Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

Rejim, kendisini tasfiye ediyor

Türk siyaset hayatının vazgeçilmez kavgası İslâmcı, muhafazakâr çizgi ve cumhuriyeti, laikliği temsil ettiğini iddia eden ordu arasındadır. Bu iki kutbun bugüne kadar birbirlerine bu kadar yakın ve yönetimi bu kadar çok paylaştığını görmemiştik. Kendini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan AKP’nin ikinci adamı Abdullah Gül artık cumhurbaşkanı. Öbür tarafta cumhurbaşkanının resepsiyon davetine mazeret bildirerek katılmayan bir Genelkurmay Başkanı...

Biz de Millî Görüşçü siyaseti yakından takip eden ve ordu üzerine araştırmalar yapan yazar Serdar Şen’le bu karmaşayı ve kavgayı konuştuk. Askerin siyasal alan üzerindeki etkisini, Millî Görüşçülükle suçlanan AKP’nin gerçekten Millî Görüşçü olup olmadığını konuştuk. Şen ise, orduyla AKP’nin kapitalist bir proje olan Avrasya projesinde buluştuğunu söylüyor. Ordunun, önümüzdeki aylarda dışarıya açılacağı için geri çekilmiş görüntüsü vereceğini, bunun demokratik bir gelişmeyle alâkası olmadığını belirtiyor. Şen, AKP’nin de topluma kapitalizmi yerleştirdikçe toplumu çökerttiğini savunuyor.

Sayın Şen’in “TSK ve modernizm, AKP Millî Görüşçü mü? Ulusal devletten bölgesel güç oyunlarına...” kitaplarını size hatırlattıktan sonra söylediklerine kulak verelim....

*Millî Görüş çizgisini ve ordunun Türk siyasetindeki yerini araştırıyorsunuz. Bu iki çizgiyi inceledikçe ortaya neler çıkardınız?

Birbirini ötekileştiren iki grubun nasıl bir arada durmaya devam ettiğini ve nasıl ilişkiler kurduğunu araştırdım. Ordunun klasik işlevi dışında farklı işlevler üstlendiğini gördüm. Halkın çıkarlarıyla çatışan darbeler yapmasına rağmen, hâlâ meşrûiyet zeminini koruyan ordunun bunu nasıl sağladığını inceledim.

*Siyasete müdahale ettiği halde, ordunun meşrûiyetini sağlayan etmenlerden birinin Türklerin savaşçı bir millet olmasına bağlayanlar var. Ne dersiniz?

Buna çok katılmıyorum. Burada belirleyici olan ordunun devletin ve rejimin kurucu ögesi olması, resmî ideolojiyi şekillendirmesi, aynı zamanda değişen şartlara göre kendini yenilemesi olduğunu düşünüyorum. Altuzer’in ifade ettiği gibi, bizim ordumuz sadece baskı aygıtı değil... Ordu erkekliği temsil ediyor, eskinin mirasını bir şekilde kullanıyor, siyasal çatışmalara rağmen, şehitlik kavramı ordu tarafından devam ettiriliyor.

*Ordunun değişen şartlara göre kendini yenilemesi ve resmî ideolojiyi şekillendirmesi kavramlarını biraz açar mısınız?

Resmî ideolojinin halk tarafından içselleştirilmesi için sivil alandaki boşluğu giderici çalışmalar yaptı. Zorunlu askerlikle kışlaya gelen gençlere askerlik faaliyetleri dışında resmî ideolojiyi taşıdı. İdeolojik bir aygıt gibi çalışırken, gençlere model insanı tarif etmiş, resmî tarihi, resmî din anlayışını benimsetmeye çalışmıştır. Bununla da kalmamış, halkı modern tarımla tanıştırmış, gençlere kaynakçılıktan araç operatörlüğüne, terzilikten marangozluğa kadar meslekî bilgiler vermiştir.

*Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarındaki baskıları meşrû görenler olduğu gibi, buna şiddetle karşı çıkanlar var. Sizce rejimin oturması için bu kadar baskı yapılmalı mıydı?

O dönemki toplumsal ve siyasal dinamiklere baktığımızda farklı seçeneklerin de var olduğu görülebilir. Toplumdaki dinamikler birinci Meclis döneminde kısmen Ankara’ya taşınmıştır, ama daha sonraki yıllarda kimi zaman askerî mekanizmalarla, kimi zaman iktidar ihtiyaçları doğrultusunda bunlar budanmıştır. İttihatçıların tasfiyesini kimse irticaî söylem üzerinden açıklayamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşananlar biraz da ideolojik tutumla alâkalı... O dönemde tabana rağmen yukardan bir devrim yapılmak isteniyor. Dolayısıyla gerilim üzerinden dönüşüm sağlanmaya çalışılıyor.

*Burada güç devreye giriyor değil mi?

Evet. Bu yüzden de bazen otoriterizme bazen totoliterizm kayan bir sarkaçla karşı karşıya kalıyoruz. O dönemde kimin tasfiye edileceğini koşullar belirliyor.

*Şu anda sizce kimler tasfiye ediliyor?

Şu an, bence rejim tasfiye ediliyor. Bu siyasal İslâmcılar tarafından laik rejimin tasfiyesi değil. Bu tasfiyeyi rejimin merkezindeki iktidar güçleri başlatmıştır. 1970’lerin sonuna gelindiğinde, Türkiye kapitalizmi kendini üretemez hale geldi. 24 Ocak 1980 kararları Türkiye ekonomisini dışa açarken, ekonomiyi liberalleştirirken 12 Eylül darbesi bunun hayata geçirilmesini sağladı. Bu kararlarla, devletin ekonomi üzerindeki etkinliği azalırken, kendini devletçi ekonomi üzerinden yapılandıran sivil ve askerî bürokrasi güç kaybetmeye başladı. Ekonomideki bu değişim sermaye birikimini hızlandırırken, hayalî ihracatlar, banker skandalları, banka hortumlamaları meydana geldi. Aslında bu skandallarla para bir yere gitmedi, merkezîleşti, birilerinin elinde toplandı.

*Yani paralar devlet iktidarına yakın isimlerin elinde toplandı. Bu açıdan bankaların boşaltılması planlı bir şey miydi?

Sermayenin belli şirketlerde toplanması isteniyordu. Sermayeyi kendi çevresine toplamak için 24 Ocak kararları ve müdahaleler kılıf hazırlıyor. O kılıf hazırlandıktan sonra, artık buraya bir minarenin sokulmaya çalışıldığını gün gibi görebiliyoruz.

*Devletin ekonomiyi liberalleştirme çalışmasıyla yeşil sermaye denilen taşra sermayesinin önü de açılmış olmadı mı?

Türkiye’nin dışa açılması için küresel sermayeyle baş edecek birikimi yoktu. Bunun için gözler Anadolu’ya, yani taşra sermayesine çevrildi. Önemli olan pazarın genişletilmesi ve sermayenin birikimiydi. Turgut Özal tesbihli, sarıklı, çarşaflı insanların sisteme dahil edilmesinden bahsediyordu. Kenan Evren’in cumhurbaşkanı, Özal’ın başbakan olduğu dönemde faizsiz bankacılığın önü açıldı. İslâmî kavramlar kullanıldı, kavramların içi boşaltıldı. Aslına bakarsanız, takiyye yapıldıysa, dindar insanlara karşı yapıldı.

*Yani orduyla sivil iktidar dindar insanları kapitalizme dahil etme projesinde birleşti diyorsunuz?

Daha yakın dönemden örnek verecek olursak, 28 Şubat’tan Refah Partisi’nin yerini alan Fazilet Partisi’nin programına baktığınızda tamamen serbest piyasacı, küreselleşmeci bir eğilim görürsünüz. AKP programında da bu maddelerin aynen alındığını, genişletildiğini görürüz. “Tayyip Erdoğan değişti mi?” sorusunda bence yanlışlık var. “Millî Görüş değişti mi?” sorusunu sormak gerekir. Bence Millî Görüş değişmiştir. AKP hep ötekileştirilenlerin sözcüsü olduğu iddiasında, bence AKP programı bir manifestodur. Muhatabı gerek yurt içindeki iktidar bileşenleri, gerek dünya sermayesi içindeki güçlerdir.

*Neyin manifestosu?

AKP, “Ben ötekileştirdiğiniz kitlenin temsilcisiyim, temsil kabiliyetim var. Bunu alır, yeni yapılanmanın dinamiği haline getirebilirim. Dünya sermayesinin ve Türkiye’deki iktidarın merkezindekilerin isteklerini yapmaya adayım” diyor. Bir adaylık başvurusudur. Bence kabul de edilmiştir.

*AKP’nin bu isteği kabul edilmişse, ortamın yumuşaması gerekmiyor mu? Tam tersi gerilim devam ediyor...

Bu soruya gelmeden 28 Şubat döneminde yayınlanan Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nin basına sızan son maddesi “Dünya ile daha fazla bütünleşmek için özelleştirme dahil her şey yapılmalı” vurgusuna dikkat çekmek isterim. Bence müdahale siyasal İslâm’ı aşan bir anlam taşıyor. Ekonomik alanda yeni bir değişime işaret ediyor. Zaten Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun döneminde kurulan SAREM adındaki düşünce kuruluşu, gelecekle ilgili planların asker ve sivil beraberliğinde yürütüleceğini vurguladı. Burada yeni bir ilişki biçiminin işaretleri verildi. 28 Şubat sonrası kurulan DSP’li hükümetlerin Dışişleri Bakanı İsmail Cem de Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Avrasya’da öncü bir rol oynayacağını söyledi.

*Az önce de belirttiğim gibi, sivil asker birlikte hareket edilecekse, çatışma nereden kaynaklanıyor?

İçerdeki iktidar yüzünden çıkıyor, yoksa Avrasya projesi üzerinde asker ve sivil kanat aynı şeyleri düşünüyor. İlk defa siyasal ve ideolojik çatışmalı olan kesimler, benzer bir gelecek projesinde buluştular. Bu iktidar ilişkisini baştan aşağı değiştiriyor. Yapılacak müdahaleler beklenmedik bir sonuç ortaya koyabilir.

*Söylediklerinizi “askerin sivil alana müdahalesi kendi gelecek projesine de zarar verebilir” anlamında mı değerlendirmemiz lâzım?

Tabiî... Böyle bir müdahalede ekonomi alt üst olabilir. Bu da Ankara’daki iktidar ilişkilerini darmadağın eder... İki kesimin de pozisyonları değişebilir. Kendilerini destekleyen güçler yeni arayışlara girebilirler.

*Kitabınızda ordunun en çabuk geri çekilmeyi kabul edeceği değer resmî ideoloji iddiasında bulunuyorsunuz...

12 Eylül sürecinde başlayan dışa açılma sürecinin en kuvvetli aktörlerinden biri ordu. Resmî ideoloji içe kapalı, devletçi, milliyetçi bir anlayış sergilediği için, Avrasya projesinin hayata geçirilmesinde engel teşkil ediyor.

*Yani Kemalistler de değişiyor?

İktidardakiler için böyle söyleyebiliriz, ama Kemalizmi ideolojik, inanç düzeyinde kabul edenler için böyle bir şey söylenemez. Avrasya projesi bürokrasiyi de ikiye bölmüştür. Bu açıdan, bence Sezer bürokrasinin eski kanadını temsil eder ve orduyla biraz mesafelidir.

*Ben Sezer’in orduyla mesafeli olduğunu görmedim. Nereden çıkartıyorsunuz bu yargıyı?

Rejim odaklı ayrıştırmaya gittiğinizde, AKP bir tarafta, CHP-Sezer- Ordu bir taraftadır. Bu ayrışmanın içine girdiğinizde de Sezer ve Orduyu ayrı kamplarda görürsünüz. Ordu artık bambaşka bir projeyle uğraşıyor.

*Ordunun yeni projesi, kendisine yeni bir meşrûiyet alanı mı sağlayacak?

Ordu, dördüncü dönem dediğim, 12 Eylül’den sonraki yapılanmasını tamamlamış değil. Avrasya projesiyle iktidardaki yerini korumaya çalışacak. Kapitalist proje olan Avrasya projesinin temel güçlerinden biri ordu olacak. Avrasya projesine dahil olan sermaye çevresi ilişkilerin sürdürülmesini savunacaktır. Eskiden sermayenin bileşenleri ordunun politikalarına tabîydi, şimdi ise bağımlılık ilişkisi olacak. Unutmadan söylemek isterim ki profesyonel askerlik Avrasya projesiyle alâkalıdır. Sınır ötesinde ölen bir askere şehit demek zor olacağından, paralı askerlik sistemi getiriliyor.

*Ordu dışa açılırken içerdeki çatışmalar yumuşayacak mı dersiniz? Meselâ İslâmî reflekslerinde bir değişim olacak mı?

Eğer süreç istedikleri gibi devam ederse, çok çatışmaya girmeden bazen taviz veriyor görüntüsünde değişmeler yaşanacaktır. Bu demokrasi bilincinin gelişmesiyle alâkalı değil, reel çıkarlarla ilişkili bir durum olacak. Avrasya projesi şu veya bu nedenle kesintiye uğrarsa, demin de söylediğim gibi, iktidar alanında korkunç bir alt üst oluş olması gerekiyor.

*Empati yapmanızı istesem, bu değişim ve dönüşüm sürecinde muhafazakârlar dejenere mi oluyor, yoksa kuvvet mi kazanıyor?

Şu anda insanlar işçileştirilerek, esnaflaştırılarak, burjuvalaştırılarak, tüketim kültürüne çağrılarak kapitalizme entegre ediliyor. İdeolojik zeminde bakarsak, bu siyasal anlamda muhafazakârlığı temsil edenlerin dejenerasyonu olabilir..

Bazı alanlarda genişleme, bazı alanlarda daralma oluyor, sığlaşma oluyor. Tam bir kafa karışıklığı var. Eski tarz ilişkilerin sürmeyeceği kesin. Bu insanların gelecekte yaşamak istedikleriyle alâkalı olmadıkları bir dünya olacak. Burada tehlikeli bir gelişmenin olduğunu düşünüyorum. Yüz yüze ilişkiler zemini yok oluyor. AKP kapitalizmi kurdukça ve topluma yerleştirdikçe toplumsal yapıyı çökertiyor. Dolayısıyla İslâmî ilişkileri de aşan bir çürüme söz konusu. Anadolu’dan bir toplum projesi çıkması gerektiğini düşünüyorum.

*Kapitalist sisteme karşı Türkiye’nin kendine özgü bir model oluşturmadığını söylüyorsunuz. Peki Türkiye bölgede kapitalizmin mi öncülüğünü yapacak?

Ortak geçmiş, ortak inançlar sömürü ilişkileri için kullanılacak gibi görünüyor. Asker ve sivil iktidarın yürüttüğü kapitalist projenin toplumla doku uyuşmazlığı olduğunu da söylemek gerekiyor.

*Bazı sosyologlar toplumun bir akış içerisinde olduğunu ve kendine özgü bir proje çıkaracağını söylüyor?

Dışardan ithal edilen oryantalist mantığı bir kenara bıraktığımızda, bir akışın olduğunu söyleyebiliriz. Bu akış siyasî ve ekonomik projenin önüne engel olma noktasına geldiğinde, birileri bunun sözcülüğüne oynadığında müdahale edilecekse o zaman edilecektir.

*Sizce ordu şu anda nasıl bir kafa krizi yaşıyor?

*İç tehdit üzerinden konumlandırılmış Türk ordusu, artık bölgeye açılmaya ve üst kurma hayalleri kurmaya başladı. Bu bazı subaylar açısından kafa karışıklığı meydana getirebilir. Zaten emekli olan subayların açıklamalarına baktığımızda, ordunun genel politikalarıyla çelişen şeyler söylediğini görebiliriz. Bir de şu anda iş başında olan komutanlar eski ilişkiler düzeyinden olaylara bakıyor, Harbiye’den yeni mezun olanların belli kademelere gelmesi epey zaman alacak.

*Peki orduyla asker arasında bir rahatsızlık olduğunu söyleyebilir misiniz?

Ordunun, CHP’yle özdeşlik ilişkisinden rahatsız olduğunu düşünüyorum. Çünkü Avrasya projesine bu haliyle CHP destek vermez diye tahmin ediyorum. Rejim açısından CHP kontrol mekanizması yüklendiği için de dışlanmaz gibi geliyor. Bir de CHP tabanı orduyla-CHP arasındaki ilişkinin sanıldığı gibi olmadığını görünce, büyük bir kafa karışıklığı yaşayacaktır. Bu kitlenin yeni arayışlara gireceği kesindir. Soldan çıkan bağımsız adaylar da bunun göstergesidir.

Hasan Hüseyin KEMAL

10.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (03.09.2007) - Fehmi Koru: Gül, tarizlere aldırmaz

  (01.09.2007) - Tanıtım ve Pazarlama Müdürü Recep Taşçı: Radyo ve tv’lerde Kur’ân-ı Kerim hediye edeceğiz

  (27.08.2007) - Protokolde görünmek başörtüsüne yaramadı

  (22.08.2007) - Ramazan'a Kur'ân'lı merhaba

  (20.08.2007) - Tezkereciler AKP’ye yakınlaşıyor

  (19.08.2007) - Büyüklerle konuşulmalı

  (13.08.2007) - Devlet ve zenginler daha az tüketmeli

  (09.08.2007) - Ev tekstili ürünleriyle Osmanlı nakış sanatını dünyaya tanıtıyorlar

  (23.07.2007) - Avrupa Birliği yolundan çıkarsak Türkiye için de, Avrupa için de iyi olmaz

  (21.07.2007) - ‘Her eve bir külliyat’

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri