Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Zaferin destanlaştığı yer: ÇANAKKALE

Geçen asrın başında ekonomik rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları Avrupa’yı ikiye bölüyordu. Almanya-Fransa ve Rusya-Avusturya arasındaki çekişmeler gerginliğe dönüşüyordu. 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Arşidük Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi bu gerginliğe son noktayı koydu. Avusturya’nın 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilân etmesinin ardından 1. Dünya Savaşı başlamış oldu. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan üçlü İttifak Devletleri, bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan Üçlü ıtilâf Devletleri sonunda Avrupa’yı ikiye bölmüşlerdi. Savaş başlayınca İtalya tarafsızlığını ilân ettiyse de bir yıl sonra ıtilâf Devletleri’ne katıldı.

Osmanlı İmparatorluğu ise dışta ve içte yaşadığı mücadeleler topraklarını ve gücünü kaybetmişti. Son olarak Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, Doğu Trakya dışında Avrupa’daki bütün topraklarını kaybetmiş, diplomasi sahasındaki ağırlığını ve gücünü yitirmişti. Özellikle ıtilâf devletleri tarafından Osmanlı Devleti’nin ölümü bekleniyor ve topraklarının paylaşım planları hazırlanıyordu. Rusya boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi hedeflerken, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği için Filistin’i ele geçirmeyi tasarlıyor, Fransa; Lübnan, Suriye ve Kilikya’nın kontrolünü düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise Antalya’ya sahip olmayı istiyorlardı....

Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasının ardından Osmanlı Devleti önce İtilâf Devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse de, Rusya’nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı’yı Almanya’ya doğru yönlendirdi ve 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Alman-Türk ittifakı kesinleşti. Bu dönemde Osmanlıyı yöneten İttihatçılar ağırlıklı olarak Almanya taraftarıydı. İttihatçı kadronun önemli isimleri Alman subaylar tarafından eğitilmiş ve Almanya hayranı olan kişilerdi. Hatta Osmanlı ülkesi için Enver Paşa’nın Almanya hayranlığı sebebiyle “Enverland” ifadesi kullanılıyordu.

Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte, güvenliği açısından seferberlik ve silâhlı tarafsızlık ilân etti. Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914’te İngiliz donanmasından kaçan Alman GOEBEN ve BRESLAU adlı Alman savaş gemilerinin boğazlardan geçmesine izin verir ve boğazları büün yabancı gemilere kapatır. GOEBEN ve BRESLAU’ın boğazlardan geçmesi İtilâf Devletleri ile Osmanlı arasında diplomatik bir krize sebep oldu. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, bu iki gemiyi, daha önce İngilizlere sipariş ettiği ve hatta parasını ödediği halde alamadığı iki gemi yerine satın aldığını açıklar. Böylece, Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanması’na katılmış olur. 27 Eylül 1914’te Amiral Souchon komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’de Ruslara ait Sivastopol ve Novorosisk limanlarını bombalayınca 1 Kasım 1914’te Ruslar Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlatmış ve Osmanlı Devleti de sıcak savaşın içine çekilmiş olur. İttifak Devletlerine Bulgaristan’ın da dahil olması üzerine Osmanlı Devleti, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Bulgaristan ile birlikte İtilâf Devletlerine karşı savaşmaya başladı. Çanakkale Savaşı öncesi durum bu vaziyettedir.

BOĞAZLAR NEDEN ÖNEMLİYDİ?

Tarih boyunca uğurlarında bir çok kez savaşlar yapılan boğazlar stratejik, ekonomik ve kültürel açıdan paha biçilmez değerdedir. Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan boğazlar, coğrafi ve stratejik konumları sebebiyle özellikle Avrupa için çok büyük bir önem taşıyorlardı. Günümüzde de boğazlar aynı konumda değiller mi? İtilâf Devletleri’nin Boğazları açma sebeplerinin başında, elbette ki boğazların sahip olduğu bu stratejik önem yatıyordu. Rusya’ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce; aynı zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkûm etmeyi hedefliyordu. Ayrıca boğazları kazanmak demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı ile birlikte İttifak Devletlerine de önemli bir darbe vurmak demekti. Tarafsız kalan ülkeleri de İtilâf Devletleri safına çekmek ise başka bir hedefti. Bir başka hedef ise Osmanlı’nın teslim alınmasıyla birlikte bütün Müslüman sömürgeleri sindirecek, İtilâf Devletlerinin sömürgelerinde rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı. Bu düşünceyle İngiltere 28 Ocak 1915’te Osmanlı’ya savaş kararı aldı ve bu karara Fransa da katıldı.

“Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur” düşüncesiyle hareket eden İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Tarihinde hiçbir yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının kendine güveni tamdı. Dünyanın yenilmez donanması, Fransa’nın da desteği ile dünyanın en büyük armadasını oluşturuyordu. Onlara göre yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere olan Osmanlı Devletinin bu armada ile asla baş etmesi mümkün değildi. İtilâf Devletleri’nin deniz harekâtı 19 Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti. 18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile, Anadolu yakasındaki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hâlâ ilerde olacaklar belirsizdi. 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşacağını bilmiyordu. 17 Mart 1915’te Amiral Carden’in yerine Amiral De Robeck’in atanmasıyla 18 Mart da gerçekleşecek plan uygulamaya konuldu.

Plana göre; 18 Mart sabahı 3 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. Tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.

Fakat beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada suların altına gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elizabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü. Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15.30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada’ya ulaştı. Anadolu Hamidiye tabyası hasar görmemişti ve İrrisistible’a ateş ediyordu. Saat 15.14’de İrrisistible’ın yanında korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16.15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. Tümenin geri çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarpıp battı. 18 Mart’ta yaşananlar düşman cephesinde şaşkınlık meydana getirdi. Devrinin en güçlü donanması aynı gün içinde en önemli gemilerini kaybetmişti. Dünya tarihinin seyrini değiştiren bu gün tarihlere “Çanakkale Deniz Zaferi” orak geçmiştir.

ÇANAKKALE'DE KARA SAVAŞLARI

Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı’nın başarısızlığı umutları Kara Harekâtı’na çevirmişti. Londra’da ise, harekâtı Donanma yalnız mı yapsın, yoksa Kara Ordusu ile birlikte mi hareket etsin tartışması yapılmakta idi.

Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, donanmanın tek başına Boğaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Böylece Mısır’daki Anzac Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu.

Osmanlı tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlar’dan geçilemeyeceğini bütün dünyaya göstermişti. Bu zaferin ardından, Müttefiklerin kaçınılmaz kara harekâtına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Çanakkale ‘de 5. Ordu oluşturulmuş başına da Alman Mareşal Liman von Sanders getirilmişti. Kıyılar dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyor, müttefiklerin her hareketi gözleniyordu. Neticede kara savaşlarında zor şartlar altında verilen yoğun mücade sonucunda tarihe “Çanakkale geçilmez!” notu kalın harflerle düşülmüştür.

Bu cephede şehitler, kayıplar, savaş sırasında hastalanıp ölenler, esirler ve cephe gerisinde ölenler ve sakat kalanlarla birlikte toplam kaybımızın 253 bin olduğu rivayet edilmektedir. Bu kadar da düşmanın kayıp verdiği düşünülürse Gelibolu Yarımadası yeryüzünde bu kadar küçük bir kara parçasında yarım milyon insanın bir şekilde doğrudan etkilendiği tek kara parçasıdır. Milletimizin çelikleşmiş iradesini ve mücadele azmini ortaya koyan bir kahramanlık destanı olan Çanakkale Zaferi ve savunması, Mehmet Akif’in mısralarıyla ölümsüzleşmiştir.

Haber7.com yazarlarından Dr. Osman Özsoy, Kocaeli Üniversitesi öğretim üyelerinden, Çanakkale Vakfı Başkan Yardımcısı Yard. Doç. Dr. İbrahim Güran Yumuşak’ın bir makalesine dayanarak verdiği rakamlar son derece ilginç.

Özsoy’a göre bu makale Çanakkale Savaşı’nda yitirilen insan sayısı ve eğitim düzeylerini belirleyen ve bunu dönemin nüfus özellikleriyle karşılaştıran “Çanakkale Savaşı’nda Yitirilen Beşeri Sermaye” başlıklı makalesi Çanakkale Savaşı hakkında merak edilen birçok konuya ışık tutuyor.

Yard. Doç. Dr. İbrahim Güran Yumuşak’ın söz konusu makalesine göre Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı öncesinde toplam nüfusunun 30 milyon olduğu tahmin edilmekle birlikte Anadolu Türkiye’sinin nüfusu 12 milyonun altındadır. Nitekim Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan nüfus sayımında Türkiye nüfusu 12,4 milyon olarak tesbit edilmiştir.

RESMî KAYITLARA GÖRE ŞEHİT SAYISI 56.643

Çanakkale Savaşı’nda ve sonrasında yitirdiğimiz insan sayısı konusunda farklı rakamlar verilmektedir. Yard. Doç. Dr. İbrahim Güran Yumuşak, özellikle şehitlerin sayısı konusunda değişik rakamlar yer aldığına dikkat çekerek söz konusu makalesinde şu görüşleri dile getiriyor: “Bu rakamlar 150 bin ile 300 bin arasındadır. Gönüllü olarak Çanakkale Savaşı’na katılanların sayısı konusunda ise herhangi bir bilgi yoktur.

Çanakkale Savaşı’nda şehit olanların sayısı konusundaki farklılıkların bir bölümü şehit tanımından kaynaklanmaktadır. Askerî kaynaklarda yalnızca cephede ölenler şehit olarak kabul edilmekte, sonrasında ölenler ise şehit kabul edilmemektedir. Ancak cephede veya cephe dışında ölmüş olsun savaş sebebiyle ortaya çıkmış olan bütün kayıplar yitirilmiş beşeri sermaye tanımı içerisine girmektedir. Resmî kayıtlara göre muharebede şehit olanların sayısı 56.643’tür. Muharebede sakat kalan ve kaybolanların sayıları ise sırasıyla 97.007 ve 11.178’dir. Dolayısıyla şehit, sakat ve kayıpların toplamına ilişkin resmî rakam 165.000 civarındadır.

“I. Dünya Savaşı boyunca muharebelerde şehit olanlar 175.220 olarak tahmin edilmiş, hastalanarak ve yaralanarak şehit olanlar ile kaybolanların sayıları da ilâve edildiğinde bu rakam 771.844’e ulaşmıştır. Muharebelerde sakat kalacak şekilde yaralananlar da bu sayıya eklendiğinde 900.000’e yaklaşan bir rakama ulaşılmaktadır. I. Dünya Savaşı’nda şehit olan ve sakat kalanların toplam sayısı dikkate alındığında en fazla kaybın Çanakkale’de verildiği anlaşılmaktadır.

Moorehad’ın Gelibolu adlı eserinde Çanakkale Savaşı’nda Türk tarafının toplam zayiatı 251.309 olarak verilmektedir. Bu sayının yüzde 20’den biraz fazlası cephede şehit olanlardan, kalanı ise kayıp, hastalıktan ölen, yaralı ve hastalanıp geri gönderilenlerden oluşmaktadır.

“Çanakkale Boğaz Komutanlığı tarafından yayınlanan ve resmî bilgi ve belgelere göre düzenlenen tabloda da cephede şehit olanların sayısı, 589’u subay olmak üzere 57 bin civarındadır. Şehit, yaralı, kayıp ve esir olarak yitirilen subaylarımızın toplam sayısı ise 1.633’dür. Düzeltilmiş rakamlarla Çanakkale Savaşı’nda cephede şehit olan, yaralanarak veya hastalanarak ölen, kayıp/esir ve hava değişimi ile hastahanelere gönderilenlerin toplamı yaklaşık 200 bin civarındadır. Dolayısıyla Çanakkale Savaşı’nda yitirdiklerimizin sayısının bunun altında olması pek muhtemel değildir.

“Çanakkale Savaşları’nda en çok şehit veren ilimiz Bursa’dır. Bursa’dan 3274 şehit verilmesine karşılık, Balıkesir’den 3003, Konya’dan 2683, Kastamonu’dan 2527 ve Denizli’den 2258 şehit verilmiştir. Diğer taraftan en fazla şehit veren köy ise Kastamonu’nun Güzlük Köyü olup, bu köyden 25 şehit verilmiştir. Çanakkale Türküsü olarak bilinen ve “Çanakkale İçinde Vurdular Beni” diye başlayan türkünün Kastamonu kaynaklı olması Kastamonulu şehit sayısının fazlalığını belirten diğer bir göstergedir. Yard. Doç. Dr. İbrahim Güran Yumuşak’ın bu ilginç makalenin tamamını okumak isteyenler www.canakkalevakfi.org.tr adresinden ulaşabilir.

Mustafa GÖKMEN

18.03.2007


Kahraman şehitlerimize

Sizlere 2007 yılından sesleniyorum. Bütün sevdiklerinizle vedalaşarak, bu milletin bağımsızlığı için şehit olmaya gittiğinizin üzerinden doksan yıldan fazla bir zaman geçmiş. Evinizi, eşinizi, çocuğunuzu, ananızı, babanızı, okulunuzu, işinizi ve rahatınızı geride bırakarak, bütün varlığınızı ve tatlı canınızı bu vatan için gözünüzü kırpmadan feda etmek kararınız, her türlü övgünün üstündedir. Bunları anlatabilmemin imkânsız olduğunu çok iyi biliyorum..

Bu toprakları yaban ellere çiğnetmemek için vücudunuzu siper yaptınız. Canınızı vermekten zerre kadar tereddüt göstermediniz. Bu millet ve bu vatan için büyük bir bedel ödediniz. Bu topraklara göz diken düşmanlar, “Öldürmekten bıktı, fakat sizler ölmekten asla bıkmadınız.”

Biliyordunuz, bu toprakların her karışı, şehit kanları ile sulanmıştı. Düşmanların kirli postalları altında ezilmemeliydi. Ve bunun bedeli ne ise, ödenmeliydi. Günlerce, aylarca çok zor şartlarda mücadele ettiniz. Günlerce aç kaldınız. Geçenlerde elime, cephede ki birkaç günlük yemek listesi geçti. Gözyaşları ile okudum. 15 Temmuz 1917’de sabah üzüm hoşafı verilmiş. Öğleyin bir şey yemeden savaşmışsınız. Akşam yağlı buğday çorbası ve tam ekmek yemişsiniz. 18 Temmuz’da sabah üzüm hoşafı verilmiş. Öğleyi aç geçirmişsiniz. Akşam sadece yarım ekmek yemişsiniz. 8 Ağustos’ta sabah üzüm hoşafından sonra, öğleyi aç geçirmiş ve akşam hiç ekmek yemeden, şekersiz üzüm hoşafı yemişsiniz. Ve bu şekilde yarı aç olarak, her türlü imkâna sahip düşman kuvvetlerine karşı imanınızdan aldığınız sonsuz kuvvet ile karşı koymuş ve baş eğmemişsiniz.

Şimdi bizler her türlü imkâna sahibiz. Önümüze konan çeşit çeşit yemekleri beğenmiyor ve bazen de annemize kızıyoruz. Bu yemek listenizi okuduktan sonra, günlerce her sofraya oturuşumda aklıma sizler geldiniz. Lokmalar boğazımda kaldı. Sizlere ne kadar lâyık olabildiğimizi saatlerce düşündüm.

Geçenlerde babam, Yozgat’tan gelip Çanakkale’de şehit olan bir Mehmet’in kınalı saçlarının hikâyesini anlattı. Babası ve ağabeyi Çanakkale’de şehit olmuş. Annesi, oğlunun saçlarına kına sürerek ertesi gün cepheye göndermiş. Bu kınalı kuzunun hikâyesi, komutanının kınalı saçlarının sebebini merak etmesiyle ortaya çıkmış. Bu kahraman da, annesine mektup yazarak sebebini sormuş. Annesinin cevabı gelmeden önce bu genç Mehmet şehit olmuş. Komutanı da bu durumu, cevap olarak gelen mektuptan ağlayarak okumuş. Annesi gönderdiği mektupta “Ben seni de, baban ve ağabeyin gibi bu vatana kurban veriyorum. Kurbanlık kuzulara kına sürdüğümüz gibi, senin de saçlarına kına sürdüm” diye yazmış.

Biliyorum, bizim çok eksiğimiz var. Zaman zaman vatanımız için ödenen bedelleri unutuyoruz. Fakat şu konuda hiçbir şüphe taşımıyorum. Allah göstermesin, yarın tekrar bu vatanı savunmak zorunda kalırsak, yine aynı bedeli ödemek pahasına, bu toprakları savunacak ve hiçbir düşmana teslim etmeyeceğiz. Sizler rahat uyuyun. Manevî desteğinizin her zaman yanımızda olacağından asla şüphe etmiyorum.

İbrahim Halil MENEK

18.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004