaşın hemen, beklemeyin. Bana ne demeyin; yarın sizin çocuğunuz da böyle olabilir.

Medya! Halkı kışkırtmayın! Haber değeri yok deyip de güzel ve doğru örnekleri topluma sunmaktan geri kalmayın. Hep yanlış örnekleri, cinayet ve tecavüz olaylarını mı yansıtacaksınız ekranlarınıza ve gazetelerinize? Yapmayın lütfen! Böyle giderseniz, en büyük ihaneti siz yapmış olursunuz. Yalan haberden, “İrtica var” iddiasını ispat etmek için mütedeyyin insanların hayat tarzlarını suçmuş gibi sunmaktan, dine saldırmaktan, doğru şeylerle uğraşmaktan vazgeçin!

Kısacası, ne şehittir, ne gazi bizim gençlerimiz; böyle bir eğitim sisteminin ve böyle bir toplumun yalnızca Niyazileri onlar!

B. Sait ÇİFTÇİ

10.10.2006


BİR DÜŞÜN

Ne olmak istediğinizin tercihi size kalmıştır

Prens, görünüşü konusunda çok hassas olduğu için, halkının önüne pek çıkmazdı. Bir gün sarayın heykeltıraşını çağırdı. Heykeltıraştan, kamburu yokmuş gibi bir heykelini yapmasını istedi. Bir süre sonra heykeltıraş prensin tam istediği gibi mermer bir heykeli tamamladı ve prense sundu. Prens bundan çok hoşnut oldu. Heykeli sarayın bahçesine gizli bir köşeye koydu ve her gün oraya gidip böyle bir görüntünün hayalini canlandırdı. Aradan aylar geçti ve prens, ilginç bir şey fark etti. Kamburu, yavaş yavaş düzelmeye başlamıştı. Yaklaşık bir yıl geçtikten sonra, kamburu hemen hemen kayboldu.

10.10.2006


TEBESSÜM

Yemeğe yenilmek

Sasani hükümdarlarından Ardşir Babegan, doktoruna, ‘Bir günde ne kadar yemek yemeli?’ diye sorar. Doktoru: ‘300 gram kadar yeter’ der. Babegan: ‘Bu kadarcık şey insana ne kuvvet verir ki?’ diye bunu az bulunca, doktor şu karşılığı verir: ‘Bu kadarı sizi taşır. Bundan fazla olursa siz onu taşırsınız.‘

10.10.2006


BİR DÜŞÜN

Hayal etmek, başarmanın yarısıdır

Kendimi ve düşünme metodlarımı gözden geçirdiğimde, hayal etme yeteneğimin somut bilgiyi özümseme becerimden çok daha ağır bastığı sonucuna varırım (Albert Einstein). Bireyler kendilerine özgü bir hayat tarzı oluştururlar; bunlardan dolayı kendi kişiliklerinden ve davranışlarından sorumludurlar. Onlar sadece tepki veren edilgin kişiler değil, üretici birer oyuncudur (Alfred Adler). Düşünce ek, eylem biç. Eylem ek, alışkanlık biç. Alışkanlık ek, karakter biç. Karakter ek, kader biç (Çin Atasözü). Eğer bir etki oluşturabilecek kadar büyük olmadığını düşünüyorsanız, odada bir sivrisinekle yatağa uzanmayı deneyin (Anıta Koddıck). Kendi kendine yardımın ruhu, bireyde meydana gelen bütün hakiki gelişmelerin temelidir. İçten gelen yardım her zaman güç verir (Samuel Smıles). Hayatı olduğu gibi kabul etmelisiniz, fakat kabul edebileceğiniz gibi olması için de çaba göstermelisiniz (Alman Atasözü). Bir şeyi içimden gelerek, herhangi bir açıklaması olmaksızın yaptığım zaman, doğru şeyi yaptığımdan emin olurum (Henry Frederic Amiel).

10.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004