Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Hayatın neresindeyiz?

Bu hayat, zamanın hengâmesinde geçip gidiyor. Öyle karmaşık, öyle hızlı geçiyor ki, çoğu zaman nasıl geçtiğini anlayamıyoruz bile. Bir de teknoloji sarmalamışken bizi, daha da bir hızlı geçiyor. Cep telefonu, internet, televizyon derken; hayatın neresinde kalıyoruz biz. Hayatın hangi yerinde nefes alıp yaşamaya çalışıyoruz.

Manevîyatımızdan bihaber mi geçecek bu ömür? Dışa dönük bir hayatımız olmasına rağmen, içe dönük bir yanımız da var. Başımıza kaldırıp gökyüzünün maviliğine baktık mı hiç? Kuşların kanat çırpışını seyre daldık mı? Bizi bile bizden alan teknolojinin, bir an olsun sıyrılıp, kendi içimize döndük mü? Dışa her zaman bakılır, yeter ki bakmasını bilelim. Önemli olan iç dünyamızın hallerini anlayıp, keşfe çıkmak. Evet keşif diyorum. Bizde o kadar çok duygu var ki, daha hangisini keşfettik. Gökyüzünün maviliğin güzelliğini ancak iç dünyamızdaki o güzel duygularla bakarsak anlayabiliriz. Kendimizi tanırsak, çok şeyi de tanıma imkânımız olacaktır. Bu da bizi bizden almaya çalışan teknolojiden arada bir sıyrılarak.

Günün koşuşturmaları çok. Bitip tükenmeyen işler sırada beklemekte. Zihnimiz sürekli yapmak istediklerimizle dolu. Yani gün boyu meşgalelerin peşinde, sağa sola koşturmaktayız. Çoğu zaman kendimizin bile farkında olmadan, günü bitirmekteyiz. Peki, bu kadar koşuşturmada, aynı soruyu yeniden soruyorum, biz bu hayatın neresindeyiz? Soru üstüne soru sorulur; buna benzer sorular çoğaltılabilir; ama neticede yine aynı yere geleceğiz. Tam olarak cevap veremediğimiz bir sorunun çevresinde dönüp durdukça.

Biz hayatın neresindeyiz? Zenginlik içinde yaşayan da, fakirliğin yolunda yürüyenlerin de, kısaca bütün insanların sorması gereken bir soru. Cevabın verilmesi mutlaka zor olacaktır, ama verilmeye çalışılmalı. Kaçmak, bizi sadece, yaşadığımız hayata geri döndürecektir. Her daim zihnimizde olan sual; her zaman hatırlatma faaliyetini devam ettirecek. Biz kaçtıkça; o kovalayacak. Yani kaçış yok. Hayatın bir yerlerindeyiz. Nefes alıp yaşamaktayız. Gökyüzündeki kuştan habersiz. Sokaktaki yeşil gözlü kedinin masum bakışlarından bihaber. En önemli kendimizden. Bırakmışız hayata öylesine kendimizi. Acı nerden geliyor, mutluluk bizi nasıl buluyor, ölüm hangi kavşakta bekliyor? Düşünme seanslarında uzak; görselliğe yakınız. Her şeyi bir tuşla hallederken, biz kendi içimizdeki savaşları halledemedik. O savaşların bile çoğu zaman farkına varmadık. Gözümüz dışarıyla, dilimiz başkasının durumu hakkında konuşma nöbetlerinde. Ah!... Bir anlayabilsek kendimizi. Hayatın neresinde olduğumuzun farkına varsak. Bin bir parçaya bölünmeden, bir parçada bulsak kendimizi. Sahi hayatın neresindeyiz? Bana göre cevabı: Yaratılışımızın sebebinde saklı. Onu gerçek anlamda anlayıp o doğrultuda yaşarsak; hayatın kulluk yönündeyizdir. Yoksa neresinde olduğunu hem bilemeyiz hem de öylesine yaşarız hayatı. Yani cevabı veremeyiz; çünkü hayatın neresinde olduğunu bilmemekteyiz. Ne acı bir şey değil mi? Eşref-i mahlûkat suretinde yaratılan insan için.

Fadime KAYA

10.03.2007


Ürkek ve özgür

İnsanlar da ülkelere benziyor

Sınırları var, yüzölçümleri

Yasaları var

Bayrakları, ilkeleri

Kimi dağlık bir arazidir.

Kimi kıraç

Kimi bereketli.

Kimi dardır

Kimi engin göz alabildiğince

Kiminin sınırlarından sıkı pasaport denetimiyle girilebilir.

Elini kolunu sallayarak girersin kiminden içeri

Sonuçta ne küçümse insanları kızım

Ne de önemse gereğinden çok

Ama anlamaya çalış

Nedir ve ne kadar genişleyebilir yüz ölçümleri...

Ataol Behramoğlu, insanları ülkelere benzetiyor. Ve biz geçtiğimiz günlerde yüzölçümü çok geniş bir ülkemizi kaybettik. Hrant Dink, arkasında bıraktığı sisli bir cinayet ve son yazısıyla konuşulmaya devam ediyor. Yazımın başlığını, onun yazısındaki bir bölümden aldım. Daha doğrusu son bölümünden... Bakın ne diyor?

“Kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin tâ içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce...”

Hrant Dink, Agos, 19. 01. 2007, Yeni Asya, 21. 01. 2007

Hrant Dink, bu ülkeye, bu toprağa, bu insanlara inanan, güvenen biriydi. Güvercinleri katledebilecek bir insanın, insanların varlığını bilmiyordu, bilmek istemiyordu belki. Ama böyle bir sonda hayal etmiyordu belli ki... Onlarca insanın geçtiği bir caddede kurşunlanarak...

Her şey, ama her şey gözünüzün önünden geçiyor biliyorum. İlk kez haberlerden son dakika anonslarıyla geçtiği zamanlardan, cadde ortasındaki yerde yatan görüntüsünden, cenaze görüntülerine kadar herşey...

Hâlâ da gösterilmeye devam ediyor. Cinayetin sisli perdesi aralanmaya çalışıldıkça daha da devam edeceğe benziyor.

Bediüzzaman, her Müslümanın her hali Müslüman olmaz diyor ya... Her gayr-ı müslimin her halinin gayr-ı müslim olmadığı gibi... İşte hallerin tamamına yakınını Müslüman yapan insanlardan biriydi Hrant Dink. Ve böyle insanlara en fazla ihtiyacımızın olduğu bir zamanda aramızdan ayrıldı. Aslında bu ihtiyaç hiç bir zaman bitmez öyle değil mi? Her toplumda böyle tampon vazifesi yapan insanlar vardır, sayıları azdır, ama varlıkları bakîdir. Böyle insanların sayılarının fazlalaşması, toplumun huzuru ve refahı açısından gereklidir. Bu gerekli insanların sayısının artması için mücadele veriyordu Dink. Bazı gayr-ı hukukî yasalar hedef göstermeseydi, bir Türk düşmanı olarak değil, düşünce ve özgürlük kahramanı olarak kalacak, öldürülmeyecekti belki. Ama bizim gönlümüzde hep özgürlük kahramanı olarak kalacak...

Yeni Asya’ya verdiği röportajında, ‘biz bu topraklara gömülmeye geldik’ diyen Dink, bence hakikî vatanperverliğin ne olduğunu da gösteriyordu. Kavlen ve fiilen...

Bir yetimhanede büyüyen, daha sonra yetimhane arkadaşıyla evlenen, ayrılmış olan anne babasını barıştırıp, evinde yer gösteren biriydi o. Yetimhanede kalan çocuklardan hafta sonları gidecek evi olmayan çocukları alıp evine getiren, onlar mahzun olmasınlar, kimsesizliklerinden dolayı hüzünlenmesinler diye endişe eden biriydi aynı zamanda. Onları kendi evine eşiyle beraber yıkar, temizler, yedirir, içirir, gönüllerini mutlu eder öyle gönderirlerdi. Mümtaz bir haslet değil mi? Keşke böyle ufku ve gönlü geniş insanları son yolculuğuna uğurlamak yerine, bunların sayısını artırabilseydik... Ama ne yazık...

Hrant Dink, uğruna mücadele ettiği anlayışı, vefatıyla, yerine getirmiş oldu. Herkesin mutlu bir kabullenişle birbirini kabullenip barış içinde yaşattığı bir Türkiye... Bu onun cenazesiyle gerçekleşmedi mi?

En son Barış Manço öldüğünde böyle üzülüp yanmıştım. Şimdi de Dink için... Ama ona teşekkür borçluyuz gibi geliyor. Hasır altı ettiğimiz bazı hakikatleri, vefatıyla tekrar gün yüzüne çıkartıp hatırlattığı için...

Kendisine rahmet, metanetiyle dimdik duran kederli ailesine de sabırlar diliyorum. İnşallah Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğüne verdiğimiz en son kurban olur... Saygılarımla...

Havva KONUR

10.03.2007


Model ülke!

Türkiye için zaman zaman dile getirilen bir ifadedir. “Türkiye, İslâm ülkelerine model olabilir” veya “Örnek demokratik bir İslâm ülkesi” olarak gösterilebilir. Yani, bir diğer ifade ile Türkiye, İslâm ülkelerinin “idolu” olabilir iddiası..

Böyle bir iddia maksadını aşan bir iddiadır. Yani, hangi başarınızı “örnek” göstereceksiniz? Demokrasinizi mi? Yoksa ekonomik gelişmişliğinizi mi? Her ikisinde de, henüz emekleme noktasında değil miyiz?

Türkiye’nin “model” ülke olabileceği söylenirken önemli bir gerçek gözlerden kaçıyor. Öncelikle, “idol” olmak, yani örnek alınacak ülke olmak için yaptığınız şeyin gıpta ile seyredilmesi lâzımdır. Yani, hayret uyandıracak bir konumda olmanız gerek. Türkiye böyle bir konuma gelmiş midir? Bu soruya gönül rahatlığı ile “evet” demek zor. Vakıa bir çok ülkeden iyiyiz. Gerek demokrasinin uygulanması, gerekse ekonomik açıdan bakıldığında bu söylenebilir.

Ancak, bu durum bizi sadece bir gömlek öne çıkarıyor o kadar. “İdol” olacak seviyede ve konumda olduğumuz söylenemez. Çünkü, bunu söyleyebilmek için Japonya gibi ekonomik göstergelerimiz 5-6 kat hatta 10 kat daha iyi olmalı. Oysa Türkiye’nin kişi başına düşen geliri henüz 5000 dolar seviyesinde.

Peki, Müslüman bir ülke olmasına rağmen; demokrasinin uygulanması hususunda başarılı olduğu dolayısıyla örnek alınabilir mi? Buna da “evet” demek zor. Zira henüz kendi demokrasimizi “kâmil mânâda” kurduğumuz söylenemez. Avrupa’yı 200 yıldır taklit ettiğimiz halde başarıya ulaştığımızı söylemek henüz erken.

Böyle olmasına rağmen Türkiye’nin zaman zaman “örnek” ülke olabileceğinin dile getirilmesi biraz da tarihde yaşadığı ve yaşattığı şanlı geçmişinden kaynaklanıyor. “Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır” anlayışından gündeme geliyor. “Madem geçmişte böyle bir işi başarmış, şimdi neden olmasın” mantığı bu fikri gündemde tutuyor. Ama bilinmelidir ki, bu asrın şartları çok farklıdır. Bu asır akıl ve fikir asrıdır. Hiç kimse hamasî ve duyguları hedef alan yaklaşımları dikkate almıyor. Artık, ele bakılıyor, kalbe bakılmıyor. Elde avuçta gösterebileceğin bir şey var mı? Varsa göster. Yoksa susmak her zaman daha iyidir.

Hem, her toplumun kendine has oluşmuş kabülleri vardır. Bu kabüller aile geleneklerinden, aşiret kurallarına, dini inançlardan iklim şartlarına kadar bir dizi değişim gösterir. Her toplumun giyim kuşamı farklı olduğu gibi, damak tadından, göz zevkine kadar bir sürü farklı anlayış ve yaklaşımı vardır. Bu durum her toplumun kendine has yapısının olduğunu göstermektedir. Bu da tabiî olarak o toplumun kendine özgü sistemi, kendi damak tadına uygun yemeği pişirmesi anlamına geliyor. Aksi halde çirkin bir taklitçilikten ve dayatmacı bir yaklaşımdan öteye geçmez.

Demek ki, Türkiye’nin İslâm ülkelerine “örnek” olabilmesi gelişmesi ile doğru orantılıdır. Yani, tarihde olduğu gibi “lider” bir ülke olmanın yolu önce başarıdan geçer. “Düşün peşime” demekle bu iş olmuyor. Peki ne olabilir? Bana göre şu olabilir: Türkiye, uzun zamandır Avrupa ile iyi iletişim içinde bulunuyor. Bu sayede yüksek oranda bilgi birikimine sahip olduğu söylenebilir. 107 bin sayfa olduğu iddia edilen “Avrupa müktesebatını” kapmış denebilir. Dolayısıyla “örnek” olmak onlara yardım etmek isteniyorsa, bu mânâda yardımcı olunabilir. Elde etmiş olduğu bu bilgileri İslâm ülkeleri ile paylaşabilir. Bu bilgilerin onlara da akmasını sağlayabilir. Neden olmasın?

[email protected]

Nurettin HAYAT

10.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004