Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

O gün onların ağızlarını mühürleriz; elleri bize onların yaptıklarını anlatır, ayakları kazandıkları günahlara şahitlik eder.

Yâsin Sûresi: 65

22.08.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz duâ ettiğinde, isteğinde kararlı olsun. "Allah'ım, dilersen bana ver" demesin. Şüphesiz Allah'ı zorlayan hiç kimse yoktur.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 341

22.08.2007


Dünya hayatı, herkesin en büyük gayesi olmuş

Evvelce, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih etmeye dair yazılan iki parçaya tetimmedir.

Bu acip asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşamak şeraitini ağırlatması ve çok etmesi ve hâcât-ı gayr-ı zaruriyeyi görenekle, tiryaki ve müptelâ etmekle hâcât-ı zaruriye derecesine getirmesiyle hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya set çeker, veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatasının cezası olarak öyle dehşetli bir tokat yedi ki, dünyayı başına cehennem eyledi.

İşte bu dehşetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar.

Ezcümle:

Ben gördüm ki, ehl-i diyanet, belki de ehl-i takvâ bir kısım zatlar bizimle gayet ciddi alâkadarlık peyda ettiler. O bir iki zatta gördüm ki, diyaneti ister ve yapmasını sever, tâ ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rastgelsin. Hatta tarikatı, keşif ve kerâmet için ister. Demek ahiret arzusunu ve dinî vezâifin uhrevî meyvelerini dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i diniyenin fevâid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebep o fayda olsa, o ameli iptal eder; lâakal ihlası kırılır, sevabı kaçar.

Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebasından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risâle-i Nur’un mizanları ve muvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğunu kırk bin şahit vardır. Demek Risâle-i Nur’un dâiresine yakın bulunanlar içine girmezse, tehlike ihtimali kavîdir.

Evet “Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler.” (İbrahim Sûresi, 14:3.) işaretiyle, bu asır hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslâma da bilerek, severek tercih ettirdi.

Hem 1334 tarihinden başlayıp, öyle bir rejim ehl-i İslâm içine de sokuldu. Evet “Ale’l-âhireti” cifir ve ebced hesabıyla 1333 veya dört ederek, aynı vakitte, eski Harb-i Umumîde İslâmiyet düşmanları galebe çalmakla, muahede şartlarını, dünyayı dine tercih rejimi mebdeine tevafuk ediyor. İki üç sene sonra bilfiil neticeleri görüldü.

Kastamonu Lâhikası, s. 77-78

Lügatçe:

hayat-ı uhreviye: Ahiret hayatı.

şerait: Şartlar.

hâcât-ı gayr-ı zaruriye: Zarurî olmayan ihtiyaçlar.

hâcât-ı zaruriye: Zarurî ihtiyaçlar.

uhreviye: Ahirete ait.

varta: Tehlike.

ehl-i diyanet: Dindar olanlar.

ehl-i takvâ: Allah’tan korkan ve günahtan kaçınan insanlar.

vezâif: Vazifeler.

saadet-i uhreviye: Ahiret mutluluğu.

saadet-i dünyeviye: Dünya mutluluğu.

hakaik-i diniye: Dinî hakikatler.

fevâid-i dünyeviye: Dünya faydaları.

illet: Asıl sebep.

lâakal: En azından.

mücerreb: Tecrübe edilmiş.

muahede: Sözleşme, anlaşma.

mebde’: Başlangıç.

22.08.2007


“Kâinatta en yüksek hakikat imandır”

—Dünden devam—

2. İMANA HİZMET:

2.1 Sahabeler imana hizmeti esas almışlardır:

Hz. Ebûbekir (ra) iman ettikten sonra o zamana kadar nazil olan Kur’ân âyetlerini ve sûrelerini ezberledi. Anlamlarını Peygamberimizden (asm) öğrendi. Gizli olarak yakınlarına, tanıdıklarından müsait gördüklerine anlatmaya başladı. Tüccar olduğu için hem alış veriş için gelen köleler ile hem de saygın biri olduğu için Mekke’nin ileri gelen soylu ve saygın aileleri ile çok iyi ilişkiler içinde idi. Temiz fıtratlı ve güzel ahlâklı olanlarını iyi tanıyordu. Fıtratı İslâma müsait olanları gizlice imana dâvet ediyor ve onlara Kur’ân okuyordu. Sordukları soruları ve öğrenmek istediklerine bildiği hususlarda cevap veriyor, bilmediklerini de akşam olunca Peygamberimizden öğreniyordu. Gönlü İslâma ısınan ve Müslüman olmak isteyenleri de geceleri Peygamberimiz (asm) ile görüştürerek şüphelerini ve tereddütlerini gidermeye çalışıyor iman etmelerini sağlıyordu.

Hz. Ebûbekir (ra), Peygamberimiz ile görüştüğü andan itibaren tereddütsüz iman etmiştir. İman ettiği günden itibaren de hayatını İslâma adamıştır. Mekke döneminde insanların iman etmeleri için elinden geleni yapardı. Bunun için evini tahsis etmişti. Hz. Osman bin Affan (ra), Sa’d bin Ebi Vakkas (ra), Abdurrahman bin Avf (ra) Zübeyir bin Avvam (ra), Talha bin Ubeydullah (ra) gibi Aşere-i Mübeşşereden sayılan meşhur sahabelerin evine giderek ve onları evine dâvet ederek iman etmelerine sebep olan odur. Servetini Müslümanlar için harcamıştır. Hz. Bilâl-i Habeşi (ra), Habbab bin Eret (ra), Lübeyne, Ebu Fukeyhe, Âmir, Zinnire, Nehdiye, Ümm-ü Ubeys gibi kölelere İslâmı anlatan da, kölelikten ve müşriklerin işkencelerinden kurtaran da Hz. Ebubekir’dir (ra). Bunun için Peygamberimiz (asm) “Bütün insanların imanı bir kefeye, Hz. Ebûbekir’in (ra) imanı diğer kefeye konsa, Ebûbekir’in (ra) imanı ağır gelir” buyurmuşlardır.

Hz. Ali (ra) küçük yaşında tevhidin hakikatini anlayarak, düşünerek aklıyla iman etmiş ve Peygamberimizin (asm) yanından hiç ayrılmayarak iman dâvâsına canla-başla destek olmuştur. Peygamberimizin (asm) akrabalarını uyarmasında, Kureyşi imana davet etmesinde Hz. Ali (ra) bütün organizasyonlarda organizatör olarak görev yapmıştır. Kur’ân-ı Kerimin nazil olmasında, gelen vahiyleri sahabelere ulaştıran, Peygamberimiz (asm) ile sahabeler arasında irtibatı sağlayan hep Hz. Ali (ra) olmuştur. Mekke’ye gelen yabancıları başta Hz. Ebu Zer (ra) olmak üzere Peygamberimiz (asm) ile gizli olarak görüştüren Hz. Ali (ra) idi. İman ve Kur’ân hizmeti için hayatını ortaya koyan, hatta müşrikler Peygamberimizi yatağında öldürmek için plan yaptıkları zaman Peygamberimizin (asm) yatağına yatan Hz. Ali (ra) olmuştur.

Peygamberimiz (asm) Kâbe’de bulunan putları kırdığı zaman, kendisine yardım eden ve Peygamberimizin (asm) omuzuna çıkarak Kâbe kapısındaki putu düşürerek parçalayan da Hz. Ali (ra) olmuştur.

Hz. Osman (ra), Hz. Ebubekir’in (ra) samimî arkadaşı idi. Hz. Ebubekir’in (ra) irşadı ile 35 yaşında Müslüman olduktan sonra imana ve Kur’ân’a hizmeti kendisine şiar edindi. Amcasının kendisini bağlayarak hapsetmesine aldırmadı. Müşriklerin işkencelerine dayanamayarak iki defa Habeşistan’a hicret etmiş ve Kur’ân-ı Kerimi okuma, ezberleme ve hakikatlerini okuyarak öğretme ve neşretme görevini ömrünün sonuna kadar devam etmiştir. Hatta şehit edilirken bile Kur’ân okumakta idi. Kanı Kur’ân-ı Kerim üzerine dökülmüştür.

Halid bin Said bin Âsî bin Ümeyye bir gece rüyasında büyük bir ateş uçurumunun kenarında durduğunu, babasının onu ateşe atmaya çalıştığını, Resulullah’ın (asm) kendisini belinden tutarak ateşten kurtardığını gördü. Dehşetle uyandı.

Rüyasını Hz. Ebu Bekir’e (ra) anlattı. “Zannedersem bu gerçek bir rüyadır” dedi Hz. Ebu Bekir (ra) ve Peygamberimizin insanları gelecekte girecekleri cehennem ateşinden kurtardığını anlattı. Öğrendiği Peygamberimize (asm) gelen ayetlerden ve sûrelerden okudu. Beraberce Peygamberimizin (asm) yanına gittiler. Peygamberimizi (asm) evinde bulamadılar. Hz. Hatice (ra) Peygamberimizi (asm) Ciyad mevkiinde bulabileceğini söyledi. Oraya gittiler. Hz. Ali (ra) ile beraber buldular. Hz. Halid rüyasını anlattı ve “Ya Muhammed, sen insanları neye dâvet ediyorsun?” dedi.

Peygamberimiz (asm): “Ben insanları “Lâ İlâhe İllallah” demeye, Allah’ın birliğine, şeriki ve naziri olmadığına, her şeye kadir olduğuna, her şeyi yarattığına inanmaya, taştan ve ağaçtan yapılan ve hiçbir şeye gücü yetmeyen putlardan yardım istenmesine ve saygı duyulmasına karşı çıkmaya dâvet ediyorum” buyurdular.

Bunları dinleyen Hâlid bin Said “Lâ İlâhe İllallah” diyerek iman etti.

“Kâinatta en yüksek hakikat imandır.” Hal böyle olunca en yüksek hakikate hizmet etmek de en önemli ve mühim hizmettir. Sahabeleri o mevkiye çıkaran en önemli sır, iman gibi iki cihanın saadetini temin eden en büyük hakikati bize ulaştıracak hizmeti, canları ve başları ile deruhte etmeleridir. Diğer bütün hizmetler iman hizmeti yanında ikinci ve üçüncü derecede kalır. Peygamberimizin (asm) sünneti, Peygamberimizin takip ettiği yoldur. “Ümmetin fesada gittiği bir zamanda, kim sünnetime yapışırsa yüz şehidin sevabını alır” hadisi elbette haktır ve çok önemlidir. Acaba insana yüz şehit sevabı kazandıracak sünnet hangisidir? Elbette “İman Hizmeti”dir. İman insana iki cihan saadetini kazandırır. Ümmetin fesadı imanın zaafından, fesadın izalesi de imanın yaygın olmasından kaynaklanır. Bunun için insana ve topluma yapılacak en büyük iyilik ve hizmet, imanın takviyesi ve imandaki şüphelerin giderilmesi için yapılacak çalışmalardır.

Ahir zamanda, ümmetin fesada gideceğini ve pek çok fitnelere maruz kalacağını haber veren Peygamberimiz (asm) bu fitnelerin sebebi olan iman zaafına dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur: “İleride öyle fitneler olacaktır, o fitnelerde kişi mü’min olarak sabahlayacak ama akşama kâfir olarak dönecektir. Ancak Allah’ın ilim ile kalbini ihya ettiği kimseler bundan korunacaklardır.”

Bu hadiste açıkça ifade edildiği gibi imansızlık fitneyi netice vermektedir. Çaresi de ilim ile kalpleri diriltmektir. Buradaki hastalık, imansızlık olunca ilim de “İman İlmidir.” İman ilmi ilimlerin şahı ve padişahıdır. Sahabeler akılları bozulmuş ve kalpleri ölmüş olan cahiliye Arap toplumunu imanın hidayeti ve Kur’ânın iman dersi ile diriltmiştir. Sahabeler de iman hakikatleri için mücadele etmiş ve imanın akıllara, kalplere ve gönüllere yerleşmesi için çalışmışlardır.

Bu hakikatler nazara alınınca sahabe mesleğinin “İman Hizmeti” mesleği olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Bediüzzaman’ın da “Ben bütün mesaimi iman üzere teksif etmiş bulunuyorum” demesinin hikmeti daha iyi anlaşılmaktadır. Açtığı sahabe mesleğinin de iman hizmeti mesleği olduğu gerçeği de böylece tebeyyün eder.

—Devam edecek—

M. Ali KAYA

22.08.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Hz. Ömer’in (r.a.) hilafeti zamanındaydı. Tayin ettiği valilerden biri, Cuma hutbesi esnasında Hz. Ömer’i (ra) övünce bir sahabi dayanamayıp itiraz etti ve valiye karşı geldi.

Namazdan sonra durum Hz. Ömer’e (ra) iletildi. Ve sahabe hakkında ululemre itaatsizlikten dâvâ açıldı.

Ardından duruşma için valiye karşı gelen sahabe yakalanıp Hazret-i Ömer’in (ra) huzuruna götürüldü.

Sahabe, Hz. Ömer’in (ra) huzuruna girince selâm verdi.

Fakat Hz. Ömer (r.a.), hiddetinden selamı duymadı bile. Selâmı almamakla beraber, sahabeyi de azarladı.

Bunun üzerine suçlu sayılan Sahabe sertçe çıkıştı:

“Ya Ömer! Ben bir suç işlediysem, sen iki suç işledin!” Hiddeti birden sönen Hz. Ömer (r.a.):

“Nedir benim iki suçum?” diye sordu. Sahabe:

“Allah’ın selâmını verdim; çok hiddetlendiğin için almadın. Vacibi terk ettin. Bu bir. Beni suçlu saydın; tamam. Fakat suçluyu dinlemeden tek taraflı hüküm verdin. Bu da iki.”

Hatasını anlayan Hazret-i Ömer (ra):

“Peki, anlat o zaman; nedir olay?” dedi.

Sahabe:

“Tayin ettiğin vali, hutbede seni öyle övdü, öyle övdü ki, seni Hazret-i Ebu Bekir’in (ra) önüne geçirdi. İşte bu yanlış düşünceyi zihinlerden silmek için müdahale ettim.” dedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) sahabeden özür dileyip duâ istedi ve onu serbest bıraktı. Övgüde sınırı aşan valiyi ise hemen görevden aldı.

Süleyman KÖSMENE

22.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri