"Gerçekten" haber verir 08 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Türkiye’nin birinci gündemi ‘Orduyu nasıl siyasetten arındıracağız?’ olmalı

Türkiye ilginç bir dönemden geçiyor. Ergenekon soruşturmasıyla ilk kez iki orgeneral gözaltına alındı. Hem de orduevinden. Üstelik iki isim de bir döneme damgasını vurmuş kişiler; eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve eski 1’inci Ordu Komutanı Hurşit Tolon. Üstelik “terör örgütü kurmak” iddiasıyla tutuklanarak cezaevine konuldu. Eruygur’un adı uzun süredir emekli Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen darbe girişimi günlükleri nedeniyle gündemdeydi. Başbakan Erdoğan ile Ağustosta Genelkurmay Başkanı olması beklenen Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un görüşmesi de dikkat çekiciydi. İşte tüm bu gelişmeleri emekli askerî hâkim Ümit Kardaş’a sorduk. Darbe günlüklerinin yayımlanması nedeniyle açılan dâvâda Nokta dergisi yöneticilerinin avukatlığını yapan Kardaş’ın ordunun siyaset üzerindeki etkinliğini anlattığı “Ötekiler İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi” adlı kitabı da yeni çıktı.

Türkiye’de bir ilk yaşandı, orgeneraller gözaltına alındı ve sonra da tutuklandı...

Bu beklenmiyordu. Türkiye’de bu tür gelişmeler yaşanır, bazı iddialar ortaya atılır ve aynı şekilde unutulur. Bu sefer de öyle olacak sandım çünkü Şemdinli olayını da yaşadık. Siyasî iktidarın destek vermemesi nedeniyle Şemdinli savcısı meslekî olarak yok oldu. Bu da konjonktürel olarak ortaya çıktı ama birtakım dengeler ve uzlaşmalar olacak, ardından da üstü kapatılacak diye bekliyordum. Gerçi yine de bir uzlaşma ve denge olmadığı anlamına gelmiyor. Gerilimin tırmandığı bir dönem ve bu arada böyle ilkler de yaşanıyor.

Nasıl bir uzlaşma? Yasal olarak iki orgeneralin gözaltına alınmasına engel yok ama Silâhlı Kuvvetler’in onayı olmadan bu operasyon gerçekleşmiş olabilir mi? Ya da bir restleşmenin sonucu mu?

Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne kurum olarak bakmadığımızda restleşmenin, kurum olarak baktığımızda ise bir uzlaşmanın sonucu olarak görülüyor. Burada da aynı şey olacak gözüküyor. Şimdi böyle bir operasyonun ordu tarafından reaksiyonla karşılanması çok normal olurdu. Sonuçta bu isimler daha önce kuvvet komutanlığı yapmış... Burada bir uzlaşmanın olduğu görülüyor. Ordu kurum olarak bu gözaltılara reaksiyon göstermiyor aksine onay veriyor. Mutlaka uzlaşma var.

Restleşme kiminle?

Ulusalcı kesim hem rejim hem de ordu açısından taşınabilir olmaktan çıktı. Burada dış dinamikler, güçler ne kadar etkili, bilemiyoruz ama özellikle ABD, böyle bir operasyona yeşil ışık yakmış olabilir.

Tasfiye mi var?

Orduda bir bölünme var. Çünkü siyaset yapan bir ordu ve Amerika’ya daha yakın duran bir kesim var. Bunların karşısında ulusalcı dediğimiz, daha milliyetçi olanlar yer alıyor. Burada dış dinamik bunun farkında olabilir ve ulusalcı dediğimiz Şener Eruygur gibi isimlerin tasfiyesine yeşil ışık yakmış olabilir. Şimdi de tasfiye ediliyor.

Orgeneral Şener Eruygur’un gözaltına alınması ortaya çıkan iki darbe girişiminin günlükleriyle mi ilgili?

Hem Ergenekon ile hem darbe günlüklerle ilgili. Darbe girişimi ve Ergenekon’un diğer eylemleri birbirini bütünlüyor. Bu günlükler önemli bir işlevi gördü; iki darbe girişimi olduğunu bu günlüklerden öğrendik. Emekli Oramiral Özden Örnek, darbe girişimi sırasında biraz mütereddit kalıyor, kendini içinde buluyor. Örnek’in de mutlaka ifadesi alınması lâzım. O günlüklerin kendisine ait olmadığını iddia etse de o dönemi yaşamış bir komutan. Burada kilit ve kanıt isim ise eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök. Darbe girişimleriyle ilgili savcı, Hilmi Özkök’ü mutlaka dinlemeli. Çünkü darbenin önündeki engel olarak Özkök gösteriliyor.

Orduda ulusalcılar ağırlıkta değil mi?

Bir dönem ağırlıktaydılar ve ulusalcılık orduda benimsenen bir anlayıştı. O dönem bu dış dinamik açısından, ABD için de uygundu. Ama bugün artık miadını doldurdu.

Ulusalcı kesim Rusya’ya daha mı yakın duruyor?

Evet. Nitekim Hurşit Tolon “Olmazsa Rusya’yla işbirliği yapalım” diyordu.

Ergenekon operasyonunda bulunan bazı notlarda generallerin NATO’cu ve millici diye ayrıldığı ortaya çıktı. Bölünme bu şekilde mi?

Hayır. Bu çok geçerli değil. Ulusalcı politikanın ve onu uygulayanların yıpranması söz konusu. Çünkü 12 Eylül darbesinin arkasında ABD vardı. Darbecilerin milliyetçi ve İslami söylemleri vardı. Yeşil kuşak dönemiydi. Sonra İslamcılık tehdit haline gelince konsept değişti. Bu kez ulusalcılar gündeme geldi. ABD’nin politikaları birebir Türkiye’ye yansıyor. Komünistlere karşı İslamcıların kullanılması nasıl Türkiye’ye yansıyorsa tersi de yansıyor.

“Ergenekon operasyonuyla Türk Gladiosu dağıtılıyor” diyebilir miyiz?

Bu yapı bir dönem ulusalcıları eğitti. Şimdi bunları tasfiye ediyorsa demek ki yeni bir konsepte kendini kanalize edecektir.

Başbuğ ve Erdoğan’ın görüşmesine ne diyorsunuz? Mutabakat burada mı sağlandı?

Zaten Tayyip Erdoğan’ın tarzı bu. Bu görüşme yeni Genelkurmay Başkanı’nın kabulüydü. Başbakan Erdoğan’la görüşmesi nedeniyle İlker Başbuğ artık Genelkurmay Başkanı diyebiliriz. Zaten Tayyip Erdoğan daha önce aynı şekilde Yaşar Büyükanıt ile görüştü sonra hemen kararnamesini çıkardılar. Bu kez de öyle olacaktır. Buna mukabil bu oluşumun ve ulusalcı kanadın bir ölçüde tasfiyesi ve gerekenin yapılması da vardır.

“Hükümetin restleşmesi ordu içindeki ulusalcı kanatla ama ordu da bu kanadı kendi içinde temizliyor” mu diyorsunuz?

Ordu içinde bir hesaplaşma var, öyle gözüküyor. Operasyonla ilgili Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklama “Yasalar gereği yapıldığı” şeklindeydi. İlker Başbuğ’un Başbakan’la görüşmesinde operasyonun konuşulduğu ve mutabakat sağlandığı haberlerine tepkisi de doğal. Ama mutabakat var. Restleşme ise ulusalcı grupla. Bazen bazı şeyler yük olmaya başlar ya sonra atılır bir kenara. Bu durum da ona benziyor. TSK, ulusalcı çizgiden, odaktan çok, biraz daha farklı bir anlayışa doğru gidiyor. Restleşmesi de ordudan atmak istediği kesime karşıdır. Burada ulusalcı kanadın hem askeri olarak bağlarının kesilmesi hem de toplumsal olarak etkisizleştirilmesi isteniyor olabilir. Bu ulusalcı kanat, hem emekli olanlar hem de görevde olanlar, ordu için de yıpratıcı oluyor.

YAŞ’ta sürpriz olabilir mi?

AKP’nin bu noktalara gideceğini düşünmüyorum. Ayrıca ordu üzerinde operasyonel davranacak gücü de gözükmüyor. Bunu yaparsa bütün dengelerle, hiyerarşiyle oynamış olur. Bunu yapmaz.

İki orgeneralin tutuklanmasının ordudaki etkisi ne olur?

Burada Silâhlı Kuvvetler mensuplarının eğitimine bakmak lâzım. Askerî okuldan başlayarak belli bir formasyonla yetiştiriliyor. Bu formasyon içinde siyaseti yönlendirmeleri tarihsel misyon olarak yer alıyor. Cumhuriyet tehlikeye düştüğünde kendilerine görev düştüğü mantığı var. Hele kurmay olduktan sonra o subayın psikolojisi çok farklı oluyor. Tabiî hepsi için söylemiyorum. Böyle yetişenler için bu tutuklama kolay kabul edilebilir değil. Bir şok geçirme, hayal kırıklığı yaratabilir. Ayrıca alttaki kesimin de Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı gibi üsttekilere karşı olumsuz duygular beslemesine neden olabilir. Sonuçta tutuklanan kuvvet komutanlığı yapmış bir isim... O nedenle travma yaratabilir. Ordu içinde de kafalar net değil, karışıktır. Ama bunlar siyaset yapan ordunun sonucudur. Türkiye’nin birinci gündemi ‘Orduyu nasıl siyasetten arındıracağız?’ olmalı. TSK genel olarak şeffaflaşmak, siyasî iktidara veya parlamentoya hesap vermek istemiyor. Millî Güvenlik Siyaset Belgesi ve tehditleri ‘Ben tayin ederim’ diyor. Burada AKP’nin tutunacak dalı AB oldu. Bu durum TSK için kaygı verici bir unsur oluşturdu. Yoksa mesele laiklik ve türban değil.

Bu operasyon ordunun siyasetteki etkisini nasıl etkiler?

Bu operasyon ordu bundan sonra kışlasına dönecek ve demokratik ülkelerdeki gibi normal görevini yerine getirecek anlamına gelmiyor. Ama bu kadar müdahaleci olmayabilir.

AKP’nin kapatılması da gündemde. Bir mutabakat varsa bu bir paradoks değil mi?

Paradoks. AKP’nin kapatılması dâvâsının arkasında da askerî ideoloji mantığının yargı bürokrasisi üzerindeki etkisi olduğu söyleniyor. Aslında mutabakatın olup olmadığını, içinde nelerin yer aldığını mahkeme kararından sonra daha net göreceğiz. O zaman her şey ortaya çıkacak. Ama beklenenin aksine bakarsınız parti kapatılmaz, sadece Hazine yardımı kesilir. Kapatıldığı takdirde Ergenekon soruşturması sulandırılabilir, işler tersine dönebilir. Bu soruşturma illegal işlerin ortaya çıkarılmasında fırsat olabilir. Özellikle Güneydoğu’da yaşananlar korkunç. JİTEM var, korucular var, Özel Tim var ve bütün bunlar illegalite içinde çalıştı. İşkenceler, köy yakmalar, çeteleşmeler gibi facialar yaşandı. Bunlarla yüzleşmek mecburiyetindeyiz. Hesaplaşarak ancak demokrasinin önünü açabiliriz.

Sabah, 7 Temmuz 2008

Konuşan: Ecevit Kılıç

08.07.2008


 

Ergenekon’dan önceki son çıkış

Köprüden önceki son çıkış diye yazar levhalar. (...)Bu işaret “Eğer son çıkışı kaçırırsan köprüye girmiş olursun ve kendini başka bir kıtada bulursun” demektir.

Ergenekon’la ilgili yapılan bazı yayınları şuna benzetmek mümkün: Avrupa yakasında kalmak için ömür tüketen birileri, gladyoyla yüzleşme fırsatını teğet geçiyor ve varlık nedenlerini inkâr edecek şekilde pozisyon değiştiriyor. İçe kapanmış bir Türkiye’yi şeffaf ve denetlenebilir bir demokratik ülke modeline tercih ediyorlar. Oysa tarihe geçecek manzara çok farklı.

Ergenekon soruşturmasının iddianamesi cuma günü açıklanacaktı; son bir beyanla bu haftaya kaldı. Binlerce sayfalık iddianame Türkiye’nin en ilginç tartışmalarından biri olan “derin devlet” konusunda tam bir dönüm noktası olacak. Ne var ki daha şimdiden herkes saflarını belirlemiş durumda. Bazıları “Bu iddianame her türlü derin ve karanlık ilişkileri ifşa edecek bir dokümandır” diyecek; bazıları da “Doğru dürüst iddialar ortaya konamamış” diyerek bu tarihi davayı okumadan reddedecek. İki tutum da yanlış! Yani, Ergenekon iddianamesi devletin içine çöreklenmiş gizli örgütlerin tamamını deşifre etmiyor; edemez de. Kökü çok derinlerde ve uluslararası bağlantıları olan bir olgudan bahsediyoruz. Buna rağmen Ergenekon davasına “faso fiso” muamelesi yapmak gazeteciliğe yakışır bir davranış değil; onu bilmek gerekiyor. Kim böyle bir aldatmacaya başvurursa tarih huzurunda hesap veremez. Neden mi?

Demokrasi adına

bazı hatırlatmalar

Her şeyden önce bu dava somut bazı olaylar eşliğinde savcılığa intikal etti. Ümraniye’de cephanelik ve örgüt dokümanları olmasaydı böyle bir dava başlayamazdı. Ele geçirilen bilgi ve belgeler yenilir yutulur şeyler değil. Ayrıca Ümraniye sonrası sürülen iz, pek çok insanın sorgulanmasına; hatta tutuklanmasına sebep oldu. Silahlar, bombalar, suikast planları, askerî sır içeren belgeler, Ergenekon örgütünün gizli yapılanma şemaları, ülkeyi kana bulayacak eylem çalışmaları, son yıllarda işlenen menfur siyasi cinayetlerle bu örgütün bağlantıları, Sarıkız, Ayışığı (hatta bu ikisinden de önemli olup bir cümleyle şemada geçiştirilen “Yakamoz”) adlı darbe planları...

Bazı basın kuruluşları Ergenekon davasıyla ilgili resmen karartma hatta bazen çarpıtma yapıyor. Asıl onlar için söylüyorum, bu Ergenekon’dan önceki son çıkıştır. Yani, “Yapmayın, etmeyin, karşımızda tehlikeli bir gizli örgüt var; bunlarla bugün mücadele etmezseniz diktatörlükten yana bir tavır almış olursunuz” diyenleri doğru anlamak gerekiyor. Çünkü iddialar büyük, ithamlar hafife alınacak cinsten değil. Avrupa demokrasileri Gladyo tipi örgütlenmelerle yüzleşti ve bu tür suç örgütlerinin kökünü kazıdı. Bizde hâlâ halka karşı gizli örgütlenmeler devam ediyor ve bu duruma bazı demokrasi özürlüsü kişiler ve gruplar destek veriyor. Onlara bazı hatırlatmalar yapmakta fayda var.

1. Ergenekon davasında gözaltına alınanlar ya da hapse atılanlar bir düşünce suçundan yargılanmıyor. Bazı televizyon kanalları (buna, objektifliği ile övünen haber kanalları da dâhil) Ergenekon davasını bir fikir suçuymuş gibi naklediyor. Vahim bir gazetecilik hatası! Lütfen uyanın artık! Karşınızda ülkeyi kana bulayarak kaos ortamı oluşturmak isteyen ve savcılık tarafından “terör örgütü” olmakla suçlanan bir gizli örgüt var. Suçları mahkemece ispat edilmiş değil; ama suçlamalar çok büyük. Gözaltına almalar sırasında bazı yanlış uygulamalar yapılır, buna herkes karşı çıkar; çıkmalıdır da. Lakin Ergenekon davasını masum bazı devlet görevlilerine uygulanan siyasi bir baskı gibi sunmak, “Ben Gladyo’nun yanındayım, arkasındayım” demek gibi bir şeydir.

2. Makamı, rütbesi, görevi ne olursa olsun hiç kimse kanunların dışına çıkamaz; çıkarsa da cezasını çeker. Hiç kimse halkın iradesine karşı milletin vergileriyle alınan silahları milletin kendisine karşı kullanamaz.

3. Ergenekon davasını basite indirgeyebilmek ve akim bırakmak için uydurulmuş klişeler var. Mesela deniyor ki “İnsanlar gözaltına alındı, bir yıl geçti, neyle suçlandıklarını bile bilmiyorlar!” Bu cümleye gülmemek mümkün değil! “Neyle suçlandıklarını bile bilmiyorlar” ne demek. Bal gibi biliyorlar! Adamlar zaten önce gözaltına alındı, sonra savcılığa ifade verdi; o da yetmedi, hâkim huzuruna çıktı ve tutuklandı. Nasıl oluyor da “neyle suçlandıklarını bile bilmiyorlar” diyorsunuz?

4. Ergenekon soruşturmasına gölge düşürebilmek için olayı ısrarla adlî platformdan çıkarıp siyasî bir çerçeveye sıkıştırmak istiyorlar. Güya parti kapatma davasının rövanşı alınıyormuş, o yüzden son gözaltına alma işlemlerinin “zamanlaması ilginç bir tarihe denk getirilmiş”, falan filan. Bu söyleme alkış tutan medyaya çarpıtma ödülleri verilmeli. Zira azıcık hafızasını yoklayan herkes hatırlayacaktır ki Ergenekon soruşturmasına sebep olan Ümraniye baskını AK Parti’ye açılan kapatma davasından çok öncedir. İlle de bir rövanştan bahsedilecekse, ille de bir rövanşist bulunacaksa, belki Ergenekon davasında adı geçen bazı zevatın intikam duygusuyla kapatma davasına sarıldığı söylenebilir.

5. Kapatma davası açıldığından bu yana “hukukun üstünlüğü prensibi” üzerine herkese temcit pilavı ısmarlayanlar, Ergenekon çetesi söz konusu olduğunda dut yemiş bülbüle dönüşüveriyor. Ortada ne “yargı sürecine saygı” kalıyor; ne de “yargı bağımsızlığı”. Yalnızlaşan medya, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılar üzerine baskı kuracakmışçasına yayınlar yapıyor; çeteyle ilgili iddiaları daha baştan balon olarak niteliyor. Hatta bazı konularda demokratik bir duruş sergileme çabası içinde olan Basın Konseyi bile Ergenekon davasını yazdığı için gazete(ci)lere dava açan savcıları değil, bu konuyu yazan gazetecileri suçlar hale geldi. Andıç olaylarındaki alelacele yazıştırıp çiziktirdiklerini unutarak meslektaşına adeta “Çenenizi kapayın, Ergenekon’u yazmayın” demeye getiriyor. Basın Konseyi’ni ilk defa bu kadar çuvallamış görmenin hüznü içindeyim.

Artık hiçbir şey

eskisi gibi olamaz

Sözü toparlamak gerekirse; Türkiye Ergenekon soruşturmasıyla yeni bir döneme girdi. Bu saatten sonra Türkiye on senede bir darbe yapılan ve darbeci subayların asla yargılanamadığı bir ülke olarak yoluna devam edemez.(...)

Eğer bu ülkede gizli örgüt kurarak darbe yapmayı planlama suçundan emekli generaller, kuvvet komutanları, gazeteciler, meslek örgütü liderleri gözaltına alınabiliyorsa; bu durum, devletin de gücünü gösterir milletin de. Çünkü hiçbir fert ve hiçbir makam bu milletten, o milletin teşkilatlanmış hali sayılması gereken devletten ve bağımsız/tarafsız kalmaya mecbur yargıdan daha üstün değildir. İmtiyazlı sınıfların pervasız ve keyfi yöntemlerle dilediğini yaptığı hiçbir ülkede demokrasiden söz edilemez.

(...)Türk medyasının demokrasi defosu, sayılayamayacak kadar çoktur. Maalesef geçmişte darbeye zemin hazırlama, tahrik ve teşvik misyonunu yerine getirme gibi ithamların altında ezilmiştir Türk basını. Provokasyonlara kapılarak alelacele yayın yaparak pek çok hataya da ortak olmuştur. Şimdi yüzyıllık hatalarına kefaret sayılabilecek yeni bir durum var: Ergenekon. Şayet medya Ergenekon iddianamesini boşluğa itebilmek için abuk sabuk dümenler çevirmeyi bırakır, gerçek gazetecilik mantığıyla gladyonun üzerine giderse hem Türk demokrasisi kazanır hem Türk medyası. Derin devletiyle yüzleşmemiş, gladyosunu tasfiye etmemiş Batı ülkesi kaldı mı yeryüzünde?

Zaman, 7 Temmuz 2008

Ekrem Dumanlı

08.07.2008


 

Kemalizm, liberalizm, İslâm ve sol

Kemalizm, hemen daima ‘sol’u müttefik görmüştü, en azından etkin bir “Sol Kemalizm” vardı, halen de var ama artık Kemalizme ‘devrim teorisi’ ile değil, özgürlük düşüncesiyle karşı çıkan bir sol gelişiyor; darbe karşıtı yürüyüşler, Taraf gazetesi, Radikal‘in sol-liberal yazarları...

Özgürlükçü solcu, ateist Murat Belge’yi muhafazakârlar seviyor; Kemalistler kızıyor!

Taraf‘ta Ahmet Altan geniş dindar kitlelerle özgürlükçü solun ittifak yapmasını savunuyor. Basit bir siyasi ittifak değil, bir tür ‘dine saygılı sol’ teorisi geliştiriyor.(...)

Altan’ın ‘sosyolojik’ kanıtı, dindar kesimin ‘sivil’ oy davranışlarıyla bu kesimin Taraf‘a gösterdiği sempatidir.

***

Liberalizm faktörü

İkincisi ve daha köklüsü, liberalizmle muhafazakârlık arasındaki ‘tarihsel blok’ duruşudur. Kemalistler dünkü ‘köylülerin Türkiye’sinde liberalleri kolayca tasfiye etmiş, ondan sonra da entelektüel hayatımızda liberalizm adeta unutulmuştu.

Orta sınıflaşan bugünkü Türkiye’de ise, entelektüel inisiyatifin nasıl değiştiğini Radikal‘de Haluk Şahin’in CHP’yi Sosyalist Enternasyonal kongresine gitmediği için eleştiren yazısında görmek mümkün:

“Yabancıların baştan önyargılı oldukları bahanesine sığınarak susmak, kaçmak, kapanmak yalnız karşınızdakilerin işine yarar. Sizin bıraktığınız boşluğu onlar doldurur, dolduruyor da...”

Şahin’in ‘onlar’ dediği kesim, liberallerle muhafazakârlardır. Devam ediyor:

“Onlar susmuyor, saklanmıyor, kapanmıyor. Gidiyor, konuşuyor, kendi görüşlerini bıkmadan usanmadan anlatıyor. Umulmadık insanlarla ittifak kuruyor...”

Gerçekten, CHP’lilere göre, AKP’nin Sosyalist Enternasyonal’de lobi yapabilmesi, CHP’nin ise ‘kaçması’ ilginç değil mi?!

Birlikte yaşamak

İslami ve muhafazakâr kesimlere gelince... Cumhuriyet elitlerinin dilindeki “Batılı yaşam, çağdaşlık” gibi terimleri eskiden bu kitleler kendilerinin “gerici” diye aşağılanmaları olarak algılardı! Ama artık yükselen Anadolu sermayesi ve demokrasiyle görüyorlar ki, Batı’nın bir de özgürlükçü ve kalkınmacı yanı var! İşte buna sahip çıkıyorlar. Batı’nın siyasi değerlerine şüpheci bakanlar artık Kemalistlerdir!

Muhafazakârlardaki bu büyük değişim basit bir siyasi ve iktisadi çıkarcılığa indirgenemez. Sosyolojik açıdan ‘burjuvalaşma’ süreci; siyasi ve entelektüel açıdan ise serbestlik arayışı doğal olarak İslami kesimde liberalizme ve özgürlükçü sola zihni bir açılım yaratıyor.

Dün Erbakan liberalleri “Renksizler” diye aşağılardı.(...)

Kemalistler “uyanık bekçi” psikolojiyle, bu değişimleri tuzak falan sanıyor. Değişimin şehirleşme, piyasa ekonomisi, demokrasi, dışa açılma gibi dinamiklerini bu psikoloji yüzünden doğru analiz edemiyorlar. “Susmak, kaçmak, kapanmak” gibi tepkilere kapılıyorlar.

Hepimiz şu iki maddi gerçeği içimize sindirmeliyiz:

Modernleşen toplumlar kaçınılmaz olarak orta sınıflaşır, çoğulculaşır. Artık tek fikirli, tek-tip itikatlı bir toplum hayal bile edilemez.

Kimse öbürünü tasfiye edemez. Herkesin ve ülkemizin geleceği hepimizin ‘birlikte yaşama’yı benimsemesine bağlıdır. Bunun adı demokrasidir.

Biraz sağduyu yeterlidir bunun için.

Milliyet, 7 Temmuz 2008

Taha Akyol

08.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır