Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

“Aklı selim” devam eder mi?

Geçen haftaki yazımızın sonunda Kuzey Irak meselesinde “akl-ı selime gelindiğini söyleyebiliriz” demiştik. Bu hafta bu sözü Cumhurbaşkanı Gül söyledi: “Gördüğüm kadarıyla Kuzey Irak’ta aklı selim hâkim oluyor.” (Gazeteler, 21.11.2007)

Aklı selim diğer bir ifade ile sağduyulu yaklaşım, bu duygu hakim olduğunda yanlış yapmak mümkün olmamaktadır. En azından asgarî düzeye inmektedir.

Söylendiği gibi, gerçekten Kuzey Irak yönetimi aklı selime yaklaşıyor mu? Yoksa bir dayatmanın neticesinde mi böyle davranıyor? Birinci şıkkı söylemek zor, ABD ile Türkiye’nin sıkı baskısı Kürt yöneticilerin böyle davranmasına sebep oldu demek daha doğru.

Böyle olunca şu sonuç kaçınılmaz oluyor: Kuzey Irak yönetiminin kendine has politikasının olmadığı gerçeği ortaya çıkmış oluyor. Ortadoğunun tümünü etkisi altına almış olan ABD politikaları haliyle Kuzey Irak Bölgesel Yönetimini de kendi politikaları doğrultusunda götürüyor. Dün Türkiye’ye düşmanca tavırlar sergileyenler bugün dost mesajları gönderiyorsa anlaşılıyor ki, bir yerlerden emir alarak hareket ediyorlar.

Sanırım hükümet bu durumu başından gördü ki, sınır ötesi harekâtta yetki aldığı halde acele davranmayıp ABD kanalını kullanmayı yeğledi. PKK konusunda bir ay öncesine göre Türkiye rahatlamış görünüyor.

Dünkü gazetelere bakıldığında Kuzey Irak’la veya sınır ötesi harekât ile ilgili çok az sayıda haber yer aldı. Bu durumda Türkiye’nin elini çabuk tutması gerekiyor. Madem ABD’nin politikaları oraları yönlendiriyor. O halde yapılması gereken şey lehimize oluşan bu havayı iyi kullanmaktır. Çünkü, her an bu politikalar değişebilir. Dengeler bir anda altüst olabilir. ABD, bugün bu şekilde davranıyorsa bilinmelidir ki, menfaati bunu gerektirdiği için böyle davranıyor.

ABD, sadece İran ile Türkiye arasında “öncelik” konusunda tercih yapmıştır. Öncelikli olarak İran’ı hedefe koymuştur. Bu nedenle de “şimdilik” Türkiye’yi yanına almayı daha uygun bulmuştur.

Türkiye, İran’la gözle görülür bir yaklaşım içerisindeydi. Bu sayede araları hayli düzelmişti. Ortak projeler geliştiriliyordu. Bunun engellenmesi gerekiyordu ve öyle de oldu. Bundan sonra Türkiye, farklı davranacaktır. Belki de İran’dan uzaklaşmayı daha uygun bulacaktır. Kendi çıkarlarını ön plana çıkarmak durumunda kalacaktır. PKK belâsından kurtulmak için ortak çalışmadan vazgeçecektir.

Böyle davranması doğru mu? Yani, kendi çıkarlarını düşünerek hareket etmesi PKK belâsından kurtulmayı bölgesel işbirliğinden daha önemli görmesi uygun düşer mi, bilemiyorum. Daha doğrusu şimdilik bu sorunun cevabını okuyucularıma bırakmak istiyorum. Bakalım bu durumdan da kârlı çıkabilecek miyiz?

Nurettin HUYUT

24.11.2007


Karşılıklık iyilik -2

—Geçen haftadan devam—

Artık iyilik yapamadığı için aynada yüzüne bakarken o sevinci göremiyordu. Rahatlamak sanki başka diyarlara kaçıp gitmiş; bu hâl de onda inanılamaz bir huzursuzluk meydana getirdi. Tamamen sende olmayan bir hâli göstermeye çalışmanın karmaşasıydı bu. O karışıklık içinde allak bullak olan aklı başka yol bulamamanın çaresizliğine büründü. Bu insanlara yardım etmek yine aynı durumlara dûçâr edecekti. Ya yardım edememek ise başlı başına bir hezeyan. Orta yolu bulmayı denedi. Sadece muhtaçlara yardım etmeyi. Ama gel gör ki gerçek anlamda kimin daha çok muhtaç olduğunu anlamakta biraz zorluk yaşadı. Kapıya gelen her kişi ona sanki gerçekten muhtaçmış gibi gelse de sonra öyle olmadığını anlayınca kendine yine kızmaya başlıyordu. “Yanlışı nerede yaptım?” diye. Artık yardım etmemeye kesin bir karar verdi. Bu hâl bir yıla kadar devam etti. Kapıya her gelen eli boş döndü. Yolda giderken selâmını bile esirgeyen oldu. Karşılık beklenen, görülmeyince de onunla hiç konuşmama durumları ortaya çıktı. Türker amca yüzündeki sevinci ve rahatlamayı özlemişti. Bu bir yıl onun için çok zor geçti. Bu mahalleyi terk etmeyi bile düşündü. Hatta karısına da bunu söylemesine rağmen karısı şiddetle karşı çıktı. Alıştığı bu mahalleden gitmeyi istemiyordu. Kocası bu meseleyi her açtığında kapatmak için bin bir türlü bahane buluyordu. Türker amca ise sonradan bu fikirden vazgeçmek zorunda kaldı. Zaten yardım etmeyeceğini bildiklerinden bundan sonra da onun kapısına kimse gelmedi.

Günler böyle geçerken bir akşam kapı vuruldu. Uzun zamandır kapıya biri gelmediğini bildiği için ev halkında bir telâş meydana geldi. Evin küçük oğlu kapıyı açtı. Kadın içeriye gelmek istemedi. Türker amcayla kapıda konuşmaya başladı. Kucağında hasta olduğu her halinden belli olan bir çocuk vardı. Kadın yalvaran ses tonuyla:

“Ne olur amca yardım edin. Bebeğim ölmek üzere. Onu hastaneye götürecek param yok.”

Türker amca neden yardım etmek istemediğini dile getirdi. Kadının durmadan ağlaması, yalvaran ses tonuyla konuşması hiçbir şeye yaramadı. Genç kadının bütün ısrarları neticesiz kaldı. Çaresiz başını çevirip gitti. Onun arkasından seyre dalan bakışlarından bir damla bile yaş gelmemesi ve acıma adına bir duygunun ona tecellî etmemesi onu biraz tedirgin etti. Vicdanı, azab duymuyorsa artık taştan bile katı bir yüreğe mi sahip olmuştu? Bundan bir yıl önce olsaydı, kadının tek bir lafı bile yeterdi yardım etmek için. Ama şimdi öyle olmadı. Vicdanını yokladı; ne kadar uğraşsa da az da olsa bir sızı hissedemedi. Kadın sokağın başından kaybolana kadar o, bakışlarını ondan ayıramadı. Karanlıkların içinde kaybolduğunda evine girdi. Koltuğa kendini öylece bıraktı. Ne düşünce, beynine sinyal gönderebiliyordu; ne de kalp, duygu adına bir şey yaşıyordu. Sadece baktığı tek bir nokta vardı; ama onun farkında bile değildi. Sanki gözleri açık olsa da kendinden geçti.

Türker amca, gece birden bire uyandı. Sanki kötü bir şey olmuştu. Bir daha ne kadar uğraşsa da uyuyamadı. Yataktan kalkıp salona geçti. Hapishanede olan bir adamın avluda volta atması gibi Türker amca da salonda öyle volta atıyordu. Kulaklarına acı bir çığlık geliyor; ama nereden geldiğini bilmiyordu. Sonra derin düşüncelere daldı. Kendini bir nefis muhasebesine tuttu. Bu hesabı yaparken ürktü. Daha doğrusu kendinden korktu. Hep eleştirdiği insanlardan mı olmuştu? Duygusu olmayan, fakirin halinden anlamayan, hep kendini düşünen. Egoist kıvılcımlar kendinde tezahür etmenin alarmını mı veriyordu? Bu durumu da öylesine gelmemişti. İnsanların yaptıklarının neticesi maalesef kötü oldu. Çarmıha vurulan onlarca, yüzlerce ve binlerce duygunun savaşına girdi. Hangisini kazansa kendisine bir artı, hangisini kaybetse kendisine bir eksi olarak gelecekti? Bu muhasebeyi yaparken o acı çığlık yine kulağına geldi. Elleriyle kapatsa yine duyuyor ve bir anlam da veremiyordu. Bu ses kimin ve neden acı acı bağırıyordu? Akşam gelen kadını birden hatırladı. Kucağındaki hasta çocuğun o yüzü gözünün önüne geldi. Onlara yardım edememenin sızısı sanki bir nokta kadar da olsa kalbe vurdu.

Sabahın ilk ışıkları bir annenin feryadına karıştı. O akşam kapı kapı dolaşmasına rağmen yardım edecek kimseyi bulamadığı için çocuğu kucağında ölmüştü. Bir anne için ne acı bir şeydi. Türker amca ekmek almak için fırının yolunu tuttu. Fırına yaklaşırken bir evin önünde kalabalık olduğunu gördü. Bu evin sakinlerini az da olsa tanıyordu. Akşam yardıma gelen kadın da bu evde oturuyordu. Biraz daha kapıya yaklaşıp ne olduğunu öğrenmeye çalıştı. Karşısına gelen ilk adama sordu. Aldığı cevabı duymamak mümkün olsaydı duymamayı tercih ederdi. Ama duymuştu. Adam:

“Bu evde oturan kadının bebeği ölmüş. Çok hastaymış. Akşam da çaldığı bütün kapılar yüzüne kapanmış. Kimse yardım etmemiş. Sonra çocuk da kucağında ölmüş” dedi.

Türker amca beyninden vurulmuşa döndü.

Adam konuşmaya devam ediyordu:

“Belki biri yardım etse. Hemen hastaneye götürülseydi; çocuk şimdi yaşıyor olabilirdi”

Türker amcanın yüzünün rengi gitti; kalbi acı acı atmaya başladı. Bir de kadının o feryadını duyunca kulaklarının zarı deliniyor gibi oldu. Bu gürültüden değil acı bir çığlıktandı. Yavrusunu kaybetmenin elemiydi bu. Bir annenin, çaresizlik yüzünden bebeğini toprağa vermesinin acizliğiydi.

Türker amca vicdanının şimdi sızladığını hissetti. Çaresizlikle kendinden yardım isteyen kadının çocuğunu hastaneye götürmemenin neticesi ölüm olmuştu. Bu kadar ağır bir bedeli ödeyeceğini bilseydi hiç düşünmeden hastanenin yolunu tutardı. Ah bu nasıl bir azap, ah bu nasıl bir yanlıştı! Gözü doldu. Bağırıp çağırmak istedi. Gece kendisine gelen çığlığın aynısını koparmak istedi. Demek ki bu annenin derin feryadının sesiydi.

Kadının sesini duyuyor; ama içeri girip haline bakamıyor. Ondan helâllik dilemek istiyordu. Yapamadı ve arkasını dönüp evinin yolunu tutmaya başladı. Adımları fizyolojik hareketi yapsa da, aklı pişmanlıklar içinde yüreğini vurup duruyordu. Yıllar geçse de bu anneyi ve evlâdını asla unutmayacaktı.

Bu hadisenin üzerinden bir hafta geçti. Türker amca kendini toparlayamadı. Vicdanını rahatlatmak için tekrardan iyilik yapmak istedi. Olmadı; çünkü artık kimse ondan yardım istemek için kapısını çalmıyordu. Yardım etmeyeceğini bildiğin halde hangi kapıya gidip vurabilirsin ki? Komşular da artık onun yardım etmeyeceğini zannettiklerinden dolayı onun kapısını bir daha vurmadı.

—Devamı haftaya

Fadime KAYA

24.11.2007


Hilmi Doğan Ağabey de gitti dünyadan

Yine bir ölüm var, ses geliyor Bursa’dan

Hilmi Doğan Ağabey de gitti dünyadan

Hastalık bahane, ecel gelmiş aniden

Hilmi Doğan Ağabey de gitti dünyadan

Bir dâvâ adamı gitti, bak nerelerden

Hizmeti biz yüklendik bıraktığın yerden

Selâm götür, kardeş ve ağabeylere bizden

Hilmi Doğan Ağabey de gitti dünyadan

Şu dünyaya gelen, elbet bir gün gidecek

Eş, dost, evlatları elbette ağlayacak

Ağlama! Rahmet yağacak kardeşlerimden

Hilmi Doğan Ağabey de gitti dünyadan

Ey ağabey! Allah’tan rahmet diliyorum

Arkandan Kur’ânlar Yasinler okuyorum

Selâm götür Hazret-i Üstadıma bizden

Hilmi Doğan Ağabey de gitti dünyadan

Celâl YALÇIN

24.11.2007


Kahramanlar diyarı güzel ülkemiz

Tarihi okudukça gözümde canlanıyor

Asırlara seslenmiş nice büyük kahraman

Hepsi de gönüllerde birer birer taht kurmuş

Olmuşlar her yerde her zaman çok güzel sultan

Dünyamızda yer etmiş her biri gönül eri

Aydınlatmışlar bilgi ve sevgiyle kalpleri

Bir Yunus, bir Mevlânâ, bir

Fatih Sultan Mehmed…

Çağlara seslenerek bezemişler tarihi

San’atta zirveye ulaşmış bir Mimar Sinan

Dünyamız bugün hâlâ eserlerine hayran

Çıkmalı artık vatandan asra seslenecek

Nice ilimlere sahip çok büyük insanlar

Günümüzde onlara o kadar muhtacız ki

Bekliyor yollarını birçok sevdalı canlar

Alacaklar ilimden hakka ait burhanlar

Sunacaklar herkese hikmet dolu beyanlar

Ülkemiz kalkınacak gönüller de coşacak

Böylece cennet vatanımız çağlar aşacak

İsa YAKAN

24.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri