Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Sen Allah'ın kudreti karşısında hayrete düştün; onlar ise alay edip dururlar. Öğüt verildiği zaman güzelce düşünmezler.

Sâffât Sûresi: 12-13

14.09.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Birinize "Mü'min misin?" diye sorulduğunda, imanında şüphe varlığını hissettiren bir ifâde kullanmasın.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 1, no: 375

14.09.2007


Oruç, hakikî ve hâlis bir şükrün anahtarıdır

Ramazan-ı Mübareğin savmı, Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Birinci Söz’de denildiği gibi, bir padişahın mutfağından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiyat ister. Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymettar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in’âm edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi; Cenâb-ı Hak, hadsiz envâ-ı nimetini nev-i beşere zemin yüzünde neşretmiş, ona mukabil, o nimetlerin fiyatı olarak şükür istiyor. O nimetlerin zâhirî esbabı ve ashabı, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiyat veriyoruz, onlara minnettar oluyoruz. Hattâ, müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Halbuki, Mün’im-i Hakikî, o esbabdan hadsiz derecede, o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır. İşte Ona teşekkür etmek, o nimetleri doğrudan doğruya Ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Çünkü, sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor. Halbuki, iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında çok kıymettar bir nimet-i İlâhiye olduğuna kuvve-i zâikası şehadet eder. Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü mânevîye mazhar olur.

Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle, “O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenâvülünde hür değilim. Demek başkasının malıdır ve in’âmıdır; Onun emrini bekliyorum” diye, nimeti nimet bilir, bir şükr-ü mânevî eder.

İşte, bu suretle oruç çok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.

Mektûbât, 29. Mektub,

2. Risâle, 2. Hikmet, s. 388

—Devam edecek—

14.09.2007


Kuraklığa, Kur'ân’dan evrensel mesajlar

Küresel ısınma, kuraklık tehdidi ve azalan dünya nimetleri… Zor günler yaşıyoruz. Ya da (inşaallah sadece) zor günler yaşama korkusunu… Güzel ve süslü bir rüya bitiyor sanki. Gazetelerdeki haberler cennet vatanımızın çok değil otuz üç yıl sonra çölleşeceği yönünde. Ve çölleşmeye doğru giden süreç artan bir ivme ile başladı bile.

Aynı günde dörde varacak kadar sık yaşanan orman yangınları ile ciğerlerimiz kuruyor. Akarsularımız ve göllerimiz “Ey arz! Suyunu yut” emrine itaatte. Cennet yurdumun batısı kuraklıktan kıvranıyorken, doğusuna gönderilen bulut rahmet değil gadab yüklü sanki. Ya trafik kazaları, her biri toplu katliâm gibi. Üstelik kazalar kara sınırlarını aştı. Trafik canavarının pek uğramadığı denizlerde bile acı kazalar yaşar olduk. Musibetlerin bu kadar üst üste gelmesi tesadüf değil elbette… Adeta bütün mevcudât işaret parmağını sallayıp beşeri ikaz etmekte.

Bunca uyarıdan sonra beşerin de artık başını ellerinin arasına alıp düşünme vakti çoktan geldi geçiyor bile: Biz nerede hata yaptık? Rahmet-i İlâhiye neden buna müsaade etti? Nimet bolluğunu kendimizden bilip in’âm edene şükretmeyi mi unuttuk? Yoksa “cennet yurdumuzu” Cennet zannettik de yurt mu edindik? Bolluğun içinde aldanıp Kur’ân’ın emri olan iktisat denilen tükenmez hazineyi unuttuk da dünyayı mı tükettik? Yoksa şükür imtihanından sınıfta kaldık da, şimdi sabır imtihanına mı geçiyoruz?

Bu sorulara gelin Kâinat Hâlık’ının ezelî kelâmından cevap bulmaya çalışalım:

“Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan Cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçâr oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamber ile yanındaki mü’minler bile ‘Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?’ diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.”1

Birinci yanılgımız, mahall-i imtihanda rahat, huzur ve şu fani âlemde ebedî saadet aramamızmış demek ki. Oysa bu aradıklarımız burada bulunmaz; bunlar başka dükkânın malları. İşte ispatı bizden evvelki kavimler.

Kur’ân’daki şu kıssa birden bire bolluktan darlığa düşen bizim halimize ne de çok benziyor:

“Onlara şu iki kişinin halini misâl getir: Onlardan birine iki üzüm bağı lûtfettik, bağların etrafını hurma ağaçları ile donattık ve bahçelerin arasında da ekin bitirdik.

“Her iki bağ da meyvesini verdi, hiçbir şeyi eksik bırakmadık O iki bağın arasında bir de ırmak akıttık.

“O şahsın başka serveti de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona: ‘Benim,’ dedi, ‘Malım ve servetim senden çok olduğu gibi, maiyyet, çoluk çocuk bakımından da senden daha ilerideyim.’

“Bu adam gururu yüzünden kendi öz canına zulmeder vaziyette bağına girdi ve: ‘Zannetmem ki bu bağ bozulup yok olsun; kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Bununla beraber şayet Rabbimin huzuruna götürülecek olursam o zaman elbette bundan daha iyi bir âkıbet bulurum’ dedi.

“Konuşma esnasında arkadaşı bu şahsa: ‘Ne o?’ dedi, ‘Yoksa sen, senin aslını topraktan, sonra da bir damla meniden yaratan, bilâhare de seni böyle tam mükemmel bir insan şekline getiren Rabbini mi inkâr ediyorsun? Fakat sen inkâr etsen de şunu bil ki benim Rabbim Allah’tır. Rabbime hiç bir şeyi ortak saymam.’

“Benim servetimin ve çoluk çocuğumun sayısının seninkinden daha az olduğunu düşündüğüne göre, bağına girdiğinde: ‘Maşaallah! Allah ne güzel dilemiş ve yapmış! Ondan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur’ demeli değil miydin? (Evet hakikâten biz de, bize cömertçe lûtfedilen dünya nimetleri için böyle demeli değil miydik?)

“Olur ki Rabbim senin bahçenden daha iyisini bana verir ve senin o bahçene gökten bir âfet indirir de bağın kupkuru toprak kesilir; yahut bağının suyu çekilir de ondan artık büsbütün ümidini kesersin’

“Çok geçmeden, bütün serveti kül oldu... Sahibi bu halini görünce, bağın çökmüş çardakları karşısında, yaptığı masraflarına, harcadığı emeklere acıyıp avuçlarını oğuştura kaldı! ‘Ah!’ diyordu, ‘N’olaydım, Rabbime ibadette hiçbir şeyi ortak yapmamış olaydım!’”

Ellerimizi oğuştura kalmadan Rabbimizin sûrenin devamında verdiği nasihatleri can kulağıyla dinleyelim:

“Hâsılı o, Allah’tan başka kendisine sahip çıkacak bir topluluk da bulamadı, kendi kendini de kurtaramadı.

“Öyle bir yerde himaye ve yardım, sadece hak ve hakikatin ta kendisi olan Allah’a mahsustur. En iyi mükâfâtı da, en güzel âkıbeti de veren O’dur.

“Dünya hayatı hakkında onlara şu misâli ver: Dünya hayatının durumu şuna benzer: Gökten yağmur indiririz, onun sayesinde yeryüzünde bitkiler yeşerip gürleşir, çok geçmeden kurur, rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.

“Mal mülk, çoluk çocuk... Bütün bunlar dünya hayatının süsleridir. Ama bâkî kalacak yararlı işler ise Rabbinin katında, hem mükâfat yönünden, hem de ümit bağlamak bakımından daha hayırlıdır.”2

Her musibet gibi elbette yaşadığımız küresel musibetin de ifade ettiği bir anlam, bir mesaj ve ifa ettiği bir vazifesi vardır. Kur’ân’ın emri ve peygamber sünneti olan iktisadı hiç böyle algılamamıştık meselâ… Nehrin kenarında abdest alan sahabeye israf etmemesini tavsiye eden Peygamberimiz (asm), aslında küresel çevre bilinci oluşturduğunu, iktisat emrinin “çok harcamamak” ya da “ayağını yorganına göre uzatmak”la sınırlandırılacak kadar dar anlamlı olmadığını, bilâkis nimetler sınırsız gibi gözükse de ancak ihtiyaç nisbetinde kullanılabileceğini, doymaya değil tatmaya izin verildiğini, istikbalde gelecek yüz aç insanın huzurunda bugün kemâl-i âfiyetle yenilemeyeceğini kuraklık tehdidi ile anlamış bulunmaktayız. Şimdi sanki bugün için nâzil olmuş kadar güncel ve etkili olan evrensel mesajlara geri dönüyoruz:

“Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!

“Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde, ‘Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz’ derler.

“İşte Rab’leri tarafından bol mağfiret ve rahmete mazhar olanlar onlardır.

“Hidâyete erenler de ancak onlardır.”3

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 214. âyet

2- Kehf Sûresi: 32-46. âyetler

3- Bakara Sûresi: 155-157. âyetler

[email protected]

Nuriye ÇEVİK

14.09.2007


İnsan ve fitne

Arapça olan “fitne” kelimenin aslı “fetn”dir. Altının kalite ve kalitesizliğini anlamak için ateşe sokulması demektir. Genel olarak imtihan ve deneme mânâlarında kullanılır. Hâlisi ile sahtesini ayırmak için altını, gümüşü potada eritmeye fitne dendiği gibi, iyiliği-kötülüğü belli olsun diye insana tatbik edilen her muâmeleye de denir. Ayrıca, fitne; ayrılık, karışıklık, kargaşa; insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey; insanları sıkıntıya, belâya düşüren, Müslümanların zararına sebeb olan iş; düşmanlığa sebeb olan şey anlamında da kullanılmaktadır.

Fitne, sebepleri, sonuçları ve insanlar arasındaki etkileri sebebiyle gerek Kur’ân’da, gerek hadislerde, gerekse Risâle-i Nur’da çokça bahsedilen bir konu olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’den alacağımız birkaç örnekte görüleceği gibi fitnenin mahiyeti, özellikleri, kaçınmanın yolları bir kısım âyetlerde açıkça anlatılmıştır. “Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür...”1

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki, o içinizden yalnız zulmedenlere çatmaz (âmmeye de sirayet eder ve hepsini perişan eder). Hem bilin ki, Allah azabı çetin olandır.”2 Yine aynı sûrenin başka bir âyetinde (Enfal Sûresi: 39) ise; “Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki, Allah yaptıklarını görür” denilmektedir. Bu âyet-i kerimedeki fitne, İslâm’ın dışında kalan bütün batıl sistemler olduğu anlaşılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de “Fitnenizi tadınız. İşte (dünyada) istical ettiğiniz (acele ettirdiğiniz) azab bu idi”3 buyurulmuştur. Buradaki “fitne” kelimesi, insanın ateşe atılmasını ve azâbı ortaya koymaktadır.4

Sevgili Peygamberimizin (asm), fitneyle ilgili olarak hadislerinde bahsettiği mânâlara da bir bakalım: “İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların endişeleri mideleri olacak, şerefleri de metâ-ı dünya olacak ve kıbleleri de kadınları olacak ve dinleri de dirhem ve dinarları (paraları) olacak. Bunlar mahlûkatın en şerlileridir ve Allah katında onların hiç nasibleri yoktur.”5

Fitnenin uyandırılması ve günümüze bakan bir yönünü Üstad Bediüzzaman Hazretleri bakın nasıl ortaya koyuyor:

“Âhirzamanda bir şahsın hatîât ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır. Eskide acaba âdi bir adam, binler adam kadar günah işleyebilir mi ve o âhirzamanda bildiğimiz günahlardan başka hangi günahlardır ki kâinatın hey’et-i mecmuâsına dokunur, kıyametin kopmasına ve dünyaları başlarına harab olmasına sebebiyet verir, diye düşünürdüm. Şimdi bu zamanda müteaddid esbabını gördük. Ezcümle müteaddid vücuhundan radyomla anlaşıldı ki: O bir tek adam bir tek kelime ile, bir milyon kebâiri birden işler ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günaha sokar. Evet, küre-i havanın yüzbinler kelimeleri birden söyleyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-î beşere öyle bir nimet-i İlâhiyedir ki, küre-i havayı bütün zerratıyla şükür ve hamd ü senâ ile doldurmak lâzım gelirken, dalâletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye, o azîm nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden elbette tokat yiyecek.”6

Yine Üstad, Mesnevî-i Nuriye isimli eserinde şöyle bir hükümde bulunuyor: “Küre-i arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefiheyle gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Tâdili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve keza, beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması, ancak Allah'ın lütfuna mazhar olanlara müyesser olur.”7

Üstad’ın zamanında fitneye âlet edilebilecek medya-iletişim araçlarından yalnızca gazete ve radyo vardı. Fakat, günümüzde bütün dünyayı adeta tek bir mahalle veya ev haline getiren televizyon ve internet denilen medeniyet araçları, her türlü çirkinlikleri yaygınlaştırdıkları gibi insanlar arasında fitnenin gelişmesini de etkilemektedir.

Hâsılı “Fitne uykudadır, uyandırana Allah lânet etsin!”8 uyarısını iyi anlamak ve daima uyanık bulunmak zorundayız.

İçerisinde bulunduğumuz mübarek Ramazan ayı vesilesiyle bütün İslâm âleminin ve Risâle-i Nur talebelerinin fitneden uzak olmasını diliyorum.

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 191

2- Enfâl Sûresi: 25

3- Zâriyat Sûresi: 14

4- Mehmet Vehbi Efendi, Hülâsatü’l-Beyan fi Tefsirû’l-Kur’ân, İst. 1969, c. XIII, sh. 5554

5- Keşfü’l-Hafa, Hadîs: 3270 (Ramuzu’l-Ehadîs, s. 504)

6- Kastamonu Lâhikası, s. 71

7- Mesnevî-i Nuriye, s. 105

8- Hadîs-i Şerîf, Berîka

M. Fahri UTKAN

14.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri