Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

BİR KISSA, BİN HİSSE

Cüneyd-i Bağdadî ordu ile bir sefere katılmıştı. Sefer sırasında ordu kumandanı ona mücahitlere dağıtılmak üzere gönüllülerce hibe edilmiş bazı eşyalar gönderdi. O da bu eşyaları kabul edip, asker ve gazilerin muhtaçlarına dağıttı.

Fakat Cüneyd-i Bağdadi’nin içini bir kınamadır aldı. Bir gün öğle namazını kıldıktan sonra oturup; “Niçin o şeyleri kabul ettim ve dağıttım? Nefsimi kendinden bir şey dağıtıyormuş gibi göstererek gururlandırmış; mücahitleri de cihad esnasında eşyaya boğarak şımartmış olmayayım!” diye kendi kendini kınamaya başladı.

O sırada uykusu geldi ve uyudu.

Rüyasında, kendisine çok süslü bir takım köşkler gösterildi.

“Bunlar kimin?” diye sordu.

“Gazilere dağıtılan eşya sahiplerinin” denildi.

O anda Hazret-i Cüneyd’in içinden: “Acep bana da bir şey var mı?” diye geçmişti ki, derhal ona, köşklerin en güzeli ve en büyüğü gösterildi ve: “İşte bu senindir.” denildi.

Hazret-i Cüneyd: “Bana neden daha güzeli ve daha büyüğü verildi?” diye sorunca, denildi ki: “Onlar mallarını sevap bekleyerek verdiler. Sen ise, o malı kabul etmekle yanlış bir iş yapmaktan korkarak, nefsini sigaya ve hesaba çekerek dağıttın. Allah nefsini sigaya çekenleri sever. İşte nefsini hesaba çekmenden dolayı sana daha güzel bir köşk verildi.”

Süleyman KÖSMENE

29.12.2007


ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Bu bir mübârek kitaptır ki, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsın diye sana indirdik.

Sâd Sûresi: 29

29.12.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Bir kötülüğe götüren, ulaşılması mümkün olmayan bir şeye yönelik olan ve istek duyulmaması gereken şeye karşı aşırı istekten Allah'a sığınınız.

C

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 562

29.12.2007


Şeytanın mühim bir desisesi

“Nefislerinizi temize çıkarmayın” (Necm Sûresi: 32.) âyeti işaret ettiği gibi, tezkiye-i nefs etmemek. Zîrâ, insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka her şeyi nefsine fedâ eder. Mabuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mabuda lâyık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez; nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdâfaa eder. Hattâ fıtratında tevdî edilen ve Ma’bud-u Hakikinin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazât ve istidadı kendi nefsine sarf ederek, “Nefsinin arzusunu kedisine ma’bud edinip onun her emrine uyan kimse. (Furkan Sûresi: 43.)” sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir. İşte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathîri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.

Sözler, 26. Söz’ün Zeyl’i, s. 439

***

Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir; tâ ki istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta taksirattan takdis etsin.

Evet, şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez. Görse de, yüz tevil ile tevil ettirir. “Ve aynü’r-rızâ an külli aybin kelîleh” sırrıyla, nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için, ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiâze etmez, şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir peygamber-i âlîşan “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima kötülüğe sevk eder.” (Yusuf Sûresi, 12:53) dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir?

Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.

Lem’alar, 13. Lem’a Lügatçe: tezkiye-i nefs: Nefsini temize çıkarma. meâyib: Ayıplar, kusurlar. tezkiye: Temize çıkarma. tathîr: Temizleme. istiâze: Şeytandan Allah’a sığınma.

29.12.2007


Babamla hasbihal

Sevgili babacığım,

Seni, çok sevdiğin memleketimin, çok sevdiğin mezarlığına; annemin yanına defnettik, dönüyoruz. Beş gün önce, seni götürürken Mezitlerde sararan ağaçların manzaraları harikaydı. Şimdi bütün yaprakları dökülmüş, ağaçlar kupkuru… Yapraklar da senin gibi toprağa düşmüş. Sen de yapraklar gibi toprağa düştün. Zaten çoktan beri sararmış bir güz yaprağı gibiydin. Bir an evvel toprağa kavuşmak arzusuyla kalbi pır pır eden bir yaprak.

Ölümü ne çok istiyordun. Allah seni istediğine kavuşturdu. Hani ilk Kocatepe Mevlidinde 20. Mektub’dan okumuştun: “Ey insan, bilir misin nereye gidiyorsun?” Sen nereye gittiğini bilmenin rahatlığıyla ölümü bu kadar çok istedin.

Ölümün de, hayatın gibi güzel oldu. İnegöl’deki kardeşler nöbetleşe başında beklediler. Aralıksız Kur’ân ve Cevşen okundu. Son ânında da yanında onlardan biri vardı: Beytullah Ağabey. “Bu mübareğin yanında cevşen okumak çok feyizli oluyor, evde böyle olmuyor” demişti. Aynı şeyi ben de hissettim. Son akşam başucunda altı tesbihleri çekerken, onların hakikâtlerini adetâ ayne’l-yakîn hissettim. Bu iki haftalık ağız hastalığında sen neler çektin, neler hissettin, bilemiyorum. Neler kazandığını da yine Allah bilir. Bizler acizliğimizi bütün şiddetiyle hissettik. Iztırar lisanıyla duâ ne demekmiş anladık. “Ya Rabbi, ihtiyar babama merhamet et” duâsı hep dilimdeydi. İhtiyar halinde sıkıntı çekmene dayanamıyordum.

Başucunda Yasin okurken, gözümde yakın gözlüğüm, seni uzun uzun seyrettim. Bir daha göremeyeceğim bu yüzü ezberlemek istedim. Ezberledim. Babam, sakalının her telini ezberledim. Rengi griye dönmüş, kurumuş dudaklarını ıslatmak için verdiğim zemzem, sakallarından aşağıya akıyordu. Dilindeki yaralara bir şey yapamamak beni kahrediyordu. Doktor olmak da kâr etmedi.

O gece beni eve gönderdiler. Geldiğim zaman sıkıntıların bitmişti, gülümsüyordun. Sabah erkenden Bursalı dostlarımız seni uğurlamak için geldiler. Yeşilhisar’a cenaze namazını kılmaya uzaktan, yakından dostların geldi. Bu kadar salih insanın, hakkında hüsn-ü şehadet etmesi ne büyük mazhariyet. Okunan hatimlerin sayısını bilmiyorum. Allah hepsinden razı olsun. Böyle bir şirket-i maneviyeye dahil olmak ne büyük bahtiyarlık.

Senin için güzel şeyler söylediler, yazdılar. Sen onların Hilmi ağabeyiydin. Benim de babamdın. Haliyle insanın her hali kendinde olan babam. Ama senin önde gelen vasıfların; sevgi dolu oluşun ve tevâzundu. Sevgini çok rahat gösterir ve ifade ederdin. Tasannu, tekellüf bilmez, olduğu gibi görünen, dosdoğru bir adamdın. Kalbin safiyâne, temiz olduğu için fikrin de rahattı. Dünyada rahat yaşadın. Dünyanın meselelerini dert edinmedin. Adetâ kenarından geçtin, gittin. Hayatta tek dert edindiğin mesele hizmetle ilgili meselelerdi.

Şair ruhlu, ince zevk sahibi bir insandın. Ayın doğuşunu, güneşin batışını seyretmeyi, musikî dinlemeyi çok severdin, hele de torunlarını ne çok severdin.

Hayatım boyunca senin sevgini, desteğini hep yanımda hissettim. Yanımda olmadığın zamanlarda mektuplarınla beni desteklerdin. Yatılı okulda okurken bana ne güzel mektuplar yazardın. Hele o hitaplarını hiç unutmadım: “Nur’u Didem, Nur’u Aynım”. Bugün o mektuplarını tekrar okudum, biri beni çok ağlattı. Yine şairliğin tutmuş, mektubu şair gibi yazmışsın:

“Canım kızım,

Seher ve şeref yıldızım

Huyun gibidir huyum

Baban olduğum için mutluyum.”

Ben de senin kızın olduğum için çok mutluyum babacığım. Evet huylarımız da çok benzerdi. Damadın bu işe çok hayret eder: “Bir kız evlâdının babasına bu kadar çok benzediğini hiç görmemiştim” derdi. Sadece huylarımız değil zevklerimiz de çok benzerdi.

Erciyes’i ne çok severdin. Sendeki dağlara olan hayranlık ondan geliyordu. Kabrin de, Erciyes’in karşısındaki bir yamaçta. Hani memleket sevgisiyle bir şiir yazmıştın, onun bir dörtlüğü hatırımda:

“Toprak kırmızısı, ekin yeşili

Yurdumun baharı, ruhumun dili

Ey yıllardır doymadığım sevgili

Al beni bağrına, sar kucak kucak.”

Memleketimin toprağının bağrına seni bıraktık. Şimdi seni kucak kucak sarıyor. Ah babacığım, seni orada bırakıp dönmek, senden ayrılmak ne kadar zor geliyor. Hastalığının başlangıcından şu ana kadar, beni bir tek cümle teskin etti:

“İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn.”

Şimdi bize düşen, bu geçici ayrılığa sabretmek ve sana lâyık evlâtlar olmaya çalışmak. Rabbimden dileğim odur ki, bize ebedî ayrılık, ahiret ayrılığı vermesin. Bizleri Cennette cem eylesin. Âmin.

Rukiye Kaşlıoğlu

29.12.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri