Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Güneş de onlar için bir delildir ki, kendisine tâyin edilmiş bir yere doğru akıp gider. Bu, kudreti herşeye galip olan ve ilmi herşeyi kuşatan Allah'ın takdiridir.

Yâsin Sûresi: 38

02.08.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Bir topluluk âhiret isteyenlerin görüntüsünü sergileyip gerçekte dünyayı istediklerinde yerleri Cehennemdir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 302

02.08.2007


Hizb-i Nûriye, Risâle-i Nur’un ve Âyetü’l-Kübrâ’nın bir hülâsasıdır

Aziz kardeşlerim,

Bu Hizb-i Nuriye benim şahsıma ait pek büyük bir kerâmet-i mâneviyesi var. Şimdi beyan etmek zamanı geldi.

Yirmi üç sene evvel, Eski Said, Yeni Said’e inkılâp ettiği zaman, tefekkür mesleğinde gittiği için “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır” sırrını aradım. Her bir-iki senede o sır, ya Arabî, ya Türkçe bir risâleyi netice verip sûret değişiyordu. Arabî Katre Risâlesinden, ta Âyetü’l-Kübrâ risalesine kadar, o hakikat devam edip sûretler değiştirerek, ta Hizbü’l-Ekber-i Nûriye sûret-i daimesine girdi. Yirmi üç seneden beridir ki, ne vakit sıkılsam ve fikir ve kalbe yorgunluk ve usanç gelse, bu hizbin bir kısmını mütefekkirâne okumuşsam, o sıkıntıyı ve usanç ve yorgunluğu izale ediyordu. Hatta, bilâistisna, her gece sabaha yakın dört beş saat meşguliyetten gelen usanç ve yorgunluk, o hizbin altısından birisini okumasıyla hiçbir eseri kalmadığı bin defa tekerrür etmiş.

Kastamonu Lâhikası, s. 176

***

Kardeşlerim, çoktan size söylemek lâzım gelirken unutmuştum. Kerâmetli Yirmi Dokuzuncu Söz, o Sözün yalnız birinci makamıdır. O Sözün ikinci makamı ise, ehemmiyetine binâen—ki, bir vecihte ona da “Ayetü’l-Kübrâ” namını İmam-ı Ali Radiyallahu Anhu vermiş olan—Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiyedir ki, “Allahu Ekber” gibi sâir tesbihatın mertebelerindeki Nurları beyan ediyor ve Hizb-i Nuriyenin de bir me’hazıdır.

Emirdağ Lâhikası, s. 56

***

Nasıl Hizb-i Nuriye, Risâle-i Nur’un ve Ayetü’l-Kübrâ’nın bir hülâsasıdır; öyle de, on dakika zarfında Hizb-i Nuriyenin bir hülasası, bu Ramazan-ı Şerifin feyzinden ve Ramazan’da telif edilen ve yeni intişar eden Ramazaniye Risalesi olan Ayetü’l-Kübrâ’nın otuz üç mertebe-i vücub ve vücud ve tevhid, otuz üç elsine-i külliye ile tezahür ettiği gibi, ruh ve hayal ve kalb o noktadan öyle bir inbisat ve inkişaf etti ki, herbir mertebenin söylediği Lâ ilâhe illallah şehadetini dediğim vakit, o küllî lisan benim oluyor gibi azametli bir tevhid hissettiğimden, Ayetü’l-Kübra, güneş gibi iman nurlarını ruhlara telkin edebilir. Şeksiz şüphesiz kanaat ettim ve gördüm ve İmam-ı Ali’nin (r.a.) ona verdiği ehemmiyetin sırrını bildim.

Emirdağ Lâhikası, s. 62

Lügatçe:

Hizb-i Nuriye: Risâle-i Nur’un, özellikle de Âyetü’l-Kübrâ’nın bir özeti şeklinde olan, tevhide dair tefekkürî hakikatlerin yer aldığı Nur’a ait bir hizb.

kerâmet-i mâneviye: Manevî kerâmet.

Hizbü’l-Ekber-i Nûriye: Risâle-i Nur’un, özellikle de Âyetü’l-Kübrâ’nın bir özeti şeklinde olan, tevhide dair tefekkürî hakikatlerin yer aldığı Nur’a ait bir hizb.

sûret-i daime: Daimî şekil.

hizb: Bölüm.

mütefekkirâne: Tefekkür ederek.

izale: Yok etme, kaldırma.

bilâistisna: İstisnâsız.

me’haz: Kaynak.

hülâsa: Özet.

mertebe-i vücub ve vücud ve tevhid: Allah’ın varlık, birlik ve varlığının zorunluluğuna dair mertebe.

elsine-i külliye: Küllî lisanlar, diller.

tezahür: Açığa çıkma, gözükme.

inbisat: Genişleme.

inkişaf: Keşfolma, açılma.

Bediüzzaman Said NURSÎ

02.08.2007


Muhabbet (1)

Yazıma, Üstadımın “Muhabbete en lâyık şey muhabbettir” sözüyle başlıyorum. Yaratılan diğer tüm varlıklardan akıl dışında bir diğer üstünlüğümüz duygularımızdır. Bunlardan en önemlisi ise insanın özüne derc edilen hadsiz bir istidad-ı muhabbettir. Muhabbet öyle büyük bir şeydir ki, insan umum mevcudâta karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennete bahçesi gibi muhabbet ediyor.

Konuyu daha da açarsak aslında Üstadımızın deyimiyle “Bütün kâinatın mayası muhabbettir.” Zaten bu kâinatın varlığının sebebi de muhabbet değil midir? Bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı Hak “Âlemleri sen olmasaydın yaratmazdım”1 buyurmuştur. Bu da kâinatın varlık sebebini muhabbet olarak ortaya koymuyor mu?

İşte bu yazımda muhabbet üzerinde duracağım. “Muhabbet nedir? Niçin muhabbet duyarız? Muhabbetin sebepleri nelerdir? Muhabbet nasıl olmalıdır?” gibi sorulara cevap arayacağız.

Başta şunu belirtelim: İnsana verilen tüm istidatlar yerinde kullanılmalıdır. Çünkü hiç kullanılmazsa veya yerinde ve doğru bir şekilde kullanılmazsa insan bu istidatlarını başka yönlere, belki yanlış şeylere çevirir. İşte muhabbet istidadı da, şüphesiz muhabbetullah için verilmiştir.

Fakat güzel olan her şey sevilir. Bu engellenebilecek bir şey değildir. Üstadımızın deyimiyle “muhabbet çendan gayr-ı ihtiyârîdir”, bunun önüne geçmek zor olabilir. Fakat aşık maşukunda gördüğü nurun Bâki-i Sermedî’den olduğunu telâkki ederek ya da maşukunda kusuru görüp Kusursuz’u arayarak muhabbetinin yüzünü bir mahbuptan başka bir mahbuba çevirebilir. Yani muhabbetin yüzü mecazî mahbuptan hakikî mahbuba çevrilebilir. Bu ihtiyar ile yapılabilir bir şeydir.2

Madem insanda bu istidat derc edilmiş ve madem güzel olan her şey sevilir; o zaman sevilecek olan mâsivâ (yaratılanlar), Mutlak Cemal sahibi olan Zât namına sevilmelidir. O zaman mahbuptaki güzellikler Cenâb-ı Hak’tan, çirkinlikler ise mâsivânın kendisinden olduğunu anladığından dolayı acı da çekmez. Çünkü aşık maşukunda kusur görürse bu ona çok acı gelir. Ama sadece mahbuptaki Cenâb-ı Hakk’ın Esmâ’sının tecellilerini göreceğinden tam anlamıyla söylemek gerekirse “Cemîl-i Bâkî’ye müteveccih olan muhabbet dahi bâkîleşir”. Yani muhabbette asıl istenen süreklilik kazanılır.

Muhabbetin sebepleri

Üstadımızın deyimiyle “Muhabbetin asıl sebebi mevcudâtta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâkî-i Hakikînin hüsün ve ihsan ve kemâlâtının işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir, belki cilve-i Esmâ-i Hüsnâ’nın gölgelerinin gölgeleridir.”3

Sebepleri ya lezzet veya menfaat ya müşakelet (yani meyl-i cinsiyet) ya da kemaldir. Eğer kemal ise, başka bir sebep, bir garaz lâzım değil; o bizzat sevilir. Meselâ, eski zamanda sahib-i kemâlât insanları herkes sever; onlara karşı hiçbir alâka olmadığı halde istihsankârâne muhabbet edilir.4

Özetle söylemek gerekirse “Muhabbetin asıl sebebi güzelliktir.”

Allah hesabına muhabbet

Kâinatın her noktası Mutlak Cemâl sahibinin nuruyla dolmuştur. Bu güzellikleri görüp sevmemek ve istememek imkân haricindedir. Fakat tüm güzellikler asıl sahibine muhabbeti gerektirir.

Üstadımızın deyimiyle “Tâdât ettiğin sevdiklerini sevme demiyoruz. Belki onları Cenâb-ı Hakkın hesabına ve Onun muhabbeti namına sev deriz.”

Mâsivâya (yaratılanlara) muhabbet ise, Üstadımızın deyimiyle iki şekilde olur5:

1-İnsan muhabbetini önce Cenâb-ı Hakk’a verirse O’nun muhabbeti sebebiyle Allah’ın sevdiği her şeyi sever. Yunus Emre’nin de dediği gibi “Yaradılanı sev, Yaradandan ötürü.” Böyle sevmek, Cenâb-ı Hakk’a olan muhabbeti azaltmaktan çok arttırır. Çünkü her bir yaratılanda Cenab-ı Hakk’ın esmâsını gördüğünden Rabbine olan muhabbeti artar.

2- Önce yaratılanları sever, onlarda Cenab-ı Hakk’ın tecellî eden esmâlarını görür ve bu esmâların gerçek sahibine varır.

Daha net söylersek, tümdengelim ve tümevarım şeklinde olabilir. Ama Üstadımız tümevarımda bazen kavî (güçlü) bir esbaba rast gelinerek Cenâb-ı Hakk’a varılamayabileceğini vurgulamıştır. Bu yüzden sevgiyi en başta Cenâb-ı Hakk’a verip, daha sonra yaratılanlara yönlendirmek en doğrusudur.

Şefkat ve muhabbet

Şefkat, muhabbetten daha ileridedir. Şefkat, tümüyle karşılıksızdır. Bir vâlidenin evlâdına olan şefkatini örnek verebiliriz. Hem Üstadımızın çeşitli yerlerde misâl verdiği, tavuğun yavrusunu kurtarmak için başını ite kaptırması ve horozun aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip, bulduğu rızka onları çağırması; yemeyip, onlara yedirmesi de gösteriyor ki, şefkat lezzet noktasında da muhabbetten çok ileridedir.6

İhlâslı muhabbet

Şüphesiz gerçek muhabbet, karşılıksız olandır. İhlâsla, samimiyetle olan muhabbetin bir zerresi, karşılık beklenilerek olan muhabbetin batmanlarcasından daha üstündür. Bu ihlâslı muhabbete, tüm validelere derc edilen muhabbeti örnek verebiliriz. Hiçbir karşılık beklemeyen bu duygu, şefkattir.7 Dolayısıyla, tam ihlâslı olan muhabbet, şefkate yakındır.

Hayata muhabbet

Üstadımızın da tespitiyle insanların en büyük arzusu ebediyettir. Çünkü hayatta bambaşka bir zevk vardır. Fakat fani olduğundan dolayı insanlar sürekli bir ebediyet arzusu içine girmişlerdir. Burada da dikkatli olmak lâzımdır. Nasıl cennetin bizzatihî istenilmesi ihlâsı zedelediği gibi ebediyet arzusu dahi içinde muhabbetullah bulunmazsa insanının ihlâsını zedeleyebilir ve insanı zarara götürebilir.

Olması gerekeni ise, yine Üstadımızın açıklamalarından dinleyelim:

Muhabbetin yönünü, asıl hak edene yöneltmelidir. Hem hak konusunda böyle olmalıdır, hem de insanın mutluluğu için böyle olmalıdır.

—Devamı yarın—

Dipnotlar:

1- Hadis-i Kudsî, Keşfü’l-Hafâ, 2:164.

2- Otuz İkinci Söz, s.292

3- Üçüncü Lem’a, s.584

4- Otuz İkinci Söz, s.282

5- Mesnevi-i Nuriye, Katre, s.63

6- Mesnevi-i Nuriye, Zühre, s.136

7- On Yedinci Lem’a, s.137

Said KURT

02.08.2007


Aşk ve muhabbet

Cenâb-ı hak şüphesiz insanı en mükemmel şekilde halk etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’deki “Muhakkak ki biz insanı en güzel şekilde yarattık”1 âyeti de bunu gösterir. Allah “eşref-i mahlûkat” sûretinde yaratılan insanın mahiyet-i câmiasına hırs, merak, inat, haset, aşk ve muhabbet gibi duygular dercetmiş, yerleştirmiştir. İnsan bu dünyaya bir “imtihan” için gönderildiğinden Yaratıcısının rızasına uygun hareket etmek zorundadır. Dolayısıyla fıtratındaki bu duyguları, yaratılış amacına yönelik kullanarak Allah’ın rızasına nâil olmaya çalışması gerekir.

Bu duygulardan biri olan “aşk” nedir?

Üstad Hazretlerine göre aşk, “şiddetli muhabbet”tir.2 Meselâ, kimi ilim aşkıyla yanarken, kimi şan-şöhrete âşık olur, kimi fani bir güzelliğe “şiddetli bir muhabbet” beslerken, kimi aşkı Bâkî yolunda sarf eder. Ama bilinmelidir ki aşk, “fani mahbuplara verildiği vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut; o mecâzi mahbup o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için bâkî bir mahbubu arattırır.”3 Bunu Üstad Hazretleri “gayr-i meşrû bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir”4 sözüyle de ifade etmiştir.

Aslında insan, her ne kadar “aşk duygusu”nu fani varlıklara sarf etse de, özünde daimî mutluluğu aramaktadır. Peki, o zaman insanoğlu daimî ve hakikî mutluluğu nasıl elde edebilir?

Beka için yaratılan ve bekaya âşık olan insan ruhu, Cenâb-ı Hakka karşı hakikî vazifesini yerine getirmesiyle ancak hem dünya hayatında, hem de ahiret hayatında arzuladığı daimî mutluluğu yakalayabilir.

Bu da, Allah’ın “Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” diye hitap ettiği Peygamber Efendimizin (asm) sünnetine ittibâ etmekle olur. “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir”5 âyeti de bunu ispat ediyor. Çünkü Peygamber Efendimizin (asm) zâtına, edebin ve ibadetin en doğru olanı, Cenâb-ı Hak tarafından dercedilmiştir. Hem “Sünnet-i seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredâr ve sevapdar yapabilir.”6

Yok, eğer “insan, kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fena, hem fâni, hem ademe düşer.”7

Madem insan, fıtratındaki muhabbetle “fanilerin tebessümlerine” aldansa, hem istediği mutluluğu yakalamayacağı, hem de bütün ömrü elemler ve teessüflerle geçeceği kesin ise, bu ‘istidad-ı muhabbet’ diye tâbir edilen sevme duygusunu nereye ve nasıl sarfetmelidir?

Unutmamalıyız ki biz dünyada bir imtihan içerisindeyiz. Elimizden geldiği kadar bu imtihanı en iyi şekilde, en yüksek dereceyle kazanmaya bakmalıyız. Bunun da Cenâb-ı Hakk’ın rızası ile mümkün olacağı unutulmamalıdır. Onun için, yaratılan ve bizim ile alâkadar olan her bir mevcûda mânâ-yı ismî ile bakıp “Ne güzeldir” dememeli; aksine mânâ-yı harfî ile bakıp “Ne güzel yaratılmış” demeliyiz. Üstad Hazretleri’nin de dediği gibi “bütün nimetlere ve meyvelere, zâtları için muhabbet edilse yalnız maddî lezzetleriyle gafilâne telezzüz etse, o muhabbet nefsânîdir. O lezzetler de geçici ve elemlidir.” “Eğer Cenâb-ı Hakkın iltifat-ı rahmeti ve ihsânâtının meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifatın derece-i lütuflarını takdir etmek sûretinde kemal-i iştihâ ile lezzet alsa; hem manevî bir şükür, hem elemsiz bir lezzet olur.”8

Yine Üstad Hazretleri, Sözler adlı eserinde mana-yı harfî ile bakmamızın ehemmiyetini aşağıdaki temsil ile ifade etmektedir:

Meselâ bir padişahın sana hediye ettiği elmaya mânâ-yı ismî ile baktığın takdirde “Elma, elma olduğu için sevilir. Ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var. Şu muhabbet padişaha ait değil. Belki, huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, padişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder. Bâzan olur ki, padişah, o nefisperverâne olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder. Hem, elma lezzeti dahi cüz’îdir, hem zeval bulur; elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır.”

Eğer ikinci muhabbet olan mânâ-yı harfi ile bakarsak, o zaman, “elma içindeki, elma ile gösterilen iltifatât-ı şâhânedir. Güya, o elma iltifat-ı şahanenin numunesi ve mücessemidir diye başına koyan adam, padişahı sevdiğini izhar eder. Hem, iltifatın gılâfı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkindedir. İşte şu lezzet, ayn-ı şükrandır; şu muhabbet, padişaha karşı hürmetli bir muhabbettir”9

Sonuç olarak unutmamalıyız ki, fıtratımıza yerleştirilen sevme duygusuyla nihayetsiz bir muhabbete lâyık olan, Sonsuz Kemal Sahibi Cenab-ı Hak olabilir.10

Yunus Emre’nin de dediği gibi; “Cennet cennet dedikleri, / Birkaç köşk ile birkaç huri, / İsteyene ver sen onu, / Bana seni gerek seni”

Dipnotlar:

1-Tin Sûresi: 4–6; 2-Mektubat, s.37; 3- 9. Mektub, s.37; 4- Sözler, s. 579; 5- Âl-i İmran Sûresi: 31.; 6- Lem’alar, s.55; 7- Sözler, s.327; 8- Sözler, s. 585; 9- Sözler, s. 585; 10- Sözler, s. 322

Özkan ERDEM

02.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri