"Gerçekten" haber verir 12 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

En hayırlınız, Kur’ân'ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.

Câmiü's-Sağîr, No: 2083

12.07.2008


Mühim bir vazife: Kur’ân öğretmek

Aziz, sıddık, ciddî, samimî âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur’âniyede çalışkan bir arkadaşım Refet Bey,

Mektubunuz beni mesrur etti. Biliniz ki, iki sene evvel mâbeynimizde hararetli bir uhuvvet başladı. Sonra bazı ârızalarla ileri gitmedi. Müjde, şimdi ileri gidiyor. Çünkü, Hüsrev bana yazdığı mektubunda, senden çok memnun olduğunu, Barla’dan döndükten sonra seni istediğim tarzda bana gösteriyor.

Demek tam onunla ittihad ve teşrik-i mesâi ediyorsun. Elinden geldiği kadar onunla münasebeti kuvvetleştir. Hem herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur’ân öğretmek olduğundan, sen bu vazifeyi yapmaya başladın. Sen birinci talebelerden olduğundan, inşaallah senin çocuğun da birincilerden olacaktır. Madem çocuk benim de evlâd-ı mâneviyemdir; ona verdiğin ders, yarısı senin namına ise, yarısı da benim hesabıma olmalıdır.

Senin rüyan ise çok mübarektir. Tabiri pek zahirdir. Isparta bir camidir. Hüsrev, Refet, Lütfü, Rüşdü gibi zatların samimî mütesânid heyetin şahs-ı mânevîsi sana Said suretinde gösterilmiş. Risalelerle verdiğiniz ders ise, va’z u nasihat suretinde gösterilmiş. Sen namazı kılmadığınızdan geç kalıp, acele ederek derse yetişmek tâbiri, Sözler’in neşri haricinde bazı vezâif-i diniye, hem bir parça tembellik, sizi birincilik hakkın olan birinci derste ikinci derecede kaldığınıza işaret edip, seni ikaz ediyor.

Her neyse... Ben senden şimdi çok memnunum ve oradaki kardeşlerim dahi senden çok memnundurlar. Cenab-ı Hak bize ve size tarik-i Hakta hizmet-i Kur’âniyede sebat ve metânet versin. Âmin. Kayınpederiniz Hacı İbrahim Efendiye çok selâmla Bedreddin’e ve hemşireme çok dua ediyorum.

Barla Lâhikası, 173-74

***

İnebolu civarında bulunan ve Nurlara güzel kalemiyle çok hizmet eden kardeşlerimizden Mehmed Zekeriya’nın bir mektubunu aldım. Endişelerimi izale edip beni mesrur eyledi. Şimdi Nurların bir vazifesi olan çocuklara Kur’ân okutmak ve iman derslerini vermek hizmetiyle meşgul olduğunu yazıyor. Ona yazınız ki: Bu hizmetin, aynen eskide Nur’lara çalışmanız gibi kıymetlidir. Hem, senin yazdığın kesretli risâleler, senin bedeline Nur’ların neşrine hizmet ederler. Merak etmesin; o eski makamını muhafaza ediyor.

Emirdağ Lahikası, s. 152

***

Kur’ân, Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Söz’de beyan ve ispat edildiği gibi, Kur’ân; bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı unvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvat ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir; hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir; hem rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir; hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır; hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.

Sözler, s. 331

mâbeyn: Ara, iki şeyin arası.

uhuvvet: Kardeşlik.

teşrik-i mesâi: Çalışma ortaklığı.

mütesânid: Dayanışma içerisinde olan.

vezâif-i diniye: Dini vazifeler.

kesretli: Çok.

mevcudat: Varlıklar.

rububiyet-i mutlaka: Allah'ın mutlak terbiye ediciliği.

12.07.2008


Hikmetli mektuplar, hikmetli sözlerle biter

Siz hiç mezarlıktan geçtiniz mi?

Mezarlığı bir kitap gibi okudunuz mu?

Mezarlıklar size neyi hatırlatır?

Atalarımız mezarlıkları niçin yol kenarlarına yaptıklarını hiç düşündünüz mü?

Önce ölümü hatırlasınlar da kötülük yapmasınlar diye, değil mi?

Sonra?

Sıralayalım mı?

1. Bizden önce dünyada yaşayan insanların ölümlerini.

2. Akrabalarımızın ölümlerini.

3. Kendimizin ölümünü.

4. Bizden sonrakilerin ölümlerini.

5. Kâinatın ölümünü.

6. Kıyametin kopmasını.

7. Ahiretin başlamasını.

8. Amel defterlerinin açılışını.

9. Sevap ve günahların tartılacağını (mizan).

10. Cennet ve cehennem…

Siz bunlara başkalarını da ilave edebilirsiniz. Mezar taşlarının başında gözünüze en çok çarpan kelimeler nelerdir?

Sizleri bilmem ama benim dikkatimi şu sözler çeker: “El-Baki, Hüve’l-Baki”

Bu söz size neleri hatırlatır?

Ölümsüzlüğü…

Bu söz ne demektir?

“Gerçek Bâki olan Allah’tır.” Yani her şey fanidir, yok olucudur. Ama Allah bâkidir, ebedidir, ölümsüzdür. Bu arada ölümle ilgili, tabutların üzerine örtülen örtüde yer alan şu âyet meâllerini hatırlamamak elde değil: “Her nefis ölümü tadacaktır.”1

“O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde ‘Biz Allah’ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak O’nadır’ derler.”2

Hangi sırlar saklıdır, bu sözlerde?

Buna Bediüzzaman’ın yaklaşımını şu sözler çok güzel özetler: “Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: ‘Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim, gayrı istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcûdâtı umumen isterim.”3

Neden bu konuya girdik dersiniz?

Said Nursî mektuplarını “El-Baki, Hüve’l-baki” imzasıyla bitiriyordu. O sözler bana bunları hatırlattı. Siz ne dersiniz?

Lâhika mektuplarını aşağıdan yukarıya okursak başka neler görürüz?

Mektuplara bazen “Kardeşiniz” bazen de “Ahiret kardeşiniz” notunun ilâve edildiğini görürüz. Yukarıdaki mânâyı açıklayan ve tamamlayan sözlerdir. Bu sözler hem hatırlatıcı, hem de tamamlayıcı özellik taşır. Mektubun muhatabına göre son sözlerde çok sırlar gizlenmiştir. Meselâ, Refet Beye gönderilen bir mektup şu sözlerle bitmektedir: “Kerâmet-i gaybiyenin ikinci parçasını tashih ederek bir parça daha ilâve ettik, gönderdim. Bedreddin’in sür’atle ileri gitmesi, Kur’ân-ı Hakîmin feyz-i kerâmetindendir. Cenab-ı Hak muvaffak etsin. Hacı İbrahim Efendiye bilhassa selâm ediyorum. Lütfü, Rüşdü, Hafız Ahmed, Sezai Efendilere selâm ediyoruz. Âhiret hemşireme de duâ ediyorum. Senin bu defaki mektubun bir parçası Mektûbât içine derc edildi.”4

Yukarıdaki sözleri tahlil etmeye çalışırsak neler elde ederiz?

1. Kerâmet-i Gaybiye isimli risale tashih edilmiştir.

2. Tashih edilen risâleye bir parça daha ilave edilmiştir.

3. İlaveli ve tashihli risâle size gönderilmiştir.

4. Siz de buna göre tashih ve ilâve yapınız.

5. Bu durumu diğer nur talebelerine de bildiriniz.

6. Bedreddin’in yazıda hızla ilerlemesi Kur’ân-ı Kerim’in kerâmetinin feyzindendir.

7. Allah başarılı kılsın ve devam ettirsin. Ona duâ ediyorum.

8. Kayınbabanız Hacı İbrahim benim nazarımda önemli bir kimsedir. Senin hizmetine yardım etmektedir. Bundan dolayı özellikle selâm (duâ) ediyorum.

9. Orada seninle birlikte hizmet eden Lütfü, Rüşdü, Hafız Ahmed, Sezai Efendilere selâm (duâ) ediyorum.

10. Ahret hemşireme (ailenize, hanımınıza) duâ etmeyi unutmadım. O mübarek hanımdır. Tebrik ediyorum. Duâma dâhil ettim.

11. Senin mektubların çok önemlidir. Bu defa bir parçasını Mektûbât içine aldım.

12. Risâleleri hem yazmaya, hem okumaya, hem de çoğaltmaya devam et.

13. Burada sayılan konuları ilgililere ilet.

14. İrtibatımız devam edecektir.

Mektubun son paragrafından çıkarılacak başka sırlar da bulabilirsiniz. Hikmetli mektuplar, hikmetli sözlerle biter. O tarihlerde Nur talebeleri arasındaki irtibat mektuplarla sağlanmaktadır. O günkü teknik bu kadardır. O günkü imkânları sonuna kadar kullanmışlardır.

Bu güne gelirsek…

Kendimize şu soruyu sorabilir miyiz?

Hizmetin neresindeyiz?

Dipnotlar:

1- Ankebut: 57. Bu âyet meâli İstanbul’da bir mezarlığın kapısına asılmıştı da medyada nasıl fırtınalar koparılmıştı. Çünkü bu âyet insanlara ölümü hatırlatıyordu. Ölüm ise en büyük nasihatti.

2- Bakara Sûresi: 156.

3- Sözler, s. 201

4- Barla Lâhikası, s.175

12.07.2008


Hikmetli mektuplar, hikmetli sözlerle biter

Siz hiç mezarlıktan geçtiniz mi?

Mezarlığı bir kitap gibi okudunuz mu?

Mezarlıklar size neyi hatırlatır?

Atalarımız mezarlıkları niçin yol kenarlarına yaptıklarını hiç düşündünüz mü?

Önce ölümü hatırlasınlar da kötülük yapmasınlar diye, değil mi?

Sonra?

Sıralayalım mı?

1. Bizden önce dünyada yaşayan insanların ölümlerini.

2. Akrabalarımızın ölümlerini.

3. Kendimizin ölümünü.

4. Bizden sonrakilerin ölümlerini.

5. Kâinatın ölümünü.

6. Kıyametin kopmasını.

7. Ahiretin başlamasını.

8. Amel defterlerinin açılışını.

9. Sevap ve günahların tartılacağını (mizan).

10. Cennet ve cehennem…

Siz bunlara başkalarını da ilave edebilirsiniz. Mezar taşlarının başında gözünüze en çok çarpan kelimeler nelerdir?

Sizleri bilmem ama benim dikkatimi şu sözler çeker: “El-Baki, Hüve’l-Baki”

Bu söz size neleri hatırlatır?

Ölümsüzlüğü…

Bu söz ne demektir?

“Gerçek Bâki olan Allah’tır.” Yani her şey fanidir, yok olucudur. Ama Allah bâkidir, ebedidir, ölümsüzdür. Bu arada ölümle ilgili, tabutların üzerine örtülen örtüde yer alan şu âyet meâllerini hatırlamamak elde değil: “Her nefis ölümü tadacaktır.”1

“O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde ‘Biz Allah’ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak O’nadır’ derler.”2

Hangi sırlar saklıdır, bu sözlerde?

Buna Bediüzzaman’ın yaklaşımını şu sözler çok güzel özetler: “Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: ‘Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim, gayrı istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcûdâtı umumen isterim.”3

Neden bu konuya girdik dersiniz?

Said Nursî mektuplarını “El-Baki, Hüve’l-baki” imzasıyla bitiriyordu. O sözler bana bunları hatırlattı. Siz ne dersiniz?

Lâhika mektuplarını aşağıdan yukarıya okursak başka neler görürüz?

Mektuplara bazen “Kardeşiniz” bazen de “Ahiret kardeşiniz” notunun ilâve edildiğini görürüz. Yukarıdaki mânâyı açıklayan ve tamamlayan sözlerdir. Bu sözler hem hatırlatıcı, hem de tamamlayıcı özellik taşır. Mektubun muhatabına göre son sözlerde çok sırlar gizlenmiştir. Meselâ, Refet Beye gönderilen bir mektup şu sözlerle bitmektedir: “Kerâmet-i gaybiyenin ikinci parçasını tashih ederek bir parça daha ilâve ettik, gönderdim. Bedreddin’in sür’atle ileri gitmesi, Kur’ân-ı Hakîmin feyz-i kerâmetindendir. Cenab-ı Hak muvaffak etsin. Hacı İbrahim Efendiye bilhassa selâm ediyorum. Lütfü, Rüşdü, Hafız Ahmed, Sezai Efendilere selâm ediyoruz. Âhiret hemşireme de duâ ediyorum. Senin bu defaki mektubun bir parçası Mektûbât içine derc edildi.”4

Yukarıdaki sözleri tahlil etmeye çalışırsak neler elde ederiz?

1. Kerâmet-i Gaybiye isimli risale tashih edilmiştir.

2. Tashih edilen risâleye bir parça daha ilave edilmiştir.

3. İlaveli ve tashihli risâle size gönderilmiştir.

4. Siz de buna göre tashih ve ilâve yapınız.

5. Bu durumu diğer nur talebelerine de bildiriniz.

6. Bedreddin’in yazıda hızla ilerlemesi Kur’ân-ı Kerim’in kerâmetinin feyzindendir.

7. Allah başarılı kılsın ve devam ettirsin. Ona duâ ediyorum.

8. Kayınbabanız Hacı İbrahim benim nazarımda önemli bir kimsedir. Senin hizmetine yardım etmektedir. Bundan dolayı özellikle selâm (duâ) ediyorum.

9. Orada seninle birlikte hizmet eden Lütfü, Rüşdü, Hafız Ahmed, Sezai Efendilere selâm (duâ) ediyorum.

10. Ahret hemşireme (ailenize, hanımınıza) duâ etmeyi unutmadım. O mübarek hanımdır. Tebrik ediyorum. Duâma dâhil ettim.

11. Senin mektubların çok önemlidir. Bu defa bir parçasını Mektûbât içine aldım.

12. Risâleleri hem yazmaya, hem okumaya, hem de çoğaltmaya devam et.

13. Burada sayılan konuları ilgililere ilet.

14. İrtibatımız devam edecektir.

Mektubun son paragrafından çıkarılacak başka sırlar da bulabilirsiniz. Hikmetli mektuplar, hikmetli sözlerle biter. O tarihlerde Nur talebeleri arasındaki irtibat mektuplarla sağlanmaktadır. O günkü teknik bu kadardır. O günkü imkânları sonuna kadar kullanmışlardır.

Bu güne gelirsek…

Kendimize şu soruyu sorabilir miyiz?

Hizmetin neresindeyiz?

Dipnotlar:

1- Ankebut: 57. Bu âyet meâli İstanbul’da bir mezarlığın kapısına asılmıştı da medyada nasıl fırtınalar koparılmıştı. Çünkü bu âyet insanlara ölümü hatırlatıyordu. Ölüm ise en büyük nasihatti.

2- Bakara Sûresi: 156.

3- Sözler, s. 201

4- Barla Lâhikası, s.175

Ahmet ÖZDEMİR

12.07.2008


Nurlu on iki yürek

Aylardan Mayıs… Günlerden Salı… Herkeste bir heyecan, herkeste bir sevinç… Nurlu on iki yürek Gaziantep’ten Barla’ya doğru yola çıktı inşaallah. Elde valizler, yüreklerde sevinç ve özlem… O mübarek beldeye, o aziz şehre doğru sürgün edilecek tüm sevgiler…

Kimileri ilk kez gidecekti; güneşin, nurların doğduğu yere. Barla… Risâle-i Nurlar’ ın ilk medresesi. Barla. Karanlığın üstüne bir güneşin doğduğu, zulümatın dağılmasına vesile olan aziz belde…

Risâle-i Nur’u gayelerin gayesi haline getiren, Nur talebeliği yolunda emeklemeye çalışan, Üstadlarına lâyık bir talebe olmaya çalışan 12 nurlu yürek düştü Barla yollarına.

Bu yürekler Risâle-i Nurlar sayesinde öğrenmişti hayata dair her şeyi. Yaratılışın ana gayesini. Bu kâinatın hikmetini, insanın yaratılışının muammâsını, Kur’ân’ın hakikatlerini… Kendisini görmek ve göstermek isteyen sonsuz Cemal ve Kemal sahibi Cenâb-ı Hakk’ı, Risâle-i Nurlar sayesinde tanımışlar ve sevmişlerdi…

Barla’ya gidiş Nurlu 12 yürek için yeni bir sayfa idi… Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ve de olmamalıydı… Her şey eskisinden daha güzel, daha canlı ve şevkli olacaktı…

Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi “Aziz, sıdık, cefakâr, fedakâr, kahraman, bahtiyar…” kardeşler olmaya söz vermişlerdi. Bu sözü yenilemek için, imanlarını kurtarmak niyetiyle Risâle-i Nur’u okumak ve Rıza-i İlahi için Risâle-i Nur’la daha çok hizmet etmek için; tüm İslâm âleminin iki dünya saadetinin medarı olan eserlerin ortaya çıktığı bahtiyar yere tüm benlikleriyle gittiler…

Bu nurlu 12 yürek evvelâ kendi imanlarını kurtarmak daha sonra tüm din kardeşlerinin imanlarını kurtarmak için Risâle-i Nur’ u okumuşlardı. Barla’ya adım attıkları ilk anda ruhlarında, kalplerinde, akıllarında ifade etmekten aciz oldukları, anlatamadıkları bir hâlet-i ruhiye içerisine girmişlerdi… Arz-ı hale kifayet yetmiyorsa susmalı lisan derler ya… İşte öyle bir şeydi yaşadıkları…

Üstadlarının evine, ilk Medresetü’z-Zehrâ’ya vardıklarında o manevî hazzın verdiği lezzetle kendilerinden geçmişlerdi. Üstadın evinin merdivenlerinden basamak basamak yukarı çıkarken güneşe, nura yaklaşıyorlarmış gibi sıcacıktı bedenleri… Aydınlıktı yüzleri… O mübarek kapıdan, ummana açılan eşikten girdiklerinde sanki Üstadları yanlarındaymış gibi bir duyguyla adım adım dolaştılar… Pencereden Cenâb-ı Hakk’ın güzelliklerini esirgemeden sergilediği o muhteşem tabloyu izlediler… Çınar ağacının huşu içerisinde sallanan yaprakları… Güneş ışıklarının yansıdığı Eğirdir Gölü… Yemyeşil tepeler, ağaçlar… Sevdalı bakışlarla etrafı tefekkürvârî izlemeye başladılar. Birbirlerine mest olmuş gözlerle bakıyorlardı… Onlar seçilmişti. Bu hizmet onlara ihsan-ı İlâhiydi. Bu topluluk idrakli, inançlı kalplerin topluluğuydu.

Ders yaptılar hep birlikte… Hepsi hissediyordu… Öyle ulvî bir hazdı ki bu… Yüreklerinde hicretler yaşıyorlardı ayrı ayrı… İnkılaplar oluyordu ruhlarında… Elhamdülillah diyordu her birisinin lisan-ı hâli… Evden ayrılırken hakikî Nur Talebesi olmak için daha çok Risâle-i Nur okumaya, okutmaya söz verdiler… O an anladılar ne kadar büyük bir zenginliğe sahip olduklarını… Şükretti hepsi… Fatihalar gönderdiler Üstadları’na... Böyle bir Üstadın ve Risâle- i Nur’ların talebesi olduklarından dolayı, Nurlara daha sıkı sarılacaklarına, sebat ve sadakatle hizmet edeceklerine söz verdiler… Evden ayrılma öyle zordu ki... Yolda binlerce kez Elhamdülillah diyerek adım atıyorlardı. Rableri iyilik etmişti, bu Nurlu yüreklere Risâle-i Nur’ları ihsan etmişti.

“’Risale-i Nur dairesi içine girenler tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler” (Şuâlar, s. 601) müjdesini duymak onlara öyle sevinç, sürur veriyordu ki tebessüm ediyorlardı birbirlerine…

Nur Talebeliğinin, sahabe mesleği olduğunu ve hiçbir sahabenin çile çekmeden, cefaya ve eziyete katlanmadan yaşamadıklarını, hepsinin ayrı ayrı sıkıntılara maruz kaldıklarını biliyorlardı… Yakıcı çorbadan ağızları yansa da talebeliği bırakmayacaklardı…

Onlar öyle bir zatın talebesiydiler ki, o mübarek zat Kur’ân’ın bir hakikati için bin baş feda ediyordu. Kur’ân’ın bir hakikati için bir Said değil, bin Said feda olsun diyordu!

Onca cefayı, ezayı, sıkıntıyı çeken ama asla hak dâvâsından vazgeçmeyen, zindanları Medrese-i Yusufiyeye çeviren Üstada talebe olmak kadar şerefli bir şey var mıydı? Yoktu elbette! Onlara bu hakikatleri idrak ettiren Rablerine sonsuz hamd ve şükürde bulundular. Ve kendilerine Risâle-i Nur gibi bir eseri bırakan Aziz Üstadlarına ve onun sadık talebelerine Fatihalar göndererek evden ayrıldılar. Bu zahirî bir ayrılıştı aslında. Ki onların benlikleri artık bu davayla bütünleşmişti. Nurlar neredeyse bu on iki yürek de oradaydı.

Allah’a hamd olsun bu Rabbimin fazlındandır… Her şey Ondandı…

Zehra BULUT

12.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır | Site yöneticisi | Editör