Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Bomba var kömür yok, nakit var askere yok

Mesaj şöyleydi:

“Umur Bey, 2. Hava Kuvvet Komutanlığı 8. Ana Jet Üs Komutanlığı, sınır ötesi operasyona katılan uçaklarımızın üssüdür. Ama Şubat 15 itibariyle devlet bize hala kömür almamıştı. Subay ve astsubaylar kendi paraları ile kömür alıp ısınmaktadır.”

Belki şu ara alınmıştır; bilmiyorum. Ama mesaj öyleydi:

Bomba yükleniyor ama kömür boşaltılamıyordu oraya!

Cuma günü Hürriyet’te Vahap Munyar’ ın köşesinde, OYAK Holding Genel Müdürü Coşkun Ulusoy’ un sözleri vardı:

“Dünya krizde kıvranırken elimde 3.5 milyar dolar nakit parayla dolaşıyorum.”

Ulusoy, yetim ve yoksulların yetiştirilmesine adanmış bir okulun, “Daçka” nın, Darüşşafaka Lisesi’ nin mezunu.

Paradan önce parasızlığı, dünyanın krizde kıvranmasından önce insanın, bir çocuğun kıvranmasını yaşamış olmalı.

“Parayı öğrenmesi” daha sonra.

Aslında şu anda yönettiği kurum herhangi bir holding değil.

Aslında holding denmesi de tuhaf; nasıl Darüşşafaka öncelikle yetim ve yoksul öğrenciler içinse, OYAK da, öncelikle üyelerinin, onu maaşlarından yapılan mecburi kesintilerle kurup büyütenlerin “sosyal güvenlik kurumu.”

Üniformaları içindeyken zor anlarında destek olabilmek, üniformayı çıkardıklarında emekliliklerine biraz daha katkı verebilmek; yetimlerine, dullarına, öksüzlerine, mağdurlarına sahip çıkabilmek üzere kurulmuş, yani öyle olduğu sanılan “yardımlaşma, dayanışma kurumu.”

Bu “sosyal güvenlik” kurumu, hem herhangi bir holdinge göre mali, ekonomik imtiyazlara sahip olmuş, hem de herhangi bir holding gibi, salt ticaretle, karlılıkla, büyümekle, nakit parayla, sermayeyle, özelleştirmeden şirket almakla, yabancılara banka, sigorta satmakla övünür olmuş.

Oysa OYAK yönetiminin yarısından çoğu sivil bile değil; bir kısmı hala görevde olmak üzere, üst kademe subay.

OYAK ve şirketlerinin yönetimine asla giremeseler, bu yüzden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmek zorunda kalsalar da, maaşlarıyla OYAK’a kaynak aktaran askerlerin büyük çoğunluğu “ast ve alt” kademedeler.

Büyük çoğunluğun da çoğu, yurdun dört yanında, hatta “tehlikeli” yörelerde yeterli lojman bulamayan, bulduğu lojman dökülen, orduevleri dökülen, hatta kimileri orduevine, bir kampa dahi giremeyenler;

Taşınabilmesi taşınamaması ayrı; “devletin kafi parası olmadığı için” çelik yelekten, zırhlı araçtan, kafi ölçüde mayın tarama cihazından mahrum ölebilenler, sakat kalabilenler, arkadaşını yitirenler.

Yüzlercesi bana gelirini giderini gönderdiği için biliyorum, lojmansızlıktan maaşının büyük lokmasını kiraya kaptıranlar, kalanla çocuklarını bazen en ücra köşelerde, bazen onlardan aylarca ayrı kalıp okutmaya çabalayanlar, başta “satılan” Oyakbank’a, “kredi kartı borcu”na gömülüp borç yüzünden ordudan atılmaktan korkanlar. OYAK’ın alfabetik listede dahi, “A”dan daha altlara attığı alttaki üyeleri.

Keyif de çok

Sadece “dünya krizde kıvranırken” değil, “muvazzaf, emekli, hatta sivil üyelerinin çoğu krizde kıvranırken” cebinde 3.5 milyar dolar nakitle dolaşmakla gurur duyan (duysun elbette); binlerce yuvayı, insanı, işi yıkan 2001 krizinden “karlı çıkmak” la övünen bir “yardımlaşma kurumu” yöneticisi, hele bir “Daçkalı”, keşke sadece cüzdan değil, vicdan da konuştursaydı.

“Sosyal” bir “güvenlik” ten bahsedebilseydi; üyelerinin, yetimlerinin, yoksullarının, alttakilerin, çocuklarının, memleketin sıkıntılarını aktarabilseydi de...

Vahap’ ın köşesi, “İki büyük krizde Oyak 12’den vurdu... Bu, hissedarlara yansıdıkça Ordu Yardımlaşma Kurumu üyelerinin keyfine diyecek yok” diye bitmeseydi.

Belki de ben yanılıyorum: Belki de hakikaten “üyelerin keyfine diyecek yok”tur.

Keyif üstüne, OYAK yönetimindeki emekli ve muvazzaf generaller, Genelkurmay, Milli Savunma, subay ve astsubay emekli dernekleri, subay ve astsubaylar, en alttaki uzmanlar, sivil memurlar, maaşları OYAK için karşılıksız kesilmiş gelmiş geçmiş on binlerce asteğmen ne der, merak ediyorum?

OYAK’ın payını aldığı asker maaşlarını OYAK değil, aslında vergiyle, devlet borcuyla tüm kamu ödediğine göre, siz ne dersiniz?

HERKESİN KEYFİ YERİNDE Mİ?

Sabah, 17.2.2008

Umur Talu

18.02.2008


 

Türban tek başına çözülmez

TÜRBAN tartışmasında üslup öyle sertleşti ki, kadınların sesi, erkek üslubunu kullanmadıkça neredeyse hiç duyulmaz oldu.

Ben bu karmaşada yüreğimi açabileceğim bir ses duydum.

Aralarında bir ya da ikisi dışında kimseyi tanımadığım bir grup başı örtülü kadının sesi bu.

Mesaj kutuma düşen açıklamalarında, “Söz konusu özgürlükse hiçbir şey teferruat değildir” diyorlar.

“Başını örttüğü için ayrımcılığa uğrayan kadınlar olarak tüm samimiyetimizle açıklıyoruz ki, üniversitelere başımızı örterek girmekle mutlu olmayacağız ta ki” dedikten sonra sıralıyorlar:

“Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukuki ve psikolojik ortam oluşturulmadan.

Acımasızca işlenen cinayetlerin gerçek sorumlularına ulaşılmadan, 301 davalarını bitirecek düzenleme yapılmadan.

Azınlık vakıflarının üzerinde pişkince oturanların rahatları bozulmadan.

Alevilerin ibadetini kültürel aktivite, ibadet evlerini de kültür merkezi olarak görmekte ısrar etmekten vazgeçilmeden.

Üniversitelerden sudan sebeplerle atılan arkadaşlarımız geri dönmeden.

Yasakçı zihniyet bize ne zaman, nerede ve nasıl örtüneceğimizi dayatmaktan vazgeçmeden.

Üniversitelerin bilimsel özgürlüğünün önündeki en büyük engel YÖK kalkmadan.

Kısacası 12 Eylül darbe anayasasını esamesi okunmayacak şekilde ortadan kaldırıp yeni sivil bir anayasa yapılmadan mutlu olamayacağız...”

Ben bu sese kulağımı ve yüreğimi açıp birlikte ortak nokta bulma arayışına çıkarım. Bir tane Türkiye var. Onun da sahibi ne bir kişi ne de bir grup. Türkiye bizim. Birlik olmak zorunda değiliz ama bir arada yaşamak için, hepimizin rahat edeceği bir noktada buluşmaya mecburuz.

Bu üçüncü sesle ortak bir nokta bulabilirim. Türban meselesinin çözümü konusunda en başından beri birçoğumuzun söylediği, ama siyaset erbabının rant getirmeyeceği için duymazdan geldiği bir gerçek var. Türban tek başına çözülemez.

Bu bir demokratikleşme paketinin parçası olarak uzlaşma ile çözümlenebilir. Herkesin kendini güvende hissedeceği bir demokratikleşme sürecinin yeniden yapılandırdığı zihniyet ikliminde bölücü bir konu olmaktan çıkarak, kişisel tercih boyutu ile gündeme gelebilir.

Hürriyet, 17.2.2008

Ferai Tınç

18.02.2008


 

17. maddeye dokunmayın

Günlerdir iyi niyetli yazarlar uyarıyorlar: Aman 17. madde ile ilgili bir değişiklik yapmayın, hele hele başörtüsünün nasıl bağlanacağını kanunla belirleme yoluna gitmeyin; bu hem ele aleme karşı bir laiklik, hürriyet ve demokrasi ayıbı olur, hem de anayasa mahkemesi bozma kararı alabilir ve bu karar, başörtüsünün yine yasaklandığı şeklinde yorumlanır, başa döneriz, ettiğiniz hayır şerre dönüşür, kaşıkla verdiğinizi sapıyla çıkarıp geri almış olursunuz…

İyi niyetle yasağın kalkmasına destek veren MHP’nin bu konuda ısrar etmesini beklemiyoruz. Daha önce böyle bir mutabakata varılmış olabilir, ama maksat yasağın kalkması ise, maksada ters düşecek bir değişiklikte ısrar etmenin manası kalmaz, hatta bu ısrar farklı bir manayı ima eder.

Eğer üniversiteli öğrenciye yakışmadığı düşünülen çarşaf, şalvar gibi giysilerin engellenmesi isteniyorsa bu amaca, YÖK’ün alacağı kararlar ve yapılacak yönetmeliklerle pekala ulaşılabilir.

(...)

17. maddeyi değiştirip başörtüsünü tarif etmek “yasaklamak için kanun çıkarmak” demektir.

Yeni Şafak, 17.2.2008

Hayreddin Karaman

18.02.2008


 

Şahane bildiri

Önceki gün ekranımıza düşen Özgür-Der imzalı bildiriden başlayacağız. Haklarında hemen herkesin bir şeyler söylediği başörtülü öğrenciler öyle bir bildiriye imza attılar ki, “şapka çıkartmamak” imkansız.

Kimin imzası ile gelebileceği üzerine kafa yormamıştım ama -ister inanın ister inanmayın- bu “çocuklar”dan –hem de tam sırasında- böyle bir ses geleceğini tahmin ediyordum.

Bugünlerin pek tutulan jargonuyla söylersek, yıllardır konuşmaya doyamadığımız mesele “İşte budur!”

(...)

Bildirinin sonunda da şu hadis: “Gökler ve yer adaletle ayakta durur.”

Sizi bilmem ama bana göre, başörtüsü meselesine ilişkin bugüne kadar yayınlanmış bildiriler içinde en şahanesi budur. Ne hocaların ilk bildirisi, ne orta yolcuların ya da sonra katılanların bildirileri, en iyisi kesinlikle budur.

“İçeri”den ama “dışarı”yı da aklından hiç çıkartmayan; daha doğrusu “içeri” ve “dışarı”nın aslında aynı dertten muzdarip olduğunun bilinciyle kaleme alınmış çok değerli bir bildiri bu. Bildiri bize haklı olarak, “mutlu olabilmek” için aşmamız gereken adaletsizliklerin bir bütün oluşturduğunu söylüyor.

Aferin gençler, işte böyle...

Yeni Şafak, 17.2.2008

Kürşat Bumin

18.02.2008


 

Hakikî özgürlük talebinin başı kapalısı, açığı yok

Bir grup türbanlı kız “Söz konusu olan özgürlükse, hiçbir şey teferruat değildir” başlığı altında dün bir bildiri yayınladılar.

(...)

Bu bildiri benim indimde bir milattır. Keşke bildiri biraz daha uzun ve kapsayıcı olsaydı ama şimdilik bu da yetiyor. Zira türbanlı kadın ve erkeklerden duymaya alışık olmadığımız sözler ve talepler bunlar.

Bu bildiri kimin umurunda olacak, herhangi bir etkisi olacak mı, çok imza toplayacak mı (şimdilik 150 kız imzalamış) bilmiyorum ama bu benim için bir milattır.

Zira gerçek özgürlüğün peşinde olanlar için “başı açık özgürlük” “başı kapalı özgürlük” diye bir ayrımın olmadığını gösterdi bana.

Vatan, 17.2.2008

Tuğçe Baran

18.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri