Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Başbakan zorda

Başbakan, Gül konusunda fena ofsayta düştü. Önceden söylediği sözleri unutması, baş başa konuşup halledebileceği adaylık konusunu araya insanlar sokarak tartışmaya açması, hem Gül’de hem de belli bir kesimde şaşkınlık yarattı. Erdoğan’ın sözünde duran lider imajı sarsıldı.

Dışardan baktığınızda Başbakan Erdoğan’ın, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda fena halde ofsayta düştüğü, kurtulmaya çalıştıkça da, daha fazla kaydığı izlenimini ediniyorsunuz.

“Ettiği her sözün arkasında duran lider” olmakla övünürdü.

“Açık konuşan, güvenilir lider” diye nitelenirdi. Bu sıfatlar, önemli ölçüde zedelenmiş gibi...

Başbakan’ın böylesine ofsayta düşmesinin temelinde de, beklenmedik iki önemli gelişme görülüyor. Biraz spekülasyon yapıldığında şöyle bir manzara ile karşı karşıya kalınıyor.

Hatırlayacaksınız, Başbakan seçim kampanyasında ne diyordu?

Hem son kararın yine de Gül’e ait olduğunu söylüyor, hem de elinde birkaç isimle liderleri dolaşacağını ve bir uzlaşı arayacağını açıklıyordu.

Neden biliyor musunuz?

Anlaşılan, Anayasa Mahkemesinin 367 kuralını koymasıyla birlikte, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığını kafasında silmişti. Gül’ün defteri artık kapanmıştı. Üstelik seçimlerde yüzde 47 oy almayı da hiç mi hiç beklemiyordu. Beklentisi yüzde 40’lardaydı ve bu oranla partisinin Cumhurbaşkanı adayı seçemeyeceğini bildiği için “uzlaşı arayacağım” diyordu.

Seçimler büyük sürpriz yarattı ve Erdoğan’ın ilk ofsayta düşüşüne yol açtı. Adaylık sorunu hem partiye büyük oy getirmiş, hem de Gül’ü birden bire beklenmedik biçimde büyütmüştü.

Seçimlerden sonra da aynı söylemi sürdürdü. “Karar Gül’e aittir” diyor, aynı zamanda da uzlaşı vaktinin geldiğini söylüyordu. Zira hâlâ, Gül’ün 367’ye takılacağını ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı için partiler arası bir uzlaşıdan kurtulunamayacağını düşünüyordu. O saatte de Gül hâlâ devre dışındaydı.

Erdoğan’ı ikinci defa ofsayda düşüren sürpriz galiba MHP’den geldi. Bahçeli, Cumhurbaşkanlığı seçimi oturumuna katılacaklarını açıkladı.

Erdoğan yine ofsayta düşmüştü.

Gül’ün adaylığı canlanmış, Erdoğan’ın beklentileri suya düşmüştü. Uzlaşı arayışı sözlerini de tutamaz durumda kaldı. “Karar Gül’ündür” demekten başka çaresi yoktu.

Gül de, “tabii ki adayım” deyiverince Başbakan’ın ofsayttan kurtulabilmesi için tek çare kalmıştı. En yakın arkadaşı, politik yaşamının yıkılmaz kişisi, AKP’nin değişmez 2’inci ismine, “Gel bu işten vazgeç. Gerilim çıkar. Benim kafamda başka isim var” demek veya arkasında durmak yerine, yakınları aracılığıyla ve medya üzerinden “fedakârlık etsin” mesajları yollamayı tercih etti. Acaba bu mantık dizisi doğru mu? Yoksa tümü spekülasyon mu? Yakında anlayacağız...

Posta, 10 Ağustos 2007

Mehmet Ali BİRAND

11.08.2007


 

Uzlaşma ve asker abiler ne der?

Abdullah Gül Çankaya’ya çıkabilir. Ama çıkmasın! Neden?

Asker abiler kızar sonra.

Gül’den iyi cumhurbaşkanı olur.

Ama olmasın!

Neden?

Asker abiler kızar sonra.

Gül’ün eşinin türbanlı olması da Çankaya yolunda bir engel değildir.

Öyleyse?..

Yine de çıkmasın Çankaya’ya.

Neden?

Asker abiler kızar sonra.

Gül dürüsttür, namusludur, yumuşaktır, uzlaşmacıdır.

İyi güzel.

Ama cumhurbaşkanı olmasın!

Niye?

Asker abiler kızar sonra.

Önce Meclis yenilensin deniyordu, yenilendi. Meclis’in meşruiyet tabanı çok yetersiz deniyordu, şimdi fazlasıyla yeterli. Temsilde adalet yok deniyordu, şimdi var. Yüzde 34 oyla milletvekillerinin yüzde 65’ine sahip olan AKP, cumhurbaşkanını seçemez deniyordu. Şimdi bu da değişti.

O zaman?..

Gül yine de vazgeçsin!

Neden?

Asker abiler kızar sonra.

367 engeli de aşıldı. MHP’nin Genel Kurul’a girmesiyle birlikte cumhurbaşkanı seçim süreci başlayacak.

Öyleyse?..

Erkeklik Gül’de kalsın.

Neden?

Asker abiler kızar sonra.

(...)

Ne yaparlar? Darbe mi?

Bu devirde hâlâ darbe mi olur?

Peki, ne yapar asker abiler? Çankaya cehenneme mi döner Gül için? Türkiye ikide bir çalkalanır, kriz havasına mı sokulur?

Bilmem.

Niye karnından konuşuyorsun ki? Açıkça söyle ne düşündüğünü. Mesaj mı var askerden? Erdoğan’la Büyükanıt Paşa’nın Dolmabahçe buluşmasından bir şeyler mi sızıyor?

Cevap yok!

Susma hakkını kullanıyorsun.

Bak, eğer Türkiye’de rejimin adı demokrasi ise, bu ülkeyi eğer sandıktan çıkanlar yönetecekse...

O zaman bir cumhurbaşkanına Çankaya’yı cehennem etmeye kalkışanlara veya ülkede kriz havası yaratmak isteyenlere karşı da hukukun gereği neyse o yapılır, eski deyişle müeyyide uygulanır.

Ben tekrarlamaktan yanayım. Abdullah Gül iyidir, hoştur ama bir şövalyelik yaparak şu Çankaya sevdasından vazgeçse...

Ben de son defa soruyorum nedenmiş diye?

Asker abiler kızar sonra.

Kızarlarsa kızsınlar!

Böyle demedikten sonra Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletine dikiş tutturmak olanaksızdır. Askerin seçilmiş sivil otoriteye tabi olduğu gerçeğini kabul etmedikçe, bu ilkeyi uygulamadıkça, Türkiye’nin siyaseten normalleşmesi ve demokratik olgunluğa erişmesi mümkün değildir.

Bir nokta daha var:

Asker abiler kızarlarsa kızsınlar demedikten sonra bu ülkenin temel sorunlarının çözülmesi de imkânsızdır.

Kürt sorununa fazla girme! Dağdakileri indirmek için fazla ileri gitme!

Neden?

Asker abiler kızar sonra.

Kıbrıs’ta fren yap! Ermeni meselesinde, Ermenistan’la normalleşmede, 301’de, Vakıflar Yasası’nda dikkat et! Yerel yönetim reformunu ertele! Türban meselesine dokunma!

Neden?

Asker abiler kızar sonra.

Kızarlarsa kızsınlar birader!

Ya açık darbeyle gelir, bu ülkeyi kendi bildikleri gibi yönetirler. Ya da seçim sandığından çıkanlar, tüm sorumluluğu üstlenerek ülkeyi, elbette anayasal çerçeve içinde kalarak yönetirler.

Bir üçüncü yol yoktur.

Üçüncü yol, yani asker abiler kızar sonra zihniyetinin damgasını vurduğu düzen ‘köhne düzen’dir. Demokrasi değildir böyle bir rejimin adı. Böyle bir zihniyetle uzlaşmaya da demokratik uzlaşma denemez.(...)

Milliyet, 10 Ağustos 2007

Hasan CEMAL

11.08.2007


 

Üç önemli nokta

Meclis, başkanını seçti ve yeni başkan cumhurbaşkanı seçim sürecini başlattı.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nden bir adayın en geç üçüncü turda seçileceği söylenebilir, yani 28 Ağustos’ta 11. cumhurbaşkanı göreve başlayacak.

Tabii takvim bu kadar sıkışınca ve AKP de acele edince, daha seçim süreci başlamadan bir cumhurbaşkanı tartışması aldı başını gidiyor. Bu da doğal, sonuçta anayasal en yüksek makama birini seçeceğiz, onun tartışılmasını olağan karşılamak gerekir.

Şu an ortada yürüyen tartışmanın tek bir odağı var: Abdullah Gül’ün olası adaylığı.

Şöyle denebilir: Geçen yıl Tayyip Erdoğan’ın olası adaylığı ne şekilde ve neredeyse hangi kelimelerle tartışıldıysa bugün de Gül’ün adaylığı öyle tartışılıyor.

Yalnız bu sefer tuhaf bir durum var. Başbakan ve AKP lideri Tayyip Erdoğan, daha önce ‘Adayımız Abdullah Gül kardeşimizdir’ diyerek ilan ettiği Gül’ün adaylığını desteklemeye devam edip etmediği konusunda renk vermiyor.

O renk vermediği gibi, kamuoyuna ‘Başbakan’ın yakın çevresi’ denilerek, aslında Erdoğan’ın Gül’ün adaylıktan çekilmesini istediği izlenimi yayılıyor. Nitekim, bizzat Başbakan Erdoğan’ın kendisi, seçim gezileri sırasında ben de dahil kimi gazetecilere, seçim sonrası cumhurbaşkanlığı seçimi sorulduğunda ‘Abdullah beyin iradesi önemli’ diyerek, en azından Gül adaylıktan vazgeçerse ona ısrar etmeyeceğini söylemişti. Bugünkü ‘yakın çevre’ sızdırmalarını bu çerçevede okumak gerekir.

Tabii böyle okuyunca da, dün en netini Hürriyet’te Ahmet Hakan’ın yazdığı gibi, karşımıza birdenbire muhteris, cumhurbaşkanı olmak için yanıp tutuşan, koltuk sevdasını her şeyin önüne koymuş bir Abdullah Gül portresi çıkmaya başlıyor.

(...) Başbakan Erdoğan’ın, siyasetteki bu yakın yol arkadaşına reva görülen bu muameleyi durdurmak için hiçbir şey yapmaması pek yakışmıyor.

Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı konusundaki tercihini acilen açıklayıp Abdullah Gül’ü töhmet altında kalmaktan kurtarması gerek bence.

Cumhurbaşkanı seçiminde ikinci önemli nokta, artık açık açık yazılmakta olan ve gariptir ‘Başbakan’ın yakın çevresi’ne dayanan haber ve yorumlara da kaynaklık eden şantaja varan tehditlerle ilgili.

Deniyor ki, Gül adaylıkta ısrar eder ve cumhurbaşkanı olursa ülkede gerginlik olur. Gerginlikten kasıt askerin 27 Nisan bildirisinde ima edilen darbe olasılığı. Hadi darbe olmasa bile askerle Çankaya arasında boykot tarzı gerginlikler olmasının yeni iktidarın önümüzdeki dört veya beş yıl için yapmayı düşündüğü icraatın etkinliğini engelleyebileceği, istikrarın bozulabileceği, ekonominin bundan kötü etkilenebileceği vs. söyleniyor. Hatta Erdoğan’ın Gül’ü cumhurbaşkanı yapmamayı İstanbul Dolmabahçe’de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile yaptığı uzun görüşmede söz verdiğini iddia edenler bile oldu.

Daha seçimden yeni çıkmış, üstelik de seçimde tartışmasız bir başarı sağlamış bir iktidara karşı, sırf eşinin başı örtülü birini cumhurbaşkanı seçtiler diye darbe yapılabileceğine ben inanmıyorum. Ama bu olasılığı ciddi bir olasılık gibi değerlendiriyor olmamız bile Türkiye’de durumun ne kadar vahim olduğunu göstermiyor mu sizce?

‘Gerginlik’ten kasıt askerle çıkabilecek gerginlikse iki şeyi hatırlatmama izin verin:

1. Askerle pazarlık olmaz. Siz pazarlıkta bir adım geri giderseniz onlar size doğru bir adım daha yaklaşır. Siyasetin mantığı, herhangi bir pazarlıkta iki tarafın da kazanmasına, yani toplamı sıfırdan büyük

olan oyunlara göredir (bazen herkesin kaybettiği de olur, o başka). Askerin mantığı ise bir tarafın yendiği, öteki tarafın yenildiği, yani toplamı sıfır olan oyunlara göredir.

2. Abdullah Gül değil de, diyelim AKP’nin ‘solcu’ vekillerinden eski CHP’li Ertuğrul Günay veya kadın milletvekillerinden biri cumhurbaşkanı oldu. Acaba onun cumhurbaşkanlığı döneminde Köşk’te verilecek davetlere yine başta Başbakan Erdoğan ve bakanlar olmak üzere AKP’li erkekler tek başlarına, eşsiz mi davet edilecektir? Hiç sanmıyorum. Türbanlı eşler davet edildiğinde gerginlik olmayacak mıdır?

Gelelim üçüncü ve son noktaya... Köksal Toptan’ın dün 450 oyla, yani ‘oydaşma’ ile Meclis Başkanı seçilmesinden hareketle, ‘Neden cumhurbaşkanı da böyle seçilmesin’ lafları aldı yürüdü.

Bence 450 de az, TBMM’nin oy verebilecek fiili tam sayısı olan 548 oyla seçilmeli cumhurbaşkanı!

Bunu diyenler, ‘uzlaşma’dan söz edenler, çoksesli toplumun doğasını görmezden gelmek isteyenler aslında.

Beşar Esad Suriye’de yüzde 99 oyla seçiliyor, çünkü orada çoksesli toplum silah zoruyla bastırılıyor.

Çoksesli toplumlarda esas olan oy sayısı değil, hukuki açıdan yeterli oyu alıp seçilen kişinin seçildiğini ve meşruiyetini kabul etmektir.

Çocukluğumuzdan beri hepimizin kafasına kakılan ‘Birlik olalım’ endoktrinasyonunun bir sonucu bu. Hayır, birlik olmayalım, fikirlerimizle birbirimizden ayrılalım ama bir arada barış içinde ve mutlu yaşayalım.

‘Kıvançta ve tasada bir olmak’ her konuda aynı düşünmek değildir!

Radikal, 10 Ağustos 2007

İsmet BERKAN

11.08.2007


 

Çete dâvâları umut vermiyor

Davalar açıldı, yargılamalar sürüyor. Ama acaba bu ‘adli sürecin’ sonunda derin çeteler ülkeden temizlenebilecek mi?

Bugün için bu soruya ‘evet’ demek zor.

‘Hrant Dink davası başlamadı’ diye yazıyordu Nazım Alpman. Gerçekten de öyle ve bu durum sadece Dink davasına özgü görünmüyor.

Bir cinayet işleniyor ve tetikçi yakalanıyor. İlk bulgular, zanlının derin ilişkileri hakkında kimseye şaşırtıcı gelmeyen çağrışımlar yapıyor. Yani ipin ucu derin çetelere gidiyor. Bazen zanlının telefon kayıtları, bazen geçmişte çektirilmiş bir fotoğraf, bazen ‘ortak arkadaşlar’ ve bazen de sorgulama sürecindeki ilk itiraflar bu bağlantıyı kurmayı sağlıyor.

Sonra mahkeme süreci başlıyor.

Kısa bir süre sonra zanlı yeniden, kendisine o pis işleri yaptıranların etki alanına giriyor. Aniden makas değiştirip dezenformasyon yapmaya, örneğin ne kadar dindar olduğunu, zaten cinayeti de bu duygularla işlediğini, bazı dini şahsiyetleri öteden beri sevdiğini vs. söylemeye başlıyor. Ama bağlantılarına bakıyorsunuz, onunla aynı fotoğraf karesine yansıyan sıcak ilişkilere bakıyorsunuz, kendisine ‘abi’lik edenlerin dünya görüşü hiç de öyle değil. Tersine, irticayla ilişkilendirdikleri hükümeti yıkmak, demokratik süreci ‘laiklik adına’ tahrip etmek isteyen çevreler bunlar.

Anlıyorsunuz ki, artık o yine kendisini kullanan çevrenin etki alanında, ‘göreve devam’ etmektedir. Herkesin her şeyin farkında olduğu, adaleti tesis etmek için gerekenin yapılmadığı bir garabet bu. Herkes elindeki ateş topunu başkasına atmaya çalışıyor.

Tabii bu arada, çökertilemeyen derin çeteler de uğursuz faaliyetlerine daha bir özgüvenle devam ediyor. Elebaşları, yakın geçmişteki pek çok karanlık olaydan dolayı aşina olduğumuz isimler. Onları linç edilmek istenen bir yazarın yargılandığı davadan, bir miting organizasyonundan, tetikçiyle verdikleri pozdan veya vatanı kurtarmaya çalışırken kazandıkları büyük paralardan hatırlıyoruz. Kısacası, sahnenin gerisinde, ekonomik ve siyasi gücü elde etme emellerini vatanseverlikle örterek, bu ülkeye en büyük zararı veren isimler, önünde ise çok sayıda figüran var. İşte bugün bu figüranlarla uğraşılıyor.

Tetikçiyi cezalandırmakla yetinip, bu derin şer odaklarının kökünü kazıma iradesini göstermeyen bir adli, hukuki ve siyasi süreç ise yarardan çok zarar veriyor. Çünkü tetiği çekeni cezalandırıp çektirene dokunmadığı sürece, bu cinayetler de ülkede demokrasiyi ve barışı bozmaya yönelik provokasyonlar da devam edecek. Üstelik onu daha da güçlendirecek. Bir sonraki eylemde figüranlar daha dikkatli seçilecek, eylemin çapı büyüyecek ve sonuçları da çok daha tahrip edici olacak.

Bu kabustan kurtulmamız, öncelikle hükümetin silkinip olaya gerçekten el koymasına, kararlı olmasına ve sağlam durmasına bağlı. Bu hem ülkenin geleceği, hem de kendisi için hayati önem taşıyor.

Kısacası Hükümet, görevinin saldırganları bulup yargı önüne çıkarmaktan ibaret olmadığını anlamalı. Aksi halde biz bu yargılamaları, sonu baştan belli kasvetli bir TV dizisi gibi izlemeye ve ağlamaya devam edeceğiz.

Star, 10 Ağustos 2007

Berat ÖZİPEK

11.08.2007


 

Dinî taassup Siyasî taassup

İran’ın eski cumhurbaşkanı Hatemi, İtalya’da Dinlerarası Diyalog toplantısında, kadınlarla el sıkışıp, yan yana oturduğu için Ahmedinejad yanlısı muhafazakârların gazabına uğradı.

Tepkiler üzerine, 2009 seçimlerinde cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiğini açıkladı. Yukarıdaki bu haberi okuyunca, mutlaka İran’daki “dini taassubu” kınadınız. Bir benzerini, tersinden, Türkiye’de yaşıyoruz: “Cumhurbaşkanının eşi başörtülü olursa ülke gerilir” Bunun da adı: “Siyasi taassup”

Sabah, 10 Ağustos 2007

Nazlı ILICAK

11.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri