Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Sidre-i Müntehada gördü. Ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır.

Necm Sûresi, 14-15

02.02.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Merhametli olan kimseden başkası Cennete girmez.

Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3884

02.02.2007


Asr-ı Saadetteki o dehşetli fitnenin rahmet yönü nedir?

Eğer denilse: “Mübarek İslâmiyet ve nuranî Asr-ı Saadetin başına gelen o dehşetli, kanlı fitnenin hikmeti ve veçh-i rahmeti nedir? Çünkü onlar kahra lâyık değildiler.”

Elcevap: Nasıl ki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebâtâtın, tohumların, ağaçların istidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri kendine mahsus çiçek açar, fıtrî birer vazife başına geçer. Öyle de, Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı. “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye her taifeyi korkuttu, İslâmiyetin hıfzına koşturdu. Herbiri, kendi istidadına göre, câmia-i İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemâl-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-ı îmâniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur’ân’ın muhafazasına çalıştı, ve hâkezâ, herbir taife bir hizmete girdi. Vezâif-i İslâmiyette hummâlı bir surette sa’y ettiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslâmiyetin aktârına, o fırtına ile tohumlar atıldı, yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat, maatteessüf, o güller ve gülistan içinde, ehl-i bid’a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.

Güya dest-i kudret, celâlle o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i anilmerkeziyye ile, pek çok münevver müçtehidleri ve nuranî muhaddisleri, kudsî hafızları, asfiyaları, aktabları âlem-i İslâmın aktârına uçurdu, hicret ettirdi. Şarktan garba kadar ehl-i İslâmı heyecana getirip, Kur’ân’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.

Mektûbât, 19. Mektub,

5. Nükteli İşaret, s. 173-174

Lügatçe:

Asr-ı Saadet: Peygamberimiz ve dört halifenin yaşadığı devir; mutluluk asrı.

veçh-i rahmet: Rahmet yönü.

kahr: Büyük eziyet, zulüm.

taife-i nebâtât: Bitkiler topluluğu.

istidat: Kabiliyet.

inkişaf: Ortaya çıkma, açılma.

fıtrî: Yaratılıştan gelen.

Tâbiîn: Sahabeleri gören mü’minler.

hıfz: Koruma, muhafaza.

câmia-i İslâmiyet: İslâm topluluğu, Müslümanlar.

kesretli: Pek çok.

kemâl-i ciddiyet: Tam bir ciddiyet.

hakaik-ı îmâniye: İman hakikatleri.

hâkezâ: Bunun gibi, benzeri.

vezâif-i İslâmiyet: İslamiyetle ilgili vazifeler.

sa’y etmek: Çalışmak.

aktâr: Taraflar, her taraf, her yer.

gülistan: Gül bahçesi.

maatteessüf: Ne yazık ki.

ehl-i bid’a: Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan şeyleri dine mal etmeye çalışanlar.

fırka: Grup, cemaat.

dest-i kudret: Kudret eli.

ehl-i himmet: Himmet ve gayret sahipleri.

kuvve-i anilmerkeziyye: Merkezî güç, merkez kaç kuvveti.

münevver: Nurlanmış, aydınlanmış.

müçtehid: İçtihad eden.

muhaddis: Hadis ilmiyle uğraşan, hadis alimi.

asfiya: Safiyet, kemalat ve takva sahibi olan; Hz. Peygamber’in varisi hükmünde, onun mesleğini hayata geçirmeye çalışanlar.

aktab: Kutuplar, belli bir yerdeki evliyanın başı olan en büyük veli.

02.02.2007


Medya, şiddet ve ‘bâtılı tasvir’

Daima yapıcı hareket ediyor, menfî ve yıkıcı davranışlar içerisine girmekten şiddetle kaçınıyordu.

Hayatının herbir safhasına yansımıştı bu hâl.

Öyle ki bir yumurtanın kabuğunu bile gereğinden fazla kırmamaya dikkat ediyordu.

Bir keresinde eskimiş, yanmayan flüorosan lambalarını ‘kırarak’ çöpe atanları görmüş ve onları hemen ikaz etmişti.

Ruh dünyasında tahrip hislerini uyandıracak en ufak bir fiilin sergilenmesini doğru bulmuyordu.

Yıkıcılık, kırıcılık, tahrip, hâsılı bütün envâıyla şiddet, dünyasından çok çok uzaktı onun.

Evet, bahsettiğim Bediüzzaman’dan başkası değil.

Onun yaşadığı bu hallere, bugün toplum ne kadar da muhtaç...

Zira büyük bir düşman var cadde-sokak kol gezen.

Sadece cadde ve sokaklarda gezse yine iyi; çoğu evde baş köşede, hatta daha acısı, birçok yerde çocuklarımızın odalarında...

Aslında daha da yakınlarda, içimizde, damarlarımızda geziyor bu düşman desek yeri var.

Evet, son günlerde maalesef gündemden düşmeyen ve nice yüreği yakan bir düşmandan, ‘şiddet’ten bahsediyorum.

İşin hazin tarafı, bu düşmanı kendi ellerimizle besliyoruz. Basılı ve görsel medyadaki şiddet görüntüleri almış başını gidiyor. Birçok internet sitesi de cabası. Ve belki de daha tehlikelisi, kavgalı-dövüşlü bilgisayar oyunları... Çünkü Tv’deki şiddet görüntüleri karşısında bir derece pasif kalan çocuklar, bu oyunlarda aktif konumda. Adeta şiddet davranışlarının içinde, hissederek, duyarak işliyorlar o filleri. Bir nevî simülasyon. Yani gerçeği taklit... Kimbilir ruh dünyalarında ne tür bir menfî etki bırakıyordur bu oyunlar?

Bediüzzaman’ın, böylesi hisleri tahrik etmemek için bir yumurta kabuğunu bile fazlaca kırmaması düşünüldüğünde, bu tür bilgisayar oyunlarının, çocukların his dünyasında yol açtığı tahribâtı tahmin etmek işten bile değil.

Ne yazık ki tertemiz dimağları ve masum yürekleri, kendi ellerimizle kirletiyoruz.

Bediüzzaman, “Bâtıl şeyleri iyice tasvir, safi zihinleri idlâldir” diyordu. Günümüz medya dünyası, bu prensibin gereğinden çok ama çok uzak. Gördüğü zihin bulandırıcı görüntüleri, başkasının akıl ve midesini de bulandırmamak adına, göstermeden, yaymadan ıslâhı yoluna gitmesi gerekirken, bugün maalesef şiddet ve ahlâksızlık kusuyor.

Vazifesi uygun bir dille tehlikeye dikkat çekmek ve kamuoyunu uyandırmak olması gerekirken, tam aksine tehlikeye, kötülüğe teşvik eder hale geldi günümüz medyası. “Şuyuu vukuundan beterdir” hükmünü tasdik ediyor her geçen gün. Ağır kaçacak belki, ama kimi basılı medya—belki bilmeden de olsa—adeta ‘üçüncü sayfa’larına malzeme çıkarmak için yeni haber tohumları ekiyor. Şiddet ve ahlâksızlık eken, aynısını biçer çünkü.

Bediüzzaman yaklaşık bir asır önce, gazetelere hitaben yazdığı bir makalede, buna mı dikkat çekiyordu yoksa: “On para kazanmak için ahlâk-ı İslâmiyeyi esasıyla sarsan (...) müstehcenât ile ezhân-ı şûrede (çorak zihinlerde) ahlâk-ı rezilenin tohumunu ekiyorlar” (İçtimâî Reçeteler, s. 257, Tenvir Neş.)

Gerçekten de, tam bir “bâtılı tasvir” kuşatması altındayız.

Hiç bilmediğimiz kötülüklerden, rezilliklerden, ahlâksızlıklardan, şiddet hadiselerinden hemencecik, bir çırpıda haberdar oluyoruz ister istemez. Artık buna bir dur demeli. Zihin ve kalplerimiz, böylesi şer tohumlarının tarlası, tâbir-i diğerle bir ‘kanalizasyon kültürü’nün havuzu olmaktan kurtulmalı.

Peygamber Efendimiz (asm) ne güzel söylemiş bir hadisinde: “Günah gizli kaldıkça sadece sahibine zarar verir. Ortaya çıktığında ise düzeltilmezse, topluma zarar verir” (Câmiü’s-Sağîr, 332)

Evet yapılması gereken açık: ‘Bâtıl şeyleri iyice tasvir’e son vermeli. Tâ ki, bir yumurta kabuğunun fazlaca kırılmasından bile müteessir olan insan ruhundaki tahrip hisleri uyandırılmasın, temiz zihinlere ve safi kalplere rezil ahlâkın tohumları atılmasın...

İsmail TEZER

02.02.2007


ESMA-İ HÜSNA

Rahîm

Allah (c.c.), Râhim’dir, Rahîm’dir. Yani Cenâb-ı Hak sonsuz rahmet ve merhamet sahibidir. Hiçbir mahlûkunu ve hiçbir kulunu rahmetinin hâricinde bırakmaz. Rahmeti gazabını geçmiş, bütün kâinatı kuşatmıştır. Cenâb-ı Allah bütün kullarına acır, bütün mahlûkatına şefkat ve merhamet eder.

Peygamber Efendimiz’in (asm) Cevşenü’l-Kebîr’de zikrettiği isimlerden olan Râhim ismi ve bu ismin mübalağa şekli olan Rahîm ismi Kur’ân’da kimi zaman ismen, kimi zaman ise mânâ itibariyle çok sık geçer.

İlgili âyetlerden bir kaçı şöyledir:

“Rabbin ganidir ve rahmet sahibidir.” (En’am Sûresi: 133) “Rabbiniz geniş rahmet sahibidir.” (En’am Sûresi: 147) “Kullarımdan bir topluluk: ‘Rabbimiz! İnandık, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın’ diyordu.” (Mü’minun Sûresi: 109)

“Kalp inceliği ve şefkati” mânâsını ifâde eden “Rahîm” lafzının Cenab-ı Hak hakkında müteşâbih olarak kullanıldığını beyan eden Bedîüzzaman, bu ismin mikro-nîmetlere delâlet ettiğini, gözle görünmeyen mikro-nimetlerin küçümsenemeyeceğini; çünkü küçük nimetlerin, büyük nimetlerin tamamlayıcısı hükmünde olduklarını kaydeder.

Kur’ân’da iki yüz yirmi defa Rahîm ismi geçtiğini belirten Bedîüzzaman, Rahîm ismine mazhar olan Risâle-i Nûr’un, çok hakîkatleri rahîmiyet sırrının inkişâfiyla ispat ettiğini kaydeder.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, Besmele’de hiçbir zaman dilimizden düşürmediğimiz Rahîm ismi, insanın top yekûn rûhî kuvvelerindeki şefkat ve rahmet incelikleri ile merhamet pırıltılarında tezâhür etmektedir. İnsânın maddî mânevî sîmâsında rahîmiyetin yüksek mührü vardır. Rahîm ismi şefkat etmek istemekte, şefkate muhtaç ve mazhar her bir canlı ise, bütün hayatıyla, kendisine bir şefkat elinin uzandığını îlan ederek Rahîm ismini göstermektedir. Meselâ, insanın yediği güzel meyveler insanın midesinde dağılıp erimekte ve zâhiren kaybolmakta, fakat ağız ve mide başta olmak üzere bütün beden hücrelerinde faaliyetkârâne bir lezzet ve bir zevk vererek, hayatı beslemekte ve hayatı devam ettirmektedir.

Bedîüzzaman’a göre canlılar ve hayvanlar âlemi, Rahîm isminin şefkat burcunda görünmesiyle ışıklanıyor. Bu nur üzüntü, keder ve hüzünden gelen yaş damlalarını; ferah, sürûr ve şükrün lezzetinden gelen sevinç damlalarına çeviriyor. Rahîm isminin Gafûr burcunda görünüşü de, insanın içindeki çok âlemi aydınlatıyor, nûrânî âhiret âleminden pencereler açıyor ve insanın karanlıklı dünyasına nurlar serpiyor. Aşktan daha keskin ve daha geniş bir yol olan şefkatle insanın ulaştığı isim, Rahîm ismidir.

Deniz içinde ve yeryüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanâtın ve yavruların, “Yâ Cemîl! Yâ Rahîm!” dediklerini, kedilerin dahî, “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” diye zikrettiklerini beyan eden Bedîüzzaman, insanlara ve hayvanlara rızkı yetiştirmek için suyun semadan gönderilişinde, şefkat etmek kabiliyetinde olmayan hissiz ve şuursuz toprağın kapısının canlıların rızıkları ve nîmetleri için açılışında, açlara merhamet etmekten çok uzak olan otların ve ağaçların eliyle meyvelerin ve hubûbâtın ihsân edilmesinde, perde arkasında bir Hakîm-i Rahîmin rahmet ve merhametinin bulunduğunun gözlerden aslâ kaçmadığını kaydeder.

Rahîm isminin ufku, gaybtan harikulâde bir tarz ile nîmetlerin her mevsim ihsân edilişini haber veren âyetlerde de gözükmektedir.

Acımak ve şefkat etmek mânâlarının rahmet ve nîmeti tahrik ettiğini beyan eden Bediüzzaman Saîd Nursî, Cenab-ı Hakkın zâtî olan cemâl ve kemâl sıfatlarının, Rahmân ve Hannân isimlerinin tezâhürünü istediğini, bu isimlerin de Rahîm ismini cilveye sevk ederek rahmet ve nîmeti dünyaya gösterdiklerini kaydeder.

(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna)

02.02.2007


Haber yorum

Kar değil, şifa yağıyor!

Konya Dr. Faruk Sükan Doğum ve Çocuk Hastanesinde görevli, Emziren Anneleri Destekleme ve Aile Sağlığını Koruma Derneği Başkanı Dr. Sema Soysal, kar yağışının olmaması ya da az olması nedeniyle bazı hastalıklara yol açan birçok mikrobun aktif halde havada bulunduğunu, grip gibi birçok hastalığın kar yağmadığı için çok yayıldığını söyledi.

Dr. Sema Soysal'ın bu sözleri, Yaratıcı'nın, herşeyde olduğu gibi karda da pek çok hikmetleri gizlediğine işaret ediyor.

Bizim kul olarak herşeyin hikmetini bilmeyişimiz, o hikmetlerin olmadığını göstermez. Zaman geçtikçe, bilim ilerledikçe bu hikmetler tek tek ortaya çıkmakta, herşeyin hikmetle yaratılmış İlâhî bir sanat eseri olduğu gerçeği ispatlanmaktadır.

İşte kar da böylesi hikmet dolu bir sanat eseridir.

Belki bazen kar yağışı sebebiyle kazalar, çığ gibi felâketler meydana gelebilmektedir ama bütün bunlar genel anlamda tecellî eden hayır ve güzelliğe bir eksiklik getirmemektedir. Öte yandan böylesi olumsuzluklar, insanoğlunun kendi iradesiyle sebep olduğu hadiselerdir. Dolayısıyla kar yağışından dolayı zarar gören bir insan, genel sonuçları itibariyle pekçok hikmet ve faydaları bulunduran kar yağışını ‘zarar verici, kötü bir hadise’ olarak göremez ve görmemelidir de. Nitekim Bediüzzaman da "Halk-ı şer (kötülüğü yaratmak), şer değil; kesb-i şer (kötülüğü işlemek) şerdir" diyerek buna işaret eder.

Yaratılın her şey, bazen zahirî bir takım çirkinliklere sebep olsa bile, pek çok güzellikleri içerisinde saklar. İşte kar yağışı da, grip gibi birçok salgın hastalığın mikrobunun havada kolayca yayılmasını engellemesi itibariyle, nice güzellik ve hayırları içerisinde bulundurmaktadır.

Bediüzzaman kar yağışındaki bu hikmete şu cümleleriyle dikkat çekmişti:

“Kar’ı pek bâridâne (soğukça) ve tatsız telâkkî ederler. Halbuki, o bârid (soğuk), tatsız perdesi altında o kadar hararetli gàyeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.” (Sözler, s. 211)

02.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004