Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Ancak İblis müstesnâ. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.

Sâd Sûresi: 74

23.01.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Sen geçmişte işlediğin hayırlara binâen İslâm nimetine erdin.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 591

23.01.2008


Adalet müessesesi hiçbir cereyâna kapılmamalı

Muhterem hâkimler, yirmi sekiz sene emsâlsiz ihânetlere, işkencelere, tarassud ve hapislere mâruz kaldım. Bütün bu iftira ve isnadların esâsı birkaç noktaya dayanır:

1. En birinci ithamları, beni rejim aleyhtarı olarak telâkkî etmeleridir. Malûmdur ki, her hükûmette muhâlifler bulunur. Âsâyişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdânıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes'ul olmaz. Bu hukûkî bir müteârifedir.

Dîninde çok mutaassıb ve cebbâr bir hükûmet olan İngilizlerin yüz sene hâkimiyetleri altında bulunan yüz milyondan ziyâde Müslümanlar, İngilizlerin küfür rejimlerini kabul etmeyip Kur'ân ile reddettikleri halde, İngiliz mahkemeleri şimdiye kadar onlara o cihetten ilişmedi.

Burada ve bütün İslâm hükûmetlerinde eskiden beri Yahudîler, Nasrânîler tâbî oldukları memleketin dînine, kudsî rejimine muhâlif, zıt ve mûteriz bulundukları halde, o hükûmetler hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten ilişmediler.

Hazret-i Ömer, hilâfeti zamanında, âdi bir Hıristiyan ile mahkemede birlikte muhâkeme olundular. Halbuki, o Hıristiyan İslâm hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlara muhâlif iken, mahkemede onun o hali nazara alınmaması açıkça gösterir ki; adâlet müessesesi hiçbir cereyâna kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu, din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki, komünist olmayan Şarkta, Garbda, bütün dünya adâlet müesseselerinde cârî ve hâkimdir.

Ben de, din ve vicdan hürriyetinin bu ana umdesine güvenerek, yüzlerce âyât-ı Kur'âniyeye istinâden, medeniyetin bozuk kısmına, hürriyet perdesi altında yürüyen mutlak bir istibdâda, lâiklik maskesi altında dîne ve dindarlara karşı tatbik edilen en ağır bir baskıya muhâlefet etmiş isem, kanunlar haricine mi çıkmış oldum? Yoksa, Anayasanın hakîki ve samîmi müdâfaasını mı yapmış bulundum? Haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı muhâlefet, hiçbir hükûmette suç sayılmaz; bilâkis, muhâlefet meşrû ve samîmi bir muvâzene-i adâlet unsurudur.

Tarihçe-i Hayat, s. 564

Lügatçe:

tarassud: Gözleme, gözle takip etme.

müteârife: Bilinen.

mutaassıb: 1-Taassubu olan, kendi tarafını aşırılıkla tutan. 2-Kendi din ve mezhebini tutmakta aşırı gitmekle birlikte başka din ve mezhepten olanlara düşmanlık gösteren.

Nasrânî: Hıristiyan.

mûteriz: İtiraz eden.

umde: Esas alınacak şey; ilke, prensip, rükün.

cârî: Geçerli, işleyen.

âyât-ı Kur'âniye: Kur'ân âyetleri.

istibdâd: Baskı.

muvâzene-i adâlet: Adalet dengesi.

23.01.2008


Nurun şehid kahramanı: Hafız Ali Ağabey

Bursa'dan Isparta'ya giderken gece yolculuğunu tercih etmiştim. Gecenin karanlığında seyredip, sabah vakti okunan ezan sesini Isparta'da dinlemek kısmet olmuştu.

Sabah namazını şehrin merkezî yerinde bulunan cami-i şerifte edâ ettikten sonra, Isparta'nın ara sokaklarında yürüyerek Hazret-i Üstad'ın 1953 yılından 1960 yılına kadar mekân ittihaz ettiği mübarek evini ziyaret ettim. Sabahın erken saatlerinde bize kapısını açan nur yüzlü bir simanın eşliğinde, Üstad'ın şimdi özel eşyalarından birçoğunun bulunduğu evi doyasıya gezdim. Her birisi ayrı bir güzellik taşıyan yâdigârları, bütün benliğimle soludum.

Sonrasında İslâmköy'e gitmek üzere "köy garajına" vardım. Heyecanlı bir yolculuğun ardından, Hazret-i Üstad'a sadık bir talebe olma şerefine nâil olmuş İslâmköylü Hafız Ali Efendi'yle alâkalı çalışmamı tamamlamak üzere İslâmköy'e vardım.

Nur ikliminde "Nur fabrikası" ünvanı ile iştihar etmiş bu bahtiyar ağabeyimin doğup büyüdüğü mekânlara vardığımda çok farklı duygular içinde kendimi buldum. Maksadım, Hafız Ali Ergün Ağabeyime talebe olan ve onun yanında Kur'ân dersi alarak, Nur Risâlelerini kalemle istinsah eden talebelerini bulup konuşmaktı.

Neticede, nur menzili İslâmköy'de maksadıma ulaşmış, Hafız Ali Efendi'nin hâlen hayatta olan ve kendisinden Kur'ân dersi alan talebeleri ile mülâki olmuştum. İsmiyle müsemmâ İslâmköy'de, Hafız Ali Ağabeyin hâlen hayatta olan talebelerinden Hasan Ergünal, Osman Nuri Yassıkaya, Recep Gören ve diğer talebelerinin hatıraları bize sevinç gözyaşları döktürdü.

Bunlardan Hasan Ergünal şöyle anlatıyordu:

"1945 yılında Üstad'ı ilk defa Emirdağ'da ziyaret ettim. Ondan önce Hafız Ali Efendi'den aldığım derse binâen Risâleleri yazıyordum. Bizim köye ziyarete gelip gittikten sonra ise, Üstad'ı defalarca ziyaret ettim.

"Risâleleri beşinci sınıftan itibaren yazmaya başladım. Hocam Hafız Ali Efendi gayet güzel Kur'ân okurdu. Hafızdı. Ehl-i velâyet ve ehl-i keşiftir. Bizim zamanımızda İslâmköy'de on sekiz kalem, Kuleönü'nde kırk, Sav'da bin kalemle Risâleler yazılırdı."

Hasan Ergünal, bütün Risâle-i Nur Külliyatını birkaç defa yazarak bitirmiş ve hâlen o yaşlı hali içinde yazmaya devam ediyordu.

"Ben, merhum Hâfız Ali'yi aynen hayattaki gibi Risâle-i Nur'la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum" diyerek, vefatından sonra da Hafız Ali'nin Nurun kudsî hizmeti içindeki yerine ve ehemmiyetine işaret eden Hazret-i Üstad'a hasret duygularımız daha da arttı böylece.

1943 yılında Kur'ân okuyup, Nur Risâlelerini yazmak, yaymak, okumak ve Hazret-i Üstad'a talebe olmak suçlarından(!) Üstad'la birlikte Denizli Hapishanesine götürülen İslâmköylü Hafız Ali Ergün, burada hastalanır, hastaneye kaldırılır ve orada vefat eder. Cenazesi Denizli kabristanına defnedilir.

Geçmiş yıllarda mezarını Denizli kabristanında ziyaret etmiş, Hazret-i Üstad'la olan alâkadarlığındaki mânâyı, mezarı başında tahattur etmiştim. Böylelikle, ömrünü, Nur'un kudsî iklimi içinde Kur'ân dâvâsı yolunda harcamış bu bahtiyar ağabeyimizi, yeni nesillere daha yakından tanıtmak maksadıyla bir Isparta yolculuğumuzu daha tamamlamış olduk.

Mustafa Öztürkçü

23.01.2008


BİR KISSA, BİN HİSSE

Mekke fethedilmişti. Ebû Süfyan İslâmiyet'i yeni tanımış, yeni ısınmış ve yeni Müslüman olmuştu. Bir ara Kureyş ileri gelenlerinden Attab ibn-i Esîd ve Hâris ibn-i Hişam ile Kâbe civarında karşılaştılar.

Bu esnada Hazret-i Bilâl-i Habeşî'nin Kâbe'de okuduğu ezan sesi duyulmaya başlamıştı. Reisler Mekke'nin ellerinden çıkmasına ve okunan ezana karşı tepkili idiler.

Attab: "Pederim Esid bahtiyardı ki, bugünü görmedi" dedi burnundan soluyarak.

Hâris öfkeli idi: "Muhammed bu siyah kargadan başka adam bulamadı mı ki müezzin yapsın?" dedi.

Ebû Süfyan ise inanmıştı artık: "Ben bir şey demeyeceğim. Korkarım ki; kimse olmasa da, şu Bathâ'nın taşları konuştuklarımızı ona haber verecek!" dedi.

Gerçekten az sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm geldi. Peygamber Efendimiz (asm) her birisinin sözlerini ve ne konuştuklarını tek tek söyledi.

Attab ibn-i Esîd ile Hâris ibn-i Hişam'ın şaşkınlığı hemen oracıkta îmâna dönüşüverdi. Her ikisi de kelime-i şehâdet getirdi ve Müslüman oldu.

Mektûbât, s. 109; Beyhâkî,

Delâil-i Nübüvve, 5/75

Süleyman KÖSMENE

23.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri