Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Salih'e buyurduk ki: “Kendini beğenmiş yalancının kim olduğunu onlar yarın bilecekler.”

Kamer Sûresi: 26

17.03.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Nerede olursan ol, Allah'tan kork. Kötülüğün peşinden iyilik yap ki, onu silsin. İnsanlarla da iyi geçin.

Câmiü's Sağîr, c: 1, no: 65

17.03.2007


Tembellik zindanına düşmemizin sebepleri

Suâl: Zindan-ı atâlete düştüğümüzün sebebi nedir?

Cevap: Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. İşte, himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedîd olan yeis rast gelir. Kuvve-i mâneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı “Ümidinizi kesmeyin” (Zümer Sûresi, 39:53) kılıncını istimal ediniz.

Sonra müzahemetsiz olan hakkın hizmetinin yerini zapteden meylü’t-tefevvuk istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz “Allah için olunuz” hakikatini o düşmana gönderiniz.

Sonra da ilel-i müteselsiledeki terettübü atlamakla müşevveş eden acûliyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz, “Sabırlı olun; sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:200.) âyetini siper ediniz.

Sonra da, medenî-i bittab olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar. Siz de, “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır” (Keşfü’l-Hafâ, 2:463) olan mücahid-i âlî-himmeti mübarezesine çıkarınız.

Sonra, başkasının tekâsülünden görenek fırsat bulup, hücum edip belini kırar. Siz de, “Tevekkül etmek isteyenler Allah’a güvensinler (başkalarına değil)” (İbrahim Sûresi, 14:12) olan hısn-ı hasîni himmete melce ediniz.

Sonra da acz ve nefsin îtimatsızlığından neş’et eden ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Siz de, “Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez” (Mâide Sûresi, 5:105) olan hakikat-i şâhikayı üzerine çıkarınız. Tâ, o düşmanın eli o himmetin dâmenine yetişmesin.

Sonra, Allah’ın vazifesine müdahale eden dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de, “Emrolunduğun gibi dos doğru ol” (Hûd Sûresi, 112) “Efendine âmirlik taslama” olan kâr-âşina ve vazifeşinas olan hakikati gönderiniz. Tâ onun haddini bildirsin.

Sonra, umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası olan meylü’r-rahat geliyor. Himmeti kaydeder, zindan-ı sefalete atar. Siz de, “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm Sûresi, 53:39) olan mücâhid-i âlicenabı o cellâd-ı sehhara gönderiniz.

Evet, size meşakkatte büyük rahat var. Zira, fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı yalnız sa’y ve cidaldedir.

Münâzarât, s. 136-138

Lügatçe:

matiyye: Binek

yeis: Ümitsizlik.

meylü’t-tefevvuk: Üstün gelme arzusu.

ilel-i müteselsile: Birbirine bağlı olan sebepler.

terettüb: Sıralama.

medenî-i bittab: Yaratılış itibariyle medeni olan.

fikr-i infiradî: Ferdiyetçilik fikri.

mübareze: Kavga, dövüş.

tekâsül: Tembellik.

hısn-ı hasîn: En sağlam korunma.

âr-âşina: İş bilir, işini bilen.

cellâd-ı sehhar: Büyüleyici cellad.

sa’y: Çalışma.

17.03.2007


Mühim bir rükün: Hafız Ali

(Vefatının 63. yıldönümünde

rahmetle anıyoruz)

Pek çok lâhika mektubunda, kendisinden “Nur fabrikasının sahibi” şeklinde bahsedilen Merhum Hafız Ali Ağabey, Üstad Hazretlerinin oldukça üzerine düştüğü ve değer verdiği bir talebesiydi.

Hazret-i Üstad onu risâlelerde, harika ihlâsı, kuvvetli îtikadı, sadakati, nur talebeleriyle arasındaki irtibatı, uhuvveti gibi bir çok sıfatıyla yâd ediyordu.

Isparta’nın İslâmköy’ündeki nur hizmetlerinin inşaasında ve îfâsında son derece önemli bir yere sahip olan Hafız Ali Ağabey hakkında, Üstad Hazretleri “Risâle-i Nur’un mühim bir rüknüdür” der.

Hafız Ali Ağabeyin, Üstad’a olan bağlılığı ve sadâkati, hayatını ortaya koyacak derecede idi. Onun bu halini, Barla Lâhikasındaki bir mektupta bizzat kendi ağzından anlıyoruz:

“Hayatımın her safhasından kıymetli ve o hayatı, pervâne-misâl, bir emrinin infâzına ateşte yakmaya her an hâzır olduğum kıymetli Üstadım...”

Evet, hayatını Üstadı uğrunda feda etmeyi göze almış bir talebeydi Hafız Ali Ağabey. Nitekim kaderin bir cilvesi ki; mevkuf olduğu Denizli hapsinde, Üstadının yerine vefat edecekti. Daha vefat etmeden, bir hastalığı üzerine, Üstadın ona “Belki sen bana yardım etmek için, eski zamanda birbirinin bedeline hasta olması ve ölmesi gibi harika fedakârlık gösteren zatlar gibi, benim bir parça rahatsızlığımı aldın” demesi, ölümü gibi hastalanmasının da Üstadının yerine olduğunu ortaya koyuyordu.

Hazreti Üstad, Hafız Ali’nin kendisinin yerine vefat ettiğini, muhtelif mektuplarındaki ifadelerinde dile getirir. Bu ifadelerden bazıları şunlardır:

“..gizli düşmanlar beni zehirlediler. Ve Nur’un şehid kahramanı merhum Hafız Ali benim bedelime hastahaneye gitti ve benim yerimde berzah âlemine seyahat eyledi, bizi meyusâne ağlattırdı.”

“Ben merhum Hâfız Ali’yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor. Eski zamanlarda bazen böyle fedakâr zâtlar, kendi dostu yerine ölüyorlardı. Zannederim, o merhum benim yerimde gitti.”

Hafız Ali Ağabeyin hizmet safahatında dikkat çeken yönlerinden biri, onun başta Hüsrev ve Sabri olmak üzere, kardeşleriyle fevkalâde uhuvvet ve yekvücut içerisinde olmasıydı. Üstadın “Üç cesetli bir ruhun bir fıkrasıdır. Yani: Hâfız Ali, Sabri, Sarıbıçak Ali” ifadesi, kardeşlerinde ne derece fani olduğunu ortaya koyuyordu. Yine “Hâfız Ali ile Hüsrev’in birbirleriyle ciddî bir mahviyet içinde kardeşlik irtibatları” ifadesi de kardeşlik duygusundaki hassasiyetini gözönüne sermekteydi. Kastamonu Lâhikasında geçen; “Hâfız Ali’nin hakikaten müstesna bir mahviyet ve tevazuu içinde ihlâsı ve fenâfi’l-ihvan düsturunu muhafaza etmesi..”, “Hâfız Ali kardeş, senin mektubundaki tevazuun ve ihlâsın ve Hüsrev’e ait medhin ve Risâle-i Nur talebeleri birtek vücut hükmündeki kanaatin, senin hakkında büyük bir ümidimi ve hüsn-ü zannımı tam kuvvetlendirdi” satırları da, onun hep bu özelliğine dikkat çekiyordu.

Bizim tesbit edebildiğimiz kadarıyla, Hafız Ali Ağabey için risâlelerde kullanılan bazı sıfatlar şöyle: “Nur fabrikası sahibi, Nur’un şehid kahramanı, Isparta kahramanı, ikinci bir Sabri, evliyadan olan merhum Hâfız Ali, Risâle-i Nur’un mühim bir rüknü, Meyve risâlesinin hakikatini ilmelyakin ile bilen Hafız Ali, yorulmaz, usanmaz, ciddî, samimî Hafız Ali...”

Şuâlar’da, Üstad tarafından “evliyâ-yı azîmenin dairesinde ve aktabların isimleri yanında” yâd edilen Nur’un şehid kahramanı Hafız Ali Ağabey 17 Mart 1944’te Denizli’de vefat etmişti. Bu vesileyle, kendisini rahmetle anıyor, Cenâb-ı Hak’tan, onun gibi sarsılmaz bir sadakate sahip olabilmeyi nasip etmesini niyaz ediyoruz.

İsmail TEZER

17.03.2007


ESMA-İ HÜSNA

Nâhî

Allah (c.c.), Nâhî’dir. Yani, kullarına kötülükleri nehyedendir. Allah kullarının kötü fiiller içinde bulunmalarını aslâ istemez. Cenâb-ı Hak peygamberleri, kavimlerini kötü fiillerden vazgeçirmek ve iyi ahlâka sevk etmek için göndermiştir. Her peygamber, Allah’ın emriyle ve izniyle içinde yaşadıkları toplumda kötülüklere karşı mücâdele etmiştir.

Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Nâhî ismi1 Kur’ân’da fiil biçimiyle geçer.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Allah şüphesiz adâleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayâsızlığı, fenâlığı ve haddi aşmayı nehyeder. Dinlersiniz diye size öğüt verir.”2

Cenâb-ı Hakkın celâlî ve cemâlî olmak üzere iki türlü tecellîsi bulunduğunu ve bu iki türlü sıfatın kelâm âleminde emir ve nehiy biçiminde tecellî ettiğini3 beyan eden Bedîüzzaman, Allah Teâlânın bizi bir hayvan yapmayarak, insan olarak yarattığını ve dalâletten koruduğunu, gerek cins ve tür bakımından, gerekse din ve îmân bakımından mahlûkatının ekserisine bizi üstün kıldığını kaydeder.4

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, “Allah mü’minlerin canlarını ve mallarını, Cennet karşılığında satın almıştır”5 âyetinin delâletiyle, elimizden çıkacak ve fânî olacak olan malımızı ve canımızı, Allah için kullanmak sûretiyle bâkîleştirmiş olmaktayız. Oysa dünyanın eğlenceleri için kullandığımızda, dünya ve içindekileri fânî olduğu için, malımız ve canımız da zâyi olacaktır. Bu durumda, mal ve can emânetini zâyi etmenin sorumluluğunu da yüklenmiş olacağız. Ve emânete hıyânet etmek gibi bir vahim günah üzerimizde kalacaktır. Bunun için Cenâb-ı Hak, harama girmekten bizi şiddetle nehyetmiş, günahlardan alıkoymuş, fısk ve sefâhetten sakındırmış, her türlü kötülükten uzak durmamızı istemiştir.6 İnsan, başta nefis ve hevâsından başlamak üzere, cin ve ins şeytanlarına karşı mücâhede etmeli, günahlardan ve mânevî kirlerden rûhunu korumalı ve kalbini arındırmalıdır. İnsanın ebedî helâk olmaktan kurtulması ancak böyle mümkün olacaktır.7

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuâtü’l-Ahzab, 2: 257; 2- Nahl Sûresi: 90; 3- İşârâtü’l-İ’câz, s. 66; 4- Şuâlar, s. 85; 5- Tevbe Sûresi: 111; 6- Sözler, s. 33; 7- A.g.e., s. 29

17.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004