Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 26 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Allah onların yakıştırdıklarından münezzehtir. Allah'ın ihlâslı kulları ise onlar gibi değildir.

Saffât Sûresi: 159-160

26.11.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Yatağa uzandığında Fâtiha'yı ve İhlâs Sûresini okursan ölüm hariç, her tehlikeden emin olursun.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 502

26.11.2007


Zarûrî olmayan ihtiyaçlar zarûrî hâle gelmiş

Hükm-ü Kur’âna göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icâbâtından olarak hâcât-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete iman ettiği halde, “Zarûret var” diye ve zarûret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.

Kırk sene evvel, bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi. Onlar dediler:

“Biz şimdi mecburuz. ‘Zaruretler mahzurlu şeyleri mübah kılar’ kaidesiyle, Avrupa’nın bazı usullerini medeniyetin icaplarını taklide mecburuz” dediler.

Ben de dedim: “Çok aldanmışsınız. Zaruret su-i ihtiyardan gelse, kat’iyen doğru değildir; haramı helâl etmez. Su-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruret haram yoluyla olmamışsa zararı yok. Meselâ; bir adam su-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa, hüküm aleyhine cârî olur, mâzur sayılmaz, ceza görür. Çünkü, su-i ihtiyarıyla bu zaruret meydana gelmiştir. Fakat bir meczup çocuk cezbe halinde birisini vursa, mâzurdur. Ceza görmez. Çünkü ihtiyarı dahilinde değildir.”

İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: “Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var? Su-i ihtiyardan, gayr-ı meşrû meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olmadığı ve su-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz. Kanun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyar haricinde zaruret-i kat’iye ile, su-i ihtiyardan neş’et eden hükümleri ayırmıştır. Kanun-u İlâhîde ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş.”

Lügatçe:

mimsiz medeniyet: Deniyet (aşağılık/ahlâksızlık) mânâsına gelen kötü medeniyet.

hâcât-ı zaruriye: Zarûrî ihtiyaçlar.

hâcat-ı gayr-ı zaruriye: Zarûrî olmayan ihtiyaçlar.

su-i ihtiyar: İradeyi kötüye kullanma.

tevellüd: Doğma.

neş’et: Doğma, kaynaklanma.

tefrik: Ayırma.

Bediüzzaman Said NURSÎ

26.11.2007


Hafız Ali

Hizmette sebkat etmiş İslamköyü.

Nurlara muhiptir fakiri, beyi.

İkinci bir Nurs köyüdür bu belde.

Temayüz etmiştir nur ile gülde.

Hafız Ali Üstad’ına çok müştak.

Nurlara daima duyar iştiyak.

Dâvâya hizmet en büyük gayesi.

Risâleler mukaddes sermayesi.

İslamköy’ün aziz, zekî evlâdı.

Temsil eder o mücahid ecdadı.

Adamış ömrünü aşkla Kur’ân’a.

Baş eğmemiş, karşı çıkmış küfrana.

Barla’da Üstad’ı, duâlar eder.

İslamköy’den duâsına “âmin” der.

Dama çıkar, yönelerek Bedre’ye.

Seslenir “Keçeli, mes’ulsun” diye.

Sabri’ye bu hitab, kavrulmuş yürek.

Serinlenmek için, ona nur gerek.

Önem vermez, o çileli bağrına,

Gurbet elde şehid, dâvâ uğruna.

Üstad’ın yoluna vazgeçer serden.

Can verir, vaz geçmez kudsî seferden.

Sebatkârdır, rehberdir genç nesile.

Dâvâsı uğruna çok çeker çile.

Nur Fabrikasına gerçek müzahir.

Cesareti, ciddiyeti çok zahir.

İslamköy’de, aklı hep Barla’dadır.

Gözler ufuklarda, dil duâdadır.

Bilsem, nur evinde makbul tuğlam var.

Sevinçten oynarım, olup bahtiyar.

Zalimlerden gelmiş, dehşetli emir.

Üstad’a hapiste verilir zehir.

Hafız Ali yaşar derin bir acı.

“Ya Rab, canımı al” olur duâcı.

Üstad’ın yerine şehid oluyor.

Cennetü’l-Âla’da huzur buluyor.

Feragatta erişilmez zirvedir.

Binler meyve veren, nurlu nüvedir.

Berzah âleminde bir yıldız gibi.

Parlar, Nur Fabrikasının sahibi.

Mahkeme-i Kübra haşrinde o yar.

Nur Şakirdlerine olur alemdar.

Abdülkadir MENEK

26.11.2007


Bir çift söz

Hasan-ı Basrî Hazretlerine (ks) bir gün bir adam gelerek:

“Ey Zamanın Şeyhi! Filan kişi sana şöyle şöyle söyledi!” dedi.

Hasan-ı Basrî (ks) adama koğuculuk yaptığı için kızdı.

“Ne zaman söyledi?” diye sordu.

Adam:

“Bu gün söyledi” dedi.

“Onu nerede gördün?”

“Evinde gördüm”

“Evinde işin neydi?”

“Bir ziyâfete dâvetliydim!”

“Ziyâfette ne yediniz?”

“Çorba içtik. Pilav yedik. Kızartılmış tavuk yedik. Şunu yedik... Bunu yedik...”

Adam bir çırpıda tam sekiz çeşit yemek saydı.

Yüce velî:

“Bre huysuz adam! Sekiz çeşit yemeği karnına sığdırdın da, bir çift sözü neden sığdıramadın? Git yanımdan! Senin şerrinden Allah’a sığınırım!” dedi.

Adam ardına bakmadan çıkıp gitti.

Ardından Hasan-ı Basrî Hazretleri kendisinin gıybetini yapan kişiye bir tabak hurma gönderdi ve şöyle buyurdu:

“Arkadaş! Sen bana salih amelinden bir miktar hediye etmişsin! Hediyeni aldım! Ben de buna karşılık sana ancak bu hurmayı gönderebildim! Beni mâzur gör ve hediyemi kabul eyle!”

Süleyman KÖSMENE

26.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri