Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Zaten onlara Rablerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmedi ki, yüz çevirmiş olmasınlar.

Yâsin Sûresi: 46

09.08.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kul Allah'tan korkarsa Allah da her şeye onun korkusunu verir. Kul Allah'tan korkmazsa Allah da onun kalbine her şeye karşı korku verir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 322

09.08.2007


İslâmiyet, adalet ve hürriyeti câmîdir

Dördüncü hakikat: Şeriat-ı Garrâ kelâm-ı ezelîden geldiğinden, ebede gidecektir. Zira şecere-i meylü’l-istikmâl-i âlemin dalı olan insandaki meylü’t-terakkinin mahsul ve semeresi olan istidadın telâhuk-u efkârla hasıl olan netâicinin teşerrub ve tegaddî ile büyümesi nispetinde, Şeriat-ı Garrâ aynen maddî zihayat gibi tevessü ve intibak edeceğinden, ezelden gelip ebede gideceğine burhan-ı bâhirdir. Asr-ı Saadet olan sadr-ı evvelin hürriyet ve adalet ve müsavatı, bahusus o zamanda delil-i kat’îdir ki, Şeriat-ı Garrâ müsavatı ve adaleti ve hakikî hürriyeti cemî revabıt ve levazımatıyla câmidir. İmam-ı Ömer (ra), İmam-ı Ali (ra) ve Salâhaddin-i Eyyubî â’sârı bu müddeâya delil-i alenîdir. Buna binaen, kat’iyen hükmediyorum: Şimdiye kadar noksaniyetimiz ve tedenniyatımız, su-i ahvalimiz dört sebepten gelmiş:

1. Şeriat-ı Garrânın adem-i mürâât-ı ahkâmından,

2. Bazı müdâhinlerin keyfemâyeşâ su-i tefsirinden,

3. Zâhirperest âlim-i câhilin veyahut câhil-i âlimin taassubat-ı nâ-bemahallinden,

4. Su-i talih cihetiyle ve su-i intihap tarikiyle müşkilü’t-tahsil olan Avrupa mehasinini terk ederek, çocuk gibi hevâ ve hevese muvafık zünub ve mesâvî-i medeniyeti tuti gibi taklittendir ki, bu netice-i seyyie zuhur ediyor. Memurîn hakkıyla vazifesini ifa etse, memur olmayan ilcaat-ı zamana muvafık sa’y etse, sefahete vakit bulamayacaktır. Bu iki kısmın herhangisinde bir fert, sefahete inhimak gösterdiyse, bu, heyet-i içtimaiye içinde muzır bir mikrop suretine giriyor.

Beşinci hakikat: Zaman-ı sabıkta revâbıt-ı içtimâ ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşaub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüt etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb’usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir. Bu hakikate misal, eski hükûmet-i müstebide, yeni hükûmet-i meşrutadır.

(Divân-ı Harb-i Örfî, s. 84, Y.A.N.)

Lügatçe:

şecere-i meylü’l-istikmâl-i âlem: Kâinatın gelişmeye meyilli ağacı.

meylü’t-terakki: Gelişme, ilerleme meyli.

telâhuk-u efkâr: Fikirlerin birbirine eklenerek birikimi.

teşerrub: İçmek.

tegaddî: Gıdalanmak.

tevessü: Genişleme.

burhan-ı bâhir: Açık ve kesin delil.

sadr-ı evvel: İslâmın ilk zamanları, başlangıcı.

müsavat: Eşitlik.

cemî: Hepsi, bütünü, toplam.

revabıt: Rabıtalar, bağlar.

levazımat: Lüzumlu olanlar, gerekli olan şeyler.

câmi: İçine alan, toplayan.

a’sâr: Eserler.

tedenniyat: Gerilemeler.

su-i ahval: Kötü haller.

adem-i mürâât-ı ahkâm: Hükümlere riayet etmeme, uymama.

müdâhin: Dalkavuk.

keyfemâyeşâ: Nasıl isterse, keyfine göre.

taassubat-ı nâ-bemahal: Yerinde olmayan taassublar.

zünub: Zenbler, günahlar.

mesâvî-i medeniyet: Medeniyetin kötü halleri.

tuti: Dudu kuşu, papağan.

inhimak: 1- Bir şeye fazla düşkün olma. 2- Kapılma.

levazım-ı taayyüş: Yaşamanın gereklilikleri.

fevaid-i medeniyet: Medeniyetin faydaları.

tekessür: Çoğalmak.

teşaub: Kısımlara ayrılmak, şubelenmek.

fefennün: 1- Değişme. 2- Türlü türlü olmak. 3- Bir fende ihtisaslaşma.

su-i tefsir: Kötü yorumlama.

Bediüzzaman Said NURSÎ

09.08.2007


Uykunuz kaçabilir!

İyi bir başlangıç, iyi bir sonuç almak için çok önemli bir adım olarak kabul edilir. Bir şeye nasıl başlanıldığı, bir işin besmelesi bu nedenle çok büyük değer taşır. Başka bir ifadeyle başlangıç şartları, sonuca götüren tüm süreci derinden etkileyen hassas ölçüleri barındırır. Başlangıçta meydana gelen küçük bir değişim, ilerleyen süreçlerde büyük farklılıklara neden olabilir. Çekirdekteki küçük bir detay ağacın hayatında, yaprağında, çiçeğinde ve meyvesinde büyük değişimleri sonuç vermesi misâli.

Her yeni gün, önümüze açılmış yeni ve beyaz bir sayfadır. Bu sayfayı nelerle dolduracağımıza baştan karar vermenin ve iyi bir başlangıç yapmanın ayrı bir önemi vardır. Madem günün ilk saatlerinde yapılanlar geri kalanını cidden etkiliyor, öyleyse güne iyi bir başlangıç için erken kalkmaya ihtiyacımız var. Güne erken başlama öncelikle günü bereketli kılacak ve daha verimli geçmesini sağlayacaktır. Erken kalkanların büyük bir çoğunluğunun uyku problemleri yoktur meselâ. Bu nedenle gün içinde nadiren kendilerini yorgun hissederler. Erken kalkma vücut hormonlarını da düzenlediği için hem maddi, hem manevi sağlığın korunmasına yardımcı olur. Erken kalkanlarda kilo problemleri de az görülür, stres ve depresyon vb. psikolojik sorunlar da.

Erken kalkmanın huzur ve mutluluk kaynağı olduğuna dair hikmetli bir kıssa anlatılır. Bu kıssa adaletiyle meşhur İran hükümdarı Nuşirevan ile veziri Büzürg-Mihr arasında geçer. Büzürg-Mihr her sabah çok erken kalkarak sultanın huzuruna gitmektedir ve ona erken kalkan birinin daha mutlu olacağını söylemektedir. Bu davranışı kendisine karşı bir sitem olarak algılayan Nuşirevan, bir gün dayanamaz ve vezirine iyi bir ders vermek ister. Ertesi sabah kılık değiştirttiği hizmetkârlarına, Büzürg-Mihr’e zarar vermeden elbiselerini almalarını emreder. Elbisesiz kalan Büzürg-Mihr diğer günlerin aksine o gün sultanın huzuruna geç çıkmak zorunda kalır. Vezirine kendi sitemini ifade etmek için önemli bir fırsat yakaladığını düşünen sultan “Erken kalkmanın mutluluk kaynağı olduğunu söylerdin. Oysa bu sıkıntı senin başına erken kalkman yüzünden geldi” der. Sultandan hiçbir zaman lafını esirgemeyen Büzürg-Mihr’in cevabı ise oldukça manidardır: “Sultanım, bu sefer erken kalkan hırsızlardı. Mutluluk onların da hakkı.”

Her ne kadar mutlu bir hayat için erken kalkmanın gerekliliği herkes tarafından bilinse de, nefse en zor gelen işler arasında sayılabilir, sabah gün doğmadan uyanmak. Özellikle bahar ve yaz aylarında bu zorluk bir misli daha artar. Aslında bahar ve yaz ayları, havaların ısınmasıyla dünyanın ve üzerindekilerin kış uykusundan uyandığı ve yeniden dirildiği zamandır. Yeryüzündeki tüm canlıları olumlu yönden etkileyen bu sıcaklık değişimleri, insanın fizyolojisinde de önemli bir kısım değişimlere neden olur. İklim değişimlerine karşı hassas bir fizyolojiniz varsa, “bahar yorgunluğu” olarak bilinen bir yorgunluğu ciddi bir şekilde hissedersiniz. Bu yorgunluğu üzerinizden atmak için ise fazla uyumak çare değildir. Aksine sabahları geç kalkmak yorgunluğun şiddetini bir kat daha arttıracaktır.

İster namaz kılmak için, ister işe, okula gitmek gibi bir zorunluluktan isterse de sağlık, mutluluk arayışı vb. nedenlerle erken kalkmak zorundayızdır. Erkenden kalkmak problemini aşmak için ise şimdiye kadar birçok yöntem uygulana gelmiştir. Fakat “SnüzNLüz” isimli bir saat gibisi şimdiye kadar hiç denenmemişti. Bu saatin özelliği alarmını her susturduğunuzda sevmediğiniz bir organizasyona—önceden belirlediğiniz miktarda bir parayı—bağış yapıyor olmanız. “SnüzNLüz” sürekli internete bağlı ve dünya üzerinde 1600 bankanın desteklediği ve 6200 civarında organizasyonun üye olduğu yeni bir sistem. Bu sistem size “Su uyur, düşman uyumaz; uyudukça düşmanınızı destekliyorsunuz” mesajını veriyor. Nefret ettiğiniz bir organizasyona ve düşmanınıza para kazandırmak korkusuyla uyanmayı sağlayan ilginç bir yöntem, SnüzNLüz.

Dünyevî servetinizi düşmanınıza bağışlama korkusunu harekete geçirerek uykudan uyandıran SnüzNLüz, her sabah uhrevî çok büyük bir servetimi kaybetme tehlikesini yaşadığımı hatırlattı. Çünkü farkında olsam da olmasam da, başucumdaki saatimin ve cep telefonumun alarm düğmesini kapatmaya her yeltenişimde uhrevî servetimi en sevmediğim düşmanım olan şeytana kaptırmak riskiyle karşı karşıyaydım. Mülke bakan yönüyle benim için medeniyet harikası ve Cennetin bir kısım nimetlerinin dünyevî numunesi olan başucumdaki cihazları, gafletim ve tembelliğim nedeniyle—melekût boyutuyla—ahiretle irtibatlı manevî bir SnüzNLüz’e dönüştürebilirdim.

Oysa Peygamber Efendimiz (asm) sabah namazının iki rekât sünnetinin dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlı olduğunu ders vermişti. Sünneti bu derece kıymetli olan bir namazın, farzları daha faziletli olmalıydı. Kâinatın medar-ı iftiharı (asm) sünnetiyle, farzıyla çok değerli olan sabah namazının önemine ise şu sözleriyle dikkat çekmişti: “Eğer yatsı namazı ile sabah namazındaki faziletini bilselerdi, emekleyerek ve sürünerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi.” Tüm bu hakikatleri tefekkür ederken, sabah namazına kalkma ve günün ilk saatlerini değerlendirme meselesi üzerinde ciddi bir şekilde tekrar düşünmem ve iç muhasebe yapmam gerektiğine çok daha fazla ihtiyaç duymaya başladım.

Dokuzuncu Söz’de Bediüzzaman sabah namazını kılarken farklı zaman boyutlarındaki Allah’ın küllî nimetlerinin ve külli icraatlarının hatırlanması, üzerinde düşünülmesi gerektiğini vurgulamıştır. O sabah namazını kılarken, senelik değişimlerde baharın ilk günlerine, insanın ömründe ana rahmine ve kâinatın ömründeyse yaradılışın ilk günlerine ait külli icraatları ve nimetleri tefekkür etmeyi ders vermişti. Bediüzzaman tefekkür yolunu ve ibadet şuurunu örnek olan her insan, her günün bu erken vaktinde, tüm yaradılış hadiselerinin ilk ânlarını yakînen sezinleyebilecek bir atmosferi yakalama imkânına sahiptir. Sabah namazını bu bilinç ve imanla kılan biri ise, hiçbir varlığa nasip olmayacak derecede şuurlu ve külli bir ubudiyete kanat açabilecektir. Her gün verilen yirmi dört altının ilkini Allah yolunda harcayarak hayırlı ve bereketli bir siftah yapacak ve namazıyla o güne Bismillah diyerek başlayabilecektir.

(Genç Yaklaşım, Ağustos-2007

sayısından alınmıştır)

M. Said İŞERİ

09.08.2007


Kerîm

Allah (c.c.), Kerîm’dir, Ekrem’dir, Mükrim’dir. Yani, Cenâb-ı Hak kullarına karşı sonsuz derece cömert, şefkati hudutsuz, ihsânı hadsiz, mağfireti bol, merhameti geniş, tövbeleri kabul eden, keremine son olmayan, sınırsız ikram ve sonsuz kerem sahibidir.

Rabb-i Rahîm, kullarının gözünü ve gönlünü her vakit her türlü nimetleriyle ve rızıklarıyla doldurur. Kullarını darda bırakmaz. İsyânlarına ve günahlarına bakmaksızın kullarını ikramlara boğar. Havadan suya, topraktan ateşe, hayvanlardan bitkilere, kuşlardan balıklara, yer yüzünden gök yüzüne, güneşten yıldızlara her şeyde Allah’ın çeşit çeşit ikramı, türlü türlü ihsânı, bol bol nimeti vardır. Cenâb-ı Hak hayatı yaratmış ve hayatın ihtiyâcı olan nîmetleri cömertçe ikram etmiştir.

Kerîm ismi1 ile bunun ism-i tafdil şekli olan Ekrem ismi Kur’ân’da yer alır. Cevşenü’l-Kebîr’de bu isimlerin Mükrim şekli de zikredilir.2

İlgili âyetleri buraya alalım:

“Ey insan! Kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan nedir? O ki, seni yarattı, seni ölçü ve âhenk içinde düzene koydu, sana dilediği gibi şekil verdi.”3

“Oku! Senin Rabbin Ekrem’dir (en büyük kerem sahibidir).”4

Bedîüzzaman’a göre, nihâyetsiz bir kerem, nihâyetsiz bir rahmet, sonsuz bir izzet, hadsiz bir gayret sahibi olan şu Âlemin Rabbinin, vaat ettiği şekilde kerem ve rahmetine lâyık bir mükâfat yurdu hazırladığında hiç şüphe yoktur. Zîrâ görülüyor ki, şu dünyada en âciz ve en zayıftan, en kuvvetliye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. Hattâ en iyi rızık en zayıfa ve en âcize veriliyor. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvî bir keremle ziyâfetler ve ikramlar oluyor ki, içinde sonsuz bir Kerem Elinin işlediği açıkça görünüyor. Meselâ, bahar mevsiminde, Cennet hûrileri tarzında bütün ağaçları ipekli elbiselerle giydirip, çiçek ve meyve ziynetleriyle süslendirip, ağaçların latîf elleri olan dallarıyla çeşit çeşit en tatlı ve en hârika meyveleri bize takdim etmek, hem zehirli bir sineğin eliyle şifâlı en tatlı balı yedirmek, hem elsiz bir böceğin eliyle en güzel ve en yumuşak bir ipeği bize giydirmek, hem rahmetin büyük hazinesini küçük bir çekirdekte bizim için saklamak ne kadar cemîl bir kerem, ne kadar latîf bir rahmet eseri olduğu gayet açık bir biçimde anlaşılmaktadır.5 İnsanın kabul, duâ ve suâl cihetinde şu dünya hanında Ekremü’l-Ekremînin azîz bir misâfiri olduğunu beyan eden Saîd Nursî Hazretlerine göre, böyle bir misâfirin, cömert olan Rabbinin izni ve emri dâiresinde hayatını geçirmesi, ebedî hayata ve ebedî ikramlara ulaşması açısından önemlidir. Alâ-yı illiyyîne kadar yükselmenin yolu da bu itaattan geçmektedir.6 Gözsüz bir akrep ve ayaksız bir yılana mağlup olan insan, bir küçük kurttan ipeği kendi gücü ile giymiyor; ve bir zehirli böcekten balı kendi kuvveti ile yemiyor. Bütün bunlarda insanın zaafına ve aczine merhamet eden Rabb-i Ekremin Rahmânî ikramını görmek, hissetmek ve şükretmek insanlığın gereğidir.7

Bir sofrayı, kaldırıp indirmek kolaylığında, koca memleketin baştan başa çeşit çeşit sofralarla donatılmasının, husûsan yaz mevsiminde yeryüzüne taze taze ve ayrı ayrı olarak kudret mutfağından Rahmânî sofralar serilmesinin ve her bir bahçenin bir kudret kazanı, her bir ağacın bir tablacı sûretinde tanzim edilmesinin, her şeyde cömert bir kerem elinin işlediğini gösterdiğini beyan eden8 Bediüzzaman Saîd Nursî, can ve yürek taşıyan bütün hayvanların diliyle top yekun bahar mevsiminin, “Yâ Kerîm! Yâ Kerîm!” diyerek Cenâb-ı Hakkı tespih ettiğini9 kaydeder.

Bediüzzaman Saîd Nursî, Haşir Risâlesinde Kerîm ismine iki ayrı babta yer verir ve âhiretin yaratılması, haşrin îcat edilmesi, insanların yeniden ihyâ edilmesi ve mahkeme-i kübrânın kurulması gibi yüksek hakîkatlerin Kerîm isminin de bir gereği olduğunu beyan eder.10 Kezâ Bedîüzzaman, Kerîm isminin “Cennet haktır” hakîkatini âleme îlan ettiğini,11 nîmetin tamamlanması için de bu ismin âhireti ve haşri istediğini12 kaydeder.

(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Tirmizî, Daavat: 86; 2- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 256; 3- İnfitar Sûresi: 6-8; 4- Alak Sûresi: 3; 5- Sözler, s. 65; 6- A.g.e., s. 293; 7- A.g.e., s. 296; 8- A.g.e., s. 260; 9- A.g.e., s. 302; 10- A.g.e., s. 65, 71, 81; 11- Şuâlar, s. 192; Mektûbât, s. 399; 12- Mesnevî-i Nuriye, s. 42

09.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri