Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ramazan

RAMAZAN TAKVİMİ

Bu günler mü’minin hasat günleri

Manevî kazançta fırsat günleri.

Yirmisinden sonra başlayan günler,

Nâr-ı Cehennemden âzad günleri.

Abdil YILDIRIM

02.10.2007


Mü’minin görevi,şeâr-i İslâmiyeyi ihyâ etmektir

“Ey iman edenler! ‘Şeâir’ denilen dinî alâmetlere, haram aylara, hac için ayrılan kurbanlıklara, Rablerinin rızasını ve lütfunu arıyarak Kâbe’ye gelen hacılara sakın saygısızlıkta bulunmayın. İhramdan çıktığınızda da isterseniz avlanın. Sizi Mescid-i Haram’a girmekten ve hacdan alıkoyanlara beslediğiniz düşmanlık da sizi haddinizi aşmaya sürüklemesin. Birbirinizle iyilik yapmak ve günahlardan kaçınmakta yardımlaşın; günaha dalma ve düşmanlıkta birbirinize yardım etmeyin. Allah’tan korkun. Bilin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”

(Maide, 5:2)

AÇIKLAMASI:

Şeâir ‘şuur’ kökünden gelen bir kelimedir. ‘Şiâr’ ve ‘meş’ar’ kelimesinin çoğuludur. Bu kelimeler alâmet, belirti mânâsına gelir. İslâm alâmetleri, Müslümanlık âdetleri ve İslâma ait kaide ve kurallar anlamına gelmektedir. İman alâmeti olan kelime-i tevhid ve kelime-i şahadet, Allah’ı zikretmek anlamında besmele, hamdele, salvele, tekbir, tahmid, tehlil gibi zikir ifade eden kelimeler. Namaz, oruç, hac, zekât, kurban, cuma, cemaat gibi ibadetler ve cami, minare, sarık, başörtüsü gibi alâmetler ve bayram, ezan, selâm gibi âdetler “Şeâir-i İslâm” sayılır. Bunlar Müslümanlıktan kaynaklandığı gibi Müslümanlığın da âdetleridir ve hiçbir gayr-ı müslimin âdeti değillerdir. Şeâir için İslâm âlimleri “Sünnet-i Hüdâ” tâbirini de kullanmışlardır. Çünkü bunlar İslâm alâmetleridir ve başka dinlerde bulunmaz.

Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de Hac ibadeti için hazırlanan nişanlar ve Allah için kesilen kurbanlık hayvanlar için “Şeâir” ifadesini kullanır. Bu mânâda Kur’ân’da dört âyette “şeâir” kelimesi geçer. İlk olarak Hac Sûresinde yüce Allah “Kim Allah’ın hükümleri olan şeâire saygı gösterirse şüphesiz bu kalplerinin takvasından kaynaklanır”1 buyurarak şeâiri tarif etmiş, hem şeairin Allah’ın emrettiği ve yasakladığı hususlar olduğunu belirtmiş, hem de şeâire ancak imanın kemâli olan takvalı olanların riâyet edeceğini belirtmiştir. İkinci olarak hacdaki kurbanın şeâir olduğunu ifade etmiştir.2 Bakara Sûresinde ise “Safa ile Merve’nin ve arasında yapılan sa’yin şeâir olduğunu”3 belirtir. Mâide Sûresi’nde ise “Ey iman edenler! Allah’ın koyduğu dinî alâmetler olan şeâire, haram aylara, kurbana, Allah rızasını arayarak Kâbe’ye yönelen kimselere tecavüz ve saygısızlık etmeyin”4 buyurur. Bu âyette de ‘Şeair-i İslâmiye’ye tecavüz etmenin büyük cezayı gerektirdiğini ve âyetin sonunda “Allah’ın azabının çetin olduğunu” ifade ederek anlatır.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ‘Şeair-i İslâmiye’yi izah sadedinde şöyle der: “Nasıl ki ‘hukuk-u şahsiye’ ve bir nevî ‘hukukullah’ sayılan ‘hukuk-u umumiye’ namıyla iki nevî hukuk var. Öyle de mesâil-i şer’iyede bir kısım mesâil eşhasa taalluk eder; bir kısım umuma umumiyet itibariyle taalluk eder ki onlara ‘şeâir-i İslâmiye’ tabir edilir.”5

Demek ki şeâir, umum Müslümanları ilgilendiren dinî meselelerdir. Bu şeâir umuma taalluk ciheti ile umum ondan hissedardır. O şeâirin en cüz’îsi, yani sünnet kabilinden bir meselesi en büyük mesele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. “Sünnet-i Seniyye içerisinde de en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taalluk eden sünnetlerdir. Şeâir, âdeta hukuk-u umumiye nevinden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birinin yapması ile o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terki ile de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevî şeâire riya giremez ve ilân edilir. Nâfile nevinden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.”6

Mesâil-i şeriatın bir kısmına “taabbüdî” tabir edilir. Yani ibadet olarak emredildiği için yapılır. Onlar aklın muhâkemesine bağlı değildir; emredildiği için yapılır. İlleti ve asıl sebebi emirdir. Emredildiği için, emredildiği ve Peygamberimizin (asm) uyguladığı şekilde yapılması gerekir. Namazların kaç rekât kılınması, namazı ve orucu bozan şeyler, ezan, ibadet dilinin vahiy dili olması gibi hususlar bunlardandır. Dünyevî faydalar ve maslahatlar bunları asla değiştiremez. Emredildiği şekilde yapılır. Maslahatlar, çok hikmetlerinden bazıları olabilir.7

Ayrıca “An’ane-i İslâmiye”, “Erkân-ı İslâmiye” gibi hususlar “Şeâir-i İslâmiye” hükmündedirler.8 Zira bunlar dinden kaynaklanmaktadır. Din ise Allah’ın emirlerinin, Peygamberin sünnetine göre uygulanması sonucu oluşmuştur. Erkân zaten farzlar demektir. An’ane-i İslâmiye ise sünnetin uygulanması ile gelenek haline gelen sünnet demektir. Bunlar da “Şeâir-i İslâmiye”yi oluşturmaktadır.

Yüce Allah, şeâiri ihya konusunda Müslümanların birbirleri ile yardımlaşmalarını isteyerek “Birbirinizle iyilik yapmak ve günahlardan kaçınmakta yardımlaşın; günaha dalma ve düşmanlıkta birbirinize yardım etmeyin. Allah’tan korkun. Bilin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir” buyurmuştur.

Dipnotlar: 1- Hac, 22:32., 2- Hac, 22:36., 3- Bakara, 2:158., 4- Maide, 5:2., 5- Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubât, (2001-İstanbul) s. 385., 6- Nursî, Bediüzzaman Said, Lem’alar, (2001-İstanbul) s. 105., 7- Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubât, 385–386., 8- Nursî, Mektubat, 420.

M. Ali KAYA

02.10.2007


Üstadın gece ibadeti

Bediüzzaman Hazretleri, namazda öyle bir huşû ve huzû hâline girerdi ki âdetâ kendinden geçer, dünya nâmına ne varsa hepsini unutur, kendini bütünüyle Rabbine verirdi. Birgün, talebesi Mustafa Sungur, dışardan davul zurna sesi gelince “Acaba bundan Üstad rahatsız olur mu?” diye içinden geçirdiğinde, Üstadın verdiği şu cevap, buna en güzel bir örnektir: “Eskiden gürültüler namazıma, huzuruma mani olurdu. Fakat şimdi olmuyor.” (Son Şahitler, 4: 33.)

Namazın mühim hakikatlerini anlatan, sonra da, “‘Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede?’ diye ‘Sakın deme’” diyen Bediüzzaman Hazretleri, Sözler’de her namazın bir çekirdek gibi olduğunu, çekirdekten koca hurma ağacına kadar çok mertebeler bulunduğunu, her namazın böyle inkişaf ettirilebileceğini söyler. Büyüklerin namazı koca bir ağaçsa, bizimkisi bir çekirdektir. Onda da ağaç olma istidadı vardır. (Sözler, s. 247.)

Gece ibadeti

Son derece düzenli ve dakik bir hayata sahip olan Bediüzzaman’ın, ne zaman ne yapacağı belliydi. 24 saati de plânlıydı. Teheccüd namazını, hiç ihmal etmez ve mutlaka seher vaktinde uyanık bulunur, bu vakitlerini tesbihat ve duâ ile geçirirdi. (Son Şahitler, 4:31.)

Bediüzzaman’ın harp arkadaşı Molla Yasin Saatçioğlu’nun tesbiti de şöyle: “Her zaman ve vakti ibadet ve duâlarla geçirirdi.” (Son Şahitler, 93.)

Gece ibadetinin ise onun hayatında çok büyük bir yeri vardı. Talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’ın belirttiğine göre, bir gün “Ben gece ibadeti için yirmi sene nefsimle mücadele ettim. Sonra hâcet kalmadı” (Son Şahitler, 4:29.) demiş.

Onu tâ Van hayatından itibaren tanıyanlar hep onun gece ibadetine düşkünlüğünden söz ederler. Çaykara’nın Eğridere köyünden Van’dan Burdur’a sürgün gönderilirken görevli bir er olan Mustafa Ağralı, Ağrı’nın Hamur kazasında kafile konakladığında, herkes yattığı halde Seyda dediği Bediüzzaman’ın yatmadığını, geceyi hep ibadetle geçirdiğini belirtir. (Son Şahitler, 1:137.)

Barlalı Kemal Demirtaş, Barla’da ikamet ettiği zaman içerisinde Bediüzzaman’ın bir süre bağlarında kamıştan bir yerde tek başına kaldığını, sabah namazından sonra ancak 1,5-2 saat kadar uyuduğunu, gecelerini zikirle geçirdiğini anlatır. (Son Şahitler, 1:406.)

Burdur’a geldiğinde dokuz ay kaldığı evin sahibesi Hacı Fatma Seyhan, onun geceleri sabaha kadar namaz kıldığını söyler. (Son Şahitler, 1:252-253.)

Geceleri vaktini sabaha kadar duâ, niyaz ve ibadetle geçirdiğini, âdetini yaz ve kış hiç değiştirmediğini söyleyen, hizmetinde bulunan talebelerinden Bayram Yüksel ise, Bediüzzaman Hazretlerinin teheccüd namazını devamlı kıldığını söyler. Her zaman abdestli bulunduğunu, Dûha namazını da hiç geçirmediğini, bu namazı güneş doğduktan 45 dakika sonra kıldığını belirtir. (Son Şahitler, 3:51.)

Şaban DÖĞEN

02.10.2007


Sıfat-ı Peygamber

Mâbud-u Bilhakkın en hâlis abdi: Hakkıyla ibadete lâyık olan Allah’ın en ihlâslı ibadet eden kulu.

Mahbub-u kulûb: Kalplerin sevgilisi.

Mahlukatın efdali: Yaratılmışların en faziletlisi.

Mahlukatın en müntehap ve müstesnası: Yaratılmışların en seçilmişi ve kimseye benzemeyeni.

Mehasin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhar olan zat: Ahlâki güzelliklerin en yüksek derecelerinin üzerinde göründüğü zat.

Minber-i âlide hutbe-i ezeliyeyi okuyan: En yüksek minberde ezelî hutbeyi okuyan zât.

Miracın sahibi:

Misâl-i muhabbet: Sevgi örneği.

Muallim-i ukul: Akılların muallimi, öğreticisi.

Muallim-i ekber: En büyük muallim, öğretici.

Muciznümâ ve hidayet-edâ: Mucize gösteren ve hidayet nasip eden.

Muhabbet-i Rahmâniyenin misâli: Şahsiyet ve hüviyet cihetiyle, Allah’ın rahmetinin, muhabbetinin, sevgisinin örneği.

Muhbir-i Sâdık: Allah ve ahiretle ilgili en doğru haber verici.

Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamber.

Muhammedü’l Emin: Emin ve güvenilir Muhammed (asm)

Muhammed-i Kureyşî: Kureyş kabilesine mensup olan Muhammed (asm).

M. Fahri UTKAN

02.10.2007


Yakarış

Allah’ım! Şehadet ederiz ki Senden başka ibâdete lâyık hiçbir ilah yoktur! Sen Hayy ve Kayyûmsun! Seni ne uyku, ne uyuklama tutmaz! Sana ne gaflet, ne dalgınlık ârız olmaz! Göklerde ve yerde ne varsa Sana aittir. Görünen ve görünmeyen ne varsa Sana aittir. İki dalgalı deniz hükmünde olan cinler ve insanlar âlemi Sana aittir. Kim şifâ dilerse, şifâ ancak Senin izninle olur. Kim şefaat dilerse, şefaat ancak Senin izninle olur. Sen bizim her halimizi bilirsin, görürsün ve işitirsin. Sen, Sana sığınanı korursun! Bize Sana sığınmama gafleti verme!

Bizi şerli nefsimizin ve şerli yaratıklarının şerlerinden koru! Âmîn...

Süleyman KÖSMENE

02.10.2007


Çocuklarımla oruç

Çocukluğumdan bana güzel Ramazan anıları kalmış değil. Kalabalık bir ailede yetişmenin avantajlarından çok dezavantajlarını yaşadım.

Sahura kaldırmalarını çok ısrar etmemize rağmen, büyüklerin bile sofrada yer bulmakta zorlandıkları bir ortamda haliyle “Ne işi var oruç tutmayanın sahurda?” diye düşündüklerinden dolayıdır, nadir uyanabilirsek kalkardık. Bizlerden gizli çok özel yemekler yendiğini zannederdim. Çocuk aklı işte…

Oruç tutmak istediğimde ise bana orucumu zorlaştıracak sözler sarf ederlerdi. (Şunu yaparsan oruç bozulur, bunu yapamazsın orucun gider…) Sonra ne mi yaparlardı? Zorlandığımı görünce alaya alırcasına gülerlerdi.

Her ne ise geçmiş işte, zahmeti gitmiş, hoş olmayan anısı kalmış. Burada bana kalan öyle bir rahmeti var ki, çocuklarıma orucu sevdirmek için adeta çırpındırıyor beni.

İlk gün çok zorlarına gitse de; iftar menüsü onların isteklerine göre ayarlandığı için mutluydular. Sabah namazına ailece babamızın camisine gitmemiz de onların hoşlarına gitmişti. Babalarının Kur’ân okumasını dinlediler. O saf, lekelenmemiş amel defterlerinin hafifliğinden olsa gerek sanki cismâniyetleri de ruhları gibiydi. Namaz kılmayı çok iyi bilmediklerinden imama uymaları onlara kolay geliyordu. Hele bu cemaat aile üyeleri ile sınırlı ise.

Ellerinde su şişeleri camiye giderken “Sabah ezanı okunana kadar içelim ki, susamayalım” deyip habire suyu dudaklarından indirişleri de meleklerin şahit olduğu güzellikler arasında idi. Hele küçük kızımın “Anne, tesbihatı ben okuyacağım” deyip, telaffuzlarındaki hatalara bakmadan o gayretli ve iştiyaklı okuması ve “Anne, okumam düzelmiş değil mi? Hani sana risâle okumanda yardım ediyorum ya, o yüzden kolay okuyorum” demesi ayrı bir şükür ettirdi bana.

Çoğu vaktini “Anne, çok acıktım, çok susadım” sözlerini duymakla geçirdiğim günün sonunda, iftar saati hayli yaklaşmıştı. Kızım yine pet şişesini elinde tutuyordu, bu sefer ezan ile suyunu içmek için. Dışarıda oynarken birden ağladığını gördüm. “Hayırdır kızım, ne oldu?” diye seslendim. Beni tenha bir yere çağırdı.

“Anne ben orucumu bozdum” dediğinde oluk oluk yaşlar dökülüyordu dolgun yanaklarına gözpınarlarından. “Neden yavrum, bak 20 dakika falan kaldı, bilerek mi yaptın?” sorularımın ardından:

“Hayır anne, bilerek olsa su içerdim. Babaannem kuzenime (10 aylık) şeker verince, benim de canım çok çekti, aldım yedim. Yuttuktan sonra aklıma geldi.”

“Bu sana Rahman’ın bir ikramı, orucun bozulmadı.”

“Anne, beni üzmemek için mi böyle söylüyorsun?” deyince, amcasına da sormasını söyledim. Amcası da “Bozulmaz” deyince rahatladı.

Bu arada kızım sayesinde bir hadis öğrendim: “Kim oruçlu olduğu halde unutarak yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir.”

Yaşları 10 ve 8 olan iki evlât bağışlayan Rabbime sonsuz hamdler, senâlar…

Arzu BABA

02.10.2007


Rehber Şahsiyetler

Celâleddin Süyutî (1445-1505)

İslâm âlimlerinin en büyüklerindendir. Risâle-i Nur’da kendisinden, “uyanık iken, çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan” (Sözler, s. 451.) ve “ehâdis-i sahihanın elmaslarını, sâir sözlerden ve mevzuattan tefrik eden” (Mektubat, s. 114.) şeklinde söz edilir. Asıl adı Abdurrahman’dır. Celâleddin lâkabı babası tarafından kendisine verildi.

Süyutî, 1445 yılında Mısır’ın Esyut şehrinde doğdu. Süyutî lâkabının sebebi doğduğu bu yerden kaynaklanmaktadır. Süyutî, genç yaşta tefsir, hadis, fıkıh, nahv, meani, beyan, bedi, lügat ve daha bir çok dalda ihtisas sahibi oldu. İlk eserini on yedi yaşında yazdı. Kısa zamanda şöhret sahibi oldu. Derslerine bazı müderrisler de iştirak etti. Özellikle hadis konusunda uzmanlaştı ve bu alanda verdiği fetvalar büyük kabul gördü. Kuvvetli hafızaya sahip olması, eserleri çok kısa sürede okuyup muhteviyatına hâkim olması, sorulan her soruya cevap vermesine imkân sağladı. Hatta bir eserle ilgili olarak sorulan soruya, kaçıncı sayfa ve satırda olduğunu bilecek ve gösterecek şekilde bir nimete mazhar oldu. İki yüz bin hadis ezberledi.

Hocalığının yanında bir çok eser de yazdı. Ömrünün sonuna kadar eser yazmaya devam etti. Bu maksatla Nil Nehri adacıklarından biri olan Er-Ravza’daki evinde âdeta inziva hayatı yaşayarak eser yazdı. Eserlerine kaydedeceği hadis-i şerifleri mânâ âleminde Peygamber Efendimizin (asm) tasdikine sunduktan sonra yazdı.

Süyutî, tasavvuf alanında da önemli bir yere sahiptir. Büyük velilerin Sahabelere yetişememesinin izahı yapılırken, Risâle-i Nur’da kendisinin adı da geçmektedir: “..en büyük velîler Sahabe derecesine çıkamıyorlar. Hattâ, Celâleddin-i Süyutî gibi uyanık iken, çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan velîler, Resûl-i Ekrem (asm) ile yakazaten görüşseler ve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine Sahabeye yetişemiyorlar. Çünkü, Sahabelerin sohbeti, nübüvvet-i Ahmediye (asm) nuruyla, yani nebî olarak onunla sohbet ediyorlar. Evliyalar ise, vefat-ı Nebevîden sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı görmeleri, velâyet-i Ahmediye (asm) nuruyla sohbettir...” (Sözler, s. 451.)

Süyutî, ilmî kariyerinin yanında örnek ahlâkı ile de herkesin sevgisini kazandı. Kimseden ihsan ve hediye talep etmediği gibi kabul de etmedi. Çok büyük geçim sıkıntısı çektiği zaman, çok zengin olan kütüphanesinden bazı kitapları satma pahasına da olsa hediye kabul etmemeyi tercih etti. 1505 yılında Mısır’da vefat ederek Hakkın rahmetine kavuştu. Türbesi, Kahire’de, Babü’l-Karafe civarındadır.

Araştırma Merkezi

02.10.2007


Sorularla Oruç

*Açık yaraya pansuman yapmak orucu bozar mı?

Derin olmayan yaralara konulan merhemler, yapılan pansumanlar orucu bozmaz. Yara derinse bozar.

*İğne, serum, ilâç, merhem, aşı, hap gibi hastalık esnasında alınan madde-lerle bozulan oruç nasıl telâfi edilir?

Tedavî amaçlı olmak şartıyla, ağız, damar, kan, yara v.b. gibi hangi yol ile olursa olsun, iğne, serum, ilâç, merhem, aşı, hap olarak alınan tüm ilâçlar orucu bozsa da kefareti değil; yalnızca gününe gün kazayı gerektirir.

*Hasta iken oruç tutmamakta veya tutulan orucu hastalık nedeniyle bozmakta günah var mıdır?

Kur’ân hasta olanlara ve tedavi sürecinde bulunanlara oruç tutmama ruhsatı tanımıştır. (Bakara Sûresi: 184) Çünkü hasta olanlar için oruç sıkıntı ve zorluk verebilir. Oysa, “Allah sizin için kolaylık ister; zorluk istemez” (Bakara Sûresi: 185) âyeti ile Cenab-ı Hakkın tanıdığı kolaylıkta bizim için rahmet vardır. Buna rağmen, Ramazan’da hasta kimseler oruç tutmuşlar ve gündüz iğne yaptırmak zorunda kalmışlarsa, Ramazan’dan sonra kefaret değil; gününe gün kaza yaparlar.

Süleyman KÖSMENE

02.10.2007


Allah ve Resûlü ne dedi?

*Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz nimetlerden yiyin. Şeytanın izini takip etmeyin. Şüphesiz ki o sizin için ap açık bir düşmandır.” (Bakara Sûresi: 168)

*Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdu:

“Oruç tutan mü’minin susması tesbih, uykusu ibadet, duâsı müstecap (makbul) ve amelinin se-vabı da çoktur.”

Derleyen: Erhan AKKAYA

02.10.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri