Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

"İçimizden bir beşere mi uyacağız?" dediler. "O zaman sapıtmış ve çıldırmış oluruz."

Kamer Sûresi: 24

16.03.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Genişlik ânında da, sıkıntı ânında da Allah'tan kork.

Câmiü's Sağîr, c: 1, no: 64

16.03.2007


Avrupa ve Amerika, İslâmiyete hâmiledir

Hürriyetin birinci senesinde İstanbul’da Câmiü’l-Ezher’in Reis-i Uleması olan Şeyh Bahid Hazretleri (r.a.) İstanbul’da Eski Said’e sordu:

“Mâ tekûlü fî hakkı hâzihi’l-hürriyeti’l-osmaniyyeti ve’l-medeniyyeti’l-avrubâiyyeh”

Said cevaben demiş:

“İnne’l-osmaniyyete hâmiletün bidevletin avrubâiyyeti fesetelidü yevmen mâ

Ve’l-avrûbâ hamiletün bi’l-İslâmiyyeti fesetelidü yevmen mâ”

Yani, “Osmanlı hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkında fikrin nedir?”

O vakit Eski Said demiş: “Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyete hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak” Şeyh Bahid’e söylemiş.

O allâme zat demiş: “Ben de tasdik ediyorum.” Beraberinde gelen hocalara dedi: “Ben bununla münâzâra edip galebe edemem.”

Birinci tevellüdü gözümüzle gördük. Bir çeyrek asır Avrupa’dan daha dinden uzak...

İkinci tevellüd de inşaallah yirmi otuz sene sonra çıkacak. Çok emarelerle, hem şarkta, hem garpta Avrupa içinde bir İslâm devleti çıkacak.

Emirdağ Lâhikası, s. 345

***

İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Carlyle ve Bismarck gibi böyle dâhi muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim ki:

Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hamiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.

..istikbalin kıt’alarında hakikî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâp etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur’ân’a tâbi olur, ittifak eder.

Hutbe-i Şamiye, s. 38

Lügatçe:

Câmiü’l-Ezher: Ezher Üniversitesi.

Reis-i Ulema: Âlimlerin reisi.

tevellüd: Doğma, doğum.

hurafat: Hurafeler, batıl şeyler.

İsevî: Hz. İsa’nın dininden olan; Hıristiyan.

16.03.2007


Bosna’da Risâle-i Nur’a ilgi artıyor

Bosna Hersek’te Risâle-i Nur hizmetlerinde bulunan Erdoğan Nil’le küçük bir söyleşi yaptım. On yıldır Bosna’da bulunan Nil, Risâle-i Nur Külliyatını Boşnakça’ya tercüme çalışmalarının hızla sürdüğü müjdesini veriyor bizlere. Bosna’da başta kadınlar olmak üzere her kesimden insanın Risâle-i Nur’lara ilgi gösterdiğini belirten Nil, üzerinde düşünülmesi gereken konulara temas ediyor. Nil’in bizi haberdar ettiği bir de internet sitesi var. www.poslanice.com Boşnakça Risâle-i Nur hizmeti veren bir site.

* Risâle-i Nur’larla ne zaman, nasıl tanıştınız?

Risâle-i Nur’larla üniversiteyi bitirdikten sonra (yirmi sene kadar önce) bir tanıdığımın verdiği Sözler mecmuâsını okuyarak başladım. Daha sonra diğer kitapları temin ettim.

* Tercüme çalışmalarına başlamanız nasıl oldu?

Bosna’ya 1997 senesinde geldim. İnsan, normal olarak tanıştığı bu güzel hakikatlerin başkalarının da ellerine geçmesini arzu ediyor. Bu konuda neler yapabileceğimi araştırdım. Orada kütüphanede çalışan bir bayanın desteği ile ilk muhtasar Tarihçe-i Hayat’ı hazırladık. Daha sonra diğer bir bayan tercümanla 6-7 küçük kitabı tercüme ettik. Sonra Malezya’da ilâhiyat bitirmiş, İngilizce ve Arapçası mükemmel biriyle çok ciddî bir şekilde Risâle-i Nur’ların tercümesine başlandı. Şu ana kadar elimizde Haşir Risâlesi, 19. Mektup, 25. Söz, Âyetü’l-Kübra, Gençlik Rehberi, Hanımlar Rehberi, Meyve Risâlesi, Hutbe-i Şamiye, Hakikat Nurları gibi 15-16 kitap mevcut. Yaklaşık bir sene kadar önce bütün külliyat tercüme edilmeye başlandı. Şu anda Lem’alar mecmuâsının tercümesi bitti. Sözler üzerinde çalışmalar sürüyor.

Boşnakça tercümeler gerçekten kaliteli. Tercüme edenin Risâleleri gerçek mânâda anlaması için sadece lisan bilgisi yeterli olmuyor. Bütün külliyata vukufiyeti gerekli. Çok okumuş olması gerekiyor. Bunun yanında, sanırım pek çok yerde gözden kaçan bir husus da tercümanın tercüme kabiliyeti olması, anladığını edebî bir şekilde ifade edebilmesi. Bu ise herkeste bulunamıyor. Ayrı bir kabiliyet. Üstelik hangi lisana tercüme ediyorsa o lisanı da çok iyi bilmesi gerekiyor. Ve severek yapmasının da ayrı bir önemi var. Cenâb-ı Hak şu an bize böyle birini gönderdi, istihdam ediyor.

* Ülkenizde Risâle-i Nur’lara olan ilginin boyutu nedir? Daha çok hangi yaş ve meslekten insanlar ilgileniyor, okuyor?

Sizin elinizdeki gerçek bir Kur’ân tefsiri. Kıymetli bir mal. Sahipsiz kalmaz. Fakat çeşitli İslâmî cereyanlardan o kadar çok kitap tercüme edilmiş ve edilmekte ki. Buna mukabil İslâmî kesim kitap okumaya o kadar az vakit ayırıyor ki. Ve ayırdıkları kısıtlı vakitlerinde de okunması kolay, sıradan eserleri, cinlerle, büyülerle ilgili, kıyamet alâmetleri ile alâkalı eserleri tercih ediyorlar. Eline kalem alan, işsiz kalan kitap yazıyor. Biraz lisan bilen tercüme yapıyor. Bunlar ciddî problemler. Sadece burada değil, pek çok yerde bu problem var. Bunun bir şekilde değişmesi lâzım. Zamana ihtiyaç var.

Biz bugüne kadar Bosna’da, Sarayevo’da ve çeşitli şehirlerde yaklaşık 10 civarında tanıtım faaliyeti yaptık. Bunların ekserisinin sponsorluğunu, İlâhiyat Fakültesi ve Diyanet Dairesi üstlendi. Başarılı sonuçlar aldık. Yani Üstad Said Nursî ve Risâle-i Nur buralara yerleşti. Bir çeşit tescillendi (tabir doğru ise). Bunun yanında son 2-3 senedir kitap fuarlarına katılıyoruz.

Bu fuarlara her kesimden insanlar geliyor. Kitaplarımızın kalitesini ve fiyatların uygun olmasını da eklersek gerçekten çok iyi neticeler aldık. Meselâ en son Aralık ayında katıldığımız fuarda 1000’den fazla kitap sattık. Alanların çoğunluğu bayanlar, üstelik dış kesimden bayanlar. Yani İslâmî özellikleri görünüşlerinden pek fazla hissedilmeyen bayanlar. Ki bu kesime Risâlelerin girmesinin ayrı bir önemi var. Sosyal hayatta buralarda daha ziyade hanımların etkileri hissediliyor.

Risâleleri Bosna’da her kesimden insanlar okuyor diyebiliriz. Üniversite gençleri arasında da okunuyor tabiî. Bizim bilgimiz haricinde toplanıp ders okuyorlarmış. Sonradan duyuyoruz.

* Risâle-i Nur’ların tercüme edilmesinin önemi hakkında Türkiye’ye vermek istediğiniz mesajlar var mı?

Üstadımız Risâle-i Nur’un iki önemli vazifesinden bahsediyor. Biri, Sedd-i Zülkarneyn vazifesi görmesi, diğeri ise âlem-i İslâmın uhuvvetini tekrardan bu vatana kazandırması. Bu ikinci kısım dışarıda daha iyi hissediliyor. Bilhassa Osmanlının çekildiği yerlerde aleyhte çok şiddetli propagandalar yapılmış. Ve yapılmaya da devam ediyor. Buna karşı, uhuvveti sağlayacak Risâle-i Nur’dan başka bir şey değildir. Cenâb-ı Hak böyle bir eseri bize ihsan etmiş. Bu hem ikram, hem de sorumluluk. Neşrine bütün gücümüzle çalışmamız lâzım.

(Bizim Aile, Mart-2007 sayısından alınmıştır)

Naciye KAYNAK

16.03.2007


Geceye düşen notlar

Yine gece olmuş ve etrafı sessizlik kaplamıştı. Yeryüzüne ve diğer âlemlere bakan gözlerle göz gözeydik artık. Onların gördüklerini biz göremesek de, gören o gözleri seyretmek de güzeldi… Anlattıklarını duyamasak da, göz kırpmaları ve kıpırdamalarıyla yıldızlarla aramızdaki iletişim sağlanmıştı.

Gecelerin sultanı ay ise asırlardır unutmamıştı Efendimiz’in (asm) mübarek parmağı ile iki parçaya ayrılışını… O mucizenin hatırasını her an taze tutuyor olacak ki, tebessüm eden çehresi kimbilir belki de hâlâ Asr-ı Saadet’e bakıyordu… Biz ise perişan bir asırdaydık. Geceler bize göre onların tebessüm dolu çehrelerini seyredip mutlu olmak için bir kaçıştı bu keşmekeşlikten… Ahirzamanın geceden daha karanlık gündüzlerine bir örtüydü geceler…

Bir gece, bir gündüz… Kâinat denizinin çalkantılarında içindeki onca garabete rağmen gece-gündüz emniyetle yüzdürülüyordu dünya gemisi. Bu gemiye binmek için bilet alınmıyordu. Nerede ineceğini de kimse bilmiyordu. Başka gemiler de vardı bu denizde. Bunların bir kısmı dünyamızdan milyonlarca kat büyüktü belki de… Görevlerini severek ve özveri ile yapıyorlardı ki, bunca zaman aralıksız hatasız devam etmişlerdi seyirlerine.

Biz de bu mecburî yolculuğun gece olan kısmındaydık. Işıklar çoktan sönmüştü. Etrafa sessizlik çökmüştü. Ömür ağacımızın siyah faresinin kemirdiği tarafındaydık. Tezatlarla dolu ömrümüz gece mi son bulacak, yoksa gündüz mü bilinmez…

Hiçbir şeye hükmü geçmeyen insan ne kadar da aciz ve fakir. Eğer bu büyük boşlukta yalnız olduğunu ve her şeyin tesadüf olduğunu düşünse var olmak ürkütücülüğün de ötesinde korkunç birşey olurdu.

Varlık ve yokluk, gel-git’ler, iç ve dış âlemler, kışlar ve yazlar, acılar ve sevinçler… Gecenin anlattıkları bu kadarla sınırlı değildi. Öyle derin mevzulara pencereler açmıştı ki, hangisinden baksak sırlarla dolu bir âlem çıkıyordu karşımıza. Bir bütün olarak baktığımızda ise herşeyin bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı, birbiri ile alâkalı mükemmel bir düzen içinde olduğunu görmek mümkündü.

Muhteşem manzaralar ılık rüzgârların sesi ile bütünleşince cennete bakan gözleri seyretmenin bedeli yüzlerce sinema ile değişilmezdi. Hani bizim hiç gitmediğimiz ama büyüklerimizin ballandıra ballandıra anlattıkları yazlık sinemalar vardır ya… Bir perdeye yansıyan filmi seyretmek için fiyatı neyse ödeyip yerlerini alırlarmış büyük bir heyecanla. Halbuki başlarını kaldırsalar gökyüzüne o sinemadan yüz defa daha zevkli, üstelik perdesiz, yalın bir gözle, canlı olarak binlerce âlemleri ve gerçek senaryoları seyredeceklerdi.

Bu gece biz de gökyüzünde her gece vizyona giren filmlerden birini seyretmiştik. Üstelik bu filmde seyrettiğimiz olayların hepsi gerçek ve o anda yaşanmaktaydı. Üstelik bu filmde hiç dublör kullanılmamış ve karakterlerin hepsi gerçek kişilerdi. Ve üstelik bu sinemayı seyretmek için hiç para ödememiştik. Dahası... Daha ne olsun işte, gemi bedava, sinema bedava, hava bedava...

Mehtap YILDIRIM

16.03.2007


İstanbul'un işgali ve Bediüzzaman

16 Mart 1920'de, İstanbul, İngiliz idaresindeki İtilâf devletleri kuvvetlerince işgal edilir. Esasen 13 Kasım 1918’den beri işgal altında tutulan İstanbul'da, bu defa kan dökecek tarzda bir işgal harekâtı gerçekleştirilir.

Bediüzzaman Hazretleri, işgal yıllarında İstanbul'dadır. Bütün kuvvetiyle işgalciler aleyhinde faaliyette bulunmakta, Anadolu'daki Kuvay-ı Milliye hareketini desteklemektedir. Onun o yıllardaki hizmetleri, Tarihçe-i Hayat’ında şöyle anlatılır:

“İstanbul'da, en büyük ve en ehemmiyetli ve tesirli hizmet-i vataniye ve milliyesinden birisi de Hutuvat-ı Sitte adlı eseriyle, gaddar zalimlerin yüzlerine tükürüp, izzet-i dîniyeyi ve şeref-i İslâmiyeyi muhafaza etmesidir.

“İstanbul'un yabancılar tarafından işgali sıralarında, İngiliz Anglikan Kilisesinin Meşihat-ı İslâmiyeden sorduğu altı sualine altı tükrük mânâsında verdiği makul ve sert cevapları, onun derece-i cesaret ve kemalat ve şecaatini fiilen göstermektedir.

“Hutuvat-ı Sitte'yi neşrettiği zaman, Çanakkale'de muharebe oluyordu. İstanbul'un işgalini müteakip, İngiliz başkumandanına bu eser gösterilir ve Bediüzzaman'ın bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir. O cebbar kumandan, îdam kararıyla vücudunu ortadan kaldırmak istedi ise de; fakat, kendisine Bediüzzaman îdam edilirse bütün Şarkî Anadolu İngiliz'e ebediyen adavet edeceği ve aşîretler her ne pahasına olursa olsun isyan edeceklerinin söylenmesi üzerine, birşey yapamaz.

“İstanbul'da, İngilizler, desîseleriyle şeyhü'l-İslâmı ve diğer bazı ulemayı lehlerine çevirmeye çalışmalarına mukabil; Bediüzzaman, Hutuvat-ı Sitte adlı eseri ve İstanbul'daki faaliyeti ile, İngilizin âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek, Anadolu'daki Millî Kurtuluş Hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük amillerden birisi olmuştu.

“(....)

“İstanbul'daki bu çok ehemmiyetli ve muvaffakıyetli hizmetinden, Türk Milletine pek ziyade menfaatler husûle geldiğini müşahede eden Ankara hükümeti, Bediüzzaman'ın kıymet ve ehemmiyetini takdir ederek, Ankara'ya dâvet ederler.

“M. Kemal Paşa, şifre ile dâvet etmiş ise de, cevaben, ‘Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu'dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum,’ demiştir.

“Üç defa şifre ile dâvet ediliyor. Eski Van Valisi, dostu mebus Tahsin Bey vasıtasıyla dâvet edildiği için, nihayet karar verir ve Ankara'ya gelir.” (Tarihçe-i Hayat, s. 123)

16.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004