Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

BİR KISSA, BİN HİSSE

Papağan terbiyecilerinden birisi papağanını eğitip, ona dil öğretti.

Papağan her söze cevap olarak, açık ve net bir şekilde:     

“Hiç şüphe yok!” diyordu.     

Bir gün adam papağanını satmak için çarşıya gitti ve yüz milyon liradan satılığa çıkardı.     

Bir müşteri gelip, papağana:     

“Yüz milyon lira eder misin sen?” diye sordu.

Papağan:     

“Hiç şüphe yok!” dedi.

Müşteri pek keyiflendi ve papağanı satın alıp evine götürdü.

Gel zaman, git zaman; papağan “hiç şüphe yok”tan başka bir şey bilmiyordu.

Papağanın yanında ne konuşulursa konuşulsun; papağan durmadan “hiç şüphe yok!” diyordu.

Adam sonunda sinirlenip:

“Eşeklik ettim de aldım seni!” dedi. Papağan yine:     

“Hiç şüphe yok!” dedi.     

Adamcağız güldü ve papağanı tabiata serbest bıraktı. Bırakırken:

“Özgür olmak ister misin?” diye seslendi. Papağan havalanıp uçarken:

“Hiç şüphe yok!” dedi.

Süleyman KÖSMENE

26.06.2007


ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Kâfirler ise Cehennem azâbı içinde ebediyen kalacaklardır.

Zuhruf Sûresi: 74

26.06.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Allah bir ev halkı hakkında hayır dilerse, onları yumuşak huylu kılar.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 228

26.06.2007


Şiddetli sıcaklar Cehennemin harâretindendir

Ahiret âlemine ait menziller bu dünyevî gözümüzle görülmez. Fakat, bazı rivâyâtın işârâtıyla, âhiretteki Cehennem bu dünyamızla münasebettardır. Yazın şiddet-i hararetine “Cehennem hararetindendir” (Buharî, 1:142,162) denilmiştir.

Demek, bu dünyevî, küçücük ve sönük akıl gözüyle o büyük Cehennem görülmez. Fakat ism-i Hakîmin nuruyla bakabiliriz. Şöyle ki:

Arzın medar-ı senevîsi altında bulunan Cehennem-i Kübrâ, yerin merkezindeki Cehennem-i Suğrayı güya tevkil ederek bazı vezâifini gördürmüş. Kadîr-i Zülcelâlin mülkü pek çok geniştir; hikmet-i İlâhiye nereyi göstermişse Cehennem-i Kübrâ oraya yerleşir. Evet, bir Kadîr-i Zülcelâl ve emr-i Kün feye kûn’e (“Ol der; o da oluverir” - Yasin: 82.) mâlik bir Hakîm-i Zülkemal, gözümüzün önünde, kemâl-i hikmet ve intizamla kameri arza bağlamış; azamet-i kudret ve intizamla arzı güneşe raptetmiş; ve güneşi, seyyârâtıyla beraber, arzın sür'at-i seneviyesine yakın bir sür'atle ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre şemsü’ş-şümus tarafına bir hareket vermiş; ve donanma elektrik lâmbaları gibi yıldızları saltanat-ı rububiyetine nuranî şahitler yapmış, onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zât-ı Zülcelâlin kemâl-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübrâyı elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan semânın yıldızlarını onunla iş’âl etsin, hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan Cennetten yıldızlara nur verip, Cehennemden nar ve hararet göndersin; aynı halde, o Cehennemin bir kısmını ehl-i azâba mesken ve mahbes yapsın.

Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki, dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette, o Zât-ı Zülcelâlin kudret ve hikmetinden uzak değildir ki, küre-i arzın kalbindeki Cehennem-i Suğrâ çekirdeğinde Cehennem-i Kübrâyı saklasın.

Mektûbât, s. 15-16

Lügatçe:

Cehennem-i Kübrâ: Büyük cehennem.

Cehennem-i Suğrâ: Küçük cehennem.

haşmet-i rububiyet: Rabb’lığın, idare ve terbiye ediciliğin haşmeti, heybeti, büyüklüğü.

iş’âl: Yakma.

küre-i arz: Dünya.

medar-ı senevî: Dünyanın güneş etrafında dönerken çizdiği farazî daire.

menzil: Oda.

nar: Ateş.

saltanat-ı rububiyet: Kâinatı terbiye ve idare edici olan Allah’ın saltanatı.

şemsü’ş-şümus: Güneşlerin güneşi.

seyyârât: Gezegenler.

şiddet-i hararet: Sıcaklığın şiddeti.

sür'at-i seneviye: Dünya’nın bir yıllık hareket ve sür'ati.

26.06.2007


Nur okyanusu

Bir ayrıcalıktır Risâle-i Nur okumak, o nurlu iklimde ıslanmak ve o nurlarla yaşamak.

Tıpkı okyanusa benzer Risâle-i Nurlar; okyanusa dışarıdan bakıldığı zaman sadece mavi bir su örtüsü görünmektedir. Her tarafı defalarca dolaşılsa da mavi rengin tonlarından başka birşey görünmez.

Bir de okyanusun içerisine girilip derinliklerine doğru inildiği zaman bambaşka bir âlemle karşılaşılır. Hiç görmediğimiz, hiç bilmediğimiz güzellikler çıkar insanın karşısına; kendini de kaptırdın mı o güzelliklere, tutamaz kimse seni. İçin içine sığmaz artık, ayrılmak istemezsin o güzelliklerden. Bu sefer insanın bütün bedenini bir merak duygusu sarmaya başlar ‘Acaba daha derinlerde ne var?’ diye.

İşte Risâle-i Nurlar da böyledir. Kıp kırmızı bir yakut gibi, okyanus misâl güzellik ve sırlarıyla, zenginliğiyle kütüphanelerimizde durmaktadır. Bu nur deryasından oluşan okyanusa girdiğimizde, aklımızı, ruhumuzu, kalbimizi bu Kur’ân ve iman hakikatlerine tam bir ihlâs ve samimiyetle verdiğimizde, adeta çölde suya hasret kalmış bedevî gibi nurlara susadığımızda, vücudumuzun bütün hücrelerine işleyesiye kadar okuduğumuzda ve tefekküre daldığımızda ufkumuzun, zihnimizin genişlediğinin ve kalbimizin iman nuru ile dolduğunun farkına varırız.

Risâle-i Nurları anlayarak, kabul ederek ve kendi nefsimize hitaben okumaya başladığımızda iman hakikatlerinin farkına varmaya başlarız. Her cümlesinde, her kelimesinde farklı anlamların ortaya çıktığını görürüz. Üç boyutlu resim gibi sayfayı değil, sayfanın derinliğinde gizli olan sırrı görmeye başlarız. Artık kopamayız o nur deryasından, çünkü okudukça hakikatleri görürüz, hakikatleri gördükce imanımızın kuvvetlendiğinin farkına varırız. Okudukça, imanımızı muhafazaya çalışırız. Okudukça, okuduğumuzu anladıkça, anladıklarımızı hayata tatbik etmeye başladıkça, başkaları da bizi örnek almaya başlar ve bu tahkikî iman sayesinde başkalarının da imanlarının muhafazasına vesile oluruz inşallah.

Rahmetli Bayram Yüksel Ağabey, Risâle-i Nur’la ilgi olarak bir hatırasında şunları anlatmaktadır: “Üstad bize daima şu dersi verirdi: ‘Bakın, ben başka kitaplarla meşgul olmuyorum. Siz de Risâle-i Nur’dan başka kitaplarla meşgul olmayın. Risâle-i Nur size kâfîdir.

“..Acelecileri yavaş yavaş okumaya mecbur ettiğinden, Risâle-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Yoksa, yalnız akıl cüz’î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler.

“Risâle-i Nur, sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı. Çünkü ondaki iman-ı tahkikî ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letâif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.” (Son Şahitler, c.3, s. 52)

Evet Risâle-i Nur okyanusunun derinliklerine doğru inelim ve bakalım bizleri ne gibi gizemli sırlar ve hakikatler bekliyor.

[email protected]

Yılmaz SALIK

26.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004