Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Haberler

 

Devlet dini imhaya, Bediüzzaman ihyaya çalıştı

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin dini toplumsal hayattan soyutlamak olduğunu söyleyen Prof. Dr. Salih Tuğ, Said Nursî’ye açılan dâvâların sebebi olarak, “Said Nursî’nin suçu dinini öğrenmek ve öğretmek istemesinden kaynaklanmıştır” dedi. Risâle-i Nurlarla ilgili açılan dâvâlarda bilirkişi olarak görev yapan Tuğ, eserler hakkındaki kanaatini, “Gelinen nokta, Said Nursî imzasıyla yayınlanmış bu eserlerin suç teşkil etmediği yönündedir” diye özetledi.

Yeni Asya’ya konuşan Tuğ, “Said Nursî Ankara’dan ayrılarak devlet eliyle yok edilmeye çalışılan dinin yeniden ihyasına yönelir diyebilir miyiz?” şeklindeki soruyu, “Evet, kesinlikle... Bu telâfi hareketine, sadece Said Nursî değil, İstanbul’da ve Anadolu’da dini bilen âlimler de katıldı. Bu âlim kişiler yapabildikleri kadar yayınlar yaptılar veyahut vaaz u nasihatle insanlar arasında dolaşmak suretiyle İslâm dininin gerçek taraflarını anlattılar” diye cevaplandırdı.

DEVAMI RÖPORTAJ SAYFASINDA

Hasan Hüseyin KEMAL

19.03.2007


 

SEVGİ SEFERBERLİĞİ

“Bediüzzaman Haftası” çerçevesinde İstanbul’da düzenlenen panelde, nefret, kin ve husumet üreten ideolojilerle demokrasinin kurulamayacağı vurgulandı. Gazetemizin imtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın açış konuşmasıyla başlayan “Sevgi ve Muhabbet” konulu paneli Av. Kadir Akbaş yönetti. Panelde; Prof. Dr. Salih Tuğ, Vehbi Vakkasoğlu, yazar Ali Bulaç, Cüneyt Ülsever, Kâzım Güleçyüz ve Dr. Mustafa Ulusoy birer konuşma yaptı.

Prof. Dr. Salih Tuğ: “Sevgi ve muhabbet, insanlığın kaybettiği ve peşinde koşmak için de gayret sarfetmediği bir alan. Bediüzzaman da eserlerinde ve talebelerine yaptığı tavsiyelerle sevgi ve muhabbeti nakşetmeye çalışmıştır.

Vehbi Vakkasoğlu: “Köleleşmiş ruhlarda sevgi kalmaz. Çocuğumuza sevgi dersi vermek istiyorsanız eşlerinize sevgiyle yaklaşın. Evler sevgi okulu olmalı.”

Ali Bulaç: “Sevginin bedensel hazlara indirgendiğini görüyoruz. Sevgi kavramının içini yeniden doldurarak kullanmalıyız. Onu yeniden ele almak zorundayız. Allah’tan koparılmış bir sevgi, putçuluğu doğurur.”

Cüneyt Ülsever: “Bediüzzaman, 20. yüzyılın en büyük mütefekkirlerindendir. Batının Max Weber’i varsa, bizim de Bediüzzaman’ımız vardır ama biz bunun farkında değiliz.”

Kâzım Güleçyüz: “Nefret, kin ve husumet üreten ideolojilerle demokrasi kurulamaz. ‘Biz muhabbet fedaileriyiz’ sözünün çizdiği çerçevede topyekûn bir sevgi seferberliği başlatalım.”

Dr. Mustafa Ulusoy: “Acilen vurgulanması gereken şey, sevginin bir histen ibaret olmadığı. Kur’ân-ı Kerim, Allah’ı sevmenin sadece kalbimizde taşınan hissin çok ötesinde olduğunu ifade eder.”

19.03.2007


 

Medya çifte standartçı

Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla, “İnanılmaz bir şekilde bazı gazete ve yayın organları, bazı yazarlar basın özgürlüğü konusunda çok hassas ama ifade özgürlüğü konusunda ya aynı hassasiyeti göstermiyor veya duyarsız” dedi.

Demokrat Hukukçular Derneği’nin Sağlık-İş Sendikası Konferans Salonunda düzenlediği “Türk Basını ve İfade Özgürlüğü” konulu konferansta konuşan Prof. Dr. Atilla Yayla, ifade özgürlüğünün insanların görüşlerini, kanaatlerini, dileklerini, başlarına kötü bir şey gelme korkusu olmadan serbestçe ifade edebilmek olduğunu kaydetti.

Bir toplumun medeniyet merdiveninde daha yukarılara doğru tırmanmasında ifade özgürlüğünün payının çok büyük olduğunu vurgulayan Yayla, “Bundan dolayı ifade özgürlüğü üzerinde durulmayı hak eden bir değerdir. İfade özgürlüğü olmazsa düşünce özgürlüğü bir işe yaramaz ve ifade özgürlüğünün olmadığı yerde düşünce özgürlüğü de yoktur” diye konuştu.

İfade özgürlüğünün en hassas olduğu alanlardan birinin din özgürlüğü olduğunu belirten Prof. Dr. Yayla, şöyle devam etti:

Yani din tercihi yapmakla ve bir dinin gereklerini dışa yansır biçimde yerine getirmekle ifade özgürlüğünü kullanıyoruz demektir. İnsanlar kalpleriyle inanırlar, iman ederler ve kalpler okunamaz. Bir insana eğer bir dini inançtan vazgeçmesi için baskı yaparsanız o insan sizin zorbalığınızdan korktuğu için o dini inancından vazgeçmiş gibi yapar ama aslında hiçbir değişiklik yoktur kendisinde. Sizin zorbalığınızdan korktuğu için sizin istediğiniz gibi görünür. Dolayısıyla ne kadar baskı yaparsanız yapın bir netice alamazsınız.”

Doğru olduğuna inandıkları fikri savunanların, yanlış olduğunu düşündükleri fikirlerin ifade edilmesinden korkmaları için bir sebep olmadığını vurgulayan Yayla, “Eğer doğru sizin elinizdeyse, doğrunun elinizde olduğuna bu kadar kuvvetle eminseniz neden korkuyorsunuz ki eleştirilmekten. Eğer doğru bir tek eleştiriyle yerle bir olacak kadar zayıfsa muhtemelen doğru değildir” şeklinde konuştu. Yayla, Türkiye’de ifade özgürlüğüne basın ve yayın organlarının katkısının olması gerektiği kadar büyük ve tesirli olmadığını, hatta bazı durumlarda bazı yayın organlarının ifade özgürlüğünün katledilmesi için çaba sarf edebildiğine dikkat çekti. Yayla, şöyle konuştu:

“Eğer medya sektöründe çalışanların ifade özgürlüğünü kaldırırsak, medya zaten var olamaz. Dolayısıyla asıl özgürlük ifade özgürlüğüdür, basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün medya tarafından kullanılmasıdır. İnanılmaz bir şekilde bazı gazete ve yayın organları, bazı yazarlar basın özgürlüğü konusunda çok hassas ama ifade özgürlüğü konusunda ya aynı hassasiyeti göstermiyor veya duyarsız. Buna dayanaraktan ifade özgürlüğü konusunda seçici ve ayrımcı davranıyorlar. Kendilerine gerek arkadaş olarak yakın olan, gerek fikir olarak yakın olanların hakları ihlal edildiğinde şiddetli bir tepki gösteriyorlar ama uzak olanların hakları ihlal edildiğinde tepki göstermiyorlar. Yani bizim gibi toplumlarda sık karşılaşılan çifte standartlık medyada da kendini gösteriyor.”

Türkiye’de medyanın en büyük problemlerinden birinin olaylarla yorumların birbirine karıştırılması olduğunu belirten Prof. Dr. Atilla Yayla, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Gazeteler kendi yorumlarını ‘olayın kendisi’ gibi aktarmaktadır. Okuyucuyu aptal yerine koymaktadır ve manipüle etmektedir. Bu meslek ahlakı, meslek standartları ile ilgili bir problem. Bunun değişik yöntemleri var. Mesela haberi eksik vermek, haberle suçlanan kişiyle görüşme yapmamak, haberde itham edilen kişilerin önemsiz kısımlarını yayınlayıp, önemli kısımlarını yayınlamayıp ‘işte biz haberi yayınladık’ demek.”

Konferansın açış konuşmasını yapan Avukat Mehmet Ali Aslan ise ifade özgürlüğü üzerinde gösterilen çifte standarda dikkat çekti.

Ahmet İhsan KAYA / ANKARA

19.03.2007


 

Türkiye’ye rağmen birşey yapılamaz

DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, ‘’Türkiye, kendi iç çatışma alanlarını aştığı vakit Türkiye’ye rağmen Irak’ta herhangi bir yapılanma falan olamaz’’ dedi.

Mehmet Ağar, 118-E Yönetim Çevresi Federasyonu’nca, Lions Düşünce Platformu adı altında İstanbul’da düzenlenen konferansa katıldı. Konferansta, ‘’Ortadoğu ve Gelişmeler’’ konulu bir konuşma yapan Ağar, bugünün anlamlı bir gün olduğunu belirterek, Çanakkale’nin, Anadolu’yu savunma konusundaki kararlılık ve iradenin çok açıkça ortaya konulduğu bir yer olduğunu söyledi. Ağar, o günlere bakıldığı zaman, ülkenin her tarafından farklı inanç, yaşayış ve kökenlerden gelen insanların, tüm bu farklılıklarını bir birliktelik durumuna getirerek, Türkiye’nin tarihsel dönemecinde büyük işler yaptığının görüldüğünü kaydetti. Ağar, Türkiye’nin, tarihi boyunca her zaman ‘’düzenleyen ülke olma’’ konumunu koruduğunu belirterek, ‘’Bugün Türkiye, dünyanın en problemli coğrafyasına komşudur. Bu problemli coğrafyanın adı Ortadoğu’dur’’ dedi.Türkiye’nin, 30 yıla yakın süredir bölücü terör tehdidiyle yaşadığını ifade eden Ağar, zaman zaman en fazla noktaya çıkan ve alınan etkin önlemlerle daha stabil bir duruma gelen bu konunun, bugün yine bir sorun olarak ortada durduğunu anlattı.

Ağar, Türkiye’nin, kendi gücünü bilmesi ve kavraması gerektiğine dikkati çekerek, kendi sorunlarını anlayan bir Türkiye’nin bunların üstesinden gelmekte zorlanmayacağını kaydetti.

Bugün Türkiye’nin, kendi iç sorunlarını ve çatışma alanlarını ortadan kaldırmayı başaracak, basiretli ve istikrarlı yönetimlere ihtiyacı olduğunu belirten Ağar, şunları söyledi: ‘’Türkiye, kendi iç çatışma alanlarını aştığı vakit Türkiye’ye rağmen Irak’ta herhangi bir yapılanma falan olamaz. Bugün Irak meselesi var diye söylüyorum, hiçbir ülkede olamaz Ortadoğu coğrafyasında. Türkiye’siz bir Ortadoğu tanzim olamaz, Türkiye’siz bir Kafkasya tanzim olamaz, Türkiye’siz bir Balkan istikrarı da olamaz.’’

/ İSTANBUL

19.03.2007


 

Şener: Biz de imtihandayız

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, ‘’Biz de herkes gibi imtihandayız. Eğer siyaseti gereği gibi yaparsak, siyasetin edebine ve ahlakına uyarsak, bu ülkede 100 yıl sonra bile siyaset tartışılırken AK Parti varolur’’ dedi.

Abdüllatif Şener, helikopterle geldiği Van’da, AKP İl Danışma Kurulu’nun toplantısına katıldı. Şener, burada yaptığı konuşmada, yorucu bir yolculuktan sonra Van’a gelebildiğini ifade ederek, ‘’Van, bizi kendine yakınlaştırmamak için direniyordu. Biz de yakınlaşmak için direniyorduk. Bizim direncimiz Van’ın direncinden üstün çıkmış olmalı ki şimdi buradayız. Yorucu bir yolculuk geçirdiğim için kan şekerim düştü’’ dedi.

AKP’nin kuruluşundan bu yana Türkiye’de siyasette önemli değişikliklerin yaşandığını anlatan Şener, geçmişte siyasetin duayeni ve dehaları olarak bilinen kişilerin ve vazgeçilmez olarak görülen siyasal partilerin, şimdi kimse tarafından hatırlanmadığını kaydetti. Bu kişilerin ve partilerin Türkiye’deki değişimi anlayamadığı, vatandaşların isteklerini bilemediği için unutulduğunu belirten Şener, ‘’Bugün biz varız. Biz de herkes gibi imtihandayız. Eğer siyaseti gereği gibi yaparsak, siyasetin edebine, ahlakına uyarsak, bu ülkede 100 yıl sonra bile siyaset tartışılırken AK Parti varolur’’ diye konuştu.

Şener, gereği gibi siyaset yapmanın sağlam bir kişilik gerektirdiğine işaret ederek, ilkeli olmayan bir insanın yapacağı siyasetin işe yaramayacağını ve yeterli olmayacağını söyledi.

/ VAN

19.03.2007


 

AB süreci radikal değişim sağladı

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, AB süreci içinde kaybedecek bir şey olmadığını, ancak kazanılacak çok şey olduğunu kaydederek, demokratikleşme, temel haklar, hukuk devleti gibi alanlarda çok sayıda reform gerçekleştirerek Türkiye’nin ikliminde radikal bir değişim sağladığını dile getirdi.

Türkiye’yi ziyaret eden Northwestern Üniversitesi Kellogg İşletme Okulu öğrencileriyle bir araya gelen ve Türkiye ekonomisi hakkında bilgi veren Babacan, konuşmasının başında, kendisinin de mezunu olduğu bu okuldaki yıllarından bahsetti. Daha sonra Türkiye ekonomisinin 2001 krizinden sonraki durumu hakkında bilgi veren Babacan, Türkiye’nin zor bir coğrafyada yer aldığını belirterek, AB hedefiyle ilgili olarak, ‘’İnsanların önümüzdeki 10-15 yıl içinde Türkiye’den ne bekleyeceklerini bilebilmesi için, tüm çabaları harekete geçirmek üzere uzun vadeli sağlam hedeflere ihtiyacımız vardı’’ diye konuştu.

Babacan, AB süreci içinde kaybedecek bir şey olmadığını, ancak kazanılacak çok şey olduğunu kaydederek, demokratikleşme, temel haklar, hukuk devleti gibi alanlarda çok sayıda reform gerçekleştirerek Türkiye’nin ikliminde radikal bir değişim sağladığını dile getirdi. Güçlü bir ekonomi için siyasî istikrarın bir zorunluluk olduğuna dikkat çeken Bakan Babacan, ihracat, doğrudan yabancı yatırım, turizm gibi ekonomik alanlarda yaşanan gelişmelerle ilgili olarak öğrencileri bilgilendirdi. Babacan, Türkiye’nin AB üyeliği süreciyle ilgili olarak ise Müslüman ve aynı zamanda demokratik değerleri paylaşan bir ülke olarak Türkiye’nin önemine ve müzakerelerin, İslâm kültürünün Batı dünyası tarafından daha iyi anlaşılmasında oynadığı role değindi.

Konuşmasının ardından öğrencilerin sorularını cevaplayan Babacan, Türkiye ile ilgili olarak iletilmesini istediği temel mesajın ne olduğu yönündeki soru üzerine, ‘’Türkiye kolaylıkla Avrupa ülkesi, Orta Doğu ülkesi, Akdeniz ülkesi veya Balkan ülkesi olarak sınıflandırılabilecek bir ülke değil. Türkiye’nin dahil olduğu düşünülen pek çok grup var ancak bu aynı zamanda onu kendi kategorisinde bir ülke yapan benzersiz bazı yönleri olduğu anlamına geliyor’’ dedi.

Türkiye’nin AB üyesi olamaması durumunda genç nüfusa istihdam sağlamak için ne tür planları olduğunu hakkında bir soru üzerine ise Babacan, giderek artan nüfusu ve her yıl iş gücüne dahil olan büyük gençlik kesimiyle Türkiye’de istihdam sağlamanın, Fransa ya da Almanya gibi ülkelerden farklı olduğunu, ancak son yıllarda işsizliğin yavaş da olsa azalmaya başladığını dile getirdi. Babacan, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin açık uçlu bir süreç olduğunu ve AB için Türkiye’nin üyeliğinin zor bir karar olacağını kaydederek, üye olacağı dönemde Türkiye’nin yüksek nüfusu, geniş yüz ölçümü ve Gayri Safi Millî Hasılası (GSMH) ile bütün karar alma mekanizmalarında en büyük oy hakkına ve en fazla sayıda temsilciye sahip olacağını belirtti. Bakan Babacan, ‘’Özellikle eski üyeler için güçlerini paylaşmak isteyip istemedikleri, yolun sonunda konuşulacak bir mesele olmakla birlikte, zor bir karar olacak’’ dedi.

“ÖNEMLİ OLAN HEDEFE DOĞRU İLERLEMEK”

Babacan, ‘’Biz şöyle düşünüyoruz: Önümüzde açık bir hedef olduğu sürece, doğru yol üzerinde hedefimize doğru ilerlediğimiz sürece, yolun sonunda üye olup olmamak belki de o kadar önemli olmayabilir. Bizim için kesin üyelik tarihi çok da şu anda tartışılacak bir şey değil. Elbette bir zaman çerçevemiz var ama bu tarihlerden bahsetmek konusunda o kadar da yüksek sesli değiliz’’ diyerek, bazı AB üyesi ülkelerin genişleme konusunda kendi iç politika ortamlarını hazır hale getirmeleri gerektiğini ancak sürecin yine de bir kazan-kazan süreci olduğunu anlattı.

/ İSTANBUL

19.03.2007


 

Yaşlı nüfusumuz artıyor

Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, yaşlıların günlük hayatını kolaylaştırmanın, ekonomik durumlarını iyileştirmenin, kimseye muhtaç olmadan huzurlu ve mutlu bir hayat geçirmelerini sağlamanın devletin öncelikli görevleri arasında olduğunu söyledi.

Devlet Bakanı Çubukçu, yaşlılık alanındaki hizmetlerin planlı, programlı yürütülmesi ve çeşitlendirilmesi amacıyla ‘Yaşlanma Ulusal Eylem Planı’ çalışmalarının sürdürüldüğünü bildirdi.

Çubukçu, 1824 Mart Yaşlılar Haftası dolayısıyla yayınladığı yazılı mesajda, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de insan ömrünün uzamasıyla yaşlı nüfusun arttığını, 2025 yılında Türkiye’de 60 yaş üstü nüfusun genel nüfusa oranının yüzde 13’e ulaşmasının beklendiğini ifade etti. Yaşlıların günlük hayatını kolaylaştırmanın, ekonomik durumlarını iyileştirmenin, kimseye muhtaç olmadan huzurlu ve mutlu bir hayat geçirmelerini sağlamanın devletin öncelikli görevleri arasında olduğunu belirten Çubukçu şunları kaydetti: ’’SHÇEK Genel Müdürlüğümüz sorumluluğunda 13 huzurevi, 32 özel bakım bölümlü huzurevi, 19 huzurevi yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezi, 5 huzurevi ve rehabilitasyon merkezi olmak üzere 7 bin 605 yatak kapasiteli toplam 69 huzurevinde yaklaşık 6 bin 152 yaşlı vatandaşımıza bakım, koruma ve rehabilitasyon hizmeti verilmektedir. 5 yaşlı dayanışma merkezi ile yaklaşık bin 33 yaşlı vatandaşımıza da gündüzlü hizmet sunulmaktadır. Ayrıca diğer bakanlıklara, belediyelere, dernek, vakıf, özel kişi ve kuruluşlara ait ise 11bin 948 yatak kapasiteli toplam 164 huzurevi bulunmaktadır.’’

Devlet Bakanı Çubukçu, hızlı yaşlanma süreciyle karşılaşılabilecek sorunların azaltılması, yaşlılık alanındaki hizmetlerin planlı, programlı yürütülmesi, çeşitlendirilmesi, bireylerin güvenli ve saygın bir şekilde yaşlanmaları amacıyla Devlet Planlama Teşkilâtı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi, çeşitli kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütleri iş birliğinde ‘’Yaşlanma Ulusal Eylem Planı’’ çalışmasının sürdürüldüğünü kaydetti.

Yaşlılara ilişkin hizmetin çeşitlendirilmesine yönelik gündüzlü bakım ile evde bakım hizmetlerine de değinen Çubukçu, bu hizmetlerin yasal çerçeve içerisinde yürütülmesi ve denetlenmesini sağlayacak ‘gündüzlü bakım ve evde bakım hizmetleri’ ile bu hizmetlerin yürütüleceği ‘yaşlı hizmet merkezleri’ tanımının yasalarda yer almaması sebebiyle söz konusu uygulamaların bugüne kadar hayata geçirilemediğini belirtti.

Bu açığın, 5579 nolu Sosyal Hizmetler Kanununda yapılan değişiklikle giderildiğini hatırlatan Çubukçu, böylece gündüzlü bakım ve evde bakım hizmeti sunmak üzere açılan ve faaliyet gösteren Yaşlı Hizmet Merkezi tanımının kanunda yer aldığını vurguladı.

Çubukçu şunları kaydetti: “Bu Kanun ile bugüne kadar ülkemizde yasal anlamda verilemeyen, hayatını evde ailesi, akrabalarıyla ve yalnız sürdüren sağlıklı yaşlılar ile demans, alzheimer gibi hastalığı olan yaşlılara ‘’gündüzlü bakım hizmet’’ sunumu ile akıl ve ruh sağlığı yerinde olan, tıbbi bakıma ihtiyacı olmayan ve herhangi bir özrü bulunmayan yaşlının bakımı ile ilgili olarak hane halkının tek başına veya komşu, akraba gibi destek unsurlarına rağmen yetersiz kaldığı durumlarda yaşlılara evde hayatlarını devam ettirebilmeleri için ‘’evde bakım hizmeti’’ faaliyetinin SHÇEK Genel Müdürlüğü, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişilerince sunumu mümkün olacaktır’’

/ ANKARA

19.03.2007


 

Ailedeki saygı ve sevgi yok oluyor

Yaşlıları Koruma Derneği Başkanı Mihriban Kural, huzurevi güvencesinin ailedeki saygı ve sevgiyi yok ettiğini söyledi.

Kural, Yaşlılar Haftası dolayısıyla, dernek merkezinde düzenlediği basın toplantısında, derneğin, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in öncülüğünde 1982 yılında yaşlılara saygı, sevgi ve ilgiyi yenilemek amacıyla 18-24 Mart’ı ‘’Yaşlılara Saygı Haftası’’ ilan ettiğini hatırlattı.

Yaşlılıkta hayat kalitesinin gün geçtikçe artmakta olduğunu belirten Kural, bunun sonucunda da yaşlılıktan kaynaklanan ölüm oranlarının azaldığını söyledi. Kural, ‘’Çok yakında dünyanın yaşlıların dünyası olacağı değerlendirilmektedir’’ dedi. ‘’Herkes kendinden bir sonraki nesil için yaşlıdır’’ diyen Kural, yaşlılar konusunun istismar edilmemesi, merhamet sömürücülüğü haline getirilmemesi gerektiğini kaydetti. Kural, ‘’Taşıtlarda, alışveriş kuyruklarında yaşlılara yer verin. Onların nasihatlarından yüksünmeyiniz’’ diye konuştu. Yaşlılara saygı ve ilgi konusunun bir eğitim konusu olduğunu kaydeden Kural, yaşlıların kırılmış şişeler gibi bir köşeye atılmaması, onlar için iş sahaları hazırlanması gerektiğini söyledi. Kural,’’Huzurevi güvencesi, ailedeki saygı ve sevgiyi yok etmiştir’’ görüşünü dile getirdi.

/ ANKARA

19.03.2007


 

Çanakkale ruhunu kaybetmeyeceğiz

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Çanakkale’yi geçilmez kılan o millî ruhu asla kaybetmemeliyiz, kaybetmeyeceğiz” dedi.

Çanakkale Zaferi’nin 92. Yıldönümü ve Şehitler Anma Günü dolayısıyla tüm Türkiye’de kutlamalar yapıldı. Çanakkale’de ilk tören Cumhuriyet Alanı’n düzenlendi. Kutlama törenlerine, 18 Mart Stadı’nda devam edilirken törene, Salı gününden bu yana istirahat eden Başbakan Erdoğan ile, bazı bakanlar da katıldı. Başbakan, törenin ardından Anıt Liman, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Yolları ile Namazgah Tabyası’nın açılışını yaptı. 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü sebebiyle Edirnekapı Şehitliği’nde anma programı gerçekleştirildi. Törene İstanbul Valisi Muammer Güler, 1. Ordu Komutanı Org.Fethi Tuncel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Engin Cengiz, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve çok sayıda yetkili katıldı. Vatandaşlar da şehitlerinin ruhu için duâlar etti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 18 Mart Şehitler Günü dolayısıyla yayınladığı mesajında, ‘’Birlik ve bütünlüğümüzün, yurt sevgimizin, bağımsızlık ve özgürlüğümüzün ölümsüzleşen simgeleri olan şehitlerimiz her zaman gönlümüzde yaşayacaktır’’ dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da törenlerde yaptığı konuşmada 92 yıl evvel Çanakkale’de olduğu gibi bugün de aynı dayanışmanın gösterilmesi halinde Türk milletinin önünde hiç bir gücün duramayacağını belirterek, “Her zorluğu yenebilir, her hedefe ulaşabiliriz. Çanakkale’yi geçilmez kılan o milli ruhu asla kaybetmemeliyiz, kaybetmeyeceğiz” dedi.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, mesajında ‘’Türk Silahlı Kuvvetlerinin, dün olduğu gibi bugün de dünyanın sayılı güçlerinden biri olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yönelik her türlü tehdidi ortadan kaldırarak, ulusun bekasının, bölgesindeki barış ve huzurun vazgeçilmez güvencesi olmaya devam edeceğini’’ bildirdi.

/ ÇANAKKALE

19.03.2007


 

Sıcaklıklar artacak

Hava sıcaklıkları, yurt genelinde hafta ortasına kadar hissedilir derecede artarak mevsim normallerinin üstünde seyredecek.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nden edinilen bilgiye göre, yurt genelinde hava sıcaklığı hafta ortasına kadar hissedilir derecede (6-8 derece) artarak mevsim normallerinin üstüne çıkacak. Bugün doğu Akdeniz ile kuzeydoğu kesimler çok bulutlu ve kısa süreli hafif yağışlı, diğer yerler parçalı ve az bulutlu geçecek. Yarın günü ise yurdun güney ve doğu kesimlerinde kısa süreli yağış geçişleri beklenirken, diğer yerler parçalı bulutlu olacak. Rüzgar yurdun kuzeybatı kesimlerinde güney ve güneybatı yönlerden (lodos) kuvvetli olarak esecek.

/ ANKARA

19.03.2007


 

Berlin Emniyetine Antalya modeli

Berlin Emniyet Müdürlüğü üst düzey yöneticisi Christan Matzdorf, Antalya Emniyet Müdürlüğü’nün ‘Toplum destekli polislik” projesini model aldıklarını söyledi.

‘Avrupa Birliği Eşleştirme’ projesi kapsamında Ankara Polis Akademisi’nde düzenlenen ‘İnsan ticaretiyle mücadelede kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi’ konulu toplantıya katılan Berlin Emniyet Müdürlüğü’nde üst düzey yönetici Matzdorf, Antalya Emniyet Müdürü Feyzullah Arslan ile görüşerek ‘Toplum destekli polislik’ projesini model olarak aldıklarını söyledi. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden polislerin katıldığı ve 3 gün süren toplantıda Antalya Emniyet Müdürü Arslan’ın kitaplarının akademik ve bilimsel yararlar içerdiğini ifade eden Matzdorf, “Antalya polisinin toplum destekli polislik projesini takip ediyoruz. Ayrıca Arslan’ın yazdığı kitaplar AB polis akademilerinde okutulacak düzeyde. Sayın Arslan umarım bu kitaplarını yabancı dillere çevirtir” dedi.

/ ANTALYA

19.03.2007


 

‘Sevgi Şemsiyesi’ umutları oldu

Sevgi Şemsiyesi Derneği, Diyarbakır’da kurduğu atölyede sokakta çalışan çocukların aile fertlerini işe alarak çocukların sokakta çalışmasını engellemeyi hedefliyor.

Geçen yıl araların da mühendis ve avukat gibi çeşitli meslek gruplarına mensup gönüllerin işbirliği ile kurulan Sevgi Şemsiyesi Derneği, sokakta çalışan çocukları, sokaktan çekmek ve gelecekte kardeşlerinin de sokakta çalışmaması için bölge iş adamlarının desteğiyle Balıkçılar Semtinde yaklaşık 2 ay önce tekstil atölyesi kurdu.

Dernek üyelerince daha önce Suriçi beldesindeki yoksul mahallelerde anket sonucu belirlenen yoksul ailelerin, çalışabilir bireylerinden tesbit edilen 15’i kız toplam 25 genç, atölyede işe yerleştirildi. Aile bütçelerine katkıda bulunmak için kendileri de bir dönem sokakta mendil, simit, tatlı ve su satarak sokakta çalışan yaşları 16-22 arasındaki gençler, hayatlarında ilk kez düzenli bir işe kavuşmanın heyecanını yaşarken, omuzlarına binen yüke aldırmadan kardeşlerini sokaktan kurtarmak için işlerine dört elle sarılıyorlar.

Sevgi Şemsiyesi Derneği Başkanı Mehmet Salih Doğrul, şehirde sokakta çalışan çocuklar sorununun ciddî boyutlara ulaştığını belirterek, konuyla ilgili birçok gönüllü kuruluş olduğunu, ancak somut bir çözüm üretilmediğini söyledi.

Aralarında mimar, doktor, avukat, psikolog, gibi çeşitli meslek gruplarına mensup gönüllülerle bir araya gelerek geçen yıl sorunun kökenine inerek çözüm üretmek amacıyla derneği kurduklarını ifade eden Doğrul, şunları söyledi: “Bazı mahallelerde anket çalışması yaptık. Çocukları sokakta çalışan ailelerde anne ve babaların yüzde 90’ının işsiz olduğunu gördük. Bunun üzerine atölyeyi açtık. Ailelere balık vermeyi değil, balık tutmayı öğretmeyi hedefliyoruz. Bu ailelere çocuklarını okutabilmeleri için maddî yardımda bulunuyoruz. Yetkililerden bu atölyeyi örnek alarak teşvik edici projeler üretmelerini bekliyoruz. Gençleri seçmemizdeki amaç hasta ve çalışamayacak durumda olan anne ve babalar vardı. Yaklaşık 2 aydır eşofman üretiyoruz. Şimdilik çocuklara aylık 200-300 YTL harçlık veriyoruz. Ürünümüzü pazarlamak için yurt içinde ve dışında görüşmelerimiz sürüyor.’’

İŞADAMLARIMIZ İŞ YERLERİ AÇSIN

Bir dönem sokakta çalışan 21 yaşındaki Fevzi Aksoy ise 8 kardeşi olduğunu kardeşlerinin kendisi gibi sokakta çalışmasını istemediğini bu sebeple dernek sayesinde bulduğu işe dört elle sarıldığını söyledi. Bölge iş adamlarının batı illeri yerine Diyarbakır’da bu atölye gibi iş yerleri açmasını isteyen Aksoy, iş imkânı sağlanması durumunda çocukların sokakta çalışmak zorunda kalmayacağını vurguladı.

İşe kavuşmanın sevinciyle gözleri ışıl ışıl parlayan Birgül Kaya, 6 kardeşi olduğunu ve babasının rahatsızlığı sebebiyle çalışamadığını söyledi.

Kaya, şöyle konuştu: “Para kazanarak kardeşlerimi okutmak istiyorum. Onlar sokaklara düşmesinler. Sokakta her türlü pislik var. “Nedret Kaya da 7 kardeşinden 4’ünü kıt imkânlarıyla okutmaya çalıştığını önceki gün ilk kez atölyeden aldığı harçlıkla kardeşlerine meyve aldığını ifade ederek, şunları anlattı: “Babamın bizi terk ettiği bir dönemde ortaokula giden kardeşim sokaklara düşmüştü. Sokakta peçete satarken yağmurda ıslanmanın ne demek olduğunu iyi biliyorum.’’

Gençlerin yanı sıra çocukları sokakta çalışmış 2 anneden biri olan ve atölyenin mutfağında çalışan Naile Yıldırım, eşini kaybettiğini, 3 çocuğuyla hayata tutunmaya çalıştığını söyledi. Yıldırım, “Sokaklar kötülük dolu. Oğlumu bıçakladılar. Şimdi onların çalışmasını istemiyorum. Tek amacım onların okuması ve adam olması’’ dedi.

/ DİYARBAKIR

19.03.2007


 

Yoksula sahip çıkmak görevimiz

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından dar gelirli, yardıma muhtaç insanları giydirmek amacıyla kurulan Sevgi Mağazası, 10 bininci aileyi giydirdi.

Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, aileye kendi elleriyle giyim çekini verirken, kimsenin incitilmemesini istedi. Yaklaşık 2 yıllık süreç içinde 10 bin aileyi ücretsiz giydiren Sevgi Mağazası, ihtiyaç sahibi insanların yüzünü güldürüyor. Mağazadan giyimini sağlayan 10 bininci aile olan Nezahat Güzel’in giyim çekini Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu verdi. Genç kadınla birlikte çocukları Mert (7), Gizem (4) ve Berfin Güzel (2), yeni elbiselere kavuşmanın sevincini yaşadı. Başkan Karaosmanoğlu, aileyle bir süre sohbet edip, çocukları sevdi. Mağaza görevlilerini uyaran Büyükşehir Belediye Başkanı Karaosmanoğlu, kimseyi incitmemelerini isteyerek, “Yoksulluk utanılacak bir şey olmadığı gibi kader de değildir. Muhtaç insana sahip çıkmak bizim görevimiz. Ama bunu yaparken onların onurlarını incitmeden bu işi yapmamız gerekir” dedi.

/ KOCAELİ

19.03.2007


 

12 yıl sonra ikiz bebek sevinci

Zonguldak’ın Devrek ilçesine bağlı Özbağ beldesinde doğuştan rahatsızlığı sebebiyle çocuk sahibi olamayan kadın, gördüğü tedavinin ardından tüp bebek yöntemiyle 3 ay sonra ikiz çocuk dünyaya getirecek.

Alınan bilgiye göre, 12 yıl önce Cemil Hızarcı (37) ile evlenen Sevim Hızarcı (32), çocuklarının olmaması üzerine şehirde çeşitli hastahanelere tedavi amacıyla başvurdu. Doğuştan rahatsızlığı olduğu bildirilen Hızarcı, bazı doktorlardan aldığı ‘’çocuk sahibi olmanız imkânsız’’ cevabına rağmen İstanbul’da özel bir klinikte ilâç tedavisine başladı.

Yaklaşık 3 ay süreyle ilâç tedavisi gören Hızarcı, tüp bebek yöntemiyle dördüz bebeğe hamile kaldı. Sağlığı açısından risk oluşturacağı düşüncesiyle bebeklerinden ikisi alınan Hızarcı, yaklaşık 3 ay sonra biri kız, diğeri erkek olmak üzere doğuracağı ikiz çocuklarla evlât hasretlerini gidermeyi bekliyor. Baba Hızarcı da tedavi süresince 14 bin YTL civarındaki bütün birikimlerini harcadıklarını belirterek, ‘’Şu anda çocuğuma beşik alacak paramız bile kalmadı. Geçimimi demir atölyesinde çalışarak sağlıyorum. Her şeye rağmen çocuk sahibi olacağımız için çok mutluyuz’’ dedi.

/ DEVREK

19.03.2007


 

TTK’da işçi açığı var

Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) Genel Başkanı ve Türk-İş Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Çetin Altun, ‘’Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ocaklarındaki galerilerin yaklaşık yüzde 65’ini işçi açıklarından çalıştıramıyoruz’’ dedi.

Altun, GMİS Şemsi Denizer Salonunda düzenlenen, TTK Kozlu Şube Başkanlığı 8. Olağan Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, madencilerin dünyanın prestijli işçileri olduğunu söyledi.

TTK ocaklarında üretime yönelik çalıştırılmak üzere ilk etapta 4 bin işçinin istihdam edilmesi gerektiğine işaret eden Altun, şunları kaydetti. ‘’Kurumdaki işçi sayısı 40 binlerden 11 binlere kadar azaldı. Türkiye’nin ihtiyacı 12 milyon ton/yıl taş kömürünün 1 milyon 500 bin ton/yıl civarındaki kısmı TTK tarafından karşılanmaktadır. Bunun yeterli olduğunu söylememiz mümkün değil. TTK ocaklarındaki galerilerin yaklaşık yüzde 65’ini işçi açıklarından çalıştıramıyoruz. Kentimizde 80 binin üzerinde işsiz mevcut. Yer altındaki 150 yıllık 1 milyar tonun üzerinde tahmin edilen taş kömürünün bölge ve ülke ekonomisine kazandırılmasını istemekteyiz. Çünkü, Zonguldak’ta kömür olduğundan bölgemize Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları ile Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları kurulmuştur.’’

Altun, IMF ve Dünya Bankası politikalarıyla Türkiye’deki yaklaşık 210 kamu kuruluşunun 1981-1990’dan sonra yatırım yapılmadığından zarara uğratılarak kapatıldığını iddia etti.

/ ZONGULDAK

19.03.2007


 

Hastaların hemşire memnuniyeti artıyor

Erzurum’da yapılan bir araştırmada, hastahanede yatarak tedavi görenlerin yüzde 87.1’inin, hemşire bakımından memnun olduğu ortaya çıktı.

Atatürk Üniversitesi Enstitü Sağlık Bilimleri Enstitüsü araştırma görevlisi Zeynep Karaman Özlü, Atatürk Üniversitesi’nin Aziziye ve Yakutiye hastahaneleri, Sağlık Bakanlığına ait Numune ve Palandöken hastahaneleri ile özel Şifa hastahanesi’nde 972 hasta ile yaptığı anket ile hemşire bakımını hasta memnuniyeti açısından inceledi. ‘’Erzurum’da farklı hastahanelerdeki cerrahi kliniklerde yatmış olan hastaların hemşirelik bakımından memnuniyet düzeylerinin değerlendirilmesi’’ başlıklı araştırmada, hastaların yüzde 45.3’ü hemşire bakımını ‘’memnun’’, yüzde 37.7’si ‘’çok iyi’’, yüzde 4.1 ise ‘’mükemmel’’ seçeneğiyle ifade etti. Hastaların yüzde 0.8’i hemşire bakımını ‘’çok yetersiz’’, yüzde 2’si ‘’yetersiz’’, yüzde 10.1’i ise ‘’fena değil’’ şeklinde değerlendirdi.

Araştırmada, evli hastalar bekar ve dullara göre hemşire bakımından daha memnun olduğunu ifade etti. Emekli ve serbest meslek sahiplerinin, memur, işçi, öğrenci ve ev hanımı hastalara göre hemşire bakımından daha fazla memnuniyet duyduklarını kaydettiler. Bu arada, özel hastahanede yatan hastaların, devlet ve üniversite hastahanelerine oranla daha fazla memnuniyet ifade ettikleri belirlendi.

/ ERZURUM

19.03.2007


 

Eğitim çalışanı yoksullaşıyor

Türk Eğitim Sen, öğretmen maaşlarında son 5 yılda yüzde 69 artış yaşanmasına karşın gıda ve bazı harcama kalemlerinde yüzde 233’lere varan artışlar olduğunu bildirdi.

Türk Eğitim-Sen’den yapılan yazılı açıklamayla eğitim çalışanlarının 2002-2007 yılları arasındaki alım gücüne ilişkin yaptığı araştırmanın sonuçlarını duyuruldu. Eğitim çalışanlarının ücretlerinin enflasyonun altında ezildiği vurgulanan araştırmaya göre, 2002 yılı ile 2007 yılları arasında en yüksek derecedeki öğretmenin maaşının yüzde 69, en düşük derecedeki bir memurun maaşının yüzde 94 oranında arttığı ancak aynı artışın gıda, giyim ve beyaz eşya, ev kirası ve özel doktor muayene ücretlerinde yaşanmadığı kaydedildi. 2002-2007 yılları arasında bir kilogram peynirin fiyatında yüzde 182, bir kilogram zeytinde yüzde 96, bir adet yumurtada yüzde 150, bir kilogram pastırmada yüzde 113, bir kilogram nohutta yüzde 139, bir kilogram pirinçte yüzde 94, bir litre zeytinyağında yüzde 127 artış olduğu; bu yıllar arasında takım elbisenin yüzde 166, bir çift ayakkabının yüzde 100 zamlandığını bildirdi. Ev kirasında yüzde 100, buzdolabında yüzde 114, özel doktor muayene ücretinde ise yüzde 233 oranında artış görüldü.

Gıda ve bazı harcama kalemlerinde yüzde 233’lere kadar varan artışların eğitim çalışanları açısından hayat şartlarını daha da zorlaştırdığına işaret edildi.

Recep GÖREN / ANKARA

19.03.2007


 

ÖSS takviminde sona yaklaşılıyor

Öğrenci Seçme Sınavı’na (ÖSS) başvurmak isteyenlerin bankaya sınav ücretini yatırma süresi, 21 Mart Çarşamba günü sona eriyor.

Bu tarihe kadar sınav ücretini yatıranlar, okullardan randevu alarak 23 Mart’a kadar başvuru işlemlerini gerçekleştirecekler. 2007-ÖSS’ye, lise son sınıf öğrencileri, lise son sınıfta beklemeli durumda olanlar, ortaöğretim kurumlarının dışardan bitirme sınavına girenler, lise mezunları ve ortaöğretimlerini yabancı ülkelerde yapanlar başvurabilecek. Ayrıca durumları bu şartlardan birine uyan yabancı uyruklu ve uyruksuz adaylar da başvuruda bulunabilecekler. Ancak bu adaylar, ÖSS puanlarına göre 2007-ÖSYS Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu’nda yer alacak yükseköğretim programlarına yerleştirilemeyecek. Lise son sınıfta okuyan öğrenciler, okullarının bağlı olduğu başvuru merkezlerinden, mezun durumda olanlar istedikleri herhangi bir başvuru merkezinden, içinde 2007 ÖSYS Aday Bilgi Formu da bulunan 2007-ÖSYS Kılavuzu’nu 2 YTL karşılığında alabilecekler. 2007-ÖSS’ye başvurulara (sınavsız geçiş dahil) ilişkin başvurma, sınav, değerlendirme ve yerleştirme ile ilgili kurallar ve işlemler, 2007-ÖSYS Kılavuzu’nda yer alıyor.

/ ANKARA

19.03.2007


 

Şiddet dizileri beyinleri yıkıyor

Radyo ve Televizyon İzleyicileri Derneği Başkanı İbrahim Dumrul, ‘’Kurtlar Vadisi’’, ‘’Sağır Oda’’, ‘’Kod Adı Kaos’’ gibi dizilerde, ‘’bilinç altı beyin yıkama faaliyetlerinin’’ Türk toplumuna enjekte edildiğini ifade etti.

Dumrul, son zamanlarda dizilerde artan şiddet olayları ve sonrasındaki intiharların artması nedeniyle, TBMM Dilekçe Komisyonuna yazılı dilekçeyle başvurdu.

Dilekçesinde, radyo ve televizyonların, kamusal göreve sahip kurumlar olarak kabul edilmelerine rağmen, zaman zaman kamuoyunu fazla rahatsız eden yayınlar yaptıklarını kaydeden Dumrul, ‘’Toplum-birey-aile ve özellikle de çocuk ve gençlerimizin ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyen, her geçen gün hoşgörü ve ahlak sınırlarını aşan cinsellik ve şiddet içeren yayınlarla, izleyicilerin haklı tepkisini alarak saygınlıklarını kaybetmektedirler’’ dedi.

Son zamanlarda devletin temel yapılarını yıpratıcı, saygın kişi ve kurumları hedef alan, onların toplum gözü önünde itibarını ve imajını zayıflatan, onlara olan güven ve itimadı sarsıcı dizi ve televizyon programlarının arttığına dikkati çeken Dumrul, bu dizilerin artarak devam ettiğini, üzülerek gözlemlediklerini kaydetti.

“HUKUK DIŞI OLUŞUMLAR ANLATILIYOR’’

İbrahim Dumrul, dilekçesinde şunları kaydetti: ‘’Özellikle ‘Kurtlar Vadisi’, ‘Sağır Oda’, ‘Kod Adı Kaos’ gibi dizilerde, ulusal devlet ve devletçilik anlayışından uzak, ulusal birlik ve beraberliği zedeleyici gayri resmi teşkilatlanma ve oluşumlara sürekli yer verilmekte, ‘bilinçaltı’ beyin yıkama faaliyetleri, sürekli Türk toplumuna empoze ve enjekte edilmektedir.

Bu dizilerde 3-5 kişi bir araya gelerek sözde, devletin temel çıkarlarını koruyacak çetevari bir yapılanmayla devletten bağımsız, kendi düşünce ve doğruları hakkında bağımsız karar alan, finans kaynaklarını kendileri sağlayan, gerektiğinde kanun dışı işler yapabilen hukuk dışı oluşumlar anlatılmaktadır.

Bu çeteler, sürekli ve bilinçli bir şekilde devletin resmi kurumlarıyla çatışarak, bu kurumların toplum önünde güvenilirlik ve itibarını zayıflatıyor. Devletin kurumları, görevini layığıyla yapamayan, kanun dışı kişi ve işlere bulaşan, kolaylıkla cinayet işleyen, bütün inisiyatifi kendi çıkarları doğrultusunda kullanan kurumlar olarak gösterilerek toplum önünde küçük düşürülmek isteniyor.’’

“ÇAKIR, POLAT İSİMLERİ

KÖTÜ ÖRNEK OLUYOR’’

Dumrul, ‘Kaybolan Yıllar’ gibi dizilerde mafya unsuruna çokça yer verilerek mafyanın hoş gösterildiğini, onların yaptıkları eylemleri hoşgörü ve acıma duyguları arasında anlatan sahnelerin çokça kullanıldığını bildirdi.

Dizinin belirli bir bölümünden sonra mafya olan bu kişilerin, devlet adına çalışan gizli görevli gösterilip, toplumun devlete olan güven ve itimadının sarsıldığını, hukuk devletinin yerini çete ve mafya gibi illegal oluşumların aldığını ifade eden Dumrul, ‘’Bu çete ve mafya olan kişilerin hareketleri, davranışları, kıyafetleri, boynuna taktığı haç işareti, parmağına taktığı yüzükle, dizilerdeki isimlerin (Haçlı, Çakır, Polat gibi) çocuk ve gençlere kötü örnek olduğunu bildirdi.

İbrahim Dumrul, ‘’Devletin saygın kişi ve kurumlarına yönelik küçük düşürücü yaklaşımlarla haksız, yersiz, sebepsiz, eleştiri sınırları ötesinde bilinçli ve planlı olarak hazırlandığını tahmin ettiğimiz bu tür programların ekrana taşınmasından büyük kaygı duyulmaktadır’’ dedi.

/ ANKARA

19.03.2007


 

Bebeğinizi beslerken yanlış yapmayın

Gaziantep Üniversitesi (GAZÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Kılınç, yemeği zorla yedirmeye çalışmanın, anne ile bebek arasındaki ilişkiyi olumsuz yönde etkilediğini söyledi.

Kılınç, ek gıdalara başlamak için bebeklerde çiğneme fonksiyonunun gelişmesi gerektiğini belirtti. 6-8 ay döneminde bebeklerin dişlerinin çıkmaya başladığını ve bu dönemde ek gıdalara geçilebileceğini ifade eden Kılınç, şöyle konuştu: “6’ncı aya kadar anne sütü, bebeklerin bütün ihtiyaçlarını karşılıyor. 6’ncı aydan sonra ise anne sütü yetersiz kalıyor. Ek besinlere geç bir dönemde geçilmesi, beslenme yetersizliğine ve büyüme geriliğine neden oluyor. Ayrıca fizyolojik açıdan bebekler 6’ncı aya kadar sadece yutuyor, 6’ncı aydan sonra ise çiğnemeye başlıyor. Çocuklar diş çıkarmaya başladığından itibaren ek besinlere geçilebilir.’’

Kılınç, ek besinlere öncelikle sebze ve meyve püresiyle başlamak ve daha sonra çorba ve diğer besinlere geçmek gerektiğini dile getirdi. Bebeğin bu dönemde ek besinlere alışmakta güçlük çekebileceğini, bu nedenle birçok annenin, ‘’çocuğum yemiyor’’ diyerek telaşa kapıldığını ifade eden Kılınç, şöyle devam etti: “Bu dönemde annelerin çoğunluğu bebeğin yemek yememesinden şikayetçi olur ve bebeğe besinleri zorla vermeye çalışır.

Birçok anne çocuğun dikkatini televizyona ya da oyuncaklara çekerek yemek vermeye çalışır. Ancak bu çok yanlıştır. Bu yanlışı birçok anne yapıyor. Yemeği zorla yedirmeye çalışmak, anne ile bebek arasındaki ilişkiyi olumsuz yönde etkiler. Bebeğin de bir kişiliği olduğu unutulmamalı. Anne ile bebek arasındaki ilişkiyi sıcak tutmak her zaman çok önemli. Bu dönemde zorla yemek yedirilen ve bu şekilde kilo alan bebeklere, 1-1,5 yaşından sonra yemek yedirmek iyice zorlaşır.’’

ANNELER ÖNCELİKLE SABIRLI OLMALI

Kılınç, annelerin bebeklerini beslerken çok sabırlı olması ve yemeği yememesi durumunda biraz bekleyerek tekrar denemesi ya da yemeğin tadını farklı besinler katarak değiştirmesi gerektiğini vurguladı.

Yemek konusunda annelerin ısrarcı davranmaması ve mutlaka yemeği bebeğe aç karnına vermesi gerektiğini dile getiren Kılınç, ‘’Ek besinlerin biberonla da verilmemesi gerekiyor. Ek besinleri verirken kaşık kullanılmalı. 7. aydan sonra bebek kıyma ve yumurta da yiyebilir’’ dedi. Kılınç, çocuğun bir yaşına geldiğinde aileyle birlikte sofraya oturabileceğini ve ailenin yediği yemeklerden yiyebileceğini belirterek, bebeğin bu dönemde kendisinin yemek yemeye çalışması gerektiğini kaydetti.

/ GAZİANTEP

19.03.2007


 

Kuru yemişler, sağlığa iyi geliyor

Türkiye’de bol miktarda yetişen yetişen kuru yemişlerin, muhtevasındaki mineraller, çinko, kalsiyum ve magnezyum ile insan sağlığı için son derece faydalı olduğu belirtildi.

Erciyes Üniversitesinde görevli Diyetisyen Dr. Nurten Budak, özellikle fındık, fıstık, ceviz ve badem gibi kuru yemişlerin vücutta yağ alımını artırdığını, ancak bu yağların diğer yağlardan farklı olarak kolesterol içermediğini bildirdi. Kuru yemişlerde bulunan yağların vücutta kolesterolün düşmesine de katkı sağladığını ifade eden Budak, özellikle fındık yağının bu özelliği sebebiyle kalp-damar sağlığının korunması açısından büyük önem taşıdığına dikkati çekti. Türkiye’nin dünyanın önemli kuru yemiş üreticileri arasında yer aldığını ve Türkiye’nin hemen her bölgesinde farklı kuru yemiş çeşitlerinin yetişebildiğini hatırlatan Budak, şunları söyledi: ‘’Vücudun yağ alımını artıran ve kolesterol oranının düşmesine katkı sağlayan kuru yemişler, mineraller için de iyi bir kaynaktır. Kuru yemişler, büyüme ve gelişmeye katkı veren çinko, kemik sağlığı için önemli olan kalsiyum ve magnezyum bakımından da zengindirler. Yine vücuda bitkisel protein sağlarlar. Öğünler dışında atıştırılan birçok yiyecek ve içecek kuru yemişler kadar değerli değildir. Kuru yemişler, diş çürütmezler ve boş enerji kaynağı değildirler. Bu nedenle bolca tüketilmesini tavsiye ettiğimiz kuru yemişler, insan sağlığı için son derece faydalıdır.’’

/ KAYSERİ

19.03.2007


 

Şehir plancılarından küresel ısınma reçetesi

Alınan bilgiye göre, oda tarafından ‘’Küresel Isınmaya Kentsel Çözümler’’ adlı rapor hazırlandı.

Raporda, dünya kamuoyunda tartışılan ‘’Küresel Isınma’’ olgusunun neden, sonuç ve tedbirleriyle ilgili sağlıklı bir bilgilenmenin zorunlu olduğu, bununla da sınırlı kalınmayarak kentsel ölçekte yapılması gerekenlerin, alınması gereken tedbirlerin tartışılıp, olgunlaştırılması gerektiği dile getirildi.

Küresel ısınmayla ilgili tedbirlerin, ‘’daha çok parçacıl düzeyle sınırlı kaldığı’’ ifade edilen raporda, ‘’Sera gazı emisyonlarının ortalama yüzde 70-80’inin üretildiği kentlerde alınması gereken önlemler ve hayata geçirilmesi zorunlu çözümler çoğu kez yeterince gündeme getirilmemektedir’’ denildi.

Küresel ısınmanın, kentsel ölçekte de ele alınmasının zorunlu bir sorun olarak tanımladığı raporda, şu değerlendirme yapıldı:

‘’Büyük ölçüde mutabakat sağlandığı halde rafa kaldırılan İmar ve Şehircilik Kanunu Tasarısı’nın, çevreyi, doğayı ve alternatif enerjileri dikkate alan ‘Sağlıklı Kent Planlama Yaklaşımı’nı da içerecek biçimde yasalaştırılması, son yıllarda yaşanan ‘yasa kirliliği ve karmaşasını’ da sona erdirebilecek en ivedi ve kapsamlı çözüm olarak görünmektedir.

Bununla birlikte tüm kentsel alanlar ve imar planları, kirlenme ve sera gazı üretimleri açısından denetlenmeli, kirlenmeye neden olan unsurlar, planlama aşamasında önlenmelidir. Kısa vadede tüm kentlerimizde, küresel ısınmaya yol açan nedenleri azaltıp, ortadan kaldıracak önlemler alınmalıdır.’’

KÜRESEL ISINMAYA KARŞI TEDBİRLER

Raporda, şehirlerin, küresel ısınmanın meydana getireceği olumsuz etkilerden en asgarî seviyede etkinlenmesini sağlamak adına alınacak tedbirler de yer aldı.

Güneşe, tabiî enerjilere ve yerel ekolojik sistemlere uygun şehir planlarının yapılması ve mevcut planların da dönüştürülerek, tek merkez tarafından denetlenmesinin önemine değinilen raporda, şu bilgilere yer verildi: ‘’Enerji gereksinimini başladığı noktada azaltabilmek amacıyla yerleşimlerin özgün doğal, topoğrafik, coğrafik koşulları özümseyen bir anlayışla analiz edilmesi, yerleşimlerde güney cephelerin seçiminin sağlanması, tükettiği enerjiyi doğal kaynakları ve atıkları ile üretebilen mahalle ve kentler tasarlanmalı, yapı cephelerinin iklimlendirme (ısıtma-soğutma) gereksinimleri göz önüne alınacak biçimde tasarlanması özendirilmelidir.’’

GÜNEŞ MİMARİSİ VE GÜNEŞ PİL

Avrupa ortalamasının ortalama iki katı fazla güneş enerjisi imkânına sahip Türkiye’de, güneş enerjili, eko-mimarî uygulamalarının başlatılmasının gerektiği belirtilen raporda, şu tavsiyeler yer aldı: “Konutlarda doğal enerji üreten sistemlere geçilmelidir. Yapıların çatılarında güneş pili uygulamaları başlatılmalıdır. Yeni yapılan binalarda, güneş ısı sistemleri zorunlu hale getirilmeli, bu sistemlerin eski yapılarda uygulanabilmesi özendirilmelidir.

Toplu konutların ve yapı adalarının, güneş enerjili ve ekolojik olarak tasarlanması ve uygulanmasını zorunlu kılan bir yasal düzenleme yapılmalı, belediyelerin, kooperatiflerin ve TOKİ’nin bu yasal düzenlemeye uygun yatırım yapması sağlanmalıdır.’’ Raporda, ayrıca kamusal kullanıma açık ve kamu idarelerince düzenlenip, işletilen tüm açık alanlar, parklar, cadde ve sokakların güneş enerjisiyle aydınlatılabilecek teknolojiye kavuşturulması tavsiye edildi. Kamu binalarında ve öncelikle okullarda ivedilikle güneş sistemlerine geçilmesine ilişkin arayışlara hız verilmesi gerektiği ifade edildi.

TABİÎ ENERJİ SANTRALLERİ

Şehirler ve çevresindeki tabiî enerji kaynaklarının tabiatla bütünleşen bir biçimde kullanılmasının sağlanması gerektiği vurgulanan raporda, şu görüşlere yer aldı: ‘’Bu amaçla yerleşimin büyüklüğü ve ölçeği uyarınca yeri geldiğinde su değirmenleri, küçük ölçekli barajlar, rüzgâr tribünleri-santralleri, kaynak potansiyeli dikkate alındığında Avrupa’da 1 numara olabileceğimiz biyo-enerji santralleri, kentsel atık ve çöpleri enerjiye çevirecek merkezler kurulmalı, tüm alternatif doğal enerji olanak ve potansiyelleri etkin şekilde değerlendirilmelidir.’’

ŞEHİRLERDE TEMİZ ULAŞIM SİSTEMLERİ

Raporda şehirlerde, petrole ve fosil yakıtlara dayalı, bireysel ulaşım, araç odaklı, araç talebine göre biçimlenen ulaşım seçiminden vazgeçilmesi gerektiği belirtilerek, otomobil kullanımını özendiren gereksiz kavşak yatırımlarına son verilmesi, toplu taşımayı özendirip, güçlendiren, yaya ve bisiklet ağırlıklı sistemlere gerekli değerin verilmesi istendi.

Raporda, ayrıca bütün tedbirlerin planlama, tasarım ve uygulamalarının yapılabilmesi için ‘’Temiz Enerjili Ekolojik Planlama Merkezi’’nin ivedilikle kurulmasının da gerektiği ifade edildi.

/ ANKARA

19.03.2007


 

Bireysel tedbirler alınabilir

Isı yalıtımının, küresel ısınma ve çevre felâketlerine karşı alınabilecek bireysel tedbirlerin başında geldiği bildirildi.

Isı Yalıtımı Sanayicileri Derneği Başkanı Durmuş Topçu, bireylerin ısı yalıtımı duyarlılığı ile hem masraflarını yüzde 50 azaltacaklarını hem de dünyayı tehdit eder boyuta ulaşan küresel ısınmayla mücadeleye katkı sağlayabileceklerini söyledi.

Türkiye’de yalıtım bilincinin gelişmesi ve yalıtımda AB standartlarında ileri teknoloji ürünlerin kullanımının yaygınlaşmasını kendilerine misyon edindiklerini belirten Topçu, binalarda doğru yalıtım yapıldığı takdirde ortalama yüzde 50 daha az enerji tüketerek ısıtma ve soğutma sağlanabileceğini vurguladı.

Böylece konut başına atmosfere yayılan karbondioksit miktarının yarı yarıya azaltılabileceğini ifade eden Topçu, ‘’Isı yalıtımı, küresel ısınma ve çevre felâketlerine karşı alınabilecek bireysel önlemlerin başında geliyor. Ayrıca devlet politikalarında da yalıtımın göz ardı edilmemesi gerekiyor. Hem dünyamız hem de enerji konusunda dışa bağımlı olan ülkemizin geleceği için ısı yalıtımına yatırım yapmak zorundayız’’ dedi.

ENERJİ KRİZİ DE HAD SAFHADA

Dünyada hali hazırda kullanılan enerjinin yüzde 70’e yakın bölümünün fosil yakıtlardan elde edildiğini kaydeden Topçu, şöyle konuştu: ‘’Fosil yakıtlar atmosferi kirlettikçe sera etkisi artıyor ve küresel ısınma yüzünden doğal denge bozuluyor. Bugün ülkemizde binaların metrekare başına enerji tüketimi yaklaşık 60 ila 120 kws arasında. Almanya’ya bakıldığında bu oran yarı yarıya azalarak 30 ila 70 kws’ye inebiliyor.’’

AB mevzuatı gereği Türkiye’de de yeni binalarda ısı yalıtımı uygulamalarının zorunlu hale geldiğini hatırlatan Topçu, ‘’Ancak ısı yalıtımı bilinci halen tam olarak oluşmadığı için yalıtım maliyeti masraf olarak görülüyor, getireceği yararlar düşünülmüyor. Oysa ısı yalıtımın getirdiği maliyetin payı, bir binanın toplam maliyeti içinde yüzde 3-5 arasında değişiyor ve sağladığı tasarrufla birkaç yıl içinde kendini amorti ediyor. Bu maliyet, temiz ve yaşanabilir bir çevrede yaşama şansımızın artması karşısında çok önemsiz kalıyor’’ diye konuştu.

/ ADANA

19.03.2007


 

Küresel ısınmaya bisikletli tepki

Küresel ısınmaya ve tabiatta hızla yayılmaya başlayan kuraklığa karşı uyarıda bulunmak için Erzincan’da bir bisiklet sürücüsü yaklaşık 7 bin 250 kilometre pedal çevirecek.Erzincan’da yaklaşık 10 yıldır amatör ve son iki yıldır da doğa bisikletcisi olarak pedal çeviren 25 yaşında Serkan Taşdelen, dünya genelinde yaşanılan küresel ısınma ve kuraklığa karşı insanların daha bilinçli olması için ilginç bir eylem gerçekleştirecek.

Küresel Isınmaya Direniş ismini verdiği projesi ile Türkiye genelinde 7 bin 250 kilometre yol kat edecek olan genç bisikletçi, insanların tabiata karşı daha duyarlı olması gerektiğini belirtti. 29 Nisan 2007 tarihinde Erzincan’dan start alacak olan Serkan Taşdelen, 7 bin 250 kilometrelik yolculuğunu 10 Ağustos 2007 tarihinde İstanbul’da noktalandıracak.

/ ERZİNCAN

19.03.2007


 

250 bin şehide 250 bin çiçek

Bahçelievler Belediyesi Çanakkale Zaferi’nin 92. yıldönümünde, şehitliklere dikilmek üzere 250 bin çiçek gönderdi.

Çiçekleri taşıyan araç konvoyu,”Her şehide bir çiçek” sloganıyla saat 01.30 da Bahçelivler Belediye önünden yolu çıktı. Konvoyla birlikte Çanakkale’ye varacak olan Bahçelievler Park ve Bahçeler Müdürlüğü görevlileri, saat 06.00’dan itibaren Çanakkale Şehitleri Abidesi ve 57. Alay Şehitlikleri önünde 250 bin hercai menekşe ve Çuha çiçeğini, şehitlikleri ziyaret edecek olan vatandaşlara dağıtacak.

YENİ ASYA / İSTANBUL

19.03.2007


 

Avrupanın 2,5 katı ekmek tüketiyoruz

Aydın’ın Nazilli ilçesinde çiftçilere yönelik hizmet veren bir kooperatif tarafından yapılan araştırmada Türkiye’de yaşayan bir kişinin Avrupa’da yaşayan bir kişinin 2.5 katı ekmek tükettiği tesbit edildi.

Yapılan araştırmaya göre AB ülkelerinde yaşayan bir kişi yıllık ortalama 40-50 kilogram ağırlığında ekmek tüketirken, Türkiye’de bu rakamı 100-120 kilo gram arası değişiyor. Türkiye’nin sadece ekmek israfından yıllık 700 milyon doların üzerinde ekonomik kaybı olduğu belirtildi

/ AYDIN

19.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004