Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onu muazzam kuvvetlere, üstün bir akıl ve dirâyete sahip Cebrâil öğretti ki, kendisine gerçek suretiyle görünmüştür..

Necm Sûresi, 5-6

29.01.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz kendisi için istediği şeyi din kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz.

Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3880

29.01.2007


Rus da dinsiz kalamaz

İki dehşetli Harb-i Umumînin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle, kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’ân’a kılıç çekemez.

Emirdağ Lâhikası, s. 311

***

Hem de hakikat bize bildiriyor ki, mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyemâ, uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzet olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline neşvünemâ verecek ve istimdatgâhı olacak noktayı, yani Dîn-i Hak olan dâne-i hakikati elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki, herkeste Dîn-i Hakkı bulmak için bir meyl-i taharrî uyanmıştır. Demek istikbalde nev-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına berâetü’l-istihlâl vardır.

Münâzarât, s. 86

***

Elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün rûh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, kat’iyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.

Sözler, s. 141

Lügatçe:

intibah-ı kavî: Kuvvetli uyanış.

küfr-ü mutlak: Mutlak inkâr.

musalâha: Barışma.

lâsiyyema: Özellikle.

mütenebbih: Uyanmış.

gayr-ı mahdud: Hudutsuz, sınırsız.

âmâl: Emeller, arzular.

meyl-i taharrî: Araştırma meyli.

berâetü’l-istihlâl: İyi bir alâmet, güzel bir başlangıç.

29.01.2007


Beyin performansı ve inanç

“Beynin sırlarının çözümü kâinatın sırlarının çözümü demektir” diyor bilim dünyasının ileri gelenleri. Bunların başında TBMM Bilim ödülü alan Prof. Dr. Gazi Yaşargil geliyor.

Beyin hakkında daha çok bilinmeyen sırların olması, sahip olduğumuz organımızı henüz tam kapasite kullanamadığımız anlamına da çıkıyor.

50 yıl önce beynin % 50 kapasitesinden faydalanıldığı tezi vardı, sırlar açıldıkça % 1’ini bile tam kullanamadığımız gerçeği ortaya çıkıyor. Gazi Yaşargil’e göre binde 5 civarında kullanıyormuşuz.

İnsanın yaratılışında sahip olduğu potansiyelinin şubeleri olan istidat, kabiliyet, yetenek, kapasitenin tezahür ettiği yer, beyin denilen mucize organdır.

Ne kadar duygu, mânevî kavram varsa hepsinin beyinde bir faaliyet olarak karşılığı var. Düşünce, hayal, duygu gibi her hissedişin, davranışlar olarak bir tezahürü olmasa da, beyin içinde binler çeşit faaliyet olarak etkileri var.

Kâinatta ne kadar eşya, nesne ve soyut kavram varsa, beyinde de o kadar farklı işlem var demektir.

Eşya denilen şey, İlâhî isimlerin tecellîleridir. Esmâ-i Hüsna olarak ifade etmeye çalıştığımız, Allah’ın isimleri 1001 olarak biliniyorsa da, aslında sınırsızdır. İlim ve kudreti nihayetsiz olduğundan, isimleri de sınırsızdır.

Beynin bilgi kapasitesi de, şu ana kadar ölçülebilme ve tahmin edebilme sınırlarımızın, hayalimizin de ötesindedir. 100 milyar civarında tahmin edilen beyin hücreleri (nöron) arasındaki bağlantı sayısı (snap), kâinatı meydana getiren tahminî atom sayısından fazladır. Kâinatı meydana getiren tahminî atom sayısı 10 80 (1 sayısının sağına 80 adet sıfır konulduğunda okunan sayı)

Beyin hücreleri arasındaki muhtemel bağlantı sayısı 2 100000000000 (2 rakamının sağına 100 milyar sıfır konulduğunda okunması tahmin bile edilemeyen sayı) Diğer bir ifade ile 2 rakamının arkasına 10 milyon km sıfır konularak, okunabilmesi tahmin edilemeyecek bir rakam.

Beynin bu kadar yüksek kapasitede yaratılışının hikmetiyle ilgili olarak TÜBİTAK’ın çıkardığı Bilim Teknik Dergisinin beyinle ilgili özel sayısının son paragrafındaki şu cümle mânidardır: “Beyin hakkında bu kadar meraklı araştırmanın nedeni, insanın ebedî yaşama arzusudur.”

Evet beynin sahibinin tahmin edemeyeceği kadar sınırsız kapasitesi, sonsuz yaşama arzusunun göstergesidir. “Allah (cc) vermek istemeseydi istemek vermezdi.”

İnanç, duygular, hissetmek, sevinmek, üzülmek, gülmek, ağlamak, gelecekten emin olmak veya endişe etmek beyinde farklı kimyasal reaksiyonlara sebep olmaktadır. Her bir duygu ve hissetme, kendine has molekül ve hormon üretimine vesile olmaktadır. En çok bilinen, stresli durumlarda adrenalin hormonu, sevinçli durumlarda endorfin hormonu üretilmektedir.

Dopamin, seriotonin gibi hormonların duygu, düşünce, hâl, davranış gibi bedenî fonksiyonları etkilediği sıradan bilgiler arasında yer almaktadır. Daha çok molekül ve hormon çeşitleri.

İnanmak, gelecek endişesinden emin olmak, bütün ihtiyaçlarımıza cevap verebilen sınırsız güce dayanmak duygusu beyin kapasitesini fevkâlade artırdığı deneylerle ispat edilmiştir. Her şeyden önce pozitif duygular, beyindeki hormon salgı ve üretimini değiştirmektedir. Bu hormonlar bütün vücut anatomisini etkilemektedir. En basitinden aşırı stres, damarların büzülmesi, kalbin kasılması, midenin gereksiz asit salgılaması hep beyindeki olumsuz düşüncelerin yanlış hormon üretimine talimat vermesindendir.

“Ben” demekle “Biz” demek arasında bile beyin kapasitesinin farklı etkilendiği tesbit edilmiştir. “Ben” merkezli düşüncenin beyin kapasitesini düşürdüğü görülmüştür. Alma ve algılamaya kapalı olduğu keşfedilmiştir.

“İman bir intisaptır” Nasıl bir intisap (bağ)? Hayallerin, tahmin gücünün erişemeyeceği kadar gücü ve kudreti sonsuz bir yere bağlanmaktır. Yaratılışı itibarıyla aciz, fakir, düşmanı çok, ihtiyaçları sınırsız olan insanı imandan başka hiçbir şey tatmin edemez, ruhundaki fırtınaları teskin edemez.

Beyni en etkin geliştiren de kapasitesini mümkün oldukça kullanmaktır. Sürekli farklı yeni bilgi almaktır. Ömür boyu zaten doldurulamayacak. Ömür sermayesini iyi kullanmak için bilgide öncelikleri seçerek edinecektir.

Esmâ tâlimi beyni geliştiren en etkin araçtır. Bütün bilimler zaten esmâ-i İlâhiyenin tecellîleridir. Tefekkür esmâyı okumaktır ve beyni geliştiren muazzam bir vesiledir. Kâinat kitabını okumak şeklindeki tefekkür, beyin kapasitesi ve sağlığı için çok kıymetli bir formüldür, iksirdir.

Dursun SİVRİ

29.01.2007


ESMA-İ HÜSNA

Tâlib

Allah (c.c.), Tâlib’dir. Yani hayır isteyen, iyilikleri seven ve sâlih davranışlardan râzı olandır. Cenâb-ı Allah hayır ve kemâlâtı talep eder. Kullarının iyilik içinde ve iyi ahlâk üzere olmalarını ister, hayırlı ve sâlih kullarından râzı olur.

Tâlib ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebir’de gelmiştir. Kur’ân’a göre Cenâb-ı Hak, kullarının canlarına ve mallarına Cennet karşılığında tâliptir.1

Mahlûkâtına çok şefkati bulunan ve her yürek taşıyanı çok seven2 Cenâb-ı Hakkın, hayatta iken nefes aldırmayarak ve meşakkatle çalıştırdığı canlıları ölüme, ayrılığa, îdâma ve zevâle mahkûm etmesinin sonsuz lütfu, şefkati ve merhametiyle nasıl bağdaştığının hikmetini ve maslahatını değerlendiren Bedîüzzaman, bunun gereklerini “Beş Remiz”de ele alır.3 Bunlara kısaca temas edelim:

Birinci Remiz

Cenâb-ı Hak mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Mevcûdât hiçbir cihetle Cenâb-ı Hakka karşı hak dâvâ edemezler. Hakları dâimâ verdiği vücut mertebelerinin hakkını edâ etmek, yani şükretmek ve hamd etmektir. Çünkü verilen vücut mertebeleri birer vâkıadır. Birer irâde gerektirir. Fakat verilmeyenler birer ihtimâl ve imkândan ibârettirler. İhtimal ve imkânların ise vücutları zâten yoktur ve sonsuzdurlar. Meselâ madenler, “Niçin bitki olmadım?” diye şikâyet edemezler. Vücut giydikleri için hakları şükürdür. Bitkilerin, “Niçin hayvan olmadım?” demeye hakları yoktur. Vücutla beraber hayata mazhar oldukları için hakları şükürdür. İnsan ise yoklukta kalmadı, vücut nîmetini giydi; cansız kalmadı, hayatı tattı; hayvan olmadı, insâniyetle şereflendirildi; dalâlette kalmadı, kendisine İslâmiyet nîmeti gönderildi; hastalıkta bırakılmadı, sıhhat ve âfiyet ile taltif edildi. Şimdi, insanın hakkı var mı ki, bunca nîmetler üzerinde şükretmek dururken, daha yüksek nîmetler istesin ve bâtıl bir hırs göstersin?

İkinci Remiz

Cenâb-ı Hakkın tenezzüh-ü zâtîsine münâsip ve kutsiyetine lâyık bir şekilde, Rahmân ve Rahîm isimlerine ait, bütün sıfatlarını hadsiz bir biçimde tecellî ettirme isteği, varlıkları güzellikten güzelliğe çevirme talebi, kâinatı baş döndürücü bir hızla oluşumdan oluşuma mazhar kılma azmi ve her şeyi kemâlâta doğru sevk etme dileği bulunmaktadır. Bu mukaddes sıfatlar sürekli ve durmayan bir faaliyeti gerekli kılmaktadırlar. Bu faaliyet ise her şeyi sonsuz bir biçimde değişime uğratmaktadır. Bu değişim de ölümü, ayrılıkları, zevâli ve yokluğu beraberinde getirmektedir. Fakat faaliyetten gelen hareketler ve yokluğa sürüklenmeler, aslında birer zikir ve tespih konuşmalarından ibârettir.

Üçüncü Remiz

Varlıklar yokluğa gitmemekte, kudret dâiresinden ilim dâiresine geçmekte, değişim ve dönüşüm âleminden nûr, bekâ ve kalıcılık âlemine gitmektedirler. Varlıklardaki güzellikler ve olgunluklar Allah’ın isimlerine aittir. Allah’ın isimleri ise bâkî ve cilveleri dâimî olduğu için nakışları hiç durmadan yenilenmektedir. Öyleyse hakikat noktasında hiçbir şey için mevt, ölüm, adem, zeval ve firak yoktur; kemâlâta kavuşmak vardır.

Dördüncü Remiz

Cenâb-ı Allah’ın isimlerinin had ve hesaba gelmeyen tecellîleri vardır. Eşyâdaki sonsuz çeşitlilik, bu sonsuz tecellîlerden kaynaklanmaktadır. Allah’ın isimleri dâimî ve sermedî olduklarından, Cenâb-ı Hak hesabına dâimî bir sûrette tezâhür ile; bu kâinat kitabını an be an yeniden yazmayı, her bir sayfa içine binler mektûplar koymayı, her bir mektubu Cenâb-ı Hakkın yüksek görüşüne arz etmeyi ve bütün şuur sahiplerinin okuyuşuna yeniden yeniye sunmayı gerekli kılmaktadır.

Beşinci Remiz

Mâdem Cenâb-ı Hak vardır; elbette her şey vardır. Mâdem Cenâb-ı Hakka îmân vardır; her şey için bütün eşya vardır. Allah Teâlâya bağlılık içinde bir anlık yaşamak ve bir saniye vücutta kalmak, milyonlar seneler Ondan gaflet içindeki varlığa bedeldir. Nasıl ki kör, sağır, dilsiz ve akılsız adama çok şey hiç hükmündedir. Kalbinde Allah’a îman taşımayana ise, her şey yok hükmündedir, onun için her şey karanlıktır.

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Tevbe Sûresi: 111; 2- Mesnevî-i Nuriye, s. 172; 3- Mektûbât, s. 275-280

29.01.2007


NURDAN DUÂLAR

Ey Hayy ve Kayyûm olan! Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster. Âmin.

Sözler, s. 207

***

Yâ Rab! Pişmânım, utanıyorum, sayısız günahımdan ar ediyorum, zelîlim. İstikrarsız yaşamaktan göz yaşı döküyorum. Garibim, kimsesizim, yalnızım, zayıfım, güçsüzüm, hastayım, âcizim yaşlıyım, ihtiyârsızım. “El-amân!” diyorum, af diliyorum, dergâhından yardım istiyorum, ey Allah’ım!.

Sözler, s. 213

***

Rahmân-ı Rahîm olan Allah’ın, Furkan-ı Hakîm’i Arş-ı Azîm’den üzerine indirdiği zât olan Efendimiz Muhammed’e (asm) ümmetinin iyilikleri adedince milyon salât ve milyon selâm olsun.

Risâletini İncil, Tevrat ve Zebûr’un müjdelediği; nübüvvetini doğduğundan hemen önce ve doğumu ânında meydana gelen hârikulâde hallerin, cinnî hâtiflerin, insanlardan evliyâ ve kâhinlerin haber verdiği; işaretiyle ayın ikiye bölündüğü Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.) ümmetinin alıp verdiği nefesler sayısınca milyon salât ve milyon selâm olsun.

Çağırmasıyla, ağaçların, yanına geldiği, duâsıyla yağmurun sür'atle yağdığı, bulutun sıcaktan korumak için başında gölge yaptığı, bir kilelik yiyeceğinden yüzlerce insanın doyduğu, parmakları arasından suyun üç defa Kevser gibi aktığı; Allah’ın kertenkeleyi, ceylanı, kuru hurma direğini, koyun paçasını, deveyi, dağı, taşı ve çakıl taşlarını onun için konuşturduğu; Mi’racın ve, “Göz ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı” (Necm Sûresi: 17.) âyetinin sahibi Efendimiz ve şefaatçimiz Muhammed’e, (a.s.m.) ilk indiği andan itibâren Kıyâmete kadar Kur’ân’ın, her okuyanın okuduğunda hava dalgalarının aynalarında Allah’ın izni ile temessül eden her kelimesindeki her harfi sayısınca salât ve selâm olsun. Bu salâvâtların her birisi hürmetine bizi bağışla, bize merhamet et, ey İlâhımız! âmin.

Sözler, s. 219

***

Allahım! Kur’ân’ı, bizim için, onu yazan ve benzerleri için, her türlü hastalıktan şifâ, bize ve onlara hem dünyada, hem de âhirette dost, dünyada yoldaş, kabirde arkadaş, Kıyâmette şefaatçi, Sırat üzerinde nur, Cehenneme karşı perde ve örtü, Cennette arkadaş ve bütün hayırlara bizi sevk eden rehber ve önder kıl. Bunu fazlın, cömertliğin, keremin ve rahmetinle yap ey merhametlilerin en merhametlisi ve ey bütün cömertlerden daha cömert olan! Duâmızı kabul buyur.

Allahım! Kendisine hakla bâtılı ayırt eden Kur’ân-ı Hakîmin indiği zâta, onun bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle.

Sözler, s. 222

29.01.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Hazret-i Aişe (ra) anlatıyor:

“Resûlullah (asm) hastalığında başını omuzum üzerine koydu. Baktım ki başı benim başıma doğru eğildi. Zannettim ki bir ihtiyacını söyleyecektir. Mübarek ağzından soğuk bir su çıktı, benim göğsüme doğru aktı. Korkudan ürperdim. Zannettim ki Resulü Ekrem baygınlık geçirdi.

Üzerine bir elbise attım. Ardından Ömer geldi. Beraberinde Muğire b. Şûbe vardı. İzin istediler, perdeyi çekip içeri girmelerine izin verdim.

Ömer, Hazret-i Peygamber’e (asm) baktı. Ömer şaşırmıştı:

“Vay! Amma da zor bir baygınlıktır Resûlullah’ın baygınlığı!” dedi.

Sonra kalktılar, kapıya yaklaştıklarında Muğire:

“Ey Ömer! Hz. Peygamber vefat etti” dedi. Ben de:

“Sen yalan söylüyorsun. Sen kalbinde fitne taşıyan bir kimsesin. Allah’ın Resulü bütün münafıkları Allah yok etmeden önce vefat etmeyecektir” dedim.

Sonra babam Ebu Bekir (ra) geldi. Perdeyi Resûlullah’ın yüzünden kaldırdım.

Babam onu görünce:

“innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciün. Allah’ın Resulü vefat etmiştir” dedi.

Sonra Hazret-i Peygamber’in (asm) başucuna gitti, eğilip Peygamber’in (asm) alnından öptü, sonra, “Eyvah, ey Allah’ın Peygamberi” deyip başını kaldırdı.

Sonra bir daha eğilip Resûlullah’ın alnını öptü, sonra:

“Eyvah, ey Allah’ın dostu” deyip başını kaldırdı.

Sonra bir daha eğilip alnını öptü ve “Eyvah, ey Allah’ın sevgilisi! Eyvah! Resûlullah vefat etti” dedikten sonra çıkarak mescide gitti.

O sırada Ömer mescitte “Kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla doğrarım!” diyerek fırtına estiriyordu:

Babam mescide girerek konuşmaya başladı. Önce Allah’a hamd ettikten sonra:

“Allah Teâlâ “Sen de öleceksin, onlar da ölecekler” (Zümer Sûresi/30) ve “Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse, Allah’a hiç bir zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır” (Al-i İmran/144) buyurmadı mı? Öyleyse kim Allah’a ibadet ediyorsa, bilsin ki Allah ölmez ve kim de Muhammed’e ibadet ediyorsa, bilsin ki, Muhammed ölmüştür” dedi.

Hz. Ömer ancak o zaman sakinleşebildi.

(El-Bidaye, 5/241)

Süleyman KÖSMENE

29.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004