Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ramazan

RAMAZAN TAKVİMİ

Ramazan, ayların en birincisi,

Oruçtur ibadetlerin incisi,

Her gün soframıza bir inci düşer,

Bu gün incilerin on birincisi

Abdil YILDIRIM

23.09.2007


Duygu eğitimine en uygun dönem

Ramazan ayının hayata taşıdığı farklı duygulardan biri de paylaşmak ile mutluluk olmalı. Bu yüzden olsa gerek zekât da Ramazan ayında daha ön plana çıkan ve bu ayın bütün manevî güzelliklerine farklı bir renk katan bir ibadet olmuş.

İlginç bir şekilde hayata yansıyan şu tablo, zekât ibadetinin ne kadar insan psikolojisi ile uyumlu olduğunu ortaya koyuyor. İnsanlar çok fazla mal ve mülk sahibi olduğunda mutlu olacağını zanneder, ancak mutlu olanlar paylaşmayı bilenler ve sevdiklerinden verebilenlerdir. Aslında hayat imtihanının merkezinde benlik olduğuna göre ferdi mutlu edecek ve ruhunun özüne ulaştıracak olan da benlikten uzak kalmaktır. Aslında mal mülk edinmek benliği güçlendiren haller olduğu için sağlayacağı mutluluk da zahirî olacaktır. Oysa gönülden vermek ve paylaşabilmek maddî ve benlik alanından uzaklaşmak anlamına geleceği için kişiyi özüne yöneltecek ve gerçek mutluluğu yaşatacaktır. O yüzden manevî güzelliklerle yüzleştikçe kendi için olanları vermek ve bu şekilde nefsini terbiye etmek ve paylaşma duygusu ile ben duygusunu bize çevirmek hem ferdi çok mutlu edecek, hem de varlığa çok daha sağlam şekilde bağlanabilme ve bütün duyguları çok daha güçlü bir zeminde hissetme imkânı verecektir.

Depresyonda olan ve hayatla bağları kopmuş hastalara sıklıkla tavsiye edilen uygulamalardan biri, bağış ve yardımlarını arttırmalarıdır. Hep kazanmaya meyilli insan nefsi ve benliği vermenin hazzını yaşamakla kalbin güzelliklerine, ruhun özündeki samimi mutluluğa dönecektir.

Ramazan bir boyutu ile duygu eğitimi ve olumsuz duygulardan en üst düzeyde arınma periyotudur. Oruç dış ortamla irtibatı yeme içme de dahil olacak şekilde kestiği için, duygulara yönelebilmek oruçlu bir insan için çok daha kolay olacaktır. Zekât, iftarlarda birliktelik, başkalarının halini anlamaya vesile açlık gibi haller bu ayda paylaşmanın güzelliklerini yaşatmaktadır. Aslında bu paylaşım atmosferinde varlık topyekûn insanlık olarak Âlemlerin Rabbi karşısında kulluk şeklinde algılandığı için şok sağlam bir algı haline dönüşecektir. Bu öyle tarifi imkânsız bir lezzettir ki hiçbir maddî imkân ve mülk ile elde edilemez. Bunu hissedebilmek için infak yani Rabb-i Kerim’in ihsanlarından başkalarına verebilmek ve onların ihtiyaçlarını karşılamanın mutluğunu hissedebilmek şarttır. En lüks lokantalarda yenen en kaliteli yemekler de bu hazzı ve kalbin hissettiği bu lezzeti yaşatamaz.

Bu ay aslında her insanın Rabbi ile birlikteliğini fark etme ve öze dönme ayıdır. Sahip olduklarını Veren’in farkına varma ayıdır. Veren’in farkına varan, O’nun malından ve O’nun arzusu doğrultusunda vermekle kerem duygusunu yaşar. İnsanı asıl insan kılansa duygularındaki zenginlik olsa gerektir. Gerçek mutluluk bu zenginliğin farkına varmakla ancak yaşanabilir.

Hakan YALMAN

23.09.2007


Bediüzzaman’ın İbadet Hayatı

Namaz kılışı

Bediüzzaman’ın Fâtiha ve Ettehayıyatü’yü okurken, Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahüekber derken nasıl bir hâlet-i ruhiye içerisinde olduğunu anlamak için eserlerinde yaptıkları izahlara bakmak yeterlidir

İşârâtü’l-İ’câz isimli eserinde Fatiha’yı tefsir eder. “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Allah’a mahsustur” meâlindeki Elhamdülillah kelimesini söylerken ilk yaratılış ve devamını, ikinci yaratılış ve ondaki süreklilik nimetlerini hatırlatır. Hamdin, ibadetin icmâlî bir sûreti ve küçük bir nüshası olduğunu söyler.

Rab kelimesinde, kâinatta zerreden kürelere kadar herşey için bir kemâl nokta tayin edildiği, her varlığın ona ulaşmak için âdetâ yarış ettiği, önlerine çıkabilecek engelleri Rabbü’l-Âlemîn’in ortadan kaldırdığı, sayısız âlemleri terbiye ettiği dile getirilir.

Rahman isminde Allah’ın rızık vericiliği, Rahîm isminde ise mağfiret ediciliği ifade edilir. Allah’ın, Rahman ve Rahîm isimlerinin gereği olarak “din gününün sahibi olduğu, rahmetin rahmet, nimetin nimet olmasının ancak ebedî saadetin gerçekleşmesiyle olacağı” hatırlatılır.

“Ancak Sana ibadet ederiz” derken ise şu notu düşer: “Elfaz (lafızlar) okunurken mânâlarını düşünmek, belâğat mezhebinde vacip olduğuna işarettir. Çünkü, mânâlar düşünülürse, nâzil olduğu gibi okunur; ve o okuyuş, tabiatıyla, zevkiyle hitaba incirar eder (Allah’ın hitabına muhatap olarak okur). ‘İyyâke na’büdü’yü okuyan adam, sanki ‘Görüyormuşcasına Rabbine kullukta bulun’ cümlesindeki emre imtisâlen okuyor gibi olur.” (İ. İ’câz, s. 26.)

“Biz ibadet ederiz” derken vücudumuzdaki bütün âzâ ve zerreleri, Tevhid ehlinin ve bütün yaratıkların ibadetlerini düşünerek komple bir ibadet eder.

Bunu Mektûbât’ta açıklarken Bâyezid Camii’nde namazda inkişaf eden bir sırrı anlatır. Sadece Bâyezid Camii’nde değil bütün İstanbul mescidlerinde, sonra yeryüzü mescidlerinde Kâbe-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içerisinde kendini görür. Aynı zamanda üç farklı cemaat içindedir. Birincisi yeryüzündeki mü’minler cemaati, ikincisi bütün varlıklar, üçüncüsü de vücudundaki zerreler cemaatiyle birlikte ibadet etmektedir. (Mektûbât, s. 382-383.)

Mesnevî-i Nûriye’de bu üç cemaatten bahseder Bediüzzaman Hazretleri. Yeryüzünü kuşatır bu büyük cemaat. Yalnız bu hayalî nazarın kasdî değil, tebeî bir şuurdan ibaret olması gerektiğini söyler ve şöyle der: “Arkadaş! Vaktin evvelinde, Kâbe’yi hayalen nazara almakla namaz kılmak menduptur ki, birbirine giren daireler gibi, Beytin etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyti ihata ettikleri gibi, en uzak safların da âlem-i İslâmı ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün. Ve o saflara girmekle, o cemaat-i uzmâya dahil olsun ki, o cemaatin icma ve tevatürü, onun namazda söylediği her davaya ve herbir sözüne bir hüccet ve bir bürhan olsun.

“Meselâ namaz kılan Elhamdülillah dediği zaman, sanki o cemaat-i uzmayı teşkil eden bütün mü’minler, ‘Evet, doğru söyledin’ diye onun o sözünü tasdik ediyorlar. Ve bu tasdikler, hücum eden evham ve vesveselere karşı, mânevî bir kalkan vazifesini görür ve aynı zamanda, bütün hasletleri, latifeleri, duyguları o namazdan zevk ve hisselerini alırlar.” (Mesnevî-i Nûriye, s. 66.)

Niyeten, hayâlen yüzünü Beytullah’a çevirmenin de büyük bir mazhariyet olduğunu şöyle anlatır: “Günde beş defa Allahüekber diyerek niyeten, hayalen yüzünü Beytullaha çevirmek, o şekilde ibadet edebilmek büyük mazhariyettir” (Son Şahitler, 1:93.)

Şam’a kadar gittiği halde niçin hacca gitmediğini soran Eski Van müftüsü Ömer Efendi’ye, “Ömer Efendi! İnsan günde beş defa huzur-u Beyt’e durmazsa, senede bir defa veya ömründe birkaç defa gitse ne feyz alabilecek?” (Bediüzzaman’ın İlk Talebelerinden Hatıralar, s. 71.) dediğini de biliyoruz. O hâlet-i ruhiyeyi yakalamak, konsantra olabilmek, dünyayı bütünüyle bir tarafa atıp kendini huzur-u İlâhîde hissedebilmek için çok gayret sarf ettiğini de biliyoruz.

Şaban DÖĞEN

23.09.2007


Rehber Şahsiyetler

Hz. Hatice (ra) (556-620)

Hz. Hatice (ra), Hz. Muhammed’in (asm) temiz, iffetli ve yüce ahlâk sahibi olan hanımlarının ilkidir.

Asil bir Arap kadını olan Hz. Hatice, namusluluğu, dürüstlüğü ve iffetiyle nam salarak “Tahire” lâkabıyla tanındı. İslâmiyetten sonra “Kübra” sıfatıyla da anılmaya başlandı.

Hz. Hatice, ticaretle uğraşan zengin, haysiyetli, şerefli bir kadındı. Ücret mukabili anlaştığı kişiler aracılığıyla Mekke dışına düzenlenen ticaret kervanlarına katılırdı. Daha sonra güvenilirliği ile tanınan Peygamber Efendimize (asm) ticaret ortaklığını teklif etti. Teklifi kabul edilince Peygamber Efendimizin başkanlığında bir ticaret kervanı hazırlayarak Şam’a gönderdi. Kendi kölesi Meysere’yi de onun emrine verdi. Böylece Meysere, bu yolculuk sırasında yaşananlara bizzat şahit oldu. Mekke’ye dönüşlerinde Resûl-i Ekrem’in başında iki meleğin bulut tarzında gölge ettiklerini görünce hizmetkârı olan Meysere’ye sordu ve yolculuk boyunca bu halin devam ettiğini Meysere’den öğrendi. (Mektûbât, 177) Diğer yandan her zamankinden daha iyi bir ticaret yapılmış ve daha fazla kazanç elde edilmişti.

İtimadı ve güveni ziyadesiyle artan Hz. Hatice, daha öncesinden anlaştıkları miktardan daha fazlasını Peygamber Efendimize verdiği gibi, aracılar vasıtasıyla evlenme teklifinde de bulundu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm) durumu amcası Ebû Talib’e bildirdi. Her iki tarafın büyükleri bir araya gelerek evlenmeleri konusunda fikir birliğine varmaları üzerine nikâhları kıyıldı. Bu sırada Peygamber Efendimiz 25, Hz. Hatice 40 yaşında idi. Peygamber Efendimiz böylece ilk evliliğini yapmış oldu. Bu evlilikten dördü kız (Fatıma, Ümmü Gülsüm, Zeyneb, Rukiyye) ikisi erkek (Kasım, Abdullah) olmak üzere altı çocukları oldu.

Hz. Hatice’nin faziletleri çok fazladır. Son Peygamberle evlenmesi, ilk Müslüman olması, Peygamber Efendimizle beraber ilk namazı kılması, mübarek bir silsile olan şeriflerin ve seyyitlerin ceddi olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in anneleri olan Hz. Fatıma’nın annesi olması, hayatta iken cennetle müjdelenmesi gibi daha bir çok faziletlere sahip idi.

Peygamber Efendimiz; “Hıristiyan kadınlarının en hayırlısı İmran’ın kızı Meryem, Müslüman kadınlarının en hayırlısı ise Hüveylid’in kızı Hatice’dir” şeklindeki mübarek sözleriyle, onun faziletliliğine işaret etmiştir. Bir başka hadisinde de “Dünya ve âhirette değerli dört kadın vardır. İmran’ın kızı Meryem, Firavun’un hanımı Asiye, Hüveylid’in kızı Hatice ve Muhammed’in (asm) kızı Fatıma”dır ifadeleriyle yine Hz. Hatice’nin ismini yad etmiştir.

Araştırma Merkezi

23.09.2007


Göz kapağının derisi neden incedir?

Gerektiği zaman göz yuvasının üstünü tamamen ve sıkıca örtebilen göz kapağının derisi, vücudun diğer kısımlarına göre çok daha incedir. Göz kapağı derisinin alt tabakası yağsız ve çok gevşektir, kan bu bölgede kolay toplanır. Eğer göz kapağının derisi kalın ve yağlı bir yapıya sahip olsaydı, gözlerin açılıp kapanması oldukça zor bir işlem olurdu.

Şüphesiz bu da, herşeyi kusursuz bir şekilde yaratan Sonsuz Kudret’in eseridir.

Hazırlayan: Fatih KAYNAR

23.09.2007


İftar Sofrası

Yaprak sarması

MALZEMELER:

*4-5 adet kuru soğan,

*1 çay bardağı zeytinyağı,

*1,5-2 yk çam fıstığı,

*2 su bardağı pirinç,

*1 yk. kuru nane,

*1-1,5 tk. karabiber,

*1 tk. tarçın,

*2 kesme şeker,

*2 yk. kuş üzümü,

*yarım limonun suyu,

*1 su bardağı kıyılmış maydanoz,

*1 tk. tuz,

*1 çay bardağı kaynamış su,

*yarım kg salamura asma yaprağı,

*yarım çay bardağı zeytinyağı,

*2 su bardağı kaynamış su.

HAZIRLANIŞI:

Soğanları doğrayıp, 1 çay bardağı zeytinyağı ve 1,5-2 yemek kaşığı dolmalık fıstık ile fıstıklar pembeleşene kadar kavurun. Pirinci yıkayıp soğanlara ekleyin. 1-2 dakika daha kavurun. Sonra sırasıyla kuru nane, karabiber, tarçın, kesme şeker, kuş üzümü, limon suyu ve maydanozu ekleyip karıştırın. Tencereye tuzu ve 1 çay bardağı kaynamış suyu ilave edin. Çok kısık ateşte pirinçler suyu çekene kadar demlendirin. Pirinçler suyu çekince tencerenin altını kapatıp soğutun. Diğer tarafta asma yaprağını ılık suyla 4-5 kez suyu değiştirerek yıkayın. Yaprakları iki avucunuz arasında sıkarak sudan çıkartın. Her bir yaprağı avucunuz içine alın, ortasına 1 tatlı kaşığı içten koyun. Yaprağı sigara böreği gibi sarın. Pişireceğiniz tencerenin dibine bir sıra yaprak serin, dibi tutmaz. Üzerlerine sarmaları dizin. En sonunda üzerlerine bir sıra daha yaprak kapatıp yarım çay bardağı zeytinyağı gezdirin. Ekşi olsun isterseniz yarım limon suyu da ekleyebilirsiniz. Yaprakların üzerine bir tabak kapatın ve 2 su bardağı kaynamış su ekleyin. Tencereyi ateşe koyun. Su kaynamaya başlayınca ateşi kısıp 30 dakika pişirin. Afiyet olsun.

23.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri