Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Dilesek onları boğuveririz de, ne yardım eden bulunur, ne bir kurtaran.

Yâsin Sûresi: 43

06.08.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz evinde abdestini alır, sonra camiye gelirse, dönünceye kadar namazda sayılır.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 308

06.08.2007


Ehl-i iman, fâniyatta bâkiyâne bir zevk bulur

Aziz, sıddık ve sebatkâr kardeşlerim,

Sizin faaliyetiniz ve sebatkarâne çalışmanız, Risâle-i Nur dairesinin zembereği hükmünde bizleri ve çok yerleri harekete getiriyorsunuz. Allah sizden ebeden razı olsun. Bin âmin, âmin.

Size, Hizbü’l-Kur’ânî’den evvel gönderilen Risâle-i Nur’un virdü’l-âzamına ilhak etmek için bir parçayı yazdık; bir parçayı da, Yirmi Dokuzuncu Lem’a’da yerini gösterdik. Benim hususi tefekkürâtım o nev’îden olduğu cihetle bana ihtar edildi, ben de yazdım.

Saniyen: Birkaç gün evvel, size gönderdiğim son mektuptaki hayat-ı dünyeviyenin hayat-ı diniyeye galebe etmesine dair ikinci meselesi münasebetiyle gayet ince ve kaleme alınmaz bir mânâ kalbe zahir oldu. Yalnız gayet kısa o mânâya bir işaret edeceğim. Şöyle ki:

Bu acîp asrın hayatperest ehl-i dalâleti aldatan, sarhoş eden, fânilerden, surî aldıkları zevki, gayet acı ve elîm olduğunu ve ehl-i imanın ve hidayetin aynı yerde ve o fâniyatta bâkiyane ve ulvî bir zevk bulunduğunu gördüm ve hissettim; fakat ifade edemiyorum.

Risâle-i Nur’un müteaddit yerinde nasıl ispat etmiş ki, ehl-i dalâlet için, zaman-ı hazırdan mâadâ herşey mâdum ve firakların elemleriyle doludur. Ehl-i hidayet için, mazi, müstakbel müştemilâtıyla mevcuttur, nurludur. Aynen öyle de, fâniyâtta, yani geçmiş muvakkat vaziyetler, ehl-i dünya için, fenâ-yı mutlak karanlıklarında mâdumdur; ehl-i hidayet için mevcuttur diye gördüm. Çünkü, eski zamanda çok alâkadar olduğum zevkli veya kıymetli ve şerefli muvakkat vaziyetleri mütehassirâne hatırladım, müştakâne arzu ettim. “Neden bu mübarek vaziyetler mazide kalıp fâni olsun?” düşünürken, iman-ı billâh nuru ihtar etti ki, o vaziyetler gerçi sûreten fânidirler, birkaç cihette mevcutturlar. Çünkü, Cenâb-ı Hakkın bâki isimlerinin cilveleri olan o vaziyetler, daire-i ilimde ve elvâh-ı mahfuzada ve elvâh-ı misaliyede bâki oldukları gibi; nur-u imanın verdiği bâkiyâne münasebet noktasında fevkazzaman bir vaziyette mevcutturlar. Sen, o vaziyetleri çok cihetle ve çok manevî sinemalarla görebilir ve girebilirsin diye anladım ve dedim: “Madem Allah var, herşey var” darb-ı mesel cümlesi, bu büyük hakikati de ifade eder. “Kimin için Allah varsa, yani Allah’ı bilse, herşey mevcuttur; kim Allah’ı bilmezse, ona herşey mâdumdur” diye delâlet eder. Demek, “Elemli, karanlıklı, tahassürlü bir dirhem zevki, aynı yerde yüz derece ziyade daimî, elemsiz bir zevke, sefahetle tercih edenler, aksi maksutlarıyla aynı zevkte elîm elemleri alır.”

Kastamonu Lâhikası, s. 74-75

Lügatçe:

Hizbü’l-Kur’ânî: Risâle-i Nur’da zikredilen âyetlerin bir araya getirilmiş hâli.

virdü’l-âzam: Bediüzzaman Hazretlerinin Risâle-i Nur’daki iman hakikatlerinden çıkarıp özetlediği Arapça duâ metni.

ilhak: Ekleme.

hayatperest: Hayatı çok seven.

ehl-i dalâlet: Doğru ve hak yoldan sapanlar.

fâniyat: Faniler, geçici şeyler.

bâkiyane: Sonsuz bir şekilde.

zaman-ı hazır: Şimdiki zaman.

maadâ: Başka, geriye kalan.

mâdum: Mevcut olmayan, yok, ölü.

fenâ-yı mutlak: Mutlak yok oluş.

mütehassirâne: Özleyerek, hasret çekerek.

müştakâne: İştiyakla, çok arzulayarak.

iman-ı billâh: Allah’a iman.

elvâh-ı mahfuza: Korunmuş, muhafaza edilmiş levhalar.

elvâh-ı misaliye: Örnek tablolar, misalî manzaralar.

fevkazzaman: Zaman dışı, zaman üstü.

tahassürlü: Hasretli, özlemli.

Bediüzzaman Said NURSÎ

06.08.2007


Herkesin başına açılan dâvâ

Şâir ne güzel söylemiş:

“Gider hab-ı tegafül, didelerden dûr olur bir gün

Bu meclis böyle kalmaz, mestler mahmûr olur bir gün”

(Bir gün gelir çatar, gaflete dalıp kendini de, Rabbini de unutan derin uykusundan uyanır / Bu meclis, bu âlem böyle devam edip durmaz, zevk-ü eğlence ile sarhoş olanlar elbette bir gün uyanır)

Gerçekten hadis-i şerifte buyurulduğu gibi “Ahirzamanda her şeyin bereketi kaybolur, zamanın bile bereketi kalmaz. Seneler ay gibi, aylar hafta gibi geçer, zaman kısalır.”

Zaman sel gibi baş döndürücü hızla akıp gidiyor, yıllar yılları, aylar ayları, günler günleri sür’atle takip ediyor.

Her canlının mutlaka ölümü tadacağı gerçeği sanki unutulmuş gibi. Gaflet, dalâlet batağında çırpınan insan, çamurları misk-ü amber gibi yüzüne gözüne sürüyor. Şeytan ve nefis bunu o kadar şirin ve tatlı gösteriyor ki, her günü zararla kapattığının ve iflâsa sürüklendiğinin farkına bile varamıyor.

Halbuki Üstad Bediüzzaman’ın, Şuâlar isimli eserinde buyurduğu gibi;

“Herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek. (...) Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek.

“Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”

Risâle-i Nurları devamla, sadakatle okuyana, okuduğunu yaşayıp uygulayana, cihana güzel ahlâkla örnek olup dâvâsını kazanana ne mutlu!

Emekli Başsavcı

Abdullah BATTAL

06.08.2007


Bu kadın defnedilir mi?

Bir gün Ebu Hanife’nin ilim meclisine nefes nefese bir adam geldi ve şöyle sordu:

“Ya İmam! Hamile bir kadın doğum sırasında öldü. Onu yıkamak üzere tahtanın üzerine koyduklarında karnındaki çocuğun yaşadığı anlaşıldı. Bu kadın böylece defnedilecek mi, yoksa çocuğun doğması için bekletilecek mi?”

Mecliste ilim müzakere eden talebeler birbirlerine bakıştılar. Bazıları:

“Bu kadın defnedilemez. Ancak bekletilir. Çünkü karnında çocuğu var.” dediler.

Bazıları da:

“Cenaze bekletilmez. Bu konuda hadis vardır; cenazenin bir an önce toprağa defnedilmesi gerekir.” dediler.

Gözler Ebu Hanife Hazretleri’ndeydi.

Ebu Hanife Hazretleri talebelerini dikkatle dinledikten sonra şöyle buyurdu:

“Bu cenaze, ne defnedilir, ne de bekletilir!”

Talebeler şaşırdılar:

“Ne yapılır öyleyse? Geride başka ihtimal var mı?” diye fısıldaştılar.

Hazret-i İmam devamla:

“Bu hamile kadının karnı ameliyatla açılır, çocuğu alınır, kadın sonra defnedilir!” buyurdu.

Talebeler bu görüşe katıldılar.

Adam doktor çağırdı. Doktor hamile kadının karnını yarıp çocuğu sağ olarak çıkardı.

Ardından kadın defnedildi.

Süleyman KÖSMENE

06.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri