Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Müttefikimiz çocuk öldürüyor

“Futbol oynarken vurulan çocuklardan sağ kalan biriyle konuşuyorum.

Ağlayarak anlatıyor: ‘Kuzenimin kafası kopmuştu. Bedeninden çok uzağa fırlamıştı. Kollar, bacaklar sahaya yayılmıştı. ‘

O sırada çocuğun kollarını açıyorlar. Kolları tamamen yanmıştı ve neredeyse et kalmamıştı.”

Bir gazeteci, hafta içindeki İsrail saldırısının “top oynayan çocuk kurbanları” nı böyle anlatıyor.

Biliyorsunuz, önceki gün daha beteri geldi.

Gazze’de çoluk, çocuk altmış ölü.

Evlatlarına kahvaltı hazırlarken öldürülüvermiş bir anne.

Hani geçenlerde Ankara’daydı; İsrail Savunma Bakanı Barak, “Siviller de vurulduğu için mutlu olduğumu söyleyemem ama Hamas roket saldırılarının bedelini ödemeli” diyor.

Biliyorsunuz, Hamas, seçimlere katıldığı, seçim kazandığı halde “terör örgütü” sayılıyor.

Çünkü, “sivilleri de vuran terör eylemleri” nde bulunuyor.

Kabul. Bu doğru. Hamas sık sık cinayet işliyor.

Peki “sivilleri de vuran terör eylemleri” bir devletten geliyorsa, üstelik çok daha fazla sivili öldürebiliyorsa, o katillere ne demek gerekiyor?

Şunu:

Müttefikimiz, dostumuz, stratejik ortağımız, anlık istihbarat kaynağımız, operasyon destekçimiz, operasyon bitirirken asla telkinini melkinini almadığımız ABD’nin, devletimizin tüm zirve mürettebatı ile Washington’una gidip geldiğimiz Başkan’ının açık Sözcüsü açıklıyor:

“Siviller için üzgünüz. Ancak, sivilleri hedef alan terörist roket saldırısı ile İsrail’in meşru müdafaası arasında açık bir fark mevcuttur.”

Öyle. “Açık fark” mevcut:

Çünkü, eğer rakamsa, “terörist” Hamas’ın roketle vurduğu sivil sayısı, “meşru müdafaacı” İsrail’in füze ile, bomba ile, tank ile, mermi ile vurduğu Filistinli sivil sayısından fark yiyor!

“Terörle mücadele” diye işgal edilen Irak’ta sadece şubatta 636 sivilin ölmesi de böyle bir şey.

“Terör suçu ile tüm dünyada mücadele eden” ABD’de, 2 milyon 300 bin kişinin, her 100 yetişkinden birinin cezaevlerini doldurması, çoğu yoksulluğun şiddeti içinden gelen suçluları orada tutmak için yılda 55 milyar dolar harcanması, 20 ila 34 yaş arasında her 9 siyah erkekten birinin (biri de askerde) “içeride” olması da öyle.

Açık farkı yiyenler belli.

Çünkü bu sistemler kendi kirli, kanlı, cerahatli ellerini saklıyorlar!

Biz ne diyebiliriz?

Tanklarımızı, Filistinli çocuğun kollarını yakan tankların İsrailli firması modernize ediyor.

Uçaklarımız Konya’da, o çocukları bombalayan İsrail F-16’larıyla birlikte uçmuş.

İsrail’den, ki çok münasiptir “insansızlık”; “insansız uçak” filan alacağız.

ABD ile İsrail zaten bizim “terörle mücadelemiz”i de destekliyor.

ABD’den de yeni silahlar alacağız.

Bu büyük ülkede büyük medya geçinip Filistin’in “makul” Başbakanı Abbas’ a dahi “Soykırımdan beter” dedirten katliamı, aklınca okurundan kaçıran, küçülten büyük gazetecilik mevcut.

Biz ne diyebiliriz?

Belki de, BM ve ABD isteği, İsrail onayıyla, yarın Gazze’ye “barış için” asker gönderebiliriz.

Ölü çocukların oraya, ölü çocukları iyi bilen bir ülkeden!

Sabah, 3.3.2008

Umur Talu

04.03.2008


 

Çekilmenin püf noktası

Düşmanları tarafından bile ‘asker millet’ olarak saygı gören bir toplumda harekât sonrası gerçekleştirilen çekilmeye yönelik eleştirilerin hafifliği can sıkıyor.

Dün kendine eziyet bakımından tartıştığım konunun bir boyutu da bu. Askeri harekâtlarda en zor aşamalarından birinin ‘çekilme’ olduğunu bilmek için, kurmaylık gerekmez. Bu zorluğa dikkat çekildiğinde anlamazlıktan gelmek için kasıt, anlamamak için de ahmaklık şart!

Basit ticari işte bile ‘çekilme’ her zaman sıkıntılıdır. Herhangi bir yerde yatırım yaptıktan sonra çekilme kararı verdiğinizde sizi türlü zorluklar bekler. Hele de önemli bir marka iseniz, işin en hassas yanı, çekilmenizle ilgili olumsuz izlenimler doğmasına meydan vermemektir. Mal veya hizmet pazarı için çekilme böylesine ciddi iş iken, can pazarının yaşandığı askeri harekâtta aynı aşamanın önemini vurgulama ihtiyacı duymak bile insana zül geliyor. En küçük kayıp yaşamadan gerçekleştirilen bir çekilme bazen başarılı bir harekâttan daha parlak bir askeri etkinlik anlamı taşıyabilir.

(...)

Gerçi bu kusursuz bir çekilme harekâtında, ilgili karmaşık şartların fazlasıyla aleyhimizde olmasının payı çok önemliyse de düşmanın başarısı her durumda büyüktür. Mazeret ne olursa olsun, hasmına çekilmeyi pahalıya ödetemeyen taraf işini çok iyi yapmış sayılmaz.

Ordumuzun son harekâtından sonraki tartışmalar bu açıdan pek sığ ve sefil... Amerika’nın baskısı ile çekilme ve işi bitirmeden dönme gibi iddiaların tamamı, zamanlama bahsinde düğümlü... İyi ama hangi zamanlama, kimin zamanlaması, nasıl zamanlama? Baskının baskın olabilmesi için azami gizlilik nasıl esas ise çekilmenin çekilme olabilmesi için de aynı derecede gizlilik şart.

Aksi halde çekilmiş değil, püskürtülmüş olursunuz. Öyleyse ‘çekilmenin zamanlaması yanlış oldu’ türünden bir eleştirinin anlamı yok. İşin püf noktasını başka yerde aramalı... Şahsen harekâtın başarıyla gerçekleştiğini, çekilmenin de parlak olduğunu, yanlış zamanlama gibi bir durumun söz konusu edilemeyeceğini ama zamanlamayı maalesef mahrem tutamadığımızı düşünüyorum. Yanlış zamanlama değil, yaptığımız zamanlamanın gizliliğini koruyamama... Küçümsenecek zaaf değil...

Askeri açıdan ABD fazla içli dışlılığın doğal sonucu... Amerikan istihbaratı çekilme zamanlamamızı keşfedince ortaya bizi küçük düşüren manzara çıkartıldı. Herhalde bunun sebebi de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu doğa ve hava şartlarında yaptığı harekâtla bölgeye ve bütün dünyaya, ABD askeri gücünü bile sönükleştirecek kadar parlak bir gösterisi sunması...

Zamanlamamızın gizliliğini koruyamamak, ABD’ye fiyakamızı bozma fırsatı verdi: ‘Harekâtın başarısı ile fazla övünme, bölgede bana baskın görünmene katlanamam...’ Medyamız emre amade olunca ABD’nin bu çiziği atması kolay...

Bugün, 3.3.2008

Ömer Lütfi Mete

04.03.2008


 

Müktesebatımı ve vicdanımı iptal mi edeyim?

Hafta başında Türkiye’den bu sefer kendimle ilgili nahoş bir haber aldım: Arat Dink ve Serkis Seropyan’ı ‘Türklüğü aşağılamak’tan mahkum eden mahkeme kararını eleştiren ‘301 Zihniyeti’ başlıklı yazım yüzünden, hakkımda suç duyurusunda bulunulmuş. Demek ki, ceza koğuşturması ve davası yakındır.

‘Şikáyetçi’ hakim söz konusu yazıyla hem mahkemeye hakaret ettiğimi (TCK m.125) ileri sürüyor, hem de ‘adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ (TCK m.277) ettiğimi...

Bundan üç yıl once, yine böyle bir vesileyle ‘Sözün Bittiği Yer’ diye bir yazı yazmıştım. Şikáyet dilekçesini okuyunca yine aynı duyguya kapıldım. Hakikaten de ‘sözün bittiği yer’deyiz.

Neden derseniz? Bir kere, ortada mahkemeye hakaret diye bir şey yok. O yazıda mahkemenin kararını tamamen teknik açıdan eleştirmiş ve karara hukuk-dışı unsurların karıştırılmasının yanlışlığına dikkat çekmiştim. Bunun mahkemelerimiz arasında yaygın bir yanlış olduğunu gözleyen bir hukukçu olarak bu konuda elbette sessiz kalamazdım. Esasen, okuyucularım da güncel hukukî meselelerde benden genellikle bilgilendirici-aydınlatıcı yazılar beklerler.

‘Adil yargılamayı etkileme’ meselesine gelince, çoğu kimse hukuk böyle bir suçun ‘hikmet-i vücud’unu maalesef idrak edebilmiş değil. Bundan kasıt mahkeme kararları hakkında hiçbir şey yazılıp söylenmemesini temin etmek değildir. Tabiî ki her eleştiri veya inceleme yazısı mahkemeleri etkiler. Mesele ne türden bir etkinin söz konusu olduğudur. Esasen, bir hukukçunun uzmanlık bilgisine dayalı yazı yazması hakimlere yardımcı olur ve ‘adil yargılama’ya katkı yapar.

Kanun’un önlemek istediği bu türden eleştiriler değil fakat tamamen saded harici müláhazaların eseri olduğu belli olan, adaleti saptırmaya dönük yazı ve haberlerdir. Ayrıca, böyle saiklerle hareket eden öznenin bu yolla adaleti saptırabilecek cesamette de olması gerekir. Onun için, asıl şaşırtıcı olan, sansasyonel manşetli ‘haber’leriyle mahkemeler üzerinde baskı kurmaya çalışan, hatta bu yolla düşünen-yazan insanlar aleyhine kararlar çıkmasını kolaylaştıran koca koca basın-yayın organlarını dururken, mahkemeleri etkileme gücü onlarınki yanında ‘devede kulak’ bile olmayan benim gibi yazarlara dava üstüne dava açılmasıdır.

Esasen etkileme ve etkilenme her alanda normal bir şeydir. Mesele, etkilemenin hedefi olan kişinin ‘kötü’ etkiler karşısında ‘istikamet’ini yitirmeyecek kişilik yapısına ve donanıma sahip olmasındadır. Böyle olmaları gerekenlerin başında da hakimler gelir. Her yazıp-çizilen şeyden etkilenip adaletin yolundan sapabilecek karakterdeki kişi zaten hakim olamaz.

‘Sözün bittiği yer’de olduğum duygusuna kapılmamın bir nedeni de, son on yılda hepsi de meslekî görüşlerimi açıkladığım için maruz kaldığım takibatların çoğunda yaptığım teknik-hukukî savunmaların maalesef bir etkisi olmadı. Bunların doğru-dürüst okunmuş olduğundan bile şüpheliyim. Ayrıca, hakkımdaki şikáyetin yazımın yayımlanmasından neredeyse üç ay sonra yapılmış olması da huzursuz edici bir durum.

Türkiye’deki hukuk uygulamasının yanlışlarını eleştirdiğim hemen hemen her durumda hakkımda cezaî ve/veya hukukî takibat yapıldığına göre, benden meslekî müktesebatımı ve de vicdanımı iptal etmemi mi istiyorlar?...

Star, 1.3.2008

Mustafa Erdoğan

04.03.2008


 

Madem öyle...

AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Fırat’ın yasağı sürdüren rektörlere karşı “savcıları göreve çağıran” konuşmasını televizyonda canlı yayında da izledim.

Fırat, başörtüsü yasağının kalkması için yeni bir “Ek 17. maddeye ihtiyaç olmadığı” gibi son anayasa değişikliğinin bile gereksiz olduğunu savunuyordu..

Açıklamayı haklı, yerinde buldum. Ben de konuya ilişkin yayımladığım yazılarda bu görüşü açıklamaya çalışmıştım.

Ancak bu yerinde açıklama bana şu soruyu da sordurdu:

Madem öyle; yasağın kalkması için madem ki ne Ek 17. madde ile oynamaya ne de anayasa değişikliğine gerek vardı, o zaman bu sürece niçin girildi?

Soruya cevap yetiştirmek bana değil, AKP Genel Başkan Yardımcısı’na düşüyor tabii ki...

Yeni Şafak, 3.3.2008

Kürşat Bumin

04.03.2008


 

Sınırlar ve demokratikleşme üstüne

Ne hassas, ne bitmez konuymuş meğer sınırlar...

Yıllardır sınırlarımıza yapılan tecavüzleri konuşuruz.

Sınırlarımızdan sızan mütecavizlerle vuruşuruz.

Ama ne hikmetse insan haklarına, hukukun sınırlarına tecavüz edilirken sessiz dururuz.

Coğrafya yer küre üzerinde sıradan toprak parçası iken, nesiller boyu can vererek, yollar yaparak, köprüler, kubbeler çatarak, beldeler kurarak, üreterek, göz nuru dökerek, hatıralarımızla, tarihimizle özelleştirdik. Bu coğrafyayı vatan yaptık.

Onun için “Vatanı sevmek imandandır.”

Vatanı korumak demek, o coğrafyayı vatan yapan değerleri korumak demek. Sınırları içinde milleti egemen kılmak.

Kavramların içini boşaltmada, menfaatlerini mukaddesin arasına sokmakta mahir madrabazlar vatan kavramını da ihmal etmediler.

Kaşla göz arasında vatanı devletleştirdiler. “Tevhid-i tedrisât” ile yerleştirdiler.

Tek partinin umdeleri nasıl olup da devletin ilkelerine dönüştü? Milliyetçi, halkçı, devletçi, devrimci....

Türk halkı böylece ilkelere sarıldıkça vatanını da sevmiş oluyordu(!)..

Hukûkun sınırları ustalıkla çarpıtılınca, kimse şikâyet etmiyordu.

“Vatan uğruna” değil, “devlet uğruna” yaşar olmuştuk...

Devlet madrabazların elinde, halka hizmet sunmakla görevli kurumlar olmaktan çıkıp, toplumdan bağımsız bir kimlik ve kişilik üstlenerek insanüstü ve kutsal bir fetiş olabiliyor. Bizde devlet fetişizmini isteyenler yok değil. 1982 Anayasasının başlangıç kısmının ilk hâlinde “devlet üstün ve kutsal”dır. 1995’te yapılan değişiklikle “devletin kutsallığı” yerine “yüceliği” geçirilmiş ise de, esasta hiçbir şey değişmemiştir.

Türk halkı demokrasi sınavlarında reşit olduğunu ispatlasa da, hak ve özgürlüklerden eşit faydalanmak istese de, zorba devlet yanlıları milleti eşit değil, eşikte tutmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı seçiminde halkı devre dışı bırakmak isteyenler, bugün toplumda ve mecliste oluşan uzlaşmaya rağmen başörtülüleri hor görmeye, üniversite kapsında tutmakta ısrar ediyor.

Vatan sınırlarını yerinde tutmak millete zor değil. Zor olan devleti demokratikleştirmek. Bundan sonra asıl işimiz bu olsa gerek.

Türkiye, 3.3.2008

Muhsin Abay

04.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri