Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Fransa’da ‘esmâ zikri’

Tan yeri ağarırken çıkmıştık yola; güneş bizim beldemizde daha günlük ubudiyet-i fiiliyesine başlamadan, biz kâinatın halifesi ve en şerefli mahlûku olma şerefini yaşamak ve hissetmek adına değerli babam Halil Uslu ile ulvî bir hizmet için yoldaydık elhamdülillah. Etraf karanlık ve yollar boştu. Karanlığı delercesine yürürken, aklımdaki şu vecize bizlere iman takviyesi oldu: “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hadisâtın tazyikatından kurtulabilir.” (23. Söz)

Evet tam beş saatlik bir maratondan sonra Ankara-Esenboğa havaalanındaydık. Birazdan havalanacak, insanlığın kâinattan ders alarak yaptığı büyük bir mucizevî araç olan uçağa yalnız başıma binecektim.

Dört saatlik uçuş başladığında gökyüzünde bir kuş gibi gidiyordum. Yukarıdan her şey çok küçüktü. Hele bir müddet sonra her şey kayboldu ve aklıma şunlar geldi: Biz bu kadar küçük ve kâinatta bir nokta kadarken nasıl olurdu bu koca kâinat bize hizmet ediyordu? Demek bir ettiren vardı! O da yüce Rabbimizdi.

Konya’dan başlayan uzun maratondan sonra Paris havaalanındaydım. Beni bekleyen candan gözler ve yüreklerle karşılaştım. Bunlar hizmet fedaisi değerli Nurdan Ablam ve eşi Abdullah Kuşe Ağabeyimdi.

Paris’te iki tane havalimanı vardır. Paris’in 16 km güneyindeki Aéroport d’Orly ve 27 km uzaklıktaki Aéroport Charles de Gaulle’dır. Paris’te uçuşlar düzenli olarak yapılıyor. Dünyanın en iyi sayılı havaalanlarından. Paris, Fransa’nın kuzeyinde yer almaktadır. Şehir, Brüksel’in 265 km güneybatısında, Lüksemburg’un 295 km güneybatısında ve Stutgard’ın 510 km batısındadır. Paris’in merkezi, meşhur Seine Nehri tarafından ikiye ayrılmıştır. Nehrin kuzeyinde Rive Droite ve Champs-Elysées, batısında Arc de Droite, doğusunda ise Louvre Müzesi, dükkânlar, market ve restorantlar sıralanmıştır.

KİLİSELER VE CAMİLER YARIŞ YAPIYOR

50 milyonluk Fransa’da, Paris’in 10 milyonu aşkın nüfusu var. Fransa halkı, metropolleri terk edip orta ölçekli şehirlerde yaşamayı tercih ediyor ve sayısı gittikçe artmakta. Herkes ruh boşluğunu doldurmanın arayışı içinde. Fransız ilim adamlarının yanı sıra buralara talebe ve işçi olarak gelen, inanç ve imanıyla ayakta kalan Kur’ân hizmetkârları sayesinde, Batı dünyasının esas ilâcı olan Risâle-i Nur, ayaklarına, hatta sofralarına kadar gelmiş. Her Müslüman aile, dinini yaşamak için elinden geleni yapmakta. Fransa’nın birçok yerinde cami ve mescidler bulunduğunu kendi gözlerimizle gördük. Bir mânâda kiliseler ve camiler yarış yapmakta.

HİZMET AŞKI

Yüreği hizmet aşkıyla dolu değerli abla ve ağabeyimle, havaalanından eve ulaşana kadar hizmet faaliyetlerini konuştuk. Benim Fransa’ya gelme teklifi almamdan 2 gün önce gördüğüm rüya, hakikate dönmüştü. Rüyamda, elime kitap uzatılıyordu ve o kitap içinde geçen bir paragraf aklımda kalarak uyanmıştım. Kitap, Risâle-i Nur’du ve 23. Söz’dü. Bunu, annem, babam ve kardeşimle paylaştım. Allah hayırlar getirsin demiştik. Gerçekten de her şeye kâdir ve malik olan Allah, duâmızı kabul eyleyip, rüyamı hayırlara ve hakikatli bir hizmete çevirmişti elhamdülillah.

Rüyamız hakikate vasıl olunca kadar, sevgili ablamla ve tatlı gelini Ayşe Akkızla Paris’in sakin ve yemyeşil bir mekânında, bayanlar, çocuklar, genç kızlar ve ayrıca dâvet edildiğimiz sohbetlerle tempolu bir hizmet akışına girmiştik. Ben de Türkiye’den giderken Yeni Asya Neşriyat’ın son olarak bastığı büyük Sözler kitabı ile Bediüzzzaman Hazretlerinin Tarihçe-i Hayat’ını götürmüştüm. Sabah, akşam, gece derken, Sözler, Mektubat, Tarihçe-i Hayat okumalarıyla 21 gün hızlıca geçmişti. Ablalar, küçük kız ve erkek kardeşlerimizle fevkalâde bir tempo yakalamıştık. Nur deryasında yüzüyorduk hep beraber, şükürler olsun.

Sohbetlerimizin temeli ve esası şu nokta idi: “İman, nasıl ki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubat-ı samedaniyeyi okutturuyor; öyle de kâinatı dahi ışıklandırıyor, zaman-ı mazi ve müstakbeli zulümattan kurtarıyor.” (Sözler, 23. Söz)

Önceden bahsettiğim rüyam gerçek olmuş, Nurdan Ablam, tam 23. Söz’ü, insanın mahiyeti anlatan eseri incelemeye karar vermişti. Evet aramızda gece gündüz, yollar dağlar ve ülkeler, hatta kıt’alar bile olsa, biz uzak değil, birbirimizden haberdardık. Aynen Bediüzzaman Hazretlerinin şu vecizesi gibi “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz âhirette, birimiz dünyada olsak, biz yine birbirimizle beraberiz.” (Şuâlar, s. 470)

AVRUPA’DA, ASLINDAN KOPMAYAN HAREKET

Kuşe ailesi, her yıl vatan aşkı, sıla aşkı ve Kur’ân aşkı içinde Türkiye’den çağırdıkları kişilerle Fransa’da ikameti olan Türkiyeli vatandaşların çocuklarına Kur’ân, hadis ve Risâle-i Nur dersi programları yaptırıyorlar. Bunlara komşu ev ve mekânlardan da katılanlar oluyor. Yani bir kültür hizmeti ve alış verişi. Her cihetle tebrik edilecek ve duâ edilecek model bir hareket, aslından kopmayan bir hareket. Böylelikle bir nesil tükenmiyor, yeni nesillere örnek hareketler ve kurtuluşun, sevginin, iman birliğinin kapıları açılıyordu. Keşke Avrupa’ya giden her Türk vatandaşı bu gayeyi taşısa ve bunlara çalışsa...

BİR İLÂHİLİ TEVAFUK

Fransa’ya gelen birçok sanatçı vardır. Bunlardan biri de, değerli musıkî üstatlarımızdan Erkan Mutlu’dur. Kendisi, kaldığım evin sahibi Abdullah Kuşe’nin sabah kahvaltısına dâvetli idi. Kendilerine hem Risâle-i Nur hediye ettik, hem de sohbet ettik... Risâle-i Nur’daki bazı şiirleri bestelediğini söyledi. “Nurlarla nasıl tanıştınız?” diye sorunca şöyle dedi: “Halamın oğlu sayesinde genç yaşlarımda tanıştım. Bir gün bana, ‘Seni bir yere götüreceğim’ demiş ve beraber bu eserlerin okunduğu bir yere gitmiştik. Çıkışta aklımda sadece çiçek, böcek kelimeleri kalmıştı, ama ruhumda anlatamadığım bir lezzet vardı. O gün bu gündür elimdedir Risâleler. Ailece okuruz, ama gönlümüz herkese açık.”

Bediüzzaman Hazretlerinin bu çağdaki kurtuluş ışığının Risâle-i Nurlarda olduğunu belirten “Hz. Mevlânâ benim zamanımda gelseydi Risâle-i Nur’u; ben onun zamanında gelseydim Mesnevî’yi yazardım” sözleriyle ve Hz. Mevlânâ’nın “Testiler kırılır, sular bir akar” ifadesiyle, bütün kardeşlerimizin imanı var, başımızın üstünde yeri vardır. Elbiseler değişik olsa da, hedef ve gaye aynı. Bir ara, topluca, bir kardeşimizin düğününe gittik. İlâhî nağmeleri salonları çınlatıyordu. Sn. Erkan Mutlu, bizi kırmayarak istek parçamız “Esma zikrini” okumuştu.

İşte Fransa’dan esma zikri, yaptığımız sohbetler, ilâhî nağmeleriyle hep birlikte bir bütün olarak sesimizi hem kâinata duyurmuş, hem de İlâhî sofrada Rabbimize bir buket halinde sunmuştuk. Bunca fedakârlıkla yapılan hizmetler, Rabbim katında kabul olur inşallah. Âmin. İnsanoğlu beşikten mezara kadar ilme, irfana, muhabbete muhtaç. İşte bizler de ruhumuza huzur, feyiz ve ilhamlar veren hakikatin ışığı, bu zamanın Kur’ân tefsiri Risâle-i Nurlarla hem dünyamızı, hem de ahiretimizi nurlandırmaya çalışıyorduk.

BİTMEYEN NUR, DEVAM EDEN SEVGİ

Üç haftalık sürem, bitmeye yaklaşıyordu. Kuşe ailesinin ev halkıyla birlikte, Abdullah Kuşe Ağabeyin ve Nurdan Ablanın sıra ile kullandıkları arabalarıyla Almanya’nın Köln şehrindeki Avrupa Nur istişaresine katıldık ve oradan Belçika’ya (Brüksel’e) geçtik. Metin Beyler ve ailesiyle de bir günümüz geçti. Sanki bir rüyadaydım. Öyle güzeldi. Tabiî bunu güzelleştiren hizmetlerin aktifliğiydi. Yoksa insan sarayda bile olsa Rabbini tanımıyorsa sıkıntıdaydı. Diğer ülkelerdeki pekçok abla ve ağabeylerimle de tanışmış, neredeyse Avrupa’yı yarılamıştım.

Oralarda da hizmetler harikaydı. Babam çok anlatırdı, resimlerini gösterirdi, fakat bu kadar renkli ve güzel olduğunu tahmin edemezdim. Özellikle hanımların şefkati ve sonsuz hizmet aşkı bizleri büyüledi. Kendimi Türkiye’de, Konya’da, Barla’da, İzmir’de, Nevşehir’de, Van’da, Alanya’da ve emsâli yerlerde hissettim. Hepsi Türkçe konuşuyor ve nine, anne, torun bir arada bulunuyordu. Avrupa’nın semalarına ışık ve sevgi yumağı sunan ve bir çok yeri nurlandıran Risâle-i Nur, hepsini bir araya getiriyordu. Onlardaki misafirperverlik ve samîmî kardeşlik simalarından okunuyordu. Bazılarını Türkiye’den, ailem vasıtası ile tanıyordum, bazılarını da yeni tanıma bahtiyarlığına erdim. Bu sırada, değerli Şükrü Bulut Ağabeyle de Almanya-Köln şehrinde tanışmış, kendisinden hayır duâlarını almıştım.

Fransa’daki bu esmâ zikri penceresine Kuşe ailesi ve onun dâvâ arkadaşları vesile oldu. Avrupa’da, Fransa’da çok pencereler var. Biz Sözler, Mektubat ve ilâhiler penceresinden baktık. Bize bu pencereden baktıranlara ve vesile olanlara teşekkür etmekten başka ne yapabilirim? Abdullahlar, Metinler, Şükrüler, Şahinler, Ayşeler, Nurdanlar, Akkızlar hepsi asil ve nurlu insanlar. Avrupa’nın temel taşları...

Dünya bir şehir haline geldi, sabah orada akşam burada. İnşallah önümüzdeki haşrin sabahı da böyle olur, böyle ışıklanır. Ayrıca Fransa’ya gidiş ve gelişlerimde hava meydanlarında her türlü zahmete katlanan cefakâr babama ve hukukçu Ömer Peker Ağabeyime teşekkür ve duâlar...

Saadet Birsen USLU

17.03.2007


Hüsünperest

Bitimsiz arzuların güzergâhında; günah katmanların da kurutulmuş gül edasındayız.

Ceylan bakışların nazında ahû- fizardayız.

Yanan ve yıkılan binlerce duygunun enkazında, recalardayız.

Biz varız, bir de fani yerde hüsünperestlerin izbesinde nefes almanın sabasına koşmaktayız. Her şey dış görünüşe endekslenmişken, her şey ona varırken; biz mi ondan bikarar. Bak her şey suretin gölgesinde sireti yaşamak istiyor. Ama dışın güzelliği boy aynalarında endamını arz ediyor. Maneviyatın adına bihaber; hüsünperestlikte haberli. Haberli olmakla kalmıyor; o diyor. Gülistanın bahçesinde gülşene yakın; ama dikenine namzet olduğunun farkında değil. Zamanın her şeyi değiştirdiği gibi dış güzelliği de sahibinden almasını bilir. Ne doyasıya bakılan bir çift göz, ne de sırma gibi saçlar kalır. Kar beyazlar bulur saçlarını, kırışıklar gezer güzelim yüzünde.

Hani hüsünperestlik? Bak kaybolup gitti. Geride ne iç güzelliğin paha biçilmez değeri kaldı, ne de siretin yalın ayak gelip iz bırakan maneviyatındaki gölgesi görünür.

Hüsünperestin cenderesine sıkışmış binlerce duygunun hendeklerinde bir bir can çekişmenin giryanındayız. Biliyoruz ve farkındayız; ama elemkarane de olsa aday olan bir tarafımız var. Bu meyil sanki duyguların toplanmış vebasını teşkil ediyor. Ondan uzak kalamadığımız gibi onu da yaşıyoruz. Az ya da çok bir yerlerimizde. Saklı olsa da bir kıvılcımla çıkıveriyor. Meyilli olmak bazen büyük bir mücadele içinde bırakıyor. Kaybetme ve kazanma arasında gidip geliyoruz. İnsanız ya, her şey var bizde. Menfilerden uzak olmadığımız gibi müsbetler de çevremizde dolanmakta; aynen olduğu gibi hüsünperestlik yani her şeyi dış güzellikte görmek adetimiz olmuş. Normal karşılıyor ve kabul etmekte inat etmiyoruz. Dâvete icabet eder gibi dış güzelliğe icabet ediyoruz. Yüreğimize binlerce sinyal yollasa da, yanlışlıklarını kapımızı tıklatarak haber değil adeta vurarak hissettirdiği halde, âman dilenmekte kendimizi uzak görmüyoruz. Bir lâhzacık olsa da geri durmaya çalışsak yine bir dış merak yüzünden nefisle vicdan arasında gelgitler yaşanıyoruz.

Sağanak sağanak üzerimize yağan, bir vebanın taşıdığı ağırlığını hissettirdiği hüsünperest; değişik şubelerinde üzerimize düşen taşın altında kalmakla karşı karşıyayız. Her şey bir güzelliğin çevresinde dönmüyor. Bazen o güzellik hüzüngâh oluyor sahibine. Ve o güzelliğe koşanlar, bir izdihamın içinde sağa sola koşturmakta. Az bir ara bulsa kaçacak. Ama o arayı kendisi hazırlaması gerekirken, yine kendisi köstek olabilmekte. Her şey hüsünperestlik değil. Zamanı geldiğinde mutlaka anlaşılır; ama önemli olan hemen anlamaktır. Zamanı geldiğinde geç olmuş olabilir. Bu da kişiye binlerce pişmanlığa giriftar eder. Keşmekeş halleri her zaman hissetmeye başlar. Ahir ömre kadar devam eder.

Hüsünperestlik; bir aldanışlık, bir yanılgı. Başta belli etmeyen bir pişmanlık. Vesveselere kurban edilen en güzel anlar. Ecirna binen narlara sığınılması gerekilen bir kuyudayken, karmakarışık eninler de boy almaktayız. Aslında hüsünperestlik bir hüzüngâhtır. Sadece onu veren, sadece o hüzün evine haps eden bir elem. Adı ne olursa olsun mahiyetinde bir gösterişlik var. Şana, şöhrete bürünen bir yalancılık var. Bitimsiz bir arzu yerine onu yakan ve bitiren bir sarhoşluk. Vicdandaki münadilerinin sesi bağırmakta; ama o sesi bastıracak sebepler o kadar çok ki, sayılmaya başlar. Sonunda elde var sıfır. Yani aynı yerde saymak. Hüsünperestliğin içinde hüzüngâhta yaşamak. Yalnızlığın kalın duvarları altında kalma pahasına bu şandan vazgeçmemek. Sonunda yalnızlığın kollarında kara toprağı mesken eylemek.

Fadime KAYA

17.03.2007


Sokak lambası

Yeni evime taşınalı altı ay oldu. Yeni taşındığım muhit genel itibariyle Anadolu insanının oturduğu, orta direk diye tabir edilen kesimin tercih ettiği bir yer. Yeterince büyük olan mahallemizin ilginçtir tek bir sokak lambası var. Evimin sokağını caddeye bağlayan yolun tam köşesinde bulunan bu sokak lambası yaz kış kaldırımı istilâ eden bir görünümünde idi ta ki o geceye kadar. Sabah mahmurluğu ile kendimi dışarı attığımda ve gelmesi gereken zamanda hiç gelmeyen minibüsümü beklerken direğe yaslanır, o sırada da direğe yeni asılmış iş ilânlarını, satılık ve kiralık ev kiralarını öğrenirdim. Ama ne olursa olsun altı üstü kocaman bir beton yığını ile beraber üstünde sarı lambası olan sıradan bir direkti. Hatta arada kızdığım bile olurdu; kaldırımın ortasında estetik bir kaygı duyulmadan dikilen bu direk, yoldan geçenlerin rahatça geçmesine engel olur ve nice sıkıntı oluştururdu.

O gece dostlarımın çay muhabbetlerine dâhil olmak üzere evimden çıktığımda bir şeylerin eskisi gibi olmadığını fark ettim. Sanki yıldızlar güneş ile ittifak edip akşam olması ile beraber ortadan kaybolmuşlardı. Ay ise hilâl görünümde ama sadece kendini aydınlatacak bir ışığa sahipti. Bu karanlık manzaranın ortasına dalıp yavaştan yürümeye başlayınca iç yakıcı bir miyavlama sesi duyuldu ayaklarımın dibinde. Ne yazık ki karanlıkta önümdeki kediyi fark etmeyip onun kuyruğuna basmıştım. Eğer zavallı kedi atik davranmasaymış seksen kilo ağırlığım ile beraber onu pestile çevirecekmişim. Şükür ki hafif bir kuyruk acısı çekecek. Neyse yürümeye devam ettim usul usul. Bu sefer başımı öne eğip önüme dikkat ederek giderken alnımdan şakaklarıma doğru acı bir ağrı ve sızı hissettim. Tam ne oldu ne olacak derken kendimi yerde buldum. Meğerse mahallemizin tek sokak lambasına sahip direği fark etmeyip kafamı ona toslamışım. İşte o an eksik olan bir şeylerin sokak lambasının ışığı olduğunu fark ettim. O hışımla ve sinirle kendi kendime söylenirken, yanımdan geçen yaşlı bir çiftin konuşması beni kendime getirdi.

“Görüyor musun hanım, Mahallenin haylaz çocukları bu tek sokak lambamızı kırmışlar.”

“Görmesine görüyorum da, ne isterler bu sokak lambasından bey.”

“Ne istediklerini bilemem ama şükür bize aydınlığın kıymetini öğrettiler, her seferinde yanından geçtiğimiz halde dikkatimizi çekmeyen bu lamba şimdi nasıl da dikkatimizi çekiyor bak.”

“Doğru dersin bey, olsun bir iki gün yanmaz ama bu sayede biz de aydınlığın kıymetini bir kere daha anlarız.”

Yaşlı çift böyle konuşa konuşa yanımdan uzaklaşınca ben de dersimi almış oldum. Eğer aydınlığın kıymetini anlamak istiyorsak onu karanlıktan sormalıyız. Bize eğer aydınlığı getiren basit bir sokak lambası olsa bile onun değerini ve kıymetini onu kaybetmeden anlamalıyız. Ve hiçbir şeyi basite indirgemeden vazifemiz neyse onu yapmaya çalışmalıyız çünkü nice basit gözüken şey vardır ki onların yapılmaması ve var olmamasından dolayı nice insanlar hep karanlıklara mahkûm kalmıştır.

Ahmet Said GÜL

17.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004