"Gerçekten" haber verir 02 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Kapatsanız ne olur, kapatmasanız ne olur?

Komplo teorilerine, büyük ve karmaşık olaylar için geliştirilen kolay izahlara hep şüpheyle yaklaştım. Son olarak Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında açılan kapatma davası sonrası artık neredeyse kesin bir bilgiymiş gibi takdim edilmekte olan mega teoriye de şüpheyle yaklaşıyorum.

Birkaç sebeple...

Eğer bütün yaşadıklarımız, bir merkezden planlanıp yönetilen şeylerse, ortada bir büyük beyin ve hiyerarşik bir örgütlenme içinde işleyen bir mekanizmanın da olması gerekir.

Eğer gerçekten bir büyük beyin varsa, o beyin o kadar da parlak ve iyi çalışan bir beyin değildir. Çünkü ana amaç kısa vadede Adalet ve Kalkınma Partisi’ni iktidardan uzaklaştırmakla sınırlı olamaz, gerçek bir beyin stratejik düşünür ve uzun vadeli planlamalar yapar. Oysa yarın sabah AKP kapatılsa bile bu parti ne kısa dönemde iktidardan uzaklaştırılmış olacak ne de orta-uzun dönemde yeniden seçim kazanıp iktidar olmasının önüne geçilebilecek.

Eğer gerçekten amacı AKP’den ilanihaye kurtulmak veya bu partiyi ‘ehlileştirmek’ olan bir büyük beyin varsa, yapılabilecek en yanlış hareket AKP hakkında kapatma davası açılması oldu. Kapatma davası ve kararı, partinin bir anlamda radikalleşmesinin önünü açan bir gelişme olabilir.

Yukarıda saymaya çalıştığım mantıki sebeplerden ötürü, AKP karşıtı cephe diye her yerde takdim edilen grubun (ordu-yargı-kısmen bürokrasi) ortak bir akılla hareket ettiğini düşünmüyorum. Ama ortak bir düşünce iklimi içinde nefes aldıklarına kuşku yok.

Veya ortak hareket ediyorlar ama o kadar da akıllı değiller!

Birkaç sebeple...

AKP hakkında açılan kapatma davasının sonucu AKP’yi suçsuz bulmak olamaz. Çünkü o zaman AKP’nin yaptığı her şey meşruiyet kazanmış, AKP karşıtlarının eleştirileri ise açığa düşmüş olur.

AKP’yi kapatmak da az önce söylediğim sebeplerle anlamsız olur; çünkü her durumda bu parti iktidarda kalacak, ayrıca çeşitli kamuoyu yoklamalarına göre tek başına iktidara gelmeye devam edecek kadar desteğe de hâlâ sahip. Öte yandan ‘Türkiye’yi AKP’den kurtarması’ umut edilen Cumhuriyet Halk Partisi bırakın yerinde saymayı, oy kaybediyor.

O zaman, eğer AKP karşıtı cephe ortak hareket ediyorsa, pek akıllı davranmış sayılamaz.

Ama karşımızda ortak hareket etmeyen, fakat ortak bir düşünce atmosferinde bulunan kaotik bir grup olabilir.

İşte o zaman durum iyice vahim demektir.

Türkiye’nin kaderinin önce bir tek kişinin iddianame yazıp yazmama, dava açıp açmama kararına, yani iki dudağının arasına bırakılması, sonra o eğer dava açarsa 11 kişiden 7’sinin bu istem doğrultusunda bir kanaate sahip olup olmamasına bağlı olması, aklın alacağı bir şey değil.

Parti kapatmak gibi ancak çok ekstrem durumlarda ve görece marjinal siyasi akımlara karşı başvurulabilecek olan bir yöntemin sık sık ve üstelik ülkenin ana siyasi akımı da dahil parlamentosundaki dört partiden ikisine karşı uygulanmak istenmesi, gerçekten akılla izah edilebilir şeyler değil.

Ama son kertede kapatma davasının kendisinin de, sonucunun da çok önemi yok. Cin şişeden çıktı ve bir daha da içeri zor girecek.

Davanın sonucu ne olursa olsun, ülkemizde bir atmosfer doğdu. Bu atmosfer kalıcı. Ve o atmosfer orada durduğu müddetçe bu ülkede huzur bulmak çok kolay olmayacak.

O atmosfer, çocukluk arkadaşlarının siyaset yüzünden birbiriyle konuşmaz hale geldiği, karı-kocaların yataklarını ayırdığı zehirli bir atmosfer.

Bu saatten sonra kapatsanız ne olur, kapatmasınız ne olur...

Radikal, 1 Temmuz 2008

İsmet Berkan

02.07.2008


 

Çağrışımlar

Bakan Bey, yüzde 21’lik zammı elektrik tasarrufu şeklinde sununca, aklımız 1980 öncesine gitti.

O yıllarda da sürekli benzin zammı araba kullanımını caydırıcı tedbirler olarak sunulmuştu bize... Yâni tasarruf...

Sonra da zaten hepten benzinsiz kalmıştık.

Oh... Sen sağ, ben selamet.

***

Elektrik tasarrufu.

Benzin tasarrufu.

Doğalgaz tasarrufu.

Yağ, şeker, pirinç, buğday tasarrufu... vs.

Şaka gibi.

Bir ara zamların adı fiyat ayarlaması olmuştu. Şimdi sınıf atlayıp tasarruf oldu.

Bütün medeni ihtiyaçlardan vazgeçip toplu tasarruf yaparsak, bâdireyi atlatacağız, öyle mi? Ekonominin yeni kuralı bu olsa gerek.

***

Eski yokluk kıtlık ve kuyruk günlerimizi 24 Ocak 1980 kararlarıyla atlattık.

Zaten atlatamasaydık 12 Eylül bile olmazdı. Olamazdı.

Nasıl olsundu?

Herşeyden önce askeri araçlar yakıt bulamazdı. Şuradan şuraya gidemezdi.

Demek ki, ihtilallerin bile elektriğe, benzine, yağ ve şekere ihtiyacı var. Siz hangi tasarruftan bahsediyorsunuz?

Nevzat Ayaz, İstanbul Valisi’yken 3 ampulden birini söndürün derdi... Şimdi hesaplayın bakalım, kaç ampul söndürmek lâzım.

Posta, 1 Temmuz 2008

Rauf Tamer

02.07.2008


 

Elbette eleştirilecek

Toplumun ve medyanın çeşitlenmesi, orta sınıfın güçlenmesi, ‘demokrasi’ ve ‘ hukuk devleti’ gibi değerlerin yayılmasına neden oluyor.

Ona paralel olarak da, “ büyüklerimizin bir bildiği vardır “, “ devletimiz ne eylerse, güzel eyler “ türünden, çeşitli uygulamaları sorgusuz sualsiz kabullenmeler azalıyor.

Eleştiriler yüzünden askeri cenahtan gelen “ yıpratılıyoruz “ yakınması böyle bir toplumsal değişimin sonucu.

Eğer bir kurum yıpranmak istemiyorsa, sadece işini yapmalı. Görev sınırlarını aştı mı, eleştiri de başlar.

Mesela, 27 Nisan 2007’de internet sitesinde bir bildiri yayınlayarak Cumhurbaşkanlığı seçimine ve yargıya müdahale eden kim? Askeriye. Peki böyle bir görevi var mı? Yok.

Mesela, Eylül 2007’de toplumsal ve siyasal işleyişe, ‘ Eylem Planı’ ile müdahale etmek üzere hazırlıklar yapan kim? Askeriye. Peki böyle bir görevi var mı? Yok.

Daha sürüyle örnek verilebilir bu türden: Silahlı Kuvvetler adeta bir ‘siyasi parti’ gibi davranıyor.

Haliyle de eleştiriliyor.

Olağan, normal, kanunlarda belirtilen işini yapsa; sadece sınırları korusa, sadece dış tehditleri değerlendirerek tedbirler alsa kim ne diyecek?

Olsa olsa güvenli bir ülkede yaşamamıza en büyük katkıyı sağladığı askeriyeye teşekkür edilir.

Ama sınırlar aşılınca eleştiri de başlıyor işte. Bu kadar basit.

Sabah, 1 Temmuz 2008

Emre Aköz

02.07.2008


 

CHP, Kemalizm ve sol

Sosyalist Enternasyonal’in genel kuruluna katılamamış Deniz Baykal. Nedeni, sosyal demokrat bir parti olmadığı gözleminden hareketle CHP’nin üyeliğinin askıya alınması ihtimali.

CHP, yanaştığı ulusalcılarla bu ülkeyi dışa kapatacak, izole edecek, Saddam’ın Irak’ına çevirecek diyorduk ki, yanılmışız. Halk oy verip iktidar yapmayınca CHP, Türkiye’yi değil kendini ‘dışa kapattı’.

Demokrasilerde siyasi partiler halkın talep ve ihtiyaçlarını esas alırlar; halkın sözcüsü ve temsilcisidirler, devletin, bürokrasinin, resmi ideolojinin değil. CHP demokrasilerde siyasi partilerin bu işlevini bir türlü anlayamadı siyaset bilimi doçenti bir genel başkana rağmen. Halk, kendine belli bir yaşam biçimi dayatan, halk iktidarına değil bürokratik iktidara talip, resmi ideoloji ile halkı ‘adam etmeye çalışan’, laikliği, Atatürkçülüğü, cumhuriyeti kendine karşı sopa gibi kullanan bir partiyi iktidara getirir mi? Getirmedi de. Elli yılı aşkındır hiçbir seçimi kazanamadı CHP. Çünkü, demokrasiyi anlamadı, önemsemedi; milli iradeye değil askeriyle, yargıcıyla, rektörüyle bürokrasiye yaslanıp iktidar üretmeye çalıştı. Ee, bu da demokrasilerde olmuyor.

Düşünün, 22 Temmuz seçimlerinde öne çıkan sloganlarını: ‘Bu sefer cumhuriyet kazanacak’. Şimdiye kadar yapılan seçimlerde cumhuriyet hep kaybetmişti öyle mi? İnsanların ‘cumhuriyet’i değil siyasi partilerin ‘performanslarını’ oyladıklarını anlamayan bir siyasi kadro. Sonuç ne oldu peki? CHP kaybedince saltanatçılar mı kazandı? ‘Bu sefer de cumhuriyet kaybetti’ diyorsunuzdur, şimdi bu mantığa göre. Hatta, ‘cumhuriyetin (daha doğrusu, CHP’nin) hep kaybettiği bir demokrasiden bize ne? Olmazsa olmasın. Ah şu demokrasi olmasa bizim iktidarımız (bürokratik iktidarımız) her daim güçlü kalacak’ dediğinizi duyar gibiyim.

CHP ‘sol’ bir parti olsaydı; yoksuldan yana, emekten yana, dayanışmacı, sosyal adaletçi olsaydı Tuzla tersanelerindeki kazaların üzerine giderdi. Tuzla’da olanlar ve olmayanlar, bir siyasi iktidarı bitirmeye yeter de artar bile. Ama CHP’nin umrunda mı işçiler? Nişantaşı’nın ‘yaşam biçimi’ni temsil etmek, bürokratların ayrıcalıklarının bekçiliğini yapmak yetiyor.

Sosyal demokrasinin özgürlük, eşitlik ilkelerinin yanından bile geçmiyorlar. Eğitim hakkının ve kamu hizmetlerinin alımında eşitlik ilkesinin altını çizen son anayasa değişikliğini yargıya götürüp iptal ettiren bir ‘sosyal demokrat’ parti! Anayasa yapmayı sadece darbecilerin inhisarında gören bir Baykal... Seçim sonuçlarına bakıp halkı aşağılamaya kalkan bir parti politbürosu...

Sol, dünyanın her yerinde üretim ilişkilerine bakar, emeği gözetir, refah devletini ve refahın dağıtımı meselelerini önceler. Marxist jargonla söylersek, ‘altyapı’yı önemser. Siyasi analizlerini de, dönüşüm projelerini de üretim ilişkilerine yaslar. Peki, CHP ne yapar? ‘Laiklik elden gidiyor’a indirgenmiş bir ‘sol’ hareket düşünebiliyor musunuz? Böylesi bir ‘tek gündem siyaseti’ yapan CHP’nin ‘sol’la bir alakası yok. Demokrasiyle, açık toplum kurumlarıyla ve piyasayla iktidarını kaybeden bürokratik elitin ve onun sivil uzantılarının ağlama duvarı CHP.

Ordunun siyasete doğrudan müdahalesine alkış tutan, hatta bunu kışkırtan; mahkemelerin siyasal partileri kapatmasından medet uman; uluslararası olan her şeye zenafobik bir karşıtlık gösteren, evrensel demokratik kuralların hatırlatılmasını ‘emperyalizm’ olarak niteleyen bir ‘sosyal demokrat’ parti! Sosyalist Enternasyonal ne yapsın bu partiyi?

Türkiye ‘çağdaş özgürlükçü sol’unu arıyor. Bulabilir mi? Çok kuşkulu. Bu ülkede solun en büyük talihsizliği Kemalizm’in içinde doğması. Halk yerine devleti, değişim yerine kurulu düzeni, eleştirel akıl yerine resmi ideolojiye itaati esas alan Kemalizm aşılmadan sol ne kitlesel bir güç olabilir ne de entelektüel anlamda ciddiye alınabilir. ‘Hem sol hem Kemalist olunabilir’ diyebilen ‘yeni solcu’lar olduğu sürece de hayal görmeye gerek yok. CHP, solun evrensel referanslarının ‘ulusalcılık’a kurban edildiği bir hareketin adıdır.

Zaman, 1 Temmuz 2008

İhsan Dağı

02.07.2008


 

İşler kötü sanıyorduk ‘Büyümüşüz’

“Dünyada işler kötü. Dünya ekonomilerinde büyüme yavaşladı. Bizde de işler kötü.Yatırım yapılmıyor.Üretim yapılmıyor. İşyerleri kapanıyor” sanıyorduk...

Meğerse tam tersine, bizde işler çok iyi imiş. Başka ülkeler yüzde 1-2 büyümeyi hayal bile edemezken biz 2008 yılının ilk 3 ayında yüzde 6.6 büyümüşüz.

Büyümenin ölçüsü milli gelir (GSYİH) artışıdır. Milli gelir belli bir dönemde ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal (katma) değerini gösterir. Kısaca üretim artınca, ülkenin geliri de artar. Buna da büyüme denilir.

Milli gelir rakamları değerlendirilirken (1) Önce büyümenin kaynağına, gelirin nasıl arttığına, (2) Daha sonra da elde edilen gelirin nasıl harcandığına bakılır.

Büyüme ve harcama rakamları bir yıl öncenin aynı dönemiyle karşılaştırılarak değerlendirilir.

Geçen yılın ilk 3 ayında milli gelir yüzde 7.8 oranında büyümüştü. (2007 yılının 12 ayında büyüme ortalaması yüzde 4.5 olarak gerçekleşti.) Bu yılın ilk 3 ayında milli gelirimiz, geçen yılın ilk 3 ayındaki milli gelire göre (sabit fiyatlarla/enflasyondan arındırılmış olarak) yüzde 6.6 oranında arttı.

Büyümenin kaynağı sanayi

Ekonomide her sektörün, her ekonomik faaliyetin ağırlığı farklıdır. O nedenle her sektörün büyümesi milli gelir artışını farklı ölçüde etkiler. Örneğin yılın ilk 3 ayında (kış aylarında) tarım üretiminin toplam ekonomideki ağırlığı yüzde 3.9 dur. Bu nedenle yılın ilk 3 ayında tarımdaki büyüme toplam ekonomik büyümeyi çok az etkiler.

Buna karşılık, imalat sanayiinin ağırlığı yüzde 25.8’dir. İmalat sanayii yılın ilk 3 ayında yüzde 7.0 oranında büyüdüğünden, milli gelir artışında sürükleyici sektör imalat sanayii üretimi olmuştur.

İmalat sanayii üretimi artınca, perakende ticareti, ulaştırmayı, mali aracı kesimi harekete geçirir.

Perakende ticaretin milli gelir oluşumundaki ağırlığı yüzde 14.1, büyümesi yüzde 9.9’dur. Ulaştırma ve haberleşmenin milli ağırlığı yüzde 15.4, büyüme oranı yüzde 7.7’dir. Mali aracı kesimin ağırlığı yüzde 10.3, büyümesi yüzde 8.9’dur.

Yılın ilk 3 ayındaki yüzde 6.6 büyümenin 1.8 puanı sanayiden,1.4 puanı ticaretten,1.2 puanı ulaştırma ve haberleşmeden, 0.9 puanı mali aracılar kesiminden geldi. Bu 4 sektörün toplamı 5.3 puan eder ki, büyümenin ana kaynağının ne olduğu böylece ortaya çıkar.

Özel tüketim ve yatırımda artış var

Gelirin oluşumu kadar nasıl harcandığı da önemlidir. Harcama kalemlerinin de toplam harcama içindeki ağılıkları farklıdır. Yılın ilk 3 ayında toplam harcamanın yüzde 73.8’i özel tüketim harcamasına yüzde 25.7’si yatırım harcamasına gitti.

Yılın ilk 3 ayında devletin tüketim ve yatırım harcamaları azalırken özel sektörün hem tüketim hem yatırım harcaması arttı. Milli gelir ilk 3 ayda yüzde 6.6 oranında büyürken, özel sektörün tüketim harcaması yüzde 7.3 oranında artış gösterdi.

Özel sektörün yatırım harcamalarındaki artış yüzde 11.3 gibi yüksek bir orana ulaştı. Özel sektör yatırımlarında inşaata giden para gerilerken makine ve teçhizatta inanılamayacak büyüklüklerdeki harcama dikkati çekiyor..

Üç noktaya dikkat

Merkez Bankası ve TÜİK’in eğilim anketlerinde tüketiciler tüketimi, reel sektör yatırım ve üretimi kestiği konusunda işaretler verirken, milli gelirin ve milli gelirin harcanma şeklini gösteren rakamlar tersini gösteriyor.

Yılın ilk 3 ayına ait milli gelir rakamlarını değerlendirirken 3 noktayı göz önünde bulundurmak gerekir: (1) 2008 yılının ilk 3 ayındaki yüzde 6.6 büyüme memnuniyet vericidir ama, unutmayınız geçen yılın ilk 3 ayı daha da hızlı büyüme gerçekleşmişti. Büyüme yüzde 7.6 idi.

(2) Geçen yılın ilk 3 ayında bu yıldan daha yüksek büyüme gerçekleştiği halde yıl sonu ortalama büyüme oranı yüzde 4.5 olmuştu.

(3) Açıklanan rakamlar yılın ilk 3 aylık dönemiyle ilgili. Biz yılın ikinci 3 aylık dönemini de tamamladık. Üçüncü 3 aylık döneme giriyoruz. Yılın ilk 3 ayındaki rakamlara bakarak bugünü, bugüne bakarak o rakamları değerlendirmek yanlış olur...

Milliyet, 1 Temmuz 2008

Güngör Uras

02.07.2008


 

Genelkurmay “açıklıyor”

27 Nisan’dan bu yana, Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesi, hemen her konuda yaptığı açıklamalar sayesinde herhalde alexa sıralamasında Türkiye’de ilk 100’e girecek tıklanma oranına ulaşacak gibi görünüyor.

Bu başarısından dolayı Genelkurmay’ın internet ekibini kutlamak gerekiyor.

Her sabah güne başlarken ne var ne yok diye epeyce vakit ayırdığımız internet aleminde artık Genelkurmay sitesine de göz atmadan edemez hale geldik.

Gerçi onlarınki farklı, “akşam postası” niteliğinde, gün bitiminde devreye giriyor.

“Genelkurmay’dan sert açıklama” veya “Genelkurmay’dan çok sert açıklama” şeklinde medyaya yansıyan açıklamalar, artık hayatımızın önemli bir gerçeği haline geldi.

Kimi zaman Kutlu Doğum Haftasında müsamere yapan çocukları hedef alıyor bu açıklamalar, kimi zaman siyasi partileri, kimi zaman da basını...

Bu açıklamalarında Genelkurmay genellikle muğlak ifadeler kullanarak herkesin bu açıklamadan “hisse”sini kendisinin almasını gözetiyor.

“bazı çevrelerin ucuz propagandaları”

“maksatlı ve seviyesiz bir karalama kampanyası”

“bu saldırılar, hainlerden fazla zarar vermektedir”

Alper Görmüş’ün Nokta ile başlattığı ve son dönemde de Taraf' sürdürdüğü gerçek demokrasi yanlısı gazetecilikten en çok rahatsız görünen de yine Genelkurmay.

Taraf' yayınlarından bir hayli rahatsız görünen Genelkurmay, son açıklamasında dermiş ki;

‘Türk Silahlı Kuvvetleri; belli çevrelerin organize bir yapı içerisinde yürüttükleri, menfur bir saldırıyla karşı karşıya olduğunun farkındadır.”

Öyle böyle değil, bu cümle “çok sert açıklama” olarak geçiştirilmesi mümkün olmayan bir ifade içermektedir, adeta Genelkurmay’ın savaş ilanı gibi bir şey.

“Menfur saldırı” ne demek ola ki?

Peki, “farkında” olması ne anlama geliyor?

Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’ni “koruma ve kollama” adı altında her türlü sorumsuz faaliyetlerini yürüten “bazı çevrelerin”, halk bunun hesabını sormaya kalktığında neden bu kadar “maksatlı ve seviyesiz bir karalama kampanyasına giriştiğini anlamaya çalışmak gerekiyor.

Bu ülkenin hiçbir ferdinin ordusuyla bir alıp veremediği yoktur. Onun başarısıyla sevinir, hatasıyla üzülür. Ancak, bu demek değildir ki, her şey büyük bir “sorumsuzluk” içinde yürüyecektir.

Cumhuriyetin demokratik olmasından ziyade insanların hayatını karartacak derecede “laik” vurgusuyla yürütülmesi artık hiç kimseyi memnun etmemektedir.

CHP dışındaki siyasi partilere, etrafı kırmızı çizgilerle belirlenmiş alanlarda siyaset yapma mecburiyeti getirilmesini hiç kimse doğru bulmamaktadır.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana, ülkeyi ekonomik krize sürükleme pahasına, kendisi hiçbir şey kaybetmeyecek olanların türlü oyunlar oynadığının da bu halk “farkında”dır.

Herkese hesap sorup da kendisi hiç hesap vermeyen “bazı çevrelerin” de kim olduğunun “farkında”dır.

Genelkurmay, “sorumsuzluk” makamı değildir.

Halk siyasilerden nasıl hesap soruyorsa, Genelkurmay’dan da soracaktır.

Genelkurmay, halkına savaş açmak yerine, hiç kimseye hesap verme kaygısı olmayan insanların yönettiği bir ülkenin, nasıl bir ülke olacağını oturup düşünmek zorundadır.

Bu nedenle, bu tür açıklamalar iyice laçka olmadan, aklıselim çizgisinde buluşmak gerekiyor.

Taraf, 1 Temmuz 2008

Elif Çakır

02.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır