Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

De ki: Ben Müslümanların ilki olmakla da emrolundum. Rabbime karşı geldiğim takdirde büyük bir günün azâbına uğramaktan korkarım.

Zümer Sûresi: 12-13

08.02.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

En zorlu savaş, kadınların fitnesinden korunabilmektir. İnsanın karşılaşmayı en uzak gördüğü şey ölümdür. Bu ikisinden daha zorlusu ise, insanlara muhtaç olmaktır.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 611

08.02.2008


Tesettür, kadını mânevî esaretten kurtarıyor

Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîü't-teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa'da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, "Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar" diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur'ân'ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.

Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştahını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor.

Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükümette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!

(Lem'alar, 24. Lem'a, 1. Hikmet)

Lügatçe:

istiskal: Ağır görme, huzurundan hoşlanmama.

tefahhuş: Fuhşa girme, ahlâksızlık.

tefessüh: Bozulma, kokuşma.

serîü't-teessür: Çabuk müteessir olan, çabuk üzülen.

semlendirmek: Zehirlemek; kirletmek.

ref-i tesettür: Tesettürün kaldırılması.

hilâf-ı fıtrat: Yaradılış maksadına zıt.

mâden-i şefkat: Şefkat madeni, kaynağı.

refika-i ebediye: Ebedî hayat arkadaşı.

sukut: Alçalma.

zillet: Aşağılık, horluk, alçaklık.

esaret: Esirlik.

sefalet: Perişanlık.

tahavvüf: Korkuya düşme, korkma.

hamî: Himaye eden, koruyan, sahip çıkan.

kesretle: Çoklukla.

cibilliyet: Yaratılıştan olan, huy, tabiat, karakter.

hilkat: Yaratılış.

mesmuât: Duyulanlar, işitilenler.

payitaht-ı hükümet: Hükümetin, devletin merkezi; başkenti.

Bediüzzaman Said NURSÎ

08.02.2008


“Kar çiçekleri”

Büyük büyük adamlar büyük büyük masalarda oturup, yıllardır cömertçe gasp edilen en temel hakların yontularak nasıl verileceğini tartışırken, Bursalı hanımlar olarak okuma günleri başlattık, yasak ve sınır koymadan herkesi olduğu gibi kabul edip korkulara kapılmadan. Hem de ilimlerin şâhı, ilimlerin padişahı olan iman ilmi müzakere edildi günlerce, bütün ayırımcılıklara inat kardeşçe…

Kapılar ve gönüller sonuna kadar açıldı. Gemlik’ten, Orhangazi’den koşa koşa geldi hanımlar ışığa aşık pervaneler gibi… Öyle ya umum kâinatta cârî bir tekâmül kanunu vardı. Nasıl durabilirdi insan halife-i zemin iken. “Sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa” da şevkimiz hiç bozulmamalıydı. Kış şartlarında biraz zor olacaktı evi barkı bırakıp gelmek, ya da her gün yollara revan olmak, lâkin “Rahat zahmetteydi, zahmet rahatta”.

Hanım hanıma sıcacık bir atmosferde, mâneviyât merkezi Yeşil’de Mehmet Çelebi’nin mihmandarlığında ve Emirsultan’ın komşuluğunda; anlayacağınız feyiz sağnak sağnak... Maneviyat olur da melekler olmaz mı hiç? Onlar da kardan atına binip semadan indi lapa lapa.

Çocuklar ana kucağından uzaklaşmadan neşeli oyunlar oynarken, anneler binler ezvâka müreccah ilimleri müzakere ile meşguldü. Hanımeller ince ruhlara nurdan motifler dokudu ilmek ilmek, omuz omuza, diz dize paylaşıldı hakikatler.

Ebediyet muştuları telkin eden ulu mabed Yeşil Cami seyredilirken sıcak çaylar eşliğinde, uhuvvetler de gelişti duman duman.

Programa katılan bir hanım “Gelmeden önce çok tereddüt etmiştim, ‘Oradaki insanların hiç birini tanımıyorum, nasıl olur?’ demiştim. Fakat tanıştığımıza çok memnun oldum. Anladım ki, siz bizsiniz, biz de siz.”

Bir başkası “Beni çocuğumla kabul etmeseydiniz gelemeyecek ve istifade edemeyecektim” dedi. Emsâl olsun bu sözler kadını her yerde her haliyle kabul etme faziletini gösteremeyenlere…

Kimisi “kar çiçekleri” adını verdi kardeşlerine, kar bile inkişaflarına mâni olamadı diye… İçinden taşan muhabbet duyguları satırlara döküldü kelime kelime…

Bir daha buluşmak temennileriyle vedalaştık birbirimizle. Herkes geri döndü kopup geldiği yere.

Şefkat kahramanı kadın ihmal ederse kendini ve dahi ihmal edilirse, büyümeden nasıl büyütecek, öğrenmeden nasıl öğretecek? Nasıl gelişecek toplum, nasıl “muâsır devletler seviyesine” ulaşacak milletimiz.

Evet kar çiçekleri, zemin ve zamana aldırmadan neşv-ü nemâ bulmak temennisiyle…

Nuriye ÇEVİK

08.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri