Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Allah buyurdu ki: "Öyleyse çık Cennetten. Artık sen kovulmuş birisin. Kıyâmet gününe kadar lânetim senin üzerinedir"

Sâd Sûresi: 77 - 78

28.01.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İnsanların hırsızlık bakımından en kötüsü rükûunu, sücûudunu ve huşûunu eksik yaparak namazından çalandır.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 599

28.01.2008


Duâ, rahmet hazinesinin anahtarıdır

Demek duâ, bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhâr edip, duâ ile Ona ilticâ etmeli; Rubûbiyetine karışmamalı. Tedbîri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini ittiham etmemeli.

Evet, hakikat-i halde, âyât-ı beyyinâtın beyânıyla sabit olan budur ki: Bütün mevcudât, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibâdet, birer has secde ettikleri gibi; bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye giden, bir duâdır.

Ya istidad lisânıyladır-bütün nebâtât ve hayvanâtın duâları gibi ki, herbiri lisân-ı istidadıyla Feyyâz-ı Mutlaktan bir sûret talep ediyorlar ve esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar. Veya ihtiyac-ı fıtrî lisânıyladır-bütün zîhayatın, iktidarları dahilinde olmayan hâcât-ı zarûriyeleri için duâlarıdır ki, herbirisi o ihtiyac-ı fıtrî lisâniyle Cevâd-ı Mutlaktan idâme-i hayatları için bir nev'î rızık hükmünde bâzı metâlibi istiyorlar. Veya lisân-ı ıztırârıyla bir duâdır ki, muztar kalan herbir zîruh, katî bir ilticâ ile duâ eder, bir hâmî-i meçhûlüne ilticâ eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.

Bu üç nev'î duâ bir mâni olmazsa dâimâ makbuldür.

Dördüncü nev'î ki, en meşhurudur, bizim duâmızdır. Bu da iki kısımdır: Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kâlîdir.

Meselâ, esbâba teşebbüs, bir duâ-i fiilîdir. Esbâbın içtimâı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisân-ı hal ile müsebbebi Cenâb-ı Haktan istemek için, bir vaziyet-i marziye almaktır. Hattâ çift sürmek, hazîne-i rahmet kapısını çalmaktır. Bu nev'î duâ-i fiilî, Cevâd-ı Mutlakın isim ve unvânına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.

İkinci kısım, lisân ile, kalb ile duâ etmektir; eli yetişmediği bir kısım metâlibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gàyesi, en tatlı meyvesi şudur ki: Duâ eden adam anlar ki, birisi var; onun hâtırât-ı kalbini işitir, her şeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına meded eder.

İşte ey âciz insan ve ey fakir beşer! Duâ gibi hazîne-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesîleyi elden bırakma. Ona yapış; âlâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık. Bir sultan gibi, bütün kâinatın duâlarını kendi duân içine al, bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumi gibi "Ancak Senden yardım isteriz" (Fâtiha Sûresi: 5.) de, kâinatın güzel bir takvîmi ol.

Sözler, s. 286

Lügatçe:

ubûdiyet: İbadet etme, kulluk.

livechillâh: Allah için.

âyât-ı beyyinât: Ap açık âyetler, deliller.

Feyyâz-ı Mutlak: Mutlak bolluk ve bereket sahibi olan Allah.

mazhariyet-i münkeşife: En gelişmiş ayna oluş, en mükemmel gösterici oluş.

ihtiyac-ı fıtrî: Yaratılıştan olan ihtiyaç.

zîhayat: Hayat sahibi, canlı.

hâcât-ı zarûriye: Zorunlu olan ihtiyaçlar.

Cevâd-ı Mutlak: Mutlak cömertlik sahibi Allah.

idâme-i hayat: Hayatı devam ettirme.

metâlib: Talep edilen şeyler, istekler.

lisân-ı ıztırâr: Çaresizlik ve mecburiyet dili; zaruret dili.

Hâmî-i meçhûl: Bilinmeyen koruyucu.

kâlî: Söz ile.

esbâb: Sebepler.

müsebbeb: Netice.

vaziyet-i marziye: Hoşnut olunan, istenilen vaziyet.

âlâ-yı illiyyîn-i insaniyet: İnsanlığın en yüksek derecesi.

abd-i küllî: Bütün mahlûkatın ibadetlerini kendi şahsında temsil edebilen kul.

takvîm: (Kıvâm'dan) 1- Düzeltme, doğrultma. 2- Kıvamına koyma, eğriyi doğrultma.

Bediüzzaman Said NURSÎ

28.01.2008


Elini değil, ayağını uzatmış

İbrahim Paşa, Şam'da bulunduğu bir gün, Emeviyye Camii'ne girdi. O sırada içerde Şam'ın büyük âlimi Şeyh Saîd el-Halebî (rh.), cemaate ders anlatıyordu.

İbrahim Paşa gelip Şeyh Halebî'nin yanına oturdu. Ayaklarını uzatmış bulunan Şeyh Halebî, Paşanın gelişine hiç aldırış etmedi. Ayaklarını toplamadı. Ona özel ilgi göstermedi.

Bu vaziyet İbrahim Paşa'yı çok kızdırdı ve hemen camiden ayrıldı. Paşa köşküne geldiğinde, dalkavuklar etrafını çevirdiler ve paşayı şeyhe karşı kışkırttılar. Dalkavukların sözlerinin tesirinde kalan Paşa, Şeyh'in derhal yakalanarak kendisine getirilmesini emretti.

Fakat Paşa askerleri gönderdikten biraz sonra, verdiği bu emirden pişman oldu. Şeyhi yaka paça yakalatıp getirmenin kendisi için yakışık almayacağını, bunu halka anlatamayacağından kendisine pahalıya mal olacağını, bunun yerine ona hediyeler gönderip onu zayıf damarından yakalayarak kendine kul etmenin daha uygun olacağını düşündü. Eğer Şeyh bu hediyeleri kabul ederse, bir taşla iki kuş vurmuş olacaktı. Hem Şeyhi kendine bağlamış olacak, hem de onun halk nazarındaki itibarını düşürecek; böylece, Şeyhin halk arasındaki nüfuz ve tesirini yok edecekti.

Paşa bu düşüncelerle askerleri geri çağırdı ve Şeyh'e bin altın gönderdi. Vezirine de, bu paraları Şeyh'e, talebelerinin ve müritlerinin huzurunda vermesini sıkı sıkıya tembih etti.

Bin altını alan vezir, doğruca Emeviyye Camii'nin yolunu tuttu. Şeyhin talebelerine ders okuttuğunu görünce, kolladığı anı yakalamanın sevinciyle onlara selâm verdi. Ardından yüksek sesle ve ukala biçimde:

"Şu bin altını, Paşa hazretleri, ihtiyaçlarınızı görmeniz için size gönderdi." dedi.

Şeyh, hiç oralı olmadan, sakin bir şekilde:

"Evlâdım!" dedi. "Efendinin paralarını geri götür ve ona de ki:

"O sana ayaklarını uzatmış; ellerini değil!"

Süleyman KÖSMENE

28.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri