Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Melekler derler ki: "Herbirimizin belli bir makamı vardır. Biz Allah'ın huzurunda saf saf dizilmişizdir."

Sâffât Sûresi: 164-165

18.01.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Öfkelenme. Öfkelenmezsen sana Cennet vardır.

Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3868

18.01.2007


Hastalıkların en büyük ilâcı iman

Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar keffâretü’z-zünub olduğu hadis-i sahihle sabittir. Hem hadiste vardır ki, “Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker.” (Buharî, Merdâ: 1, 2, 13, 16)

Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekvâ etmezsen, şu muvakkat bir hastalıkla daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut âhireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür; ondan feryad et. Çünkü, bütün dünyanın mevcudatıyla kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz yaralar açılır. Bahusus âhireti bilmediğin için, ölümü idam-ı ebedî tahayyül ettiğinden, adeta, güya yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücudun var. İşte en evvel, hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük mânevî vücudun hadsiz hastalıklarına katî ilâç ve katî şifa verici bir tiryak olan iman ilâcını aramak ve itikadını düzeltmek gerektir ki, o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini ve rahmetini tanımaktır.

Evet, Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.

Lem’alar, 25. Lem’a, 8. Deva, s. 210

Lügatçe:

keffâretü’z-zünub: Günahlara kefâret.

hayat-ı ebediye: Sonsuz hayat.

muvakkat: Geçici.

mütemadiyen: Sürekli, devamlı.

firak: Ayrılık.

zeval: Sona erme.

idam-ı ebedî: Ahiret inancı olmadığı için ölümü ebedi yokluk olarak görme.

tahayyül: Hayal etme.

Kadîr-i Zülcelâl: Celal sahibi, herşeye gücü yeten Allah.

sürur: Sevinç.

cüz’î: Küçük

18.01.2007


8. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumunun tarihi belli oldu

Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumlarının 8. halkası 21-23 Ekim 2007 tarihlerinde, İstanbul’da gerçekleştirilecek. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından organize edilen sempozyumun ana başlığı “Adalet: İnsanlık Onuruna Lâyık Bir Dünya İçin” şeklinde belirlendi.

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından, ilki 1991 yılında “Vefatının 30. yılında Bediüzzaman’ın Fikirleri ve İslam Düşüncesindeki Yeri” başlığıyla bir sempozyum düzenlenmişti. Sonraki yıllarda gerçekleştirilen “İslam Düşüncesinin 20. Asırda Yeniden Yapılanması ve Bediüzzaman Said Nursî,” “Kur’ân’ı Anlamada Çağdaş Bir Yaklaşım: Risâle-i Nur Örneği,” “Risâle-i Nur’a Göre Kur’ân’ın İnsana Bakışı,” “Risâle-i Nur Işığında Küreselleşme ve Ahlâk,” “Çok Kültürlü Bir Dünyada İmanlı, Anlamlı ve Barış İçinde Yaşama Pratiği: Risâle-i Nur Yaklaşımı” şeklindeki başlıklar altında 7. uluslararası sempozyuma imza atıldı. Bu sempozyumlarda yerli ve yapancı çok sayıda akademisyen tüm insanlığı ilgilendiren meseleler ve çözümleri üzerinde durdular. Bu ana konular ışığında Bediüzzaman Said Nursî’nin görüşleri üzerinde derin ve geniş muhtevalı değerlendirmelerini dünya kamuoyunun dikkatine sundular.

21-23 Ekim 2007 tarihlerinde, İstanbul’da gerçekleştirilecek olan 8. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumunda, günümüz insanlığını en yakından ilgilendiren konulardan birisi olan “Adalet” konusu bütün yönleriyle ele alınacak. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı yetkililerince yapılan açıklamaya göre “Adalet” kavramı “İnsanlık Onuruna Lâyık Bir Dünya İçin” çok önemli ve gerekli uygulamaları ihtiva ediyor.

Sempozyumun amaç ve kapsamıyla ilgili bilgi veren yetkililer, insanlığın tarih boyunca adalete olan ihtiyacına dikkat çektiler. Bu açıklamalara göre insanlık, genel hatlarıyla nefse ve eneye dayalı ihtirasların, ırkçılık ve hegemonya arzusunun da etkisiyle büyük tahribatlara sebep olan savaşlardan bir türlü kurtulamadı. İnsan nefsindeki sınırlandırılmamış duygular her türlü insaf ölçülerini aşarak, özellikle 20. asırda yine insanlığın başına çok ağır gaileler açtı. Bu asırda yapılan savaşlar, tarih boyunca yaşanan toplam vahşeti bile geride bıraktı. Globalleşme ile birlikte adaletsizlik, hem kısmen boyut ve kılık değiştirdi, hem de alenî ve yasal hale gelerek sistemleştirildi.

Yer yüzü, “obezite” hastalıklarının yaygınlaştığı aşırı beslenen “Zengin Kuzey” ile, açlık sınırı altındaki yüz milyonların yaşadığı “Fakir Güney”in gelgitleri arasında bocalamakta.

Fertler arası, aile içi ve ülkeler arası boyutundan küresel ölçekte çevreyi tahribe kadar her alandaki bu adaletsizliklerin azaltılması ve önlenmesi için yapılmakta olan çalışmalar yeterli değil. Bu tedbirlere ilâve olarak derin ve kalıcı etkileri olan sürdürülebilir teorik ve pratik boyutlu çalışmalara büyük ihtiyaç duyuluyor.

İşte bu noktadan hareketle insanlığın bu kanayan yarasına bir çare sunmak ve “İnsanlık Onuruna Lâyık Bir Dünya İçin” nelerin yapılabileceğini tartışmak üzere bir Uluslararası Sempozyum düzenlenmesine karar verildi.

Bu sempozyumda dünya coğrafyasının değişik yerlerinden gelen ilim ve fikir adamları tarafından, genelde dinlerin ve özelde İslâm’ın ve Kur’ân’ın çağdaş bir yorumu olan Risâle-i Nur Külliyatı ışığında “Daha yaşanılır bir dünyanın inşâsı için adaletin yeri ve rolü” araştırılacak.

8. Bediüzzaman Sempozyumunun hazırlanmasındaki önemli gerekçeleri ve hazırlıklar hakkında bilgi veren İstanbul İlim ve Kültür Vakfı yetkilileri, bu sempozyumdan en büyük beklentilerini, şu kısa ve öz ifadeyle dile getirdiler:

“Umulur ki vakıf olarak bu mütevazı çalışmamızla zulmün azaltılmasına ve adaletli bir dünyanın inşâsına bir katkımız olur.”

(kaynak: www.bediuzzaman.net)

18.01.2007


Arı hangi fakülteyi bitirdi!?

Arı balının, stresin en büyük ilâcı olduğu, günümüzde ağır ve stresli şartlarda sağlıklı beslenmenin en iyi yollarından birisinin gerçek arı balı tüketmekten geçtiği bildirildi. (aa)

Aslında bal, sadece strest değil, pek çok hastalığın da ilacıydı. Balın insanlar için şifa oluşunu, arıyı ve onu yaratan Zât, asırlar öncesinde Kur’ân’da şöyle bildiriyordu:

“Rabbin bal arasına ilham etti: ‘Dağlardan, ağaçlardan, insanların kurduğu kovanlardan kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin sana has kıldığı, şaşırmayacağın yaylım yollarına çık. Onların karnından çeşitli renklerde şerbet çıkar ki, onda insanlar için şifa bulunur.’ Düşünen bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır.” (Nahl Sûresi: 68-69)

Görülmektedir ki, balarısı, şifa dolu bir gıdayı, Rabbinin emri ve ilhamıyla insanların emrine takdim etmekteydi. Sebeplerin sultanı olan insanoğlunun bile yapmaktan aciz kaldığı, stresle birlikte pekçok hastalığa şifa olan böylesi mucizevî bir gıdayı, şuursuz bir arının yaptığını düşünmek, elbette âkıl kârı olmasa gerek. Zira bu büyük bir sanattı. Yoksa bal arısı, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde “Bal Yapma” sanatını mı tahsil etmişti!

Balarısıyla ilgili gerçeği Bediüzzaman Hazretleri, Lem’alar isimli eserinde şöyle açıklıyordu:

“Arı gibi küçük bir hayvan, Kitab-ı Mübînin mühim ve ince meseleleri olan nizam ve mizanı bilmez. Câmid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede; semâvat tabakalarını bir defter sayfası gibi açıp, kapayıp toplayan Zât-ı Zülcelâlin elindeki Kitab-ı Mübînin mühim, ince meselelerini okumak nerede? (...) Evet, Cevâd-ı Mutlak (celle celâluhu), her ferd-i zîhayatın eline lezzet midâdıyla ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş, onunla evâmir-i tekviniyenin programını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi etmiştir. Bak o Hakîm-i Zülcelâle, nasıl Kitab-ı Mübînin düsturlarından, arı vazifesine ait miktarını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazifeperver arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, programını okur, emri anlar, hareket eder, ‘Rabbin balarısına ilham etti’ (Nahl Sûresi, 16:68) âyetinin sırrını izhar eder.” (s. 129-30)

Evet bal gibi mucize bir gıdayı meydana getirmek için gerekli olan, çiçeklerin tanınmasından yön tayinine, peteklerin düzenlenmesinden arı taifesi içindeki muntazam işbölümüne kadar pek çok vazife, balarısına ilham edilmiş ve bu vazifelerin programı onun minicik vücuduna mükemmel bir şekilde yerleştirilmiştir.

Bütün bu fiillerde görülen ilim, kudret ve rahmet eserleri ise aynı anda, bütün yeryüzündeki sayısız arılarda birden aynı şekilde tecellî ederek muhteşem bir tevhid delilini gözlerimizin önüne sermektedir.

Evet, balı, stresin en büyük ilacı kılan Allah’a, sonsuz kereler hamdolsun!

18.01.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Resul-i Kibriya Efendimiz (asm) Allah’ın dinini eksiksiz tebliğ etmiş, bu fani dünyada son dakikalarını yaşamaktaydı. Hazret-i Cebrail (as) bu defa Hazret-i Azrail (as) birlikte geldiler.

Hazret-i Cebrail (as) her zamanki gibi Peygamber Efendimiz’in (asm) yüksek huzuruna girdi ve Sevgili Peygamberimizin hal ve hatırını sordu. Ardından:

“Ya Resulallah! Azrail içeri girmek için izin ister” dedi.

Sevgili Peygamberimiz (asm) izin verince Azrail (as) içeri girdi ve Peygamber Efendimize (asm):

“Ya Resulallah! Yüce Allah senin her emrine itaat etmemi bana emretti. İstersen ruhunu alacağım. İstersen sana bırakacağım” dedi.

Sevgili Peygamberimiz (asm) Cebrail’e baktı. Cebrail (as):

“Ya Resulallah! Mele-i A’la seni beklemektedir” dedi.

Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (asm):

“Ya Azrail! Gel görevini yerine getir!” buyurdu.

Azrail (as) saygıyla geldi.

Sevgili Peygamberimiz (asm) Hazret-i Aişe’nin (ra) kucağında, göğsüne dayalı biçimde yatmaktaydı. Hazret-i Aişe (ra) iki elini suya batırıp ıslak ellerini Sevgili Peygamberimizin (asm) mübarek yüzüne sürdü.

O sırada Sevgili Peygamberimizin (asm) mübarek dudaklarından “La İlahe İllallah. Allah’ım! Refik-i A’lâ! Allah’ım! Refik-i A’lâ!” cümleleri dökülüverdi.

Ve Kâinatın Sevgilisi Peygamber Efendimiz (asm) Mele-i A’lâ’ya yükseliverdi.

(İbn-i Sa’d, Tabakat, 2/229)

Süleyman KÖSMENE

18.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004