Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Görmediler mi: Biz kudretimizle onlar için birer nimet olarak hayvanlar yarattık da, onlara bu sayede sahip olurlar.

Yâsin Sûresi: 71

28.08.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Size Allah'ın azabı hatırlatıldığı zaman yapmak istediğiniz kötülükten vazgeçiniz.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 350

28.08.2007


Dünyevî bir lezzette çok elemler var

Eğer mahpus, zulmen mahkûm olmuş ise, farz namazını kılmak şartıyla, herbir saati bir gün ibâdet olduğu gibi, o hapis, onun hakkında bir çilehâne-i uzlet olup, eski zamanda mağaralara girerek ibâdet eden münzevî sâlihlerden sayılabilirler.

Eğer fakir ve ihtiyar ve hasta ve imân hakikatlerine müştak ise, farzını yapmak ve tevbe etmek şartıyla, herbir saatleri yirmişer saat ibâdet olup, hapis ona bir istirahathâne; ve merhametkârâne ona bakan dostlar için bir muhabbethâne, bir terbiyehâne, bir dershâne hükmüne geçer. O hapiste durmakla, hariçteki müşevveş, her taraftaki günahların hücumuna mâruz serbestiyetten daha ziyâde hoşlanabilir; hapisten tam terbiye alır. Çıktığı zaman, bir kàtil, bir müntakîm olarak değil, belki tevbekâr, tecrübeli, terbiyeli, millete menfaatli bir adam çıkar. Hattâ Denizli hapsindeki zâtların az zamanda Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarını gören bâzı alâkadar zâtlar demişler ki, “Terbiye için on beş sene hapse atmaktansa, on beş hafta Risâle-i Nur dersini alsalar, daha ziyâde onları ıslâh eder.”

Mâdem ölüm ölmüyor. Ve ecel gizlidir, her vakit gelebilir. Ve mâdem kabir kapanmıyor; kafile kafile arkasında gelenler oraya girip kayboluyorlar. Ve mâdem ölüm, ehl-i imân hakkında idâm-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrildiği, hakikat-i Kur’âniye ile gösterilmiş; ve ehl-i dalâlet ve sefâhet hakkında, gözle göründüğü gibi, bir idâm-ı ebedîdir, bütün mahbubâtından ve mevcudâttan bir firâk-ı lâyezâlîdir. Elbette ve elbette, hiç şüphe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki, sabır içinde şükretmek ve hapis müddetinden tam istifade ederek Nurların dersini alarak istikàmet dairesinde imânına ve Kur’ân’a hizmete çalışmaktır.

Ey zevk ve lezzete mübtelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki, hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve imân hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.

Ey hapis musîbetine düşen bîçareler! Mâdem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı. Çalışınız; âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün, tatlılaşsın; hapisten istifade ediniz. Nasıl, bâzan ağır şerâit altında düşman karşısında bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir; öyle de sizin, bu ağır şerâit altında, herbir saat ibâdet zahmeti, çok saatler olup, o zahmetleri rahmete çevirir. Sözler, s. 136

Lügatçe:

müştak: İştiyaklı, arzulu.

müşevveş: Karışık.

idâm-ı ebedî: Sonsuz idam, yokluk.

mahbubât: Mahbuplar, sevgililer, sevilenler.

firâk-ı lâyezâlî: Bitmeyen ayrılık, ebedî ayrılık.

aynelyakîn: Gözle görür derecede.

hayat-ı bâkiye: Sonsuz hayat.

şerâit: Şartlar.

28.08.2007


Peygambere en yakın olanlar

—Dünden devam—

Peygamberimizin (asm) en birinci talebesi şüphesiz Hz. Ali’dir (ra). Çünkü o henüz sekiz veya on yaşında Müslüman olarak vahye ilk muhatap olmuş, Peygamberimizin (asm) arkasında ilk olarak namaz kılmış ve Peygamberimizin (asm) vefatına kadar bütün bilgilerini ilk kaynak olan bizzat Peygamberimizden (asm) almıştır. Şöyle demektedir: “Peygambere en yakın olanlar, Peygamberin getirdiğini en iyi bilenlerdir. Çünkü yüce Allah ‘Doğrusu insanların İbrahim’e (as) en yakını, zamanında ona uyanlardır’ buyurmaktadır. Bunun için dini en iyi bilenler, en yakını olan bizleriz. Hz. Peygamber (asm) zamanında nâzil olan her âyet ve her sûre mü’minlerin imanlarını ve huşularını, yani Allah korkusunu arttırmaktaydı. Bunun için mü’minler daha sonra nâzil olan ahkâma ait olan emir ve yasaklara harfiyen uyuyorlardı.”

Bundan dolayı sahabeler, Peygamberimizden (asm) nazil olan âyetleri okuyarak, ezberleyerek imanlarını artırıyor ve amel ile ilgili bir âyet nazil olunca da onu uygulamadan bir diğerini öğrenmiyorlardı. Öğrendiklerini ise kesinlikle uyguluyorlardı. Böylece sahabeler ilmi amel için öğreniyorlar ve amelsiz ilmi kabul etmiyorlardı.

Peygamberimiz (asm) bir gün şöyle buyurdular:

“Allah’ın benimle size gönderdiği ilim ve hidâyetin meseli, toprağa bol bol yağan yağmura benzer. Bu yağmur verimli ve güzel toprağa düşer, bu toprak da yağmuru güzelce emer ve birçok bitki ve ağaç yetişerek güzel meyveler verirler. Bir kısmı da çorak bir yere düşer. Yağmuru alır ancak üzerinde hiçbir bitki yeşermez ve meyve vermez; ancak suyu yüzünde tutar. Ondan da hayvanlar ve insanlar faydalanır. Suyundan içer ve arazilerini sularlar. Bir kısmı da kayaların ve taşların üzerine yağar. Taşlar da ne yağmuru tutar ve ne de kendileri faydalanır. Su üzerinden kayar gider. İşte Allah’ın dini olan getirdiğim hidâyet ve ilimden faydalananlar ile onu başkalarına duyuranlara misâl olduğu gibi, kibir ve gururundan o ilim ve hidâyetten faydalanmayanların misâli budur.”

Sonra şöyle devam ettiler:

“Hiçbir peygamber yoktur ki, Allah onu bir ümmete göndermiş olsun da onun havarileri ve ashabı olmasın. Onlar onun sünnetine uyar, dinini yaşar ve ihyâ ederler. Onlardan sonra bazı gruplar türer. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmedikleri şeyleri yaparlar. Kim onlarla eliyle mücadele ederse o mü’mindir. Kim diliyle mücadele ederse o da mü’mindir. Onların dışındakilerin imandan hardal tanesi kadar nasibi yoktur” buyurdular.

Bir bedevî, Peygamberimizin (asm) yanına gelmişti. Peygamberimiz (asm) sordular: “Seni bizim yanımıza getiren sebep nedir?”

Bedevî cevap verdi:

“Buraya ilim öğrenmeye geldim.”

Peygamberimiz (asm) tebessüm ederek buyurdular:

“Bunun için gelmişsen hangi taşın yanından ve hangi ağacın altından geçmişsen bil ki onlar senin için istiğfar etmişlerdir. Sana bir kelime öğreteyim. Onu sabah namazından sonra söylersen cüzzamdan, körlükten ve felç olmaktan kurtulursun. O kelime ‘Sübhânallahi’l-Azîm ve bihamdihî’ cümlesidir. Sonra da Allah’a yalvarmak istediğin vakit şöyle duâ et: ‘Ey Allah’ım! Senden istiyorum ki, faziletini üzerime akıt. Rahmetini üzerime serp. Bereketini üzerime indir. Âmin!”

Bedevî çok memnun bir vaziyette “Bunu her zaman yapacağım ey Allah’ın Resûlü” diyerek yanından ayrıldı.

“Tâ-Hâ Sûresi” nâzil olmuştu. Peygamber Efendimiz (asm), bu sûrenin “Ey Rabbim ilmimi artır!” âyetini okudu ve şöyle buyurdu: “Bu Kur’ân ilmidir. Allah katında en değerli ilim Kur’ân ilmidir. Bunun için kullarının kendisinden ilim istemesini emir buyurmuşlardır. Allah bütün ilimleri, evvelîn ve âhirînin ilimlerin Kur’ânda toplamıştır. Bütün ilimler Allah’ın ilmindendir. Yüce Allah bunu ihtiyaca göre ilham eder. Bunun için Allah’a şöyle duâ edin: ‘Allah’ım! İlmimi, imanımı ve yakînimi artır. Öğrendiklerimle beni faydalandır ve bana faydalı olanı öğret. Cehennem ehlinin halinden Sana sığınırım. Beni onların durumuna düşürmekten koru! Her hal ve şartta sana şükredenlerden eyle! Âmin!”

Sonra şöyle devam ettiler: “İlim öğrenmek günahlara kefarettir. Dinleyin ve itaat edin. O zaman büyük kazanç elde edersiniz.”

—Devam edecek—

M. Ali KAYA

28.08.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Yahudi’nin biri, bir gün Peygamber Efendimize (asm) gelerek bir Müslüman’ı gösterdi ve bu Müslüman’ın devesini çaldığını iddia etti. İki de yalancı şahit gösterdi.

Peygamber Efendimiz (asm) başka dinden diye kimseyi itmez, her şikâyetçiyi dinler ve açıklığa kavuştururdu. Hukukun tecellisine önem verirdi.

Gerekli inceleme ve araştırma yapılmaya başlandı. Eğer Müslüman suçlu bulunursa devenin iade edilmesiyle birlikte, Müslüman’ın elinin kesilmesine de hükmedilecekti. Durum ciddiydi.

İşin ciddiyetini bilen, İslâm’ın hükümlerinin uygulanmasından da zerre kadar şüphesi olmayan mübarek maznun sahabî ellerini açarak şöyle duâ etti:

“Ya Rabbi! Sen her şeyi bilensin. Görüyorsun ki Yahudi yalancı şahitler gösteriyor. Ben ise hırsız değilim ve devenin sahibiyim. Geceleri okuduğum Salâvat-ı Şerife’nin hürmetine beni bu belâdan kurtar!”

Derken, bir de baktılar ki, deve Peygamber Efendimizin (asm) huzurunda diz çökmüş yalvarıyor. Diyor ki:

“Ya Rasulallah! Ben Yahudi’nin değil, bu Müslüman’ın malıyım. Yahudi yalan söylüyor.”

Orada bulunanlar hayret ettiler. Yahudi ve arkadaşları söyleyecek tek söz bulamadılar, şaşkınlıklarından donup kaldılar.

Peygamber Efendimiz (asm) sahabiye şöyle sordu:

“Bu dereceye ne ile eriştin?”

Sahabe şöyle cevap verdi:

“Ya Rasûlallah! Ben her gece sana 10 defa salâvat okumadan yatmam! Burada da o salâvatın yüzü suyu hürmetine Allah’tan yardım diledim. Allah (cc), hamdolsun ki, benim yüzümü kara çıkarmadı.”

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm):

“Salâvat hürmetine dünyada cezadan kurtulduğun gibi, ahirette de cehennem azabından kurtulacaksın!” buyurdular.

Orada bulunan münafıkların çoğu iman ettiler.

Süleyman KÖSMENE

28.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri