Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

AKP nasıl kurtulmaz?

Arslanla tilki ormanda geziyorlarmış. Arslan ‘Canım birini dövmek istiyor’ deyince tilki yakınlarından geçmekte olan tavşanı işaret etmiş: ‘Al, döv!..’ Arslan kibirli.. ‘İyi de bunu bahanesiz yapmak şanıma yakışmaz... Bana bahane lazım’ deyince tilki ‘Tasalandığın şeye bak, bundan kolay ne var, bana bırak’ deyip tavşanı çağırıp ‘Senin niye şapkan yok’ diye sormuş, sonra tavşanı pata küte dövüp rahatlamışlar. Aradan birkaç gün geçmiş, gezerlerken arslan gene birini dövmek istediğini söylemiş. Bakmışlar aynı tavşan orada. Çağırmışlar, yine ‘Senin niye şapkan yok’ demişler, yine dövmüşler. Uzun zaman devam etmiş bu durum. Bir gün arslanın canı yine birini dövmek istemiş. Her zamanki gibi tavşanı çağırmışlar. Ama arslan bu kez ‘Yahu hep aynı bahaneyle dövmeyelim’ diye hormurdanınca tilki ‘Tamam, ben ayarlarım’ deyip yaklaşmış tavşana: ‘Git bize yoğurt getir!.’ demiş.. Tavşan yanlarından uzaklaşırken arslan ‘Ne yapmak istiyorsun’ dercesine tilkiye bakmaya başlamış. ‘Merak etme sen.. Kaymaklı yoğurt getirirse, niye kaymaksız getirmedin diye; kaymaksız getirirse, niye kaymaklı getirmedin diye döveriz’ demiş tilki. Arslanın hoşuna gitmiş bu fikir. Ama tam o sırada tavşan dönüp ‘Yoğurt kaymaklı mı olsun, kaymaksız mı’ deyince tilki ne yapacağını şaşırmış. Öfkeyle ‘Gel lan buraya!...’ diye bağırıp yanına çağırmış tavşanı: ‘Senin niye şapkan yok!..’ Girişmişler pata küte!..

AKP elbette tavşan masumiyetinde değil. Ama kapatma davasının toplumda uyandırdığı hisse uygun bir hikâye bu..

Zira geçmişte yani 1971’de Milli Nizam Partisi’nin kapatılması davası sürecinde, daha sonra 1998’de Refah Partisi’nin kapatılmasıyla ilgili davada yaşananlar herhalde ‘Senin niye şapkan yok’tan pek farklı olmadı. Dolayısıyla o dönemde Anayasa Mahkemesi’nin izlediği yola, yaşanan sürece bakıp bugün ne olacağını tahmin etmek mümkün. Yasa koyucu ‘Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak’ suçunun subut bulması için bu iddianın partilerin yetkili organları veya yönetim sorumluluğunu üstlenmiş kişilerinin fiil ve beyanlarına dayanılarak yerel mahkemelerde açılmış davalar sonucu ‘Kesinleşmiş mahkeme kararları’na dayanmasını talep ederken, MNP ve RP davalarında Anayasa Mahkemesi buna gerek olmadığı düşüncesiyle Siyasi Partiler Yasası’nın ilgili maddesini iptal ettikten sonra kapatma kararı vermiş; ya da önce kendi kuruluş ve yargılama usullerini belirleyen yasanın bir maddesini iptal edip ardından kapatma kararı almıştı. Bunları unutmak mümkün değil.

Keza Anayasa’nın başlangıç bölümü dahil üç maddesine, Siyasi Partiler Kanunu’nun pek çok maddesine aykırı filleri dolayısıyla, yani son derece ağır bir suçlamayla kapatılan Milli Nizam Partisi’nin yöneticileri hakkında, ne ceza davası açıldığını ne de herhangi bir sorumlusunun siyasetten yasaklaması yoluna gidildiğini, Necmettin Erbakan’ın rahatça yurtdışına çıkıp İsviçre’ye yerleştiğini de unutmamak lazım.

AKP’ye gelince, şayet hakkında kapatma kararı çıkarsa, yasanın aradığı ‘Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak’ fiilinin öznesi ‘eylem’lerinden dolayı değil ‘söylemlerinden’ dolayı, yetkili organlarınca alınmış kararlardan dolayı değil, gazetelerde yer almış beyanlar ve haberlerden dolayı kapatılmış olacak.

Açıkçası ben dava nasıl sonuçlanacak diye merak içinde değilim.. Ancak şundan eminim ki, farkında olmasak da yaşadığımız süreçte muhtemelen sistemin son sıçramasının tanıkları konumundayız. İlk bakışta bu süreçte yargının hırpalandığını görmek üzüntü veriyor elbette; ama bu da değişimin tam o noktada başlanması gerektiğini düşünmeye vesile olur belki.

Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri arasında bulunmayıp kendi kendine ihdas ettiği ‘yürütmeyi durdurma’ yetkisinin, yüksek mahkemeye şirin görünme çabasındaki AKP’nin hazırladığı anayasa taslağında yer aldığını bilerek söylüyorum bunu..

Radikal, 9.4.2008

Avni Özgürel

10.04.2008


 

‘Bağımsız’ yargı

Türkiye’de yargı bağımsızlığı sorunu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na Adalet Bakanı’nın katılması mıdır? “Devlet iktidarı” denilen kudretin ve ideolojinin yargıyı etkilemesi diye bir sorunumuz yok mu?

Bu sorun vardır ve akademik çalışmalara bile konu olmuştur. Bazen de söylentiler toplumda yaygınlaşmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin meşhur 367 kararı üzerine yoğun eleştirilerle beraber böyle söylentiler çıkmıştı.

Kararı eleştiren yazımı ben de şöyle noktalamıştım:

“Belli ki, ‘içeri’de çok tartışmalar olmuş... Saygın bir hukukçu olan Sayın Tülay Tuğcu’nun bu süreçte yaşananları anı olarak yazmasını, yarının hukukçularına ‘ders’ olarak bırakmasını diliyorum.” (Milliyet, 29 Haziran 2007)

Yasemin Çongar, dünkü Taraf‘ta; 367 kararını almalarının hâkimlere “yukarıdan tebliğ edildiğine“ dair rivayetlere dikkat çekerek “Umuyorum ki bir gün konuşacaklar” diyordu.

Evet, bu tür kuşkuları gidermek için dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Tülay Tuğcu, ya “Hiçbir tazyik olmadan hür vicdanımızla bu kararı aldık” diye açıklama yapmalı, yahut tartışmaları anılarında yazmalıdır.

TARİH YAZIYOR

Celal Bayar’ın “Kayseri Cezaevi Günlüğü”nü okudunuz mu? İlk defa 1987’de Tercüman gazetesinde ben yayımlamıştım; sonra Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.

Menderes’in ellerini arkadan erlere tutturup onu tokatlayan bir yüzbaşıyı anlatır!

Bu nasıl bir kindi böyle? Menderes’in Kars ve Ardahan’ı Ruslara sattığı, yüzlerce genci öldürtüp cesetlerini kıyma makinelerine gönderdiği gibi akıl almaz yalanlara bile inandırılmışlardı!

Yalandı, paranoya idi, ama olsun; darbeyi yaptırmış, idam sehpalarını kurdurmuştu bu yalanlar.

Celal Bayar “Kayseri Cezaevi Günlüğü”nde, Yassıada’daki sözde mahkemenin heyetini anlatır. Cuntanın emirlerini Askeri Yargıtay kökenli bir hâkimin mahkemeye tebliğ ettiğini yazar.

O zaman bunlar yazılamazdı ama bir gün tarih yazıyor demek ki.

Bugün, darbelerin ve 28 Şubat sürecinin yargıyı zedelemediğini kim söyleyebilir?

Gerçekte şu veya bu ‘kritik’ davada yargıya baskı yapılmamış olsa bile, şüphenin sürüp gitmesi hem adli hem toplumsal güveni tahrip ediyor.

Yargıyı yıpratıyor, yargının “tarafsız hakem” değil, “siyasi taraf” gibi görülmesi, siyasi gerilimleri tırmandırıyor.

CUMHURİYETİN ŞEREFİ

Milletçe adeta siyaseten yüksek tansiyon hastasıyız! Tarihimiz siyasi gerilimlerle doludur. Bu yüzden çok enerji kaybettik. Tanzimat ve Meiji reformları ile 19. yüzyılın ortalarında beraber yola çıktığımız Japonya bizi fersah fersah geçti! 20. yüzyılın ikinci yarısında da Güney Kore’nin gerisinde kaldık!

Bunun elbette başka sebepleri de var ama “adaletin tarafsızlığına güven” siyasi ve sosyal istikrar için son derece önemlidir.

Fransa da bizim gibi yargıya “uyanık bekçi” görevi veren bir gelenekten geliyor. Yahudi kökenli Binbaşı Dreyfus’e askeri mahkemenin haksız olarak verdiği mahkûmiyet kararına ünlü yazar Emil Zola isyan etmiş, bu şekilde başlayan büyük tartışmalar, Fransa’da “tarafsız yargı” kültürünün gelişeceği bir sürece yol açmıştı. Bugünkü Fransa’nın istikrarında bunun rolü çok büyüktür.

Bayar ise günlüğünde feryat eder:

“Yüzlerce Dreyfus faciası yaşadık, bizde bir Zola çıkmadı!”

Zola ne demişti?

“Cumhuriyetin şerefi, adaletidir!”

Milliyet, 9.4.2008

Taha Akyol

10.04.2008


 

Ergebank, Erge Holding ve Erge Medya...

Dünya piyasalarının allak bullak olduğu bir dönemde açılan kapatma davası aslında bu operasyonun uluslararası bir sürecin parçası olduğu izlenimini veriyor. Biraz geriye gidip, Ergenekon Çetesi tarafından tertiplenen Danıştay Saldırısı’nın da zamanlama açısından yine uluslararası piyasaların yerle bir olduğu bir döneme denk getirildiğini hemen fark ediyoruz.

Dolayısıyla görülen o ki davayı açanların çok önemli hedeflerinden birisinin de olası bir ekonomik krize zemin hazırlamak olduğu iddia edilebilir. Aslında bu operasyonun ilk işaretini, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılan Akşam gazetesi yazarı Güler Kömürcü, 1 Ocak 2008 tarihli yazısında vermişti. “2008: Ekonomik kriz ve istihbarat savaşları yılı mı?” başlıklı yazısında (http://www.aksam.com.tr/yazar. asp?a=103607,10,5) kriz senaryolarından bahseden Kömürcü’nün bahsettiği plan akim kalmış olmalı ki, bu sefer kapatma davası devreye girdi.

Bu arada unutmadan gerek diğer gruplar gerekse Akşam Grubu Tuncay Güney’in JİTEM elemanı olarak Akşam gazetesinde çalıştığını görmezden geldiler... Kriz konusunda istenilen netice elde edilememiş olacak ki, bu sefer son mortgage krizinde itibarları yerle bir olan kredi derecelendirme kuruluşları http://www.referansgazetesi. com / h a - ber.aspx?YZR-KOD=81&HBR-KOD=93142 eliyle bu uluslararası operasyonun ikinci perdesi sahneye koyuldu. Deneyimli bir istihbaratçı olan Bülent Orakoğlu’nun “Ankara’da Gölge Oyunları” kitabında da vurguladığı gibi, hükümetleri iktidardan uzaklaştırmanın birinci aşaması asayiş sorunları çıkmasına zemin oluşturmak, ikinci aşaması da ekonomik kriz çıkarmak olduğuna göre bu konuda da bazı çabaların olması kaçınılmazdır!

Bu durumda ister istemez akla şu soru geliyor; acaba asayiş sorunları çıkaramayan bazı iyi çocuklar şimdi ekonomik kriz çıkararak ülkeyi dizleri üzerine çöktürmeye mi çalışmaktadır? Burada bir parantez açıp birkaç gün önce Radikal gazetesinde yayınlanan Ergenekon yapılanmasına dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu raporun en dikkat çekici bölümü ‘mali yapı’ bölümü oluşturmaktadır. Raporda bu konuda şu görüşlere yer verilmekte: “Ergenekon’un üretim tesislerine, ticari holdinglere ve bankalara ihtiyacı vardır. Hem de doğrudan ve mutlak sahibi olarak.

Medya, uluslararası ticaret, Bankacılık alanlarında deneyimli, Kemalist ideolojiye uygun sivil personele ihtiyaç vardır.” Devletin sahibi olduğunu düşünen bu ‘derin’ ve ‘uluslararası yapının’ Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerde nasıl bir dahli olduğunu doğrusu ben çok merak ediyorum. Bu durumda insan sormadan edemiyor: 1999 yılında hazırlanan bu rapor doğrultusunda bugüne kadar hangi çalışmalar yapılmış olabilir? Ergenekon’un medyası var mıdır? Bankası var mıdır yoksa satılmış mıdır? Para aklama çalışmalarında nasıl bir yol izlenmiştir? Ve daha da önemlisi Ergenekon’un gelir kaynağı nedir?

Bence bu konuda bilgi sahibi olmak için Aksiyon dergisinde yayımlanan “Bir İstihbaratçının Borsa Analizi” isimli yazıyı bir kere daha okumakta yarar olabilir. Yalnız şunu söyleyebilirim: Böylesi işlere kalkışan bir çetenin, örgütün mutlaka bu bağlantıları vardır. Türkiye 28 Şubat’ta bu üçgeni, medya, banka, holding üçgenini (Altın üçgen) kuranların ülkeyi nasıl soyduklarını görmüştü...

Bugün, 9.4.2008

Nuh Gönültaş

10.04.2008


 

Yüksek yargı mensuplarının vicdanları rahat mı?

Bir darbe süreci yaşıyoruz.

Yüksek yargı eliyle seçim sandığının hükmünü bertaraf etmek için yapılan bir darbe bu.

Her ağızlarını açtıklarında hukukun üstünlüğünden dem vuran darbe destekçileri de, darbe icracıları da çok iyi biliyor ki hukuk bu süreçte sadece bir örtü.

Ak Parti aleyhindeki kapatma davası hukuka rağmen başlatıldı; hukuka rağmen ilerleyecek.

Tabii, savunma yapmaya hazırlanan Ak Parti yöneticileri de farkında durumun.

Haklarındaki iddianame, hukuku çiğnedikleri için değil, ikinci kez ve üstelik daha büyük bir halk desteğiyle hükümete geldikleri için hazırlandı.

Suçları, o gülünç kupür derlemesine malzeme oluşturan demeçler değil; suçları iktidar olmaya yeltenmek.

* * *

Herkesin her şeyin farkında olduğu böyle bir ortamda vicdanlar rahat eder mi?

Hukukun üstünlüğünün bir darb-ı mesele dönüştüğünü gören bir hukukçu huzur duyabilir mi?

Kendisini darbenin icracısı konumunda bulan yüksek yargı mensupları geceleri rahat uyuyabilir mi?

Diyeceksiniz ki, TESEV’in Yargıda Algı ve Zihniyet Araştırması’nı hatırla: “Adaletten önce devlet” diyen bir mantığın temsilcisi onlar; hukuku kullanarak siyasete darbe yaptıklarında asli görevlerini yerine getirdiklerine inanıyorlar.

Ya hepsi öyle değilse?

Ya aralarında istisna varsa?

Ya bazı yargıçlar baskı altında tutulmaktan rahatsızsa?

* * *

Bugün birinci sayfamıza taşıdığımız “Yargıtay harekâtta” haberini okuyun.

Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklu bulunan Ümit Sayın’ın 18 şubatta verdiği şu muştuları kafanıza kaydedin:

“Yargıtay Başkanı Genelkurmay’a çağrıldı; Harekât Başkanı’yla görüştü... Artık ordu muhtırasız darbe yapacak.. Danıştay, Sayıştay, Yargıtay eliyle mesaj verilecek...”

Şaşırmadınız değil mi?

Peki, korkunç değil mi şaşırmamanız?

Herkesin her şeyin farkında olduğu bir ortamda kimseyi şaşırtmayan bu tür muştuların yüksek yargı mensuplarının vicdanını hiç ağırlaştırmaması daha da korkunç olmaz mı peki?

Bu mümkün mü gerçekten?

* * *

Mümkün olduğunu sanmıyorum.

Bu kaosun orta yerinde rahatsız, hem de çok rahatsız bazı vicdanlar var; ben öyle inanıyorum.

Mesela, Anayasa Mahkemesi’nin geçen yılki o evlere şenlik 367 kararına imza koyan yargıçlar arasında bu ahlaki yükü aylardır sessizce taşıyanlardan bazılarının artık çok zorlandıklarını düşünüyorum.

Ve umuyorum ki, bir gün konuşacaklar.

367 kararını almaları kendilerine yukarıdan tebliğ edildiğinde, neden “Bunu torunlarıma anlatamam” diye gözyaşlarıyla itiraz ettiklerini anlatacaklar örneğin.

Bu kararı kendilerine tebliğ edenin kim olduğunu da öğreneceğiz o zaman.

Anayasa Mahkemesi’nin neyle tehdit edildiğini de birinci elden bileceğiz.

Acaba anlatılanlar doğru mu?

Dönemin kuvvet komutanlarından biri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin meşrebine uygun saymadığı bir siyasetçinin Çankaya’ya çıkmasını önlemek için Anayasa Mahkemesi’ne görev verdi mi?

Bu göreve, “Olmaz paşam” diye karşı çıkan yargıçlar kimdi?

İtiraz edenlerin, “367 kararını çıkartmazsanız, ordu yönetime el koyacak” diye darbe tehdidiyle bastırıldığı rivayeti rivayetten mi ibaret?

Bu soruların yanıtını bir gün öğreneceğiz.

Herkesin her şeyin farkında olduğu bu darbe sürecinde, öğrendiklerimiz muhtemelen yine şaşırtmayacak bizi.

Ama en azından bu memleketin rahatsız vicdanları sükunete davet etme gücüne inancımız pekişecek.

Taraf, 8.4.2008

Yasemin Çongar

10.04.2008


 

Ülke batarsa, arazilerin de batar...

İddia korkunç ötesi... Dönemin kuvvet komutanlarından biri TSK’nın meşrebine uygun saymadığı bir siyasetçinin Çankaya’ya çıkmaması için Anayasa Mahkemesi’ne görev vermiş. Söz konusu komutan, ‘Bunu torunlarıma anlatamam’ diye gözyaşlarıyla itiraz eden hakimleri de ‘367 kararı çıkmazsa ordu yönetime el koyacak’ şeklinde tehdit etmiş.

Böyle bir iddia...

Konu, iddianın doğruluğu yanlışlığı değil.

Konu, bunun ‘yazılabiliyor’ olması ve zihinlerde ‘pekala böyle şeyler olmuştur, olabilir’ yargısını bırakması.

İddia olmayacak kadar açık şeyler de var.

Mesela, çoktan ununu eleyip eleğini asmış olması gereken bir anchorman, profesör olduğu söylenen Ali Demirsoy’un ‘Yalnızca yetenekli ve eğitilmiş, bilgili insanlara oy kullandırılmalı!’ sözünden yola çıkarak, ‘Bir otomobili yönetmek için ‘ehliyet’ gerekiyor da ülkeyi yönetecekleri seçmek için niçin ehliyet gerekmiyor?’ önerisini atmış ortaya.

Başka?

Kameralar önünde tetik çeken Ö.U. adlı provokatör, daha önce darp, tehdit, ateşli silahlara muhalefet, sarkıntılık ve uyuşturucu bulundurmaktan beş kez gözaltına alınmış. Akdeniz Üniversitesi’nde görülen bu arkadaş, aynı zamanda müseccel bir partinin gençlik örgütüne gidip geliyormuş.

Başka?

Cezaevindeki bir mafya babası, İlhan Selçuk’u öldürmesi için tetikçi kiralamış. Bu işe aracılık eden şahıs tetikçiye şunları söylemiş, ‘Bak oğlum, Selçuk istediği adamı getirir, istediğini götürür. Derin devletle ilişkisi var. Güçlü biri. Bu kadar büyük... Bu işi yaparsak senin de hayatın değişir. Anneannen daha iyi yaşar, ona para göndeririz.’

Başka?

Radikal gazetesi Ankara temsilcisi Murat Yetkin’in iddiasına göre, bir kuvvet komutanı AK Parti sonrası için gayri resmi yollarla ABD yetkilileri ve Yahudi lobisinden randevu talep etmiş, ancak komutanın bu isteği gerçekleşmemiş.

Fakat bununla birlikte çok çok ünlü bir Türk siyasetçi, Yahudi lobi kurumlarını dolaşıp ‘İslamcıların yakında devrileceğini ve muhtemelen kendisinin başbakan olacağını’ söylemiş.

Kulağı delik arkadaşımız yazısını şöyle bağlıyor: ‘ABD’ye göre ne o politikacı Washington’da ciddiye alındı ne de emir-komuta zinciri dışında bir komutan ziyareti gerçekleşti. O dönemki tartışmalar, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ve Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un emekliye ayrılmaları ile duruldu.’

Bir iddia da önceki gün ortaya atıldı.

Hayatı boyunca darbe cuntalarıyla iş tutan ama bir gece yarısı operasyonuyla gözaltına alındı diye birdenbire ‘demokrasi kahramanı’ ilan edilen yaşlı bir gazeteci ağabeyimiz de, Türkiye’nin kaderine el koyması için Amerika’ya elçi yollamış.

Hatta bu minvalde bir yazısını da hatırlıyorum; antiemperyalist görüşleriyle tanınan ağabeyimiz, laik yapısı tehlikeye girdiği gerekçesiyle Türkiye için Bush’tan yardım istiyordu; ‘Sayın Bush, ülkenin kaderine el koyunuz’ gibilerden şeyler yazıyordu.

Fotoğraf çok karışık...

Bir o kadar da net.

Parçaları bir araya getirdiğinizde, benzerini 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde yaşadığınız o çok anlamlı ‘tablo’ya ulaşacaksınız.

Lakin, ‘inşaat izni’ kovalayan arkadaşımız bunu görmüyor. Ülke batarsa, Taksim sırtlarındaki arazileri yerli yerinde kalır sanıyor.

Star, 9.4.2008

Ahmet Kekeç

10.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri