Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Kaldırın şu saçma sapan 301’i

301’inci maddeyi bir gecede kaldıracağımız yerde 301 kapsamında yargılananları koruma altına alıyoruz.

Anayasamızın 25’inci maddesi çok açık: “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz

“ TCK’nın “Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” başlığı altındaki 301’inci maddesi de çok açık: 1. Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 2. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni, Devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 3. Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır. 4. Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz. Gördüğünüz gibi Anayasa ile TCK’nın çeliştiği de çok açık...Türkiye’de ifade özgürlüğü falan yok... Anayasa’nın kepçeyle verdiği ifade özgürlüğünü TCK kaşık kaşık geri alıyor. Nasıl ayırt edeceksek eleştirel olanla olmayanı?... Bayrak yakmanın bile eleştiri sayıldığı, konuşma özgürlüğünün dibine kadar uygulandığı, ABD gibi ülkeleri anımsarsak hele de.. Madem yargı organlarını, askeriyeyi, emniyeti koruyoruz; üniversiteleri, diyanet işlerini, Başbakanlığı, medyayı niye korumuyoruz ki? Ne üstünlüğü varmış yargının, askeriyenin, emniyetin? Ya da Türklüğü koruyacaksak Kürtlüğü, Çerkezliği, Araplığı, Lazlığı, Ermeniliği niye korumuyoruz. Böyle “ayrımcılığı, bölücülüğü” körükleyen saçma sapan bir yasa maddesi olur mu? Biri bir konuştuğunda, bir roman yazdığında ya da bir makale yazdığında, Türklük ya da devlet kurumları iki seksen bir doksan yere uzanacaksa her kurumu, her ırkı, her dini korumak lazım değil mi? Gerçi Türklük ya da devlet kurumlarımız iki yazı çiziktirmekle yerle bir olacaksa, bu kadar zayıf temellere dayanıyorlarsa onları hangi yasa koruyabilir ki!

Komünizmin “Doğu Bloku”nda kol gezdiği zamanlarda komünist ülkelerde böyle ifade özgürlüğüne karşı yasa maddeleri vardı. Nice demokrasi savunucusu ifade özgürlüğünü savundukları için bu tür yasa maddelerine dayanarak hapse atıldı, işkence gördü, öldürüldü. Sonuç ne oldu? Özgürlüklerden korkan, insanlarına özgürce konuşmayı çok gören komünizm çöktü!

Bizim 301’inci madde ile yaptığımız da aynı komünist ülkelerdeki gibi özgürlükleri kısıtlamaktan başka bir şey değil. Hem demokrasiden, hem liberal düşünceden söz edip hem de özgürlüklerden korkmak çok militanca! Hatta bugün milliyetçiliği bu yolla militanlaştıranlar dün yine aynı militanlıkla “Komünistler Moskova”ya diye bağırıyorlardı. Şimdi komünistlerden daha fazla baskıcı rejim taraftarlığı yapıyorlar.

Biz de onların oyununa gelip; Türklüğü, devlet kurumlarını korumanın en doğru yolu sınırsız ifade özgürlüğü vermekten geçerken gidip özgürlükleri kısıtlıyoruz. Yasaklarla Hrant Dinkleri, Orhan Pamukları, Elif Şafakları hedef tahtasına koyarken, diğer taraftan “Türklüğü” militanlaştırıp Ogün Samast gibi sahte kahramanları gün yüzüne çıkarıyoruz. Ve de hâlâ ders almayıp 301’inci maddeyi bir gecede kaldıracağımız yerde 301’inci madde kapsamında yargılananları koruma altına alıyoruz.

Madem devlet eliyle koruyacağız o halde niye yargılayıp insanları korunacak hale getiriyoruz. Bu işte bir gariplik yok mu?

Bugün, 23.1.2007

Ali Atıf BİR

24.01.2007


 

301 derhal kalkmalı

Hrant Dink cinayetinden çıkarılacak ikinci ders TCK 301. maddesinin derhal yürürlükten kaldırılmasıdır

Hrant Dink, sevdiğim bir dostum, çok değer verdiğim bir meslektaşım ve Türkiye’nin en seçkin entelektüellerinden biriydi. Doğru bildiğini çekinmeden söyleyebilen bir kıymetti.

Gerçek bir yurtseverdi ve bunun gereği olarak hayatını Türk-Ermeni dostluğunu yeniden tesise adamıştı. Onu çok arayacağız. Anısına saygının gereği, ölümünden çıkarılabilecek dersleri serinkanlılıkla ve olanca açıklığıyla ortaya koymak.

Hrant’ın öldürülmesi her şeyden önce Türkiye’de ifade özgürlüğüne, demokrasiye ve uygarlığa indirilmiş korkunç bir darbe. Demokrasi, özünde, kişinin düşündüğünü söyleyebildiği rejimin adıdır. Uygarlık, farklı fikirlerin, inançların, kökenlerin, dillerin, kültürlerin, yaşam biçimlerinin karşılıklı saygı içinde var olabildiği ortamdan başka bir şey değildir. Toplumlar, önlerindeki sorunları ancak farklı çözüm önerilerini tartışarak halledebilirler. İfade özgürlüğünün bulunmadığı ya da ciddi şekilde sınırlandığı ülkeler geri kalmaya, böylesi rejimler yıkılmaya mahkumdur. Toplumlar, genel kabul gören görüşleri eleştirerek yanlışlarını gösteren fikir adamlarının açtıkları yoldan ilerler. Tarih bunun tanığıdır.

Türkiye toplumu bu gerçeği kavrayamadığı, farklı fikirlere, farklı inançlara, farklı kültür ve yaşam biçimlerine saygıyı yerleştiremediği sürece, ne önündeki sorunları aşmayı başarabilir ne de uygar bir ülke olma vasfını kazanabilir. Türkiye, bu yolda hayli ilerlemiştir, ama gidilecek daha çok yolu olduğu, Hrant’ın ölümüyle apaçık ortaya çıkan gerçeklerden bellidir. Çünkü Hrant, her şeyden önce hoşgörüsüzlüğün kurbanı.

Bir süredir Hrant Dink ve başka seçkin fikir adamı ve yazarlarımız, genel kabul gören fikirlere, devletin uygun gördüğü, resmi görüşlere eleştirel bakan, aykırı görüşlerinden dolayı aşağılanıyor, hainlik suçlamalarına, akıl almadık hakaretlere ve iftiralara hedef oluyor. Resmi yetkililer, özellikle bunların bazıları, aydınlara karşı yürütülen nefret kampanyasına karşı sessiz kalarak, hatta bazen katkıda bulunarak çanak tutuyorlar.

Hükümet, ifade özgürlüğünü boğduğu, farklı fikir sahiplerine karşı yürütülen linç kampanyasını körüklediği için TCK’nın bunca zamandır tartışılan ve eleştirilen 301. maddesi hakkında ne yazık ki hiçbir şey yapmadı. Birçok başka aydınımız gibi Hrant Dink de bu maddeden yargılandı. Duruşmaları Türk adalet tarihinde belki hiç görülmedik hakaretler ve saldırılar altında cereyan etti. Ermeni diasporasındaki ırkçıları Türk düşmanlığı yapmamaları konusunda uyaran sözleri, bilirkişi raporlarına rağmen, tepetaklak edilerek “Türklüğe hakaret” olarak yorumlandı ve Hrant, adalet duygusunu rencide edecek ölçüde haksız bir şekilde mahkum edildi. Hrant, kuşku yok ki bir bakıma da 301. madde kurbanıdır.

Hrant Dink cinayetinden çıkarılması gereken derslerin başta geleni gerek Türkiye’yi yönetenlerin gerekse siyasi sorumluluğa sahip herkesin, resmi görüşleri sorgulayanlara karşı yürütülen hakaret ve aşağılama kampanyalarına karşı kayıtsız kalmamaları, bunlara çanak tutmamaları ve bunları önlemek için gayret sarf etmeleri gereğidir. Çıkarılacak ikinci ders ise TCK 301. maddesinin derhal yürürlükten kaldırılmasıdır. Bunca hakaret ve nefret kampanyasına hedef olan, ölümle tehdit edilen seçkin bir gazeteci ve yazarın saldırılara karşı korunması için güvenlik teşkilatınca hiçbir önlem alınmamış olması affedilir bir hizmet kusuru değildir. Dolayısıyla çıkarılması gereken başka bir ders de bu kusurun kesinlikle tekrarlanmaması.

Hrant’ın öldürülmesi Türkiye’nin saygınlık ve itibarına indirilmiş çok ağır bir darbe. Bu cinayetin Türkiye’ye verdiği zararı telafi etmek hiç kolay olmayacak. Eğer 301. maddeyi yürürlükten kaldırırsak; eğer hoşgörüsüzlüğe, ırkçılığa, fanatizmin her türlüsüne karşı devlet ve toplum olarak tavır alabilirsek; eğer Hrant’ın aziz anısına layık olduğu saygıyı milletçe gösterebilirsek belki duyduğumuz derin acıyı ve utancı bir nebze hafifletmek mümkün olur.

Zaman, 23.1.2007

Şahin ALPAY

24.01.2007


 

Hrant Dink’i 301 öldürdü

Toplum olarak artık değişmek istiyorsak, bundan dolayı 301’i değiştirmemiz gerekiyor.

Hrant’a tetiği çeken eli yakaladık.

Ancak gerçek katil yine bulunamayacak.

Zira Hrant’ın gerçek katili bizleriz.

Katillerimizi 301’inci maddeyle yarattığımız zihniyet ve ortamda yeşerttik. Ellerine silahı bizler verdik.

Tüm sorumlular hala içimizdeler. Hatta bir kısmı utanmadan TV’lere çıkıp, ne kadar üzüntü duyduklarını anlatıyorlar.

Peki ya üzerinde tartışmalar bitmemişken, 301’inci maddeyi sadece “yazılı” diye harfiyen uygulayanlara ne demeli? 301’e dayanarak Hrant Dink aleyhine şikayet üstüne şikayette bulunanlara ne demeli?

Bu abuk subuk şikayetleri ciddiye alan ve “Sorumluluk benden gitsin, ne olur ne olmaz ben davayı açayım da, kararı mahkeme versin” diyen savcılara?

Bu savcıların davalarını kabul eden ve 301’inci maddeyi en kısıtlı şekilde yorumlayıp, bilirkişi raporlarına rağmen Hrant’ı mahkum eden hakimlere?

Ne demeli?

Hepimiz sorumluyuz. Listemiz çok uzun.

Mahkeme kapılarına yığılıp, “demokratik hakkımızı kullanıyoruz” diye Dink’lerin üstüne yürüyen, hakaret eden, dövenler...

Ermeni konferanslarını basan, sergileri bozanlar...

Lütfen söyleyin, yanlış mıyım?

Toplum olarak, hoyrat değil miyiz?

Özellikle azınlıklarımızı küçük görürüz. Başka kökenlerden vatandaşlarımızı kendimizden saymayız. Farklı görüşlerden nefret ederiz. Tartışmayı sevmeyiz. Kendi fikirlerimizi kabul ettirmek için hemen şiddete başvururuz. Kabalaşırız. Sinirlenince, vurup kırarız.

Doğru değil mi?

İşte bundan dolayı, Hrant’ı hepimiz öldürdük...

İşte bundan dolayı, Hrant’ı 301 öldürdü...

Toplum olarak artık değişmek istiyorsak, bundan dolayı 301’i değiştirmemiz gerekiyor.

Hrant Dink’e kendimizi ancak böyle affettirebiliriz.

Posta, 23.1.2007

Mehmet Ali BİRAND

24.01.2007


 

Düşmanımız husumettir

Hoşgörü, itidal, sağduyu, farklılıklara saygı; dostlarımız bunlardır.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Rene van der Linden, gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesi konusunda son derece sağduyulu bir açıklama yaptı:

“Aşırı uçlar benim ülkem Hollanda’da olduğu gibi bütün ülkelerde de var. Sırf bu yüzden bir ülke kınanamaz....”

Linden, gerilimin düşürülmesi gerektiğini de söylüyor. Parlamenterler Meclisi’ndeki Türk ve Ermeni temsilcilerle görüşerek bunun için gayret edeceğini belirtiyor.

Rasyonel olarak doğru, ahlaki olarak sorumlu bir yaklaşım tarzıdır bu.

Bir aşırılığın çaresi, başka aşırılıklar değil, itidal ve sağduyudur.

Hrant Dink vahşi bir cinayete kurban gittiği halde, ailesi ve Ermeni vatandaşlarımız bu sorumluluğu ve sağduyuyu gösteriyorlar. Dink’in cenazesinde slogan atılmamasını, pankart açılmamasını vasiyet etmesi de aynı sorumlu davranışın bir örneğidir.

Dink niye böyle bir vasiyete ihtiyaç duymuş olabilir? Tabii muhtemel istismar ve kışkırtmalara meydan vermemek için.

Cinayet dalgaları

Her şeyden önce toplumsal yapımız bakımından ‘Ogün Samast’ların az olmadığını dikkate almalıyız. Topluma entegre olmamış, gergin, asosyal tipler... Kültürce şiddete yatkın... Dünyanın her yerinde bu gruplar aşırı sağ şiddete yatkındır ve farklı bir politik ortamda kolayca sol (goşist) şiddete de kayıvermeleri mümkündür.

Şehirleşmenin benzer aşamasında, 19. yüzyılda Avrupa’da ve ardından Rusya’da da böyle yaygın ‘bireysel’ siyasi cinayet akımları yaşanmıştı; nihilizm, goşizm, anarşizm gibi laflar oralardan gelir..

Öfkeli, gergin, asosyal, eğitimini tamamlayamamış, tamamlasa da topluma entegre olamamış, şiddete yatkın tipler! Bunlar mariz duygudaşlıklarla kolayca çetemsi yahut tam çeteleşmiş küçük topluluklar oluşturuyor. Örgütlü terörün de ‘bireysel’ çete cinayetlerinin de sosyolojik kökeni aynı...

Gerilimin ölçüsüz derecede yükseltilmesi ve kara lekelerin toplumun tümümün üzerine bir kâbus gibi bindirilmesi sağduyu kaybına yol açabileceği gibi, suça yatkın bu tür grupları tahrik edici nitelikte de olabilir.

Ermeni oyunu!

Trabzon, birkaç linç girişimi ve iki vahim cinayetle kanlı bir kâbusun altında kaldı! Ama aynı Trabzon’da, Osmanlı Ermenisi Agop Baronyan’ın yazdığı “Bağdasar Kardeşler” adlı oyun, Ermenistanlı, Ermeni yönetmen Hrant Agopyan tarafından sahneleniyor ve dolup taşıyor!

Hrant Dink’i öldürmek için kalkıp İstanbul’a gelen Samast’ın, onu kolayca yönlendiren Yasin Hayal’in tiyatro gibi bir kültürel etkinlikle ilişkisinin olduğunu düşünebiliyor musunuz?!

Dink’in ölümünün arkasında büyük güçlerin olduğu şeklindeki büyük komplo teorilerini destekleyecek ne hukuki ne de bilimsel bir kanıt elde yok. Ancak soyut zihinsel teoriler kurgulanabilir.

Ancak, toplumda veya toplumun belli kesiminde dehşet duygusu yaratacak hayali ve provokatif komplo teorilerinin de ülkemizde hoşgörünün, farklılıklara saygının yerleşmesine hiçbir katkıda bulunmayacağı açıktır.

Hoşgörü, itidal, sağduyu, farklılıklara saygı; dostlarımız bunlardır.

Düşmanımız ise husumettir!

Milliyet, 23.1.2007

Taha AKYOL

24.01.2007


 

Nefreti nasıl söndürebiliriz?

Hepimiz, nefret üreten ifadelerden, düşmanlık üzerine siyaset yapmaktan, yazı yazmaktan vazgeçmeliyiz.

Günlerden beri televizyon televizyon dolaşıp hep şunu söylüyorum: “İnşallah, bu gerçek bir örgüt işi çıkar. Eğer birbirini dolduruşa getiren mahalle kabadayıları ise işimiz daha zor.”

Korktuğum başımıza geldi.

Kendi kendine misyon yüklenmiş, bir abinin dolduruşuna gelmiş, daha 20 yaşına gelmeden tam anlamıyla “looser”, “tutunamayan” durumuna gelmiş bir genç.

Psikolojisini öyle iyi okuyabiliyorum ki.

Cinayeti işledikten sonra en önemli iki delili, silahını ve beyaz beresini atmamış.

Polis bile hayretler içinde.

Hiç kendi kendinize sordunuz mu: “Niye bunları atıp delilleri yok etmemiş?”

Cevabı çok basit. Trabzon’a dönüyor.

Orada arkadaşlarına övüne övüne, “Hrant Dink’i ben öldürdüm” diyecek.

Büyük bir ihtimalle arkadaşları, “Atma lan” diyerek dalga geçecekler.

Yani inandıramayacak. İşte o nedenle delillerini de getiriyor.

Sırf arkadaşlarını ikna edebilmek için.

* * *

Beni işte bu ruh hali korkutuyor.

Örgüt olsa, devletin istihbarat birimleri, güvenlik güçleri onu çökertir.

Ama burada neyi çökerteceksiniz? Mahalleyi veya bir şehri mi?

Toplantıda işte bunu anlatıyordum.

Diyordum ki, “Bu işi çözmek istiyorsak, hepimiz empati duygularımızı geliştirmeliyiz. Mahalledeki o çocuğu da anlamaya çalışmalıyız. İkinci Cumhuriyetçi fikirlere sahip birisi, kendisi için ’Vatan haini’ ifadesinin kullanılmasından rahatsız oluyorsa, başkalarının da başka ifadelerden rahatsız olabileceğini düşünmelidir”.

Mesela, milliyetçiliğin çok kötü bir şey olduğunun sürekli vurgulanmasından.

Artık hepimiz kendimize çekidüzen vermeliyiz.

Hepimiz, nefret üreten ifadelerden, düşmanlık üzerine siyaset yapmaktan, yazı yazmaktan vazgeçmeliyiz.

Bunları anlatıyordum.

Bazı arkadaşlarımız, Hrant Dink’i şahsen tanıyorlardı.

Bugün, bunları konuşmanın zamanı olmadığını söyleyip tepki gösterdiler.

Ben o tepkiyi çok iyi anlıyorum.

12 Eylül öncesinde çok arkadaş kaybettim.

Kendim öldürülmekten çok korktum.

* * *

Belki bu yazıyı cenaze kaldırıldıktan sonra yazmalıydım.

Ama kaybedecek bir saniyemiz bile yok.

Toplum olarak büyük bir felaket kapımızda.

Anadolu’nun şehirlerinde, varoşlarında bu nefreti üreten bir iklim büyüyor.

Bugünden itibaren bu nefreti nasıl söndürebiliriz ona bakmalıyız.

Ben sadece fikrimi söylüyorum.

Artık bu ilkel “suçlama kültüründen” kurtulmalıyız.

İnsanları Ali Kemal’ler, vatan hainleri, Artin’ler, şunlar bunlar diye suçlamaktan vazgeçmeliyiz.

Ama öteki taraftakiler de ülkesini, bayrağını seven her insanı “ırkçı faşist” olarak etiketlendirmekten vazgeçmelidir.

* * *

Çok ciddi bir “varoş psikopatlığı” hepimizi tehdit ediyor.

Dün bir rahipti. Bugün bir Ermeni vatandaşımız.

Yarın içimizden bir başkası.

Varoş psikopatları, artık kan ve şöhret kokusunu aldı.

Bunu önlemek için neşteri derinden vurmalıyız.

Başkasını suçlamadan önce, kendimize vurarak.

Evet, dürüstsek ve çözüm istiyorsak işe buradan başlamalıyız.

Hürriyet, 23.1.2007

Ertuğrul ÖZKÖK

24.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004