Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Ona "Haydi, gir Cennete" denildi. O da, "Keşke," dedi, "Rabbimin günahlarımı bağışlayıp bana ikramlarda bulunduğunu kavmim de bir bilebilseydi!"

Yâsin Sûresi: 24-25

24.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz et yemeği yediğinde elindeki et ve yağ kokusunu yıkasın.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 280

24.07.2007


Hak yolda çalışanlar, yalnız kendi vazifelerini düşünmeli

Tarîk-i hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenâb-ı Hakka ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler. Edebü’d-Din ve’d-Dünya risâlesinde vardır ki:

Bir zaman şeytan, Hazret-i İsâ Aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: “Madem ecel ve herşey kader-i İlâhî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.”

Hazret-i İsâ Aleyhisselâm demiş ki:

“Cenâb-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: ‘Sen böyle yapsan sana böyle yaparım. Göreyim seni, yapabilir misin?’ diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenâb-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin: ‘Ben böyle işlesem Sen böyle işler misin?’ diye tecrübevâri bir sûrette Cenâb-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı, sû-i edeptir, ubudiyete münâfidir.”

Madem hakikat budur; insan kendi vazifesini yapıp Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmamalı.

Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı ona demişler:

“Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.”

O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir.”

İşte o zât bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.

Evet, insanın elindeki cüz-ü ihtiyarî ile işledikleri ef’allerinde, Cenâb-ı Hakka ait netâici düşünmemek gerektir. Meselâ, kardeşlerimizden bir kısım zatlar, halkların Risâle-i Nur’a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit, zayıfların kuvve-i mâneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki, üstad-ı mutlak, muktedâ-yı küll, rehber-i ekmel olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, “Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.” (Nur Sûresi, 24:54) olan ferman-ı İlâhîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y ve gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü “Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir.” (Kasas Sûresi, 28:56.) sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenâb-ı Hakkın vazifesidir; Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmazdı.

Öyleyse, işte ey kardeşlerim! Siz de, size ait olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlıkınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız.

Lem’alar, 17. Lem’a, 13. Nota, s. 135

Bediüzzaman Said NURSÎ

24.07.2007


Kur’ân nurlarına perde çekilmez

1964’lü yıllarda cumhurbaşkanlığından başbakanlığa tenzil-i rütbe eden bir eski paşa, ibretlik yenilgisinin müsebbibinin Nur talebeleri olduğunu itiraf etmişti.

Hıncının ve asırlık müzmin kininin sevkiyle Nur talebelerinin yakalanıp toplama kamplarına tıkılmasını, evlerine baskınlar yapılıp eserlerin zapt edilmesini içeren genelgeleri bütün illere göndertti.

Bütün valiler ve emniyet güçleri, Nurcular aleyhine terör havası estirdiler. Bu cümleden olarak Çorumlu fedakâr Nur talebelerinden Hüseyin Kovancı cezaevine girdiğinde içeriye Risâle-i Nur getirilmesini istemişti. Raşit Yücel bu sahneyi şöyle dile getirmişti: “Hüseyin Ağabey’in çocukları küçük, dükkânı kapalı, ev halkı üzgün. Ama ağabey asla pişman değildir. Çünkü yaptığı doğru okuduğu eserler, dünyanın en güzel, en feyizli eserleridir.” Kitapları içeriye sokmanın bir çaresi bulunmalıydı.

Can dostu rahmetli Sadık Karagöz bir çare bulur. Eskiden kese kâğıtları, eski gazete kâğıtlarından yapılırdı. İlk olarak Meyve Risâlesi sayfa sayfa cildinden ayrılarak gazete kâğıdının arasına yayılır. Bundan da kese kâğıdı yapılır. Manavdan alınan meyveler kese kâğıdına konularak cezaevine ziyarete gidilir. O zamanlar Çorum cezaevinin çevre duvarı yoktu. Tutuklu, pencereye gelir, dışarıdakiyle öyle konuşulurdu. Sadık Ağabey seslenir: “Meyveler getirdim. Meyveleri aldın mı?”

İçeriye giren her şey çok sıkı bir şekilde aranmasına rağmen bir şey bulunamaz.

Koğuşa alınan meyvelerin kese kâğıdı itina ile açılır. İçinden çıkarılan risâle sayfaları toplanıp tekrar kitap haline getirilir. Tutuklu Nur talebeleri, hem kendileri okur; hem de tutuklularca okunarak pek çoğunun imanlarının kurtulmasına ve namaza başlamalarına vesile olunur.

Üstadımızın buyurduğu “Bu eski ve yeni Medrese-i Yusufiyedeki şiddetli imtihanda sarsılmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakıcı çorbadan ağızları yandığı halde talebeliğini bırakmayan ve bu kadar tehacüme karşı kuvve-i mâneviyesi kırılmayan zatları ehl-i hakikat ve nesl-i âtî alkışlayacakları gibi melâikeler ve ruhaniler dahi alkışlıyorlar diye kanaatim var” hakikatiyle, imkânsızı mümkün kılarcasına yapılan hizmetleri nesl-i âtî alkışlıyor. O isimsiz kahramanları örnek alarak hizmet-i imaniye ve Kur’âniye’de şevkle çalışıyorlar.

“Merak etmeyin kardeşlerim! Bu Nurlar parlayacaktır” hakikati, kitabın girmesinin imkânsız olduğu bir yere girip kendini okutarak etrafını aydınlatıyordu. O günden bu güne aydınlatmaya devam ediyor. İnşaallah kıyamete kadar devam edecektir.

Abdullah BATTAL / Emekli Başsavcı

24.07.2007


Mürşidin kılıcı

Şah-ı Nakşıbend Hazretlerine bir gün bir kimse edepsizlik yaptı.

Hazret-i Şah bu kimseye kızmadı, sadece tebessüm buyurdu.

Fakat adam büyük bir derde düştü, çok ıztırap çekti. Helâk olacak hâle geldi.

Sonra hatasını anlayıp tövbe etti.

Şah-ı Nakşıbend Hazretleri bir ara o adamın evinin önünden geçerken, içeri girip hâlini hatırını sordu. Adam yalvarırcasına:

“Helâk oldum Ya Şeyh!” dedi.

Hazret-i Şah:

“Allah şifa vericidir. Korkma, iyileşirsin” buyurdu.

Bu sözü duyan adam birden kalkıp:

“Efendim size karşı edepsizlik ettim, hatırınızı incittim, beni affediniz” diye yalvardı.

Şah-ı Nakşıbend Hazretleri buyurdu ki:

“Kalbimiz o zaman incindi. Fakat şu anda gönül aynası tertemiz. Unutma ki, mürşitlerin kılıcı, kınından çıkmış yalın kılıç gibidir. Ama mürşit merhamet sahibidir. Kimseye kılıç vurmaz. İnsanlardan belâsını arayanlar gelip kendilerini o kılıca vururlar.”

Süleyman KÖSMENE

24.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004