Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Mayıs 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Saygısızlığın asıl sebebi

CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın söylediklerini duydunuz sanırım. Türkiye Barolar Birliği Eski Başkanı’na yakışacak söz müdür hacca gidecek seksen yaşındaki insana “Araplara para kaptırma” demek? CHP gibi köklü bir partide son sekiz yıldır Genel Sekreterlik yapan ve Çalışma Bakanlığı görevinde de bulunmuş birinin yaşlı bir hacı adayına “Muhammed seni bırakmaz” diyerek onu caydırmak istemesine bir anlam verilebilir mi?

Hepsinden kötüsü, kendini savunurken diyor ki Sav: “Kameraların açık olduğunu bilmiyordum.” Yazık; hem de çok yazık. Demek ki kameraların olmadığı yerlerde böyle laflar ediliyor. Hiçbir izan ve insaf ölçüsü olmayan laf yığını ortaya çıktığında da halktan özür dilemek yerine “keşke kameraya yakalanmasaydık” pişmanlığı (!) sergileniyor.

Aslında son yıllarda dine karşı saygısız ifadeleri bir araya getirdiğinizde Sav’ın sözlerine şaşmamak gerektiğini görüyorsunuz. Yakın zamana kadar halkın muhafazakârlığını içine sindiremeyenler, dolaylı yoldan dine yönelik eleştiriler yapardı. Kâh bilimsel düşünce maskesiyle bir şeyler söylenirdi; kâh irtica korkutmasıyla. Dindar olduğu bilinen bir kişinin (özellikle de imam, müezzin gibi görevlilerin) bir hatası bulundu mu, söylenmedik söz bırakılmazdı. “Ayıp olmuyor mu?” dendiğinde de yapılan yanlışı irdeledikleri söylenirdi. Böylece hem dinî konularda keskin laflar edilir, hem de dinin mukaddesleriyle değil, dini yanlış anlayan “yobaz ve gericiler” ile mücadele edildiği söylenirdi. Durum gerçekten buysa bu mücadeleye gerçek dindar insanlar da yardımcı olmalıydı. Gerçekten de dini hurafelere boğan ve mukaddes değerleri kendine şahsi nüfuz sağlama aracı olarak gören kişi ya da zümrelere karşı hakiki dindarlar da mücadele etmek zorundadır. Merhum Necip Fazıl’ın tabiriyle “ham yobaz ve kaba softa”ya karşı samimi müminlerin ilimle, ahlâkla, takvayla vs. karşı çıkması gerekir.

Ne var ki son dönemde dinin yanlış anlaşılmasına karşı söylenen (en azından öyleymiş gibi yapılan) sözlerin yerini bizzat dine karşı ifade edilen saygısız laflar aldı. Mesela her Kurban Bayramı’nda medya aracılığıyla yazılan çizilenden bir kısmı nas diyebileceğimiz değerleri sorguluyor; kurban kesimindeki yanlış uygulamaları değil. Diyanet İşleri’nin yaklaşık otuz yıldır kutladığı Kutlu Doğum Haftası’na dair söylenen birtakım sözlerin özünde Peygamber’e karşı saygısızlık yatıyor... Meselenin bir de hukukî denetim dışında kalan gri bir alanı var: İnternet. Orada servis edilenler arasında savrulan küfürler, Allah inancı olan herkesi derinden sarsacak kadar tahrik ve tahrip edici. Çıldırmış bir kitlenin hezeyanları deyip geçebilirsiniz; ancak mesele bu kadar basit değil. Dar ama etkili bir zümre kimi zaman öfkesine yenik düşerek kimi zaman da yürüttüğü psikolojik harbin gereği olarak en mukaddes ve en muazzez değerlere saldırıyor.

Şayet dine karşı söylenen kaba saba laflara bakarsanız aldanır, meselenin sadece bir noktaya kilitlendiğini düşünürsünüz. Aslında konu din üzerinden yürütülse bile bir başka meselenin yansımasıdır. Uzun bir dönemden beri ülkeyi yönetme hakkının kendilerinde olduğunu düşünen çevreler iktidarlarını çevreden gelen insanlarla paylaşmak istemiyor. Sadece siyasi alanda değil; hiçbir sahada paylaşımdan yana değil bu küçük zümre.

Madem mesele bir çeşit sınıf kavgasıdır; niçin dine bu kadar pervasız saldırıyorlar? Sebebi belli: Merkezdeki klasik klan çevreden gelenleri sadece baldırı çıplak köylüler olarak görmüyor; aynı zamanda onları aşırı dindar olarak kabul ediyor. Çevreden merkeze yönelmiş “Anadolu kaplanları”nın eşlerini genelde örtülü görünce küplere biniyor; asıl kızgınlığını saklayacak bir saldırı içine giriyorlar. Aslında Türkiye’nin modernleşme DNA’sına hâkim herkes biliyor ki bugün büyük bir hırçınlıkla dine saldıranlar, kendi haksız ve paylaşımsız müdafaasını yapıyor. Bunu yaparken dine karşı küstahlaşmak dar bir zümreyi daha da sevimsiz hale getiriyor. Bilmem öfkelerinin esiri olmaktan sıyrılıp düştükleri hali anlamak için aynaya bakma fırsatı bulabiliyorlar mı? Çünkü kazanımlarının devamı dine savaş açmaktan geçmiyor; tam aksi, yeni bir anlama gayreti gerekiyor.

Zaman, 20.5.2008

Ekrem DUMANLI

21.05.2008


 

Vicdanlı Yahudilerin ilânı: “İsrail’in yıldönümünü kutlamıyoruz”

İsrail’in kuruluşunun 60’ıncı yıldönümü. Siyonistler bayram yapıyor.

Sadece Siyonistler değil, İsrail-severler de kutluyor bu yıldönümünü. Hattâ utanarak söylüyorum, bizde bazı Müslüman geçinenler de bu konuda kutlayıcı toplantılar tertipledi.

Peki Yahudiler ne diyor?..

Aşağıda İngiltere’nin dünyaca ünlü The Guardian gazetesinde bir grup Yahudi aydınının imzaladığı bir ilan metni yayınlandı. Bunun tercümesini okuyucularıma aşağıda sunuyorum.

Vicdanlı ve insaflı Yahudiler İsrail’in kuruluş yıldönümünü kutlamıyor.

Tevrat’a bağlı Neturei Karta hahamları İsrail devletini tanımıyor, Siyonizmi en büyük küfür ve günah olarak kabul ediyor.

Siyonistlerin zavallı Filistinlilere yaptığı zulmü kınamak için hür vicdanlı, âdil düşünceli insan olmak yeterlidir. Böyle Yahudiler de var.

Yazık ki, Ankara’daki bazı İslâmcı siyasetçilerimiz İsrail ile Siyonistlerle çok yakın ilişkiler ve dostluklar sergiliyor.

Bu kutlamalar yapılırken, İkinci Dünya harbindeki zulümlerle en ufak bir ilişkisi olmayan Filistin halkı kan kusuyor. Hitler, Yahudileri kestiyse (Bu konunun Siyonistler tarafından abartıldığı ispat edilmiştir) bu soykırımının faturasını niçin Filistinliler ödüyor.

Vicdanlı Yahudilerin The Guardian’da yayınlanan ilanlarını birlikte okuyalım:

“Mayıs ayında Yahudi örgütleri İsrail devletinin kuruluşunun 60’ıncı yıldönümünü kutlayacak. Bu durum, yüzyıllardan beri süregelen ve II. Dünya Savaşı’ndaki Yahudi Soykırımı’yla (Holocaust) zirveye ulaşan zulmün ışığında değerlendirildiğinde belki haklı görülebilir. Ama biz, bu olayı kutlamayacak olan Yahudileriz. Çünkü şimdi sıra, ötekinin hikayesini, Avrupalı anti-semitizm ve Hitler’in soykırımcı politikaları nedeniyle öteki insanların ödediği bedeli tanımaya geldi. Edward Said’in de belirttiği gibi, Yahudiler için Soykırım ne demekse, Naqba da (İsrail Bağımsızlık Günü veya Felaket Günü) Filistinliler için aynı şeydir.

Nisan 1948’de, Deir Yassin’deki kanlı katliamın ve Hayfa’daki pazar meydanında Filistinlilere yapılan havan saldırısının yaşandığı aynı ay, Dalet Planı devreye sokulmuştu. Bu plan Filistinlilerin köylerinin yıkılmasına ve yerli nüfusun ülke sınırları dışına çıkarılmasına yeşil ışık yakıyordu. Biz bunu kutlamayacağız.

Temmuz 1948’de, 70.000 Filistinli yiyecek ve içecek hiçbir şeyleri olmadan kızgın güneşin altında Lidda ve Ramla’daki evlerinden sürüldü. Yüzlercesi öldü. Bu olay “Ölüm Yürüyüşü” olarak tarihlere geçti. Biz bunu kutlamayacağız.

Sonuçta 750.000 Filistinli, mülteci durumuna düştü. 400’ü aşkın köy haritadan silindi. Bu da etnik katliamı sona erdirmedi. Binlerce Filistinli (İsrail vatandaşı) 1956’da Celile’den çıkartıldı. Ve çok daha fazlası İsrail Batı Şeria ve Gazze’yi işgal ettiğinde aynı akıbete uğradı. Uluslararası yasalar ve Birleşmiş Milletler’in 194 sayılı kararı gereği mültecilerin ülkelerine dönme ya da tazminat alma hakkı bulunmaktadır, İsrail bu hakkı hiçbir zaman tanımadı. Biz bunu kutlamıyoruz.”

Bizler, terörizm, katliam ve bir milletin vatanından koparılması uygulamaları üstüne bina edilmiş bir devletin doğum gününü kutlayamayız. En büyük politikası etnik katliam olan, uluslararası hukuku ihlal eden, Gazze’deki sivil halkı cani yöntemlerle toplu şekilde cezalandırarak kan ve gözyaşı akıtan ve Filistinlilerin insan haklarını ve milli varlığını reddetmeye devam eden bir devletin doğum gününü kutlayamayız.

Araplar ve Yahudiler Orta Doğu’da eşitçe yaşamaya başladıklarında sevinç çığlıklarıyla sokaklara dökülenler de ilk biz olacağız.

(Bu ilâna imza koyan Yahudilerin isim listesini vermiyorum.)

Millî Gazete, 20.5.2008

Mehmet Şevket EYGİ

21.05.2008


 

Türban raporuna güvenen yanılır (mı?)

Anayasa Mahkemesi raportörünün türbana ilişkin Yüksek Mahkeme’ye sunduğu “CHP’nin başvurusu geri çevrilsin” görüşü, hükümet yanlısı medyada 2 açıdan iyimser beklenti uyandırdı:

1) Ret yanlısı raportör raporu üniversitede türban yolunu açar umudu güçlendi.

2) AKP’ye kapatma davasının en güçlü kanıtı “hukuken çürüdü” havası doğdu.

Peki bu yorumlar gerçekçi mi? Açıkçası hiç değil... Hatta mezarlıktan geçerken cesaret toplamak için ıslık çalmaya benziyor.

Çünkü türban raporundaki ret eğilimine fazlasıyla bel bağlayanlar;

AKP ve MHP’nin ortak Anayasa değişikliğinin içeriğini unutmuşa benziyor.

Anayasa değişikliği metninde türban sözü geçmiyor, iması dahi bulunmuyor.

Hükümet, türban iznini YÖK Yasası’nda değişiklikle sağlamayı planlıyor.

Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi’nin önünde türban kararı için çok seçenek bulunmuyor;

Yüksek Mahkeme’nin Meclis’in Anayasa değişikliği iradesine karışma hakkı zaten tartışmalı,

Üstelik değişikliğin Anayasa’nın değiştirilemez giriş maddelerine aykırı olmadığı da aşikár.

Kısaca, raportör raporu sadece malumu ilam etti! Ama Yüksek Mahkeme raportör görüşüne uyarsa türban serbest kalacak mı? Hayır, çünkü türban için daha önce ifade ettiğimiz gibi YÖK Yasası’nda değişiklik şart. Peki bu tür yasal düzenlemeler daha önce Anayasa Mahkemesi’nden geçti mi? Hayır!

Yüksek Mahkeme o zaman ne yaptı, mesela 1991 yılında ne karar verdi? Yapılan iptal başvurusunu reddetti ama gerekçeli kararında türban yolunu kapattı.

Ki şimdi de en muhtemel senaryo, Mahkeme’nin “yorumlu ret” kararı vermesidir.

Yani CHP’nin başvurusu geri çevrilecek ama gerekçeli kararla türban yasağı sürecek. AKP böyle bir karara rağmen YÖK Yasası’nı değiştirmeyi göze alır mı?

Kapatma davasını olumsuz etkileyecek girişimde bulunur mu? Zor gözüküyor. O yüzden Yüksek Mahkeme kararı türbana yaramaz, AKP kapatma davasına işaret olmaz.

Maalesef meselenin özeti budur.

Hürriyet, 20.5.2008

Enis BERBEROĞLU

21.05.2008


 

Türkiye, faiz silâhıyla inanılmaz soyuluyor

Gazete arşivlerine bakıyorum. Tarih 2007 Ekim-Kasım. O günün gazetelerinde sivil toplum kuruluşlarının verdiği ilanlar var. Ana tema o döneme kadar, uzun süredir kamuoyunda tartışılan konu ile aynı: “Merkez Bankası faizi indirsin!” Amaç belli, Merkez Bankası faiz indirsin, dolar kurunda bir miktar hareket olsun. Geldiğimiz noktada, Merkez Bankası’nın bırakın o dönemden sonra faiz indirmeyi becerememesini, şu anda faiz artıran, sıcak para baronlarına daha fazla taviz veren bir noktadayız.

Hesabı kim verecek

Peki 2003-2007 arasında ödediğimiz hatta hala dünya standartlarına göre çok yüksek bir çıta üzerinden ödediğimiz ballı paranın hesabını kim verecek? Hangi ballı para mı? Hemen arz edeyim. 2001 sonrası oluşan tehdit algılamasının 2003 yılından itibaren petrol fiyatlarına yansıması ile 30 dolardan başlayan hareket, ilk etapta 70 dolara son olarak da 80 dolar üzerine çıktı. Bu süreç yaşanırken dünya sermaye piyasalarında 1’e 10’a varan hareketler oluştu. İki örnek vereyim. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) 10 binden 58 binin üstüne, Bovespa 8 binden 62 bin 500 bölgesine taşındı. Bu hareketlere Amerika’da, Rusya’da, Çin’de, Arjantin’de oluşan trendleri de rahatlıkla ekleyebilirsiniz. Peki dünya genelinde yüksek petrol fiyatından ortaya çıkan para piyasalara yağarken, Türkiye ne yaptı?

Sıcak para ihya oldu

Faizleri indiremeyerek, akan fazla para ile kurun aşağı basıldığı bir ortamda sıcak paraya yıllık yüzde 30 ile 40 arasında getiri sağladı. Bu para kimin cebinden çıktı? Sizin, benim, kısacası Türk halkının. Bu noktada yaşanan operasyonu veriler ile örneklemek istiyorum. Yurtdışından yüzde 3-5 arasında dolar bazında borçlanıyorsunuz, bu parayı Türkiye’ye sokup YTL’ye çeviriyorsunuz, kuru bu giriş ile aşağı bastığınız gibi, dünya üzerinde olmayan yüksek faiz ile YTL üzerinden kazanç sağlıyorsunuz. Aynı operasyonu borçlanma dışı kendi kaynağınızla da yapabilirsiniz. Borç kısmını maliyetin ne kadar düşük olduğunu vurgulamak için belirttim. Peki yukarıdaki operasyon yapılırken, bizim resmi makamlarımız ne yapıyor? Laf salatası yapıp, varlıklarımızın sıcak para tarafından transfer edilmesine sadece bakıyorlar.

Faiz yukarı, kur aşağı

Kur gerilerken yüksek kalan faiz sıcak paranın kârını katlıyor. Oyun çok basit ve karşı koyulması çok kolay olmasına rağmen yapılan hiçbir şey yok.

Sonuç: Daha önceki yazılarımda sizlere 2003-2007 arasında Türkiye’den yıllık yüzde 30 getiri sağlayan Yunan emeklilik fonu örneğini aktarmıştım. Bu büyük operasyonun küçük parçası. Bu noktada 2007 yılından beri “Merkez Bankası faizi indirsin” diyenlere ve Türk kamuoyuna sormak istiyorum, geldiğimiz nokta nasıl! Yapılanlar sizce yeter mi? Yukarıda anlattığım soygunun hesabını kim verecek!

Referans, 20.5.2008

Yiğit BULUT

21.05.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün haberler