Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ramazan

RAMAZAN TAKVİMİ

Namazlarda saf saf olduk, saflaştık,

Rahmetinle temizlendik, paklaştık,

On dört gündür yürüyoruz yolunda,

Gele gele yarısına yaklaştık.

Abdil YILDIRIM

26.09.2007


Neogotik tasarımlı cami: Valide Sultan

Sultan II. Mahmud’un eşi ve Sultan Abdülaziz’in annesi olan Pertevniyal Valide Sultan tarafından yaptırılan Pertevniyal Valide Sultan Camii, Neogotik tasarımıyla Selatin camileri arasında dikkat çekiyor.

Halk arasında ‘’Valide Sultan Camii’’ olarak da anılan cami, 1869-1871 yılları arasında inşâ edildi. Planlarını Sarkis Balyan’ın çizdiği, Mimar Montani’nin mimarlığını yaptığı cami, Neogotik bir mimari tasarıma sahip.

Devlet ileri gelenlerinin, din bilginlerinin, hocaların katılımıyla yapılan caminin temel atma törenini, Pertevniyal Valide Sultan’ın meydanı görebilen bir evin penceresinden izlediği rivayet edilir.

Cami imamı Habil Öndeş de Pertevniyal Valide Sultan’ın kimliği hakkında birçok rivayetler bulunduğunu belirterek, caminin yapılış hikâyesini şöyle anlattı:

“Valide Sultan için kimisi Romanya’dan geldi der. Ailesi, çadırı, bu caminin olduğu yere kurmuş. II. Mahmud buradan geçerken, onlar da padişahı görmek için çadırdan dışarı çıkmışlar. II. Mahmud da onu görüp beğenmiş ve saraya alınmasını emretmiş. Ancak Pertevniyal, sırf padişah çağırdığı için saraya gelmeyeceğini söyleyerek, bu teklifi kabul etmemiş. II. Mahmud bu cevap karşısında şaşırarak, ‘Sorun bakalım kendisi ne istermiş’ diye haber göndermiş. O da, ‘Beni gördüğü yere bir cami yaptırırsa giderim’ demiş. Daha sonra oğlu olup ‘valide sultan’ unvanını alınca II. Mahmud kendisine yetki veriyor ve bu cami yaptırılıyor.’’

Öndeş, caminin üst katında Pertevniyal Valide Sultan’ın kendine has odası ve abdesthanesi olduğunu anlatarak, ‘’Ramazanın son 15 gününü camide geçirirmiş’’ dedi.

GÖREVLİLERİ DE FARKLIYDI

İstanbul’da Valide Sultan denilince ilk olarak Aksaray’daki caminin akla geldiğini anlatan Öndeş, caminin tezyinatı, akustiği ve yerinin çok güzel olduğunu vurguladı.

Öndeş, Pertevniyal Valide Sultan Camii’nin diğer camilere göre görevlileri itibarıyla da farklı olduğunu dile getirerek, şu bilgileri verdi:

‘’Pertevniyal Valide Sultan, bu camiyi yaptırırken çok özenmiş. Demiş ki ‘Ülkenin en güzel sesli müezzinleri, en iyi Kur’ân okuyanları ve en güzel vaaz edenleri benim camimde olacak. Bunun için benim camimde görev yapanlara, başka camilerde görev yapanlara ödenen paranın iki katı verilecek.’ O zaman yarış başlamış, yarış olunca en güzel sesli müezzinler, en güzel okuyanlar burada görev almış.’’

Valide Sultan Camii’nin kendine has özellikleri olduğuna işaret eden Öndeş, camide sabah ezanının Saba, öğlenin Uşşak, ikindinin Rast, akşamın Segah ve yatsının Hicaz makamında okunduğunu, içeride de her vakit namazın ayrı bir makam takip edilerek kılındığını bildirdi.

Habil Öndeş, “Teravihleri de her dört rekatta bir ayrı makamda kıldırıyoruz. Ben geldiğimde böyle buldum, öyle de devam ettiriyorum” diye konuştu.

MİMARÎ ÖZELLİKLERİ

Neogotik yüzey bezemeleri Pertevniyal Valide Sultan Camii’ne ayrı bir güzellik kazandırıyor. Aynı bezeme zenginliği ve güzellik, caminin iç kısımları için de geçerlidir. Altın yaldızla parlatılan mavi rengin hâkim olduğu kalem işi süslemeler, iç mekânda dikkat çekmektedir.

Caminin Aksaray Meydanı’na bakan avlu kapısı, İstanbul’daki camiler için pek alışılmadık ve aynı zamanda da göz kamaştırıcıdır. Bu kapı, Osmanlı taş oyma sanatının nadide ürünlerindendir. Tek şerefeli iki minaresi, Dolmabahçe Camii’nin minarelerinden daha geniş tutulmuş, iç mekân bakımından da bu camiden daha geniştir. Tek kubbesi yüksek, fakat küçüktür. 1956-59 arasındaki Aksaray Meydanı düzenlenmesi esnasında ‘’Sebil’’ gibi camiye ait bazı unsurlar kaldırılmış veya yeri değiştirilmiştir. Cami külliyesi; bir çeşme, bir kütüphane, Pertevniyal Valide Sultan’ın kendisi için yaptırdığı türbeden oluşmaktadır.

26.09.2007


Bediüzzaman’ın İbadet Hayatı

Şahitlerin dilinden, Üstadın namaz kılışı

Üstad Bediüzzaman’ın, 4, 21 ve 9. Sözlerde namazın sır ve hikmetleriyle ilgili izahlarını okuyanlar, onun dünyasında namazın yer ve önemini daha iyi kavrarlar. Ve “Acaba Bediüzzaman namazını nasıl kılardı?” sorusunun cevabını bu izahlarda bulurlar. Denilebilir ki, o, namazı Kur’ân ve hadislerde anlatıldığı şekilde bütün sır ve hikmetlerini hissederek kılardı. Zâten hatıra sahiplerinin anlattıklarına bakılırsa, bunu anlamak hiç de güç olmaz. Namazındaki farklılık hemen fark edilir. Onu ibadet hâlinde gören insan, ister istemez etkilenir, farklı duygulara girer, kendine çekidüzen verme ihtiyacını hisseder. O öyle bir namaz kılar ki, o esnada Rabbinin huzurunda bulunduğunu bütün zerrâtıyla hisseder.

Üstadı yakından tanıyanlardan Çil müftü isimli Antalya müftüsü Ahmet Hamdi Efendi, Üstadın namaz kılışından bahsederken, Üstadın namaza duruşundaki heybet ve ihtişamını muhabbet ve merakla anlatır. (Son Şahitler, 1:52.)

Emirdağ Çarşı Camii’nde imamlık yapan Bozhöyüklü Hafız Nuri Güven, namaza durmasının belki beş dakika sürdüğünü söyler. “Çok heybetli, haşmetli bir şekilde namaza dururdu” [Son Şahitler, 4:38 (1988 Baskısı)] der.

Bediüzzaman’ın eski talebelerinden Eskişehir Mahkemesinde yargılanan İsmail Perihanoğlu, namaz kılışını şöyle anlatır: “Üstad Bediüzzaman, çok ibadet ederdi. İbadetini yüksek yerlerde yapmayı tercih ederdi. Onun unutamadığım bir ibadet hâline, Nurşin Camii’nde rastlamıştım. Caminin damına çıkmış, seccadenin üzerinde tefekkür ve tesbihe dalmıştı.” (Son Şahitler, 1:127.)

Yakın talebelerinden Mustafa Sungur ise şunları anlatıyor: “Üstadımızın namazı, namazdaki mazhariyeti, heybeti, huzuru ve huşûu bam başkadır. Biz onu ifade edemeyiz. Onun namazdaki nihayetsiz tecelliyâta mazhariyetten bizim hissettiğimiz, milyarda bir dahi olmaz. Evet, bu kat’îdir… Namazda duruşu, ilk tekbir alışı, ellerini bağlayışı ve Cenâb-ı Hakk’a duâ ve tezellülü, Fatiha’yı kıraati, Fatiha’nın herbir kelimesini teker teker, cümle cümle ve bütün merâtibi ile okuyup hissetmesindeki ve dergâh-ı İlâhiyeye takdim etmesindeki vüs’at, külliyet ve ulviyet, bizim gibi hiçenderlerin beyânına gelemez. Hele namaz teşehhüdündeki et-tehıyyâtü kelimât-i mübarekesini Cenâb-ı Hakk’a takdim ederken, bütün kâinatı ruhunun eline alıp öylece arz etmesindeki kudsiyeti ifade edemeyiz…” (Son Şahitler, 4:30.)

Şaban DÖĞEN

26.09.2007


Yardım amacı ile verilen şeyler değersiz olmamalı

Yüce Allah yukarıdaki âyette mü’min kullarına gerek elleri ile çalışıp kazandıklarından, gerekse yerden çıkan mahsulden helâl ve temiz olma yanında güzel ve nezih olanlarının Allah yolunda harcanmasını istemektedir. Yediğini vererek yedirecek, giydiğini vererek giydirecektir. Kendisinin yemediği ve giymediği, kullanmaktan imtina ettiği şeyleri başkalarına lâyık görmesinin Allah katında kabul edilmeyeceğini belirtmektedir.

Yüce Allah katında insanlar arasında eşitlik vardır. Allah katında en iyi insan, en müttakî olan ve alçakgönüllü olandır. Takva ve alçakgönüllülük ise kendisinin eksik ve kusurlu olduğu düşüncesi ile başkalarına değer vermektir. Başkasına değer vermek, şahsiyetini korumak ve hafife almamak kendisine lâyık gördüğünü ona da lâyık görmek, kendisi için sevip istediğini onun için de istemekten geçer. Böyle olmayan birinin imanı kemale ermemiştir. Burada istenen, insan şahsiyetine değer vermektir. Başkalarının şahsiyetini koruyan her şeyden önce kendi şahsiyetini korumuş olur. Böyle bir insan, her şeyden önce başkalarının nazarında değerli bir insandır.

Yüce Allah insana malı ve parayı şahsiyetini koruması, şerefli bir şekilde yaşaması ve mal ile yapılan ibadetlerini ifa etmesi için vermiştir. Sadaka veren ve malın iyisinden veren şahsiyetini korumuş, mal ile Allah’ın emrine itaat etmiş ve ibadette bulunmuş olur. Bu ibadetin elbette en güzel şekilde yapılması gerekir. Bunun için yüce Allah “Kazandıklarınızdan ve sizin için topraktan çıkardığımız şeylerin iyilerinden Allah yolunda harcayınız. Gözünüzü kapayarak almayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın. Bilin ki verdikleriniz yine sizin içindir, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah zengindir ve bütün övgülere minnet ve şükrana lâyık olan yalnız O’dur” buyurmaktadır.

Peygamberimiz (asm) “Allah için mal vermekle mal eksilmez. Allah affedenin şerefini artırır, tevazu edeni de yüceltir. Yarım hurma ile de olsa sadaka vererek ateşten korunun. Bunu da bulamazsanız hiç olmazsa gönül alıcı sözlerle isteyenlerin gönlünü alın, onları yanınızdan kovmayın. Şunu unutmayın ki veren el, alan elden üstündür. Kim iffetli davranmak ister ve insanlara el etek açmazsa Allah onu iffetli kılar ve insanlardan bir şey beklemeyeni de Allah kimseye muhtaç etmez”1 buyurmuşlardır.

Bütün bu sebeplerden dolayı veren insanlar, minnet etmeden, malın azalacağını düşünmeden, ibadet olduğu inancı ile Allah rızası için malın en iyilerinden vermeli ve en güzel bir şekilde infakta bulunmalıdır. İşte bu şartlar altında verilen bir sadaka, mü’mine Allah’ın sevgisini, kabulünü ve rızasını kazandırır.

Âyet-i kerime bize bunları ders vermektedir.

Dipnotlar:

1- Hadis birkaç kaynaktan alınarak birleştirilmiştir. Bakınız: Buhari, Zekât, 9, 10, 18; Edeb, 34, Rikak, 49, 51; Tevhit, 24, 36; Müslim, Zekât, 66, 67, 94

M. Ali KAYA

26.09.2007


Rehber Şahsiyetler

Ömer ibn Abdülaziz (682-720)

Emevilerin sekizinci ve en mümtaz halifesi. Çok kısa süren halifeliği döneminde büyük hizmetler ifa eden harikulade bir şahsiyet. Emevilerin yanlış politikalarına son veren ve herşeye adaletle hükmeden örnek bir devlet adamı. Üstün vasıflarından ötürü 2. Ömer ve 5. halife olarak vasıflandırılan bahtiyar insan. Risâle-i Nur’da “harikulade zühd-ü kalb” sahibi olarak nitelendirilen mümtaz sultan.

Ömer bin Abdülaziz, 682 yılında Medine’de doğdu. Anne tarafından Hazret-i Ömer’in (ra) soyuna mensuptur. Uzun yıllar Medine'de kalarak Peygamber Efendimizin (asm) mübarek şehrinde çok iyi bir eğitim ve terbiye aldı. Babasının vefatından sonra amcası ve aynı zamanda Emevî halifesi olan Abdülmelik tarafından Şam’a (Dımaşk) getirildi. Abdülmelik onu kızı Fatıma ile evlendirdi. Akabinde de Hicaz valiliğine tayin etti. Böylece ayrılmış bulunduğu Medine’ye tekrar gelerek yerleşti. Ömer bin Abdülaziz, ilk iş olarak keyfi idareye son verdi. İşe hadis bilen on âlimden bir meclis oluşturmakla başladı. Bütün işleri bunlara danışarak karara bağladı. Söz konusu meclisin isimden ibaret kalmaması için bazı yetkilerle donattı. Onlara kontrol yetkisi de verdi. Bir süre sonra veliaht tayin edildi. Halife olan Süleyman’ın vefatı üzerine, 717 yılında Ömer bin Abdülaziz, Emevilerin sekizinci halifesi olarak göreve başlamış oldu.

717-720 tarihleri arasında yaklaşık iki buçuk yıl süren bu dönem, Emevî tarihinde ayrı bir yere sahip olup, İslâm Dünyasına büyük bir huzur ve sükunetin getirildiği bir dönemdir. Ömer bin Abdülaziz, halife seçildikten sonra da sağlam yaşantısından şaşmadı. Sadeliğe önem verdi. Dünya zevklerini terennüm eden sultan ve halifeleri öven şairler, yanında yer bulamadılar ve onun döneminde saraydan uzak durmak zorunda kaldılar. Ömer, savaş ve fetih yoluyla değil, tebliğ ile İslâmiyeti yaymaya çalıştı. Ayrımcılığı ortadan kaldırmakla başta Berberî’ler olmak üzere bir çok kavmin İslâmiyete girmesine vesile oldu. Türklerden de önemli ölçüde İslâmiyeti kabul edenler oldu.

Bediüzzaman, Ömer bin Abdülaziz’in halifeliğinden ve kişiliğinden övgüyle söz ederek, Sultan Abdülhamid’e ömrünün geri kalan kısmında Ömer-i Saninin yolunda gitmesini tavsiye etmiştir.

Halife Ömer, çok genç yaşta yakalandığı yirmi günlük bir hastalıktan sonra 720 yılı başlarında Hakkın rahmetine kavuştu. Naaşı, Halep yakınlarına defnedildi.

Araştırma Merkezi

26.09.2007


Yakarış

Allah’ım! Senden dünyada ve âhirette, kabirde ve berzahta, dirilişte ve mahşerde, Sıratta ve Sırat ötesi ebedî hayatta rahmetini umuyoruz! Bizi dünyada hidâyetinden, kabirde rahmetinden, mahşerde mağfiretinden, Cennette rüyetinden uzak düşürme! Ölenlerimize rahmetinle muâmele buyur! Öldüğümüzde rahmetinle elimizden tut! Bizi sâlih kullarınla haşret! Bizi hayırlı kullarınla haşret! Bizi katında makbul kullarınla haşret! Bizi nur ile yolunu, gönlünü, içini, dışını, huyunu, suyunu, amelini, ahlâkını, dünyasını, âhiretini aydınlattığın kulların ile haşret! Amellerimizi riyâdan, gösterişten, ucbdan ve günah kirlerinden arındır! Bize doğru yolda yürüyebileceğimiz ölçüde istikâmet lütfet! Âmîn.

Süleyman KÖSMENE

26.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri