Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

And olsun ki Biz Mûsâ ve Hârûn'a da ihsanda bulunduk.

Saffât Sûresi: 114

01.11.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kul tekbir getirdiğinde, o tekbiri gök ve yer arasını doldurur.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 465

01.11.2007


“Salih bir Türk, fasık kardeşimden bana daha ziyade kardeştir”

Vilâyât-ı Şarkiye, âlem-i İslâmın bir nevî merkezi hükmündedir; fünûn-u cedîde yanında, ulûm-u dîniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü, ekser enbiyanın Şarkta, ekser hükemanın Garbda gelmesi gösteriyor ki, Şarkın terakkiyatı dinle kâimdir. Başka vilayetlerde sırf fünûn-u cedîde okuttursanız da, Şarkta her halde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u dîniye esas olmalıdır. Yoksa, Türk olmayan müslümanlar, Türke hakîki kardeşliğini hissedemeyecek. Şimdi, bu kadar düşmanlara karşı teâvün ve tesanüde muhtacız. Hatta bu hususta size bir hakîkatli misal vereyim:

Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde, hamiyetli ve gayet zekî o talebem, ulûm-u dîniyeden aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: ‘Salih bir Türk, elbette fasık kardeşimden ve babamdan, bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır.’ Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünûn-u cedîde okumuş. Sonra, ben, dört sene sonra esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: ‘Ben şimdi, rafizî bir kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.’ Ben de, ‘Eyvah!’ dedim. ‘Ne kadar bozulmuşsun?’ Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakîkatli hamiyete çevirdim.

İşte ey mebuslar! O talebenin evvelki hali, Türk milletine ne kadar lüzûmu var; ikinci hâli ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum. Demek, farz-ı muhal olarak, siz başka yerde dünyayı dîne tercih edip, siyasetçe dîne ehemmiyet vermeseniz de, herhalde Şark vilayetlerinde din tedrisatına azamî ehemmiyet vermeniz lâzım.

Tarihçe-i Hayat, s. 128

***

Ey suâl soran meb’uslar! Şarkta beş milyona yakın Kürt var. Yüz milyona yakın İranlı ve Hintliler var. Yetmiş milyon Arap var. Kırk milyon Kafkas var. Acaba birbirine komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan bu kardeşlere, bu talebenin Van’daki medreseden aldığı ders-i dinî mi daha lâzım; veyahut o milletleri karıştıracak ve ırktaşlarından başka düşünmeyen ve uhuvvet-i İslâmiyeyi tanımayan, sırf ulûm-u felsefeyi okumak ve İslâmî ilimleri nazara almamak olan o merhum talebenin ikinci hali mi daha iyidir? Sizden soruyorum.

Emirdağ Lâhikası, s. 439

Lügatçe:

ders-i dinî: Din dersi, dinle ilgili ders.

elzem: En lüzumlu.

enbiya: Peygamberler.

fâsık: Günahkâr

fünûn-u cedîde: Yeni fenler.

Garb: Batı.

hamiyet-i milliye: Milletin hak, hukuk ve namusunu koruma konusunda gösterilen gayret ve titizlik.

hamiyetli: Mukaddes değerlerini koruma duygusu ve gayreti taşıyan.

hükema: Filozoflar, hakîmler, âlimler.

meb’us: Seçilen, gönderilen, milletvekili.

rafizî: Bırakan, kurallardan ve nizamdan ayrılan. Hak mezhebden ayrılmış.

teâvün: Yardımlaşma.

terakkiyât: İlerleme, yükselme.

tesanüd: Dayanışma.

uhuvvet-i İslâmiye: İslam kardeşliği.

ulûm-u dîniye: Din ilimleri.

ulûm-u felsefe: Felsefî ilimler.

vilâyat-ı şarkiye: Doğu illeri.

01.11.2007


Dünya hayatı aldatıcıdır

Her günün başlamasıyla aynı maraton devam ediyordu. Gerçi roller aynı değildi ama hep bir yoğunluk vardı geceye değin. Bazen dolu dolu geçen zamanlar, bazen boşa geçen anlar, beraberinde yorgunluğu ile akşama bitkin erdiriyordu insanı.

Rabbim bakın ne buyuruyor Kur’ân-ı Kerim’de:

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundan, bir eğlenceden, gelip geçici bir süsten, aranızda bir övünme yarışından ve mal ve evlat çokluğuna düşkünlükten ibarettir... Dünya hayatı ise aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir.”1

“Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Asıl hayata mazhar olan ise ahiret yurdudur. Keşke bilmiş olsalardı.”2

Büyümüş çocuklar mıyız diye düşünüyorum hâlimizi. Çocuklarıma baktığımda oyun oynamak, eğlenmek, süslü süslü giyinmek, hiç bıkmadıkları, her gün yeniden tazelenenircesine yapageldikleri uğraşlardan.

Onlar çocukluğunu yaşıyor elbet. Peki ya bizlere neler oluyor? Yaşadıklarımıza, konuşmalarımıza bir kulak versek, aldanan bir büyük çocuk olduğumuzun farkına varabilecek kadar da büyüğüz elbet! Rolleri paylaştırılmış bir sinema aktörleriyiz.

Erkeklerin bir kısmı, geçim derdine düşmüş, ay sonunu nasıl getireceklerini hesaplayarak... Bir kısmı; araba sevdasıyla tutuşmuş, o model senin, bu model benim diyerek değiştiriyor. Bir kısmı “Bir şehirde evim olsun, bir dağın eteklerinde, bir de deniz kenarında” diyerek, canları nerede tatil yapmak isterlerse oraya... Ellerinden gelse, firavun gibi saraylar yapacaklar, ama onlar dindar vatandaşlar!

Ya biz hanımlara ne demeli; kimimiz gelenek-görenek belâsından, kimimiz eşimize inat, kimimiz akrabamıza veya komşumuza bakarak bu oyuna öyle kaptırmışız ki kendimizi; gerçeği bazen o kadar erken fark edemiyoruz. Evimizin hiç bitmeyen (eksik!) ihtiyaçları, şu modern çağa uymak için çırpındığımız moda, kalite, güzellik için harcadığımız onca pahalı kozmetik kremler; “Canım kapalı olmakla ben saçıma bakım yaptıramaz mıyım?” deyip kuaförlere model ve boyalar için döktüğümüz paralar... “Yiyin için, fakat israf etmeyin” âyetinin, Bektaşi gibi başına bakarak, mutfağımızı ve buzdolaplarımızı çeşit çeşit, tıka basa doldurmalar...

Özellikle biz bayanların yaptığı, bir araya gelerek, şu bu eksiklerimizi sayıp, şunu bunu aldım, şu kıyafetler çok güzel, çarşıda şunu gördüm, bunu gördüm muhabbetleri... Çocuklarımızı da birbirimize şikâyetler... Ya eşlerimiz ve akrabalarımızdan dert yanarak, araya da gıybeti sokarsak, bütün bunlar kazandığımız günün aldatıcı menfaatinden başka bir şey olmayacaktır. Akşama erdiğimizde ise, yorgun ve harap olmuş bedenler... Erkekler televizyon başında o çok önemli dünyanın haberleri ve sporlarıyla koltuklarında yığılırken, acaba kaç baba televizyonu kapatıp evlâdı ile hemhâl oluyor.

Bütün bu anlattıklarım, görüp yaşadıklarım, benim dindar çevremden yansımalar... Öbür âlemi anlatmaya ne hâcet.

Küçük kızım, yatağına uzandığında: “Anne, iyi ki gece var, öyle yorulmuşum ki, ya bu uyku olmasaydı hâlimiz nice olurdu” diyor. Ona “Uykunuzu bir dinlenme vasıtası kıldık”3 ve “O Allah ki, dinlenmeniz için geceyi yarattı. Gündüzü de aydınlattı. Muhakkak ki Allah, insanlar üzerinde pek büyük lütuf ve ihsan sahibidir; lâkin insanların çoğu şükretmez”4 âyetlerini söyleyince, çok hoşuna gidiyor ve beraberce geceyi veren Rabbimize şükrediyoruz.

Peki, gecelerimiz, yorucu günlerimizin ardından bize yetiyor mu dersiniz? Etrafımdaki dostlarım, gece geç yatıp, gündüzün kaça kadar uykularına devam ettiklerini iyi bilirler. (Elbette uygulayanlara değil bu sözlerim).

Bir filmde izlemiştim. Köyde yaşayan bir aile… Gelin, kayınvalidesine:

“Ana, şehirdekiler gece geç yatıp, sabah geç kalkıyorlarmış. Bunlar, işlerini ne zaman bitiriyorlar?” Kayınvalidenin verdiği cevap, mânidardı:

“Kızım, onlar sabah kaçırdıklarını, gece arıyorlar.”

Namazla ilgili bir yazıdan hafızama not etmiştim: “Şeytan sabah namazına kalkma demez, ama geç yatmanı sağlar.”

Ne dersiniz kardeşlerim, acaba günün yoğunluğundan mı, işlerimizin çokluğundan mı okumalarımızı düzenli yapamıyor veya artıramıyoruz? Bir ablamız anlatmıştı: Ağabeylerden biri, eşine çamaşır makinesi almış. Ama bir şart koşmuş. Makine bitinceye dek eşinin Risâle okumasını istemiş. Elhamdülillah, evimizde makineleri koyacak yer bile kalmadı. Sizce okumalarımız ne kadar arttı veya bir araya geldiğimizde nelerden bahseder olduk?

Bediüzzaman ne diyor:

“...iman ve istikamet yolunu takip edip, boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde Kur’ân’dan bildiğimiz sûreleri okumak ve mânâlarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade edip…” (Asâ-yı Musa, s. 19)

Bir besmele çekerek, hayata gerçek değeri ile bakarak, kendimize çekidüzen verelim mi?

Günleriniz oyun ve oyalanmadan sıyrılmış, bereketle dolu dolu geçsin.

Dipnotlar: 1- Hadid Sûresi: 20; 2- Ankebut Sûresi: 64; 3- Nebe Sûresi: 9; 4- Mü’min Sûresi: 61.

Nur BABA

01.11.2007


Sonsuzluğa giderken

“Bir zaman, gençlik gecesinin uykusundan, ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım. Vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor.” Ürperdim. Yüzüm geçmişimin hatalarıyla çirkinleşmiş gibiydi. Ölümün acı kokusu, ciğerlerimi âdeta sarmıştı. Endişeliydim. Garip bir telâş başladı bende. Korkuyordum. Nasıl korkmam ki? Bu çok sevdiğim dünyamı bırakıyordum. Hiç bilmediğim bir yere gidecektim. Ama nasıl? Elimde hiç sermayem yokken hangi yüzle?

Yaşlanacağımı hiç düşünememiştim. Gençliğimin ve güzelliğimin okyanusunda boğulmuşum. Koskoca ömrü, Hak’tan ayrı, orada burada tüketmişim. Gençlik damarım beni hislerime yöneltmiş. Akılsızca, cahilce hislerimin peşinden gitmişim. Hiç, gençliğimi yitireceğimi ve yaşlanacağımı düşünmeden yaşamışım. Bana bu ömrü verene şükretmeden…

- Perişanım… Pişmanım… Günahkârım…

Ailemi dinlemedim. Oysa onlar tecrübeli değiller miydi? Ah gençliğim nerdesin? Tekrar bana dönemez misin? Bak ne haldeyim. Yaşlandım. Elimde, avucumda ne varsa yitirdim. Hadi gel, gel de beni kurtar. Kurtaramıyorsun değil mi? Beni kendine bağlarken, hani benimdin? Neden avuçlarımdan su misâli akıp gittin? Neden şimdi gelmiyorsun? Geri gel ey gençliğim; ne olur geri gel!..

Allah; kâinatı, Resûlullah’ın yüzü suyu hürmetine yaratmış. Ben bunu gençken de duymuştum. Ama o zamanlar bu mükemmelliği, kâinatın üzerindeki her şeyde Rabbimin mührünü fark edememişim. Biliyorum, geçmişimin günahını, ahirette yanarak ödeyeceğim. İçimde az da olsa bir umut var. Belki Allah, Resûlü’nün (asm) hürmetine beni de affeder.

Çok yoruldum. Kalbim dayanmıyor. Canı veren Allah, emanetini benden alacak galiba. Koskoca ömürde Sana yalvarmayan bu kulun, son nefesinde Sana el açtı, yalvarıyor. Günahımın çokluğuyla huzurundayım. Gençliğimin hesabını benden soracaksın, biliyorum. Aldığım her nefesin hesabını benden isteyeceksin. Ama bütün bunların hesabını ödeyecek, ne yüzüm, ne de sermayem var.

Biliyorum ki Senden başka, gidecek yerim, çalacak bir kapım yok.

Geçmişimin hatalarıyla kirlenmiş şu bedenimi Cehennem ateşinde yakma Allah’ım.

Birliğinin hakkı için, Resûlünün (asm) hürmetine beni de affet. Cennet ve Cemal’ine lâyık eyle.

Halenur ÇALIŞKAN

01.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri