Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Şüphesiz ki Biz sana kevseri verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Asıl nesli kesik olan, sana düşmanlık edenin tâ kendisidir.

Kevser Sûresi1-3

31.12.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim ki gönül hoşluğuyla ve kestiği kurbanın sevabını Allah'tan umarak kurban keserse, bu onun için Cehennem ateşine karşı perde olur.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3683

31.12.2006


Bayramda kalbler ittihad ediyor

Mehâsin-i ubudiyetin binlerinden yalnız buna bak ki:

Nebî Aleyhisselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin kalblerini iyd ve Cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini bir kelimede cem ediyor. Öyle bir sûrette ki, şu insan, Mâbûd-u Ezelînin azamet-i hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, dualar, zikirlerle mukabele ediyor. O sesler, dualar, zikirler birbirine tesanüd ederek ve birbirine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir surette Mâbûd-u Ezelînin ulûhiyetine karşı bir ubudiyet gösteriyor ki, güya küre-i arz kendisi o zikri söylüyor, o duayı ediyor ve aktârıyla namaz kılıyor ve etrafıyla, semâvâtın fevkinde izzet ve azametle nâzil olan “Namaz kılınız!” (Rûm Sûresi: 31.) emrini, küre-i arz imtisal ediyor. Bu sırr-ı ittihad ile, kâinat içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahlûk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın mahbub bir abdi ve arzın halifesi, sultanı ve hayvânâtın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.

Evet, eğer namazların arkasında, hususan bayram namazlarında, bir anda Allahu ekber diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi, âlem-i şehadette dahi birbiriyle ittihad edip içtimâ etse, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir sadâ ile söylediği Allahu ekber’e müsavi geldiğinden, o muvahhidînin ittihadıyla bir anda Allahu ekber demeleri, küre-i arzın büyük bir Allahu ekber’i hükmüne geçiyor. Adeta bayram namazlarında âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup, aktâr ve etrafıyla Allahu ekber deyip, kıblesi olan Kâbe-i Mükerremenin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle Allahu ekber diyerek, o tek kelime, etraf-ı arzdaki umum mü’minlerin mağara-misâl ağızlarındaki havada temessül ediyor. Birtek Allahu ekber kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz Allahu ekber vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semâvâtı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüc ederek sadâ veriyor.

İşte, bu arzı böyle kendine sâcid ve âbid ve ibâdına mescid ve mahlûklarına beşik ve kendine müsebbih ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelâle, yerin zerrâtı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd ediyoruz ki, bize bu nevi ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet eylemiş.

Lem’alar, 17. Lem’a, 9.

Nota, s. 178

Lügatçe:

muvahhidîn: Allah’ın varlığına ve birliğine inananlar.

îyd: Bayram

aktâr: Taraflar, yanlar.

Cebel-i Arefe: Arefe günü hacıların çıktığı Arafat dağı.

temevvüc: Dalgalanma.

sâcid: Secde eden.

müsebbih: Tesbih eden.

mükebbir: Tekbir getiren.

31.12.2006


Şefkat kahramanlarının büyük buluşması

Yeni Asya Vakfı’nda, Risâle-i Nur hizmetine hayatını adamış Nur talebelerinin fedakâr eşleri bir araya gelerek, Risâle-i Nurların ve Nur hizmetinin yayılmaya başladığı dönemlerdeki hanım hizmetlerinden, hatıralarından kesitler sundular…

Türkân Polat, Talia Çalışkan, Şükran Demirel, Şükran Berk, Sevim Morgül, Emine Sungur ve Nevin Kutlular’ın katıldığı buluşma, özellikle de genç kızların yoğun katılımıyla gerçekleşti.

Giriş sunumunu yapan Ayşenur Yaşar, sözlerine Peygamberimizin (asm): “Ahir zamanda, kadınlar taifesinde hakaik-i imaniye ziyade inkişaf edecek, o zaman dalâlet tehlikelerinden bir derece mahfuz kalacaklardır” hadisiyle başladı ve şefkat kahramanları olan kadınların şefkat duygusundan çıkan samimiyet ve ihlâsın, zamanın riyakârâne dalâlet tehlikelerinden kurtulmaya vesile olduğunu ifade etti.

Yine, Bediüzzaman’ın, yazdığı eserlerin dört büyük esasından biri olan şefkat ile hanımlar arasında bağ kurduğunu, onları şefkat kahramanı olarak gördüğünü ve Risâle-i Nurların yazılmasında hanımlara büyük pay verdiğini de sözlerine ekledi. Geçmişe baktığımızda; Nur hizmetinin büyük fedakârlıklar sayesinde bu günlere geldiğini görüyoruz. Evlerinin iç ve dış işlerini yaparak beylerini Bediüzzaman’ın hizmetine gönderen fedakâr hanımlar az değil. Buzdolabının bile olmadığı, çamaşır ve bulaşığın zaten ellerde yıkandığı, tek gözlü ocaklarda yemeklerin yetiştirildiği, en güzel elbiselerin kesilip kitap cildinde kullanıldığı yokluk ve sıkıntının yaşandığı bir zamanda, hizmetin en iyisini, en sağlamını yapmaya çalışmışlar. Barla Lâhikası’nda, “Risâle-i Nur’un neşrinde mübarek hanımlar da ehemmiyetli fedakârlıklara mazhar olmuşlardır” denilerek, bu anlamda büyük rol üstlendikleri özellikle vurgulanmaktadır.

***

Zaman zaman duygulu anların yaşandığı buluşma, Mustafa Sungur’un kızı Saide Nur Hanımın Risâle-i Nur’dan kısa bir bölüm okumasıyla ve ardından aşr-ı şerif tilâvetiyle son buldu.

31.12.2006


Günlük 31 Aralık 1959

Bediüzzaman tekrar Ankara’da

Polis harekete geçirilmiş, evi basılmış, eserleri toplatılmış, Bediüzzaman’a gözdağı verilmek istenmişti. O ise, evini basanların evine, yani başşehirde gidiyordu.

Bu kez Ankara ona sessiz kalamayacaktı. Hele ilgisiz asla!..

Cumhuriyet, 31 Aralık 1959:

“Ankara-Cumhuriyet: Said-i Nursi hadisesi genişlemeye başladı. Dün Ankara’ya giden Bediüzzaman’ı, DP milletvekillerinden beş kişilik bir grup ziyaret etti.”

Hürriyet, 31 Aralık 1959:

“Ankara-Hususi: Said-i Nursi hakkında savcılık takibata geçti. Nurcu liderin mahkemeye verilmesi muhtemel. Said-i Nursi’nin Ankara’da kaldığı otel, polislerin kontrolü altında. Kaldığı otelde hiç kimse ile görüşmeyen Said-i Nursi, dün doğu illerinden sekiz mebus ile görüştü.”

Ulus, 31 Aralık 1959:

“Said-i Nursî şehrimizde. El konulan kitaplarla ilgili kovuşturmaya devam ediliyor.”

Milliyet, 31 Aralık 1959:

“Ankara-Mete Akyol: Said-i Nursi yine Ankara’ya geldi. Üç DP mebusunun daveti üzerine gelen Nurcuların başı, ‘Hakkımdaki iftiraları izale edeceğim’ dedi.”

Dönemin büyük gazeteleri, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet ve Ulus’un manşetlerindeki ya da birinci sayfalarındaki haberler bunlardı.

Ankara fırtınalı bir dönemi sona erdirirken, 31 Aralık 1959 günü başka bir fırtına patlak veriyordu.

Menderes ile İsmet Paşa her fırsatta yeni bir savaşa tutuşuyorlar, iki liderin söz düellosu, manşetlerden inmiyordu.

DP’siyle, CHP’siyle siyaset boğaz boğaza bir savaşa dönüşmüştü. İsmet Paşa’nın bahar taarruzu devam ediyor, Topçu Paşası, hedefini çökertmek için dövüyordu. Menderes ise, bir yandan rejimi işletmeye çalışıyor, öbür taraftan da Paşaya cevap yetiştiriyordu.

Gerilimin doruğa tırmandığı bir dönemdi. Bediüzzaman işte böyle bir ortamda, gelişmelerin merkezi Ankara’daydı.

Bediüzzaman her zaman kaldığı Beyrut Palas Otelinin 38 numaralı odasına yerleşmişti. Beyrut Palas, Denizciler Caddesindeydi. Denizciler Caddesi siyasetin ve basının kalbinin attığı yerdi.

Hürriyet, 31 Aralık 1959:

“Hususi: Denizciler Caddesindeki bir otelin 38 numaralı odasında kalmakta olan Said-i Nursi’nin henüz ifadesi alınmamıştır. Oteli polisler tarafından kontrol altında tutulan Said Nursi, bugün müritlerinden hiçbiri ile görüşmemiş, fakat şark vilayetleri mebuslarından sekiz kişiyi kabul etmiştir.”

Bediüzzaman’la görüşen tek bir gazeteci vardı, Milliyet gazetesinden Mete Akyol.

Milliyet, 31 Aralık 1959:

“Mete Akyol: Kendisi ile görüştüğümüz Said Nursi Ankara’ya geliş sebebini şöyle izah etmiştir: ‘Din aleyhtarlarının idari makamlara, hilaf-ı hakikat iftira ve isnatlar aksettirerek, muhtelif mahkemelerden beraat ve serbestiyet kazanan Risale-i Nur hakkındaki zan ve vehimlerini izale etmek için geldim.”

Bediüzzaman bir kez daha, kendini, eserlerini anlatmak istiyordu. Ancak savcılık kendisi hakkında takibata geçmişti. O, bunlara alışkındı. Ömrü sürgünlerde, mahkemelerde geçmiş, cezaevlerinde tükenmişti. Yabancısı değildi bunların.

(Serdar Murat, Ankara

Siyaseti ve Said Nursî, s. 18-19)

31.12.2006


BİR KISSA, BİN HİSSE

Şeyh Sinan anlatıyor:

Küçüklüğümde babamla bahçeye kavun karpuz ektik. Fakat bir türlü yetiştiremedik.

Bir gün babam köye döndü. Ben de tarlaya üzüntülü bir şekilde oturdum.

O anda birden at üstünde yeşil kaftanlı bir zat peyda oldu. Benden kavun karpuz tohumu istedi. Ben de verdim. Kavun karpuz tohumunu aldığı gibi tarlaya saçtı.

Derken birden tohumlar çimlendi. Tarla yemyeşil oldu. Ardından kavun karpuz yetişiverdi.

O zat benden bir karpuz istedi. Verdim. Karpuzu ikiye böldü. Yarısını kendisi aldı, diğer yarısını da babama vermemi söyledi. Ve dedi ki:

“Bana Emir Sultan derler. Babana söyle, seni Bursa’ya benim yanıma göndersin.”

Ben de:

“Baş üstüne efendim” dedim.

Sonra bir de baktım, o yeşil kaftanlı zat gözden kaybolmuştu.

Babam geldiğinde tarla yemyeşildi ve kavun karpuzlar yetişmişti. Babam çok şaşırdı.

“Bu tarladan Hızır mı geçti oğlum?” dedi. Ben de:

“Bahçeye Emir Sultan denilen bir zat geldi babacığım. Bu yarım karpuzu sana vermemi emretti ve beni Bursa’ya kendi yanına göndermeni söyledi” dedim. Babam:

“Başım gözüm üstüne” diyerek beni Bursa’ya Emir Sultan hazretlerinin huzuruna götürdü. Ben de o günden sonra hilafet makamına ulaşıncaya kadar Emir Sultan Hazretlerinin hizmetinde kaldım. Nihayet Hazretin elimden tutmasıyla hilafet makamına ulaştım.

(Evliyalar Ansiklopedisi, 6/58)

Süleyman KÖSMENE

31.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004