Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Seçimin gölgesinde döndürülen dolaplar

Seçim bitti. Galibi, mağlubu belli. Hem de çok açık bir şekilde. Seçmenin neye göre oy kullandığı, neye tepki gösterdiği de belli.

Kimin, kimlerin bu sonuçtan dersler çıkartması gerektiği de ortada.

Kimlerin herhangi bir ders çıkartmadan yola devam etme kararında olduğu da. (Tabii bu onların bileceği bir şey. Kendi düşen ağlamaz!)

Yalnız bakıyorum, herkes seçime, seçim sonuçlarına ve şimdi de cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanmışken yollarına devam etme kararında olanlar sadece bazı siyasi mağluplar ya da bu sonuçlardan dersler çıkarması gereken bazı odaklardan ibaret değil.

Çeteler ve çetelerden medet uman yapılar da kararlı bir şekilde ilerliyor.

Seçim sonuçlarına, ortaya çıkarılan onca sanık, delil, bulgu ve ilişkiye rağmen ve hemen herkesi aptal yerine koyarak ilerlemeye devam ediyor.

Onca çete ortalığa dökülmüşken, bir kısmı muhtemelen eylem öncesi yakayı ele vermişken, çoğu Silahlı Kuvvetler’le bir şekilde bağlantısı olan kişilerce kurulmuş ve ordu malı silahlarla donatılmış bu çetelerle ilgili dosyalar belli ki bir merkezden organize edilen müdahalelerle kapatılmaya çalışılıyor.

Çeteler çete olmaktan çıkarılmak, olaylara birer ‘adi vaka’ muamelesi yapılmak isteniyor.

Seçimin, seçim sonuçlarının gölgesinde ve belli ki henüz hükümet kurulmadan bazı organize işler çevrilmek isteniyor.

Seçimden önce mutlaka izlemişsinizdir, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, Hrant Dink davasının görüldüğü mahkemeye gönderdiği raporda, ‘bu işin bir çete meselesi olmadığını, arkadaşlar arasında oluşan bir örgütlenmeden, biraraya gelmeden’ söz edilebileceğini söylemişti.

Yakalanan öteki çetelerle ilgili gelişmeler nasılsa kamuoyunca yakından izlenmiyor. Medya da—özel olarak çetelerin perdelenmesi ve dikkatlerin çetelerden uzaklaşması için özel çaba harcayanlar bir tarafa—yarım yamalak, işine özüne inmeden rasgele bir habercilik yaptığı için neyin ne olduğu anlaşılmıyor.

Fotoğrafın tamamı bir türlü gösterilmek istenmiyor.

Sonra arada bir haber çıkıyor:

“Falanca çete davasının sanıklarından şunlar, şunlar tahliye edildi”

“Filanca çete davasında savcı soruşturmanın geniletilmesi taleplerini reddetti”

Ve yargılama safhasında bu gibi rutin açıklamalar işitiyor ve okuyoruz.

İşte dün de buna benzer haberlerden ikisi daha cumhurbaşkanı kim olacak tartışmalarının gölgesinde bazı gazetelerde yer aldı.

Biri Danıştay saldırısının faili olarak yargılanan Alparslan Arslan’ın durup dururken mahkemede yaptığı açıklama:

“Yakalanmasaydım Sezer’i öldürecektim”

Daha da önemlisi, “Bu saldırının diğer çete-lerle, Vatansever Güçbirliği ile, vatanseverlerle, ulusalcılarla ve derin devletle bir alakasının olmadığı, saldırının Allah’ın dinine, Peygamberi’ne, Müslümanlar’a yapılan alçakça hareketlere ceza vermek” olduğunu söylüyor.

Önceden verdiği ifadelerin tam zıttı açıklamalar yapıyor. Diğer çetelerden tanıdığı insanları şimdi tanımadığını ileri sürüyor. Önceki açıklamalarını reddediyor.

Tabii amaç o kadar belli ki. Hedef saptırmak, en azından kafa karıştırmak istediği o kadar açık ki…

Kurulmuş gibi, zembereğini mahkemede boşaltıyor.

Acaba bu zembereği kuran kim? İşte asıl mesele bu.

Bakın kafa karıştırmak için neler söylüyor Danıştay saldırısının sanığı:

‘Yakalanmasaydım, Aydın Doğan medya grubuna, Koç Grubu’na, Şener Eruygur’a ve bazı bankalara saldıracaktım. ‘

Sanığın bu açıklamalarının ardından mahkeme heyeti avukatlardan gelen soruşturmanın genişletilmesi talebini reddediyor.

Ümraniye’de ele geçen bombalarla ilgili soruşturma evraklarının beklenmesine karar veriyor.

Bakalım bu evraklar ne kadar zamanda mahkemeye ulaşacak? İnşallah o günleri de görürürüz…

İkinci haber daha da ilginç ve bizim yukardaki endişelerimizi doğruluyor.

Devlet içindeki değişik kademelerde bir çeteleri reddetme refleksi var. Genelkurmay Başkanı reddediyor, emniyet müdürü reddediyor, İstihbarat Daire Başkanı reddediyor, savcı reddediyor, mahkeme reddediyor. Bu durumda suikast silahları ile suçüstü yakalanmış olsa bile çete mensubu haydi haydi reddediyor.

Devletin reddettiğini onlar niye kabullensin?

Haber tam da bununla ilgili:

“Terör ve organize suçlara bakmakla görevli Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneği’ne (VKGB) mensup kişiler hakkındaki soruşturmayı “çete” suçu kapsamında görmedi ve görevsizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi.”

Kafalar karıştırılıyor, hedefler saptırılıyor ve dosyalar hızla kapatılıyor.

Hükümet kurulduktan sonra iş işten geçmiş olacak.

Her iki seçmenden biri AKP’ye yetki verdi.

Unutulmasın, bu yetkinin içinde ülkenin çetelerden kurtarılması görevi de var.

Yeni Şafak,27 Temmuz 2007

Koray DÜZGÖREN

28.07.2007


 

Prof. Dr. Zafer Üskül: Anayasada Atatürk ilke ve inkılâplarına gerek yok

*Sivil ve renksiz bir anayasayı savunuyorsunuz, ne demek bu?

Demokrasi dışı yöntemlerle yapılan anayasalar çok eleştiri konusu oluyor ve benimsenmiyor. Renksiz bir anayasa lâzım. Herhangi bir ideolojiyi öngörmeyen, dayatmayan bir anayasa lâzım.

* 1982 Anayasası Kemalizm ideolojisini mi yansıtıyor?

Anayasanın başlangıç bölümünde ve birçok maddesinde bu var. Yeminde de var meselâ. Atatürk milliyetçiliği var, Atatürk ilke ve inkılapları var. Bütün bu kavramlar, Anayasa Mahkemesinin yasaları denetlemesi sırasında temel alınıyor. Dolayısıyla ideolojiler, siyasi partilerin işidir. Her siyasi parti kendine özgü bir ideolojiyi savunabilir, savunmalıdır. Farklılıklar öyle ortaya çıkacaktır. Kemalist bir parti de kurulabilir, kurulmalıdır da. Bunu destekleyecek insanlar çıkar. Ama anayasalar bütün bu ideolojilere eşit mesafede durmalıdır. Renksiz olmalıdır. Biz bunu renksiz bir anayasa olarak tanımlıyoruz. Avrupa anayasa anlayışı da böyledir.

* Atatürk milliyetçiliği ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yer alıyor. Bu ifadelerin çıkarılması mı gerekecek?

Yer almaması doğru olur diye düşünüyorum. Bu bir eksiklik değildir. (...)Mustafa Kemal Atatürk başka bir şeydir, Kemalizm veya Atatürkçülük başka bir şeydir. Anayasa bu anlamda Kemalizm ideolojisinin izini taşıyor.

* Anayasa militarist bir mantıkla yapıldığında da daha demokratik olabilir.

Örneğin 1961 Anayasası’nın birçok sivil anayasadan daha demokratik olduğu söylenir. 1961 Anayasası tabii ki bir önceki anayasaya göre demokratik hak ve özgürlükler bakımından önemli gelişmeler sağlamıştır. Ama MGK’yı anayasal olarak kuran da 1961 Anayasası’dır. Askeri Yargıtayı bir kurum olarak kuran da. Düşünce özgürlüğünün önünde sınırlar koyan da.

* Hangi kurumların öncelikle değişmesi gerekiyor?

Örneğin yargı. Bütün idari işlemlerin yargı denetimine tabi tutulması gerekmektedir. Örneğin Yüksek Askeri Şura, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararları. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru hakkını kabul etmesini sağlayacak bir düzenleme. İki daireden oluşan anayasa.

* MGK da şu andaki anayasanın bir kuruluşu?

Milli Güvenlik Kurulu’nun anayasada olması şart değildir. Bu, 1940’lı yıllarda olduğu gibi yasayla düzenlenebilir.

Sabah, 26 Temmuz 2007

Konuşan: Ersan ATAR

28.07.2007


 

‘Mutlu son!’

‘Mutlu son’lar hayatta değil sanatta olur. Gerçek hayatta gökten üç elma düşmez, kimse muradına ermez, sorunun biri biter, beşi başlar ve her şey kesintisiz akar gider.

Gene de, şu son seçim, en azından bazı kanallar ve oralardan akanlar

çerçevesinde, bir ‘mutlu son’ etkisi yaratabilir mi, diye düşünüyorum.

Bu bir ihtiyaç, çünkü, biz fani insanlar için. Örneğin, şu ‘siyasî cinayet’ geleneğinin işlemesi durdurulabilir mi bundan böyle? Danıştay, Hrant, Malatya, yani ‘dinciler yapıyor’ süsü verilmiş, son dönem cinayetleri. Daha önceki, gene Hizbullah’a falan atfedilen Üçok, Aksoy, Mumcu vb. cinayetler... Ondan öncesi yetmişlerin zıvanadan çıkmış ortamı, ‘kahve tarama’ denilen eylem tarzı vb. 60 sonlarıyla 12 Mart arası vurulan devrimci gençler... Daha da gerilere gittiğimizde geleceğin başı, Ahmet Samim, Hasan Fehmi vb.

Geçen gün Japonya’dan dem vuruyordum. Zaten ‘modernleşme’ denen olayı ‘siyasî cinayet’ sosuyla süsleme işinde bir biz, bir de Japonya, herkesi geride bırakarak sivriliyoruz. Almanya filan bizim çok gerimizde. Onun için de kasvet basıyor, ‘yeter!’ diyor insan, “bundan başka bir hayat biçimi, siyasî mücadele tarzı yok mu?” Ne oldu, bunca insanı eceliyle ölme hakkından yoksun etmekle kim ne kazandı, kimin başı göğe erdi? Türkiye mi kazandı? Hayır, sonuçta en fazla kayıpta olan Türkiye.

Toplumda hiçbir şey öbür ‘şey’lerden büsbütün kopuk olamaz. Onun için, kimseden güç ve destek almadan kendi kendine işleyen ‘cinayet hücreleri’ de olamaz. Tavukçulukta, sözgelişi, yumurtadan civcivin çıkmasını sağlayacak ısı derecesini bulur, o ısıyı verirsiniz. Verince, zamanı geldikçe, civcivler kabuğu kırıp çıkar. Bu konu da böyle, yaratıyor, hazırlıyorsunuz ortamı, biraz sonra Yasin’i, Ogün’ü, Malatya’da Hıristiyan keseni, mantar gibi bitiyor, beklenen görevlerini yerine getirmeye başlıyorlar.

Yani, bu gibi odaklarla temasta olanları, destek verenleri tespit eder ve durdurmayı başarırsanız, ayrıca, belki daha da önemli, bu gibi eylemlerin ‘normalleştiği’ genel ortamın (cinayetten sonra katilli fotoğraf çektirenler; neyi nereye kadar ‘normalleştirdiğimizin’ çok açık bir kanıtı) serpilmesine engel olursanız, bunların önü alınır...

Alınır mı?

Belki de umulduğu kadar çabuk olmaz bu. Çünkü memleketin çeşitli noktalarında birçok Frankenstein, yerel canavarlarını yarattı. Yukarıda, bu işleri yapanları besleyen kanallar olduğunu söyledim ve bu doğru. Ama toplumda her fenomen, ortaya çıktıktan sonra, kendisini dünyaya getiren

etkenlere karşı da özerkleşme eğilimi gösterir. Birileri toplanıp “Malatya’da doğdu/Papa’yı da vurdu” diye şarkı söylüyorsa, demek bu birilerinin gözünde bir ‘değer’ haline gelmiş ve bu özerklik kazanmış. Bunları besleyen kanalı kesmeyi başarırsanız dahi, o daha bir süre kendi imkânlarıyla yaşamaya devam edecektir. Onun için bu iş kolaybir iş değil ve gerçekten sıkı tutulması, ucunun bırakılmaması, savsaklanmaması gerekiyor.

Bu ortamı yaratanların bizlere büyük armağanı! Binlerce potansiyel katilin “Yarın kimi vursam da şöhret olsam?”diye dolaştığı bir toplum...

Radikal, 27 Temmuz 2007

Murat BELGE

28.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004