Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Yoksa açık bir deliliniz mi var? Doğru söylüyorsanız, getirin kitabınızı!

Saffât Sûresi: 156, 157.

24.11.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Sofra kurulduğunda önce idareci, sonra sofranın sahibi, sonra topluluğun en hayırlı bilineni otursun.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 500

24.11.2007


“Ne siz ve ne de Avrupa onu mağlûp edemez”

Yeni ehl-i hükûmet yavaş yavaş anlıyor ki, hakikî kuvvet Kur'ân'dadır. Ve İslâmiyet uhuvvetiyle ve imanın hakâikiyle tahribatçı düşmanlara karşı dayanabilirler.

Evet, bir tahripçi, yirmi tamirciyi telâşa düşürür ve bazan mağlûp edebilir. Koca Çin'i kendine tâbi yapan bir kuvveti, buradaki yirmi milyon Müslümana karşı âdetâ mağlûp bir vaziyette tecavüzden durduran, maddî kuvvetler, haricî-dahilî tedbirler, ittifaklar değil, belki yalnız Kur'ân ve imanın hakikatleri, onların en büyük kuvveti olan mâneviyat-ı kalbiyeyi tahribatlarına karşı sed çekmesi ve mânevî yaralarını tedavi etmesidir.

Ve yeni hükûmetin Maarif Vekili bu hakikati hissetmiş ki, seleflerine muhalif olarak, en ziyade iman hakikatlerinin neşrine, din derslerine ehemmiyet veriyor. Hattâ büyük bir ehemmiyetle, şimdi de Şark Darülfünûnu--tâbirlerince Doğu Üniversitesi--için yüz bin lira tahsis edildiğini gazeteler yazmış.

Hem mezkûr hakikati, hem Ankara, hem İstanbul Üniversiteleri o dehşetli, tahribatçı kuvvete karşı hem vatanı, hem gençliği kurtaracak hakâik-ı Kur'âniye ve imaniye olduğunu katiyen bildiler ki, Ankara'daki üniversiteliler bin yedi yüz imza ile Maarif Vekilinin din derslerini cebrî mekteplere koyması için tebrik etmişler.

Ve İstanbul Üniversitesinde yeni hükûmetin en mühim bir rüknüne demişler ki:

"Anadolu'da din lehinde kuvvetli bir cereyan var. Onlara da, solcular gibi bir derece meydan vermeyeceğiz" demesine mukabil; o üniversitenin mümessili, din neşriyatı yapanlar aleyhinde olduğu halde, o reise demiş ki:

"Eğer dediğin o cereyan Risâle-i Nur ise, ne siz ve ne de Avrupa onu mağlûp edemez."

Bu mesele münasebetiyle, meslek ve meşrebime muhalif olarak Eski Said'in bir-iki dakika kafasını başıma alarak diyorum ki:

Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyete karşı komünist mücadelesi ortası olamaz. Sağ ve sol, ortası üç meslek icap ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler, hakları var: "Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da Nasrâniyet" diyebilirler. Fakat bu vatanda, küfr-ü mutlaka karşı iman ve İslâmiyetten başka bir din, bir mezheb olamaz. Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir. Çünkü hakikî bir Müslüman hiçbir zaman Yahudi ve Nasranî olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur.

İnşaallah, Maarif ve Adliye Vekilleri gibi, sair erkânlar da bu ehemmiyetli hakikati tam anlayacaklar. Sağ-sol tâbiri yerine, hak ve hakikat ve Kur'ân ve iman kuvvetine dayanıp, bu vatanı küfr-ü mutlaktan, anarşîlikten, zındıkadan ve onların dehşetli tahribatlarından kurtarmaya çalışmalarını rahmet-i İlâhiyeden bütün rûh u cânımızla niyaz ve ricâ ediyoruz.

Emirdağ Lâhikası, s. 300

24.11.2007


Hatırla Yaradanını

“Ve sen yine denendiğinde ve yine kalbin daraldığında ve yine bütün kapılar kapandığında ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde, uzun uzun düşün ve hatırla Yaradanını! Allah kuluna kâfi değil mi?” (Zumer Sûresi: 36.)

Ey nefsim!

Bir an olsun unutma Yaradanını… Sadece başına bir felâket geldiğinde değil, bir musibet ya da hastalığa maruz kaldığında değil, daima hatırla Onu. Zira Ondan uzak olunmaz, O bize her şeyden, herkesten yakın. Bizi Ondan başka her an gözeten, ihtiyaçlarımızı karşılayan var mı? Bize karşı sonsuz bir merhamet, kerem sahibi var mı? O bizi herkesten çok seviyor, bir an bile bizi yalnız bırakmıyor. Öyle ise sen de her an hatırla Yaradanını…

Bil ki, seni senden daha iyi tanıyan, daha iyi anlayan biri var. En gizli sırlarını bilen, halini gören biri var. Seni kendisine muhatap kabul eden, huzuruna dâvet eden yüceler yücesi biri var. Senin bütün duâlarına cevap veren sonsuz kudret sahibi biri var. Öyle ise sadece başın derde girdiğinde değil, her zaman hatırla Yaradanını. Gecelerde başını seccadene koyduğunda, içini Ona dök sessizce… Bırak damlasın gözyaşların, söndürsün kendi elinle yaktığın ateşleri… Nerede ve hangi şartta olursan ol, unutma Yaradanını.

Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında, bir yağmur damlasında, güneşin doğuşunda, gecenin karanlığında, kâinatın her sayfasında, her satırında hatırla Onu. Her şeyde O’nun taklit edilmez imzasını, O’nun mührünü gör ve hatırla Yaradanını..

Şu çalkantılı dünyada kendini balığın karnındaki Yunus gibi hissettiğin zamanlar değil, her zaman hatırla Yaradanını. Çünkü her an öyle dehşetli bir haldesin unutma. O varsa her şey var, O yoksa hiçbir şey yok. Onunla her şey anlamlı, aydınlık, güzel. Onsuz her şey karanlık, mânâsız, hiçliğe gider. Onu hiç unutma ki, saraylara dönsün zindanların. Onu hiç unutma ki, nura gark olsun karanlıkların. Onu hiç unutma ki şifa bulsun yaraların.

Anadan, babadan, yardan ayrı kalınır da, Ondan ayrı kalınmaz. O bizi hiç bırakmaz. Öyle ise Sen de O’nun adını düşürme dilinden. Sevgisini eksik etme kalbinden. O senin her türlü ihtiyacına kâfî değil midir? Ondan gayrisi fani değil midir? Öyle ise her an hatırla Yaradanını…

Bak her şey ve herkes yavaş yavaş terk ediyor seni. En yakınlarının dostluğu bile kabir kapısına kadar sürüyor. Ondan başka var mı sana bâki bir dost? Seni kâinatın en şereflisi kabul eden, cennete namzet şerefli bir misafiri olarak ağırlayan, sana böyle paha biçilmez bir kıymet veren, sayısız ikramlarıyla sana kendini tanıtmaya ve sevdirmeye çalışan o Zât’ı sen de unutma. Tefekkür pencerelerinden O’nun esmâsının nakışlarını seyret. Onu hatırlamak için başına bir musibet gelmesini bekleyecek kadar nankör ve kör olma. Nereye baksan Onu gör, Onu düşün, Onu hatırla.

Ve hatırla Yaradanını… Hatırlanmaya en çok lâyık olan O değil midir? Söyle ey nefsim! Allah sana kâfi değil midir?

“Yalnız biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.

“Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.

“Biri talep et; başkaları lâyık değiller.

“Biri gör; başkalar her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.

“Biri bil; mârifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır.

“Biri söyle; Ona âit olmayan sözler, mâlâyânî sayılabilir.” (17. Söz)

Mehtap YILDIRIM

24.11.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere Ashab-ı Kirâmın varını yoğunu İslâm’ın ikbali için harcadığı günlerdi. Elde avuçta bir şey kalmamıştı.

Bir gün Peygamber Efendimiz’in (asm) huzuruna bir fukara geldi ve yardım dileğinde bulundu.

Peygamber Efendimiz (asm) ona az bir yardım lütfettikten sonra buyurdu ki:

“Sana şimdilik bu kadar verebilecek güçteyim. Fakat dilersen git, sana ne lâzımsa benim adıma satın al! Allah bana verdiği zaman senin borcunu ben ödeyeceğim!”

Hazret-i Ömer (ra):

“Yâ Resûlallah!” dedi. “Ona verebildiğini verdin. Allah sana güç yetiremediğin bir şeyi teklif etmemiştir.”

Hazret-i Ömer’in (ra) bu sözü Peygamber Efendimiz’in (asm) hoşuna gitmemişti. Bunu sezen Ensar’dan bir zât, coşkuyla:

“Ver, yâ Resûlallah! Ver! Allah seni hiçbir zaman darda bırakmayacaktır!” dedi.

Bu defa Allah Resûlü’nün (asm) mübârek sîmâsında tatlı bir hoşnutluk ifâdesi belirdi ve gülümsedi. Memnûniyet ve saadet içinde buyurdu ki:

“İşte ben bununla emr olundum!”

(El-Bidâye, 6/56)

Süleyman KÖSMENE

24.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri