"Gerçekten" haber verir 23 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Güneydoğu'dan Karadeniz'e -2- (GEZİ)

Kâinat kitabını okumak zamanı Rize'nin Hemşin ilçesine hareket ediyoruz. Doğrusu şoförlerimizin bize nasıl bir tavır içerisinde olacaklarını merak ediyorduk. Programımız devam ettikçe onlar da programımıza eşlik ettiler. Günlük risâle okumalarına katıldılar. Şoförlerimizden biri, Tarihçe-i Hayat’ı, biri de, ‘Asa-yı Musa’yı okumaya başladılar.

Tortum Şelâlesi bir harika

Şenyurt’tan biz Erzurum’dan da diğer gurubumuz yola çıkarak Tortum Şelâlesinde buluşuyoruz. Gerçekten bu şelâle görülmeye değer. Cenâb-ı Hak bir şeyi dilerse zor diye bir şey yok. Şelâlenin oluşumuna bakıldığında bir heyelandan başka bir şey değil. Yani bir heyelan dağ başını bir cazibe merkezi haline getirmiş. Dolayısıyla burası pek çok insan için ekmek kapısı olmuş.

Çoruh Nehri çok şeyler anlatıyor

Artvin yolculuğumuz Çoruh Nehriyle birlikte sürüyor. Yol boyunca Çoruh Nehri bizi takip ediyor ya da yol Çoruh’u takip ediyor. Nehir çıkardığı ürkütücü ses ile adeta insanlarla konuşuyor. İnsanlarla birlikte bu nehir de sonsuzluğa akıp gidiyor. Tabiattaki varlığın hayat serüveni tıpkı insanlar gibi. Tarihin bir aşamasında yaratılıp, sonsuzluğa doğru akış sürüp gidiyor.

Tabiî ki insanlar bu yürüyüşte dağlarla, nehirlerle hatıra oluşturuyorlar. Varlık da insanlar gibi doğup, büyüyüp sonra da ölümü yaşıyorlar. Yaratılmış varlığın düzeni bu şekilde kurulmuş.

Artvin’de yağmura tutuluyoruz. Temmuz başında yağmur manzarası yaşanılası bir durum. İnsanlar Temmuz ayında yağan yağmur altında ıslanmak istiyorlar.

İnsan öyle garip ki, sıcağı da istiyor, soğuğu da. Hatta güneşli bir yaz gününde yağmur çiselemesi altında yürüyüş de arzu ediyor. Ya da bembeyaz bir kış örtüsünde güneşi görmek istiyor. Cenâb-ı Hak da insanın bu isteğine her türlü renkliliği yaratarak cevap veriyor.

Rize’ye döndük yönümüzü

Rize bana gerçekten orijinal geldi. Gerek insanlar arası ilişkilerdeki sıcaklık ve gerekse Rize ağzının farklılığı görülmeye değer. Rize, Artvin gibi Doğu Karadeniz şehirlerini görmeden “Karadeniz’i biliyorum” demek mümkün değil. Doğu Karadeniz görülmeli ki Türkiye doğru tanımlansın.

Rize’de bizi Nur kardeşlerimizden Cafer Bey karşılıyor. Her şehirde sizi karşılayan birilerinin olması güven verici. Tam bu asra uygun bir hizmet modeli. İnsanlar yalnız değil. Her şehirde iman kardeşlerimizin varlığı muhteşem. Akşama doğru Rize Hemşin’e doğru yol alıyoruz. Bulutlardan durumun pek iç açıcı olmadığı anlaşılıyor. Yukarılarda dağ tepelerinde bir şeylerin varlığı söz konusu. Tabiî durum birazdan netleşiyor.

Hemşin, Rize’ye 20 km kadar uzaklıkta. Hemşin’e doğru yol alırken yağmur alabildiğine yağıyordu. Yolculuğumuz Bilen Köyüne idi. Hemşin’den sonra beş kilometre kadar bir tırmanma şeridi vardı. Hemşin’e girdiğimize halk ciddî bir telâş içerisinde idi. Hemşin deresi kabına sığmıyordu. Evlerin bir kısmı dere yatağına yapıldığı için, tehlike arz ediyordu. Jandarma bizi geri çeviriyor. Yukarıdaki köprülerden tehlike arz eden olabileceği ifade ediliyor. Jandarmanın oldukça nezaketli tavrı dikkatimizden kaçmıyor.

Bu sırada burada akşam namazlarımızı kılıyoruz. Kaptanlarımızdan Adem Bey burada namazlarımıza eşlik ediyor. ‘Ben sizinle birlikte artık namazlarımı kılacağım’ diyor. Daha önce de zaman zaman da namazlar kıldığını ifade ediyordu.

Rize’ye geri dönüyoruz. Cenâb-ı Hak bu akşam Bilen Köyüne çıkmamıza müsaade etmiyor. Rize’ye dönüyoruz. 11 Günlük programımızın okuma bölümünü burada başlatıyoruz. Sabah namazında okuma kitaplarımızı açıyoruz.

Ertesi Sabah Hemşin’e hareket ediyoruz. Yol boyunca Hemşin deresi ve çay ekilmiş bahçeler bize eşlik etti. Bilen’e ulaşmak kolay olmadı. Bunun hikmetlerini sonra anlıyoruz. Bilen’e ulaştığımızda beş katlı bir binanın önüne araçlarımızı çekiyoruz. Ve binanın içerisinden kahraman edasıyla bir hanımefendi çıkıp geliyor. “Hoşceldunuz! Hoşceldunuz” diye gelenleri oldukça neşeli bir ruh haliyle karşılayan Şükran Ablayı tanıyoruz.

Adeta öz kardeşlerini karşılar gibi, büyük bir sevinç içerisinde ‘hoşceldunuz’ ifadeleri herkesi neşelendirdi. Oldukça orijinal bir dil kullanıyorlardı. Doğrusu bu dili Rize’de duymak daha anlamlı.

Binanın iki girişi bulunuyor. Evin girişinde kocaman harflerle ‘Nurs Konağı’ yazıyor. Bu bina yapılış aşamasında okuma programı gerçekleştirmeye dönük düşünülmüş.

Gerçi Şükran Ablanın Hasan ve Hüseyin isimli kardeşleri bu binayı yaptırırken, Şükran Abla kardeşlerine, ‘Bu dağın başına kim gelecek? Neden adını Nurs Konağı koyuyorsunuz. Buralara okumaya gelenler olur mu?’ dediğinde, kardeşleri, ‘Biz adım atmakla mükellefiz, buraya kimin geleceğine biz karar veremeyiz. O Cenâb-ı Hakkın vazifesi’ diyorlar ve Şükran Abla da onlara hak veriyor. Şimdi ise, Bilen Nur talebeleriyle dolup taşıyor.

Beş katlı binanın her katı birbirine açılıyor. Artık burada ilk kez dublex, triplex değil, fifelex bina ile iç içeydik. İlk iki katı bayanlara, son üç katı da erkeklere tahsis ettik. Şükran Abla ise, kendisi için pek de kullanılmayan bir odayı tercih ediyor. İkram etmekten zevk alan bir kahraman.

İçeriye girildiğinde bir konakta olan her şey burada da vardı. Burada binanın dışı kadar içi de insandaki estetik duygusuna dokunuyor. Modern mimarî ve modern eşyalar bir bütün halinde insana hitap ediyor.

Odaları belli bir düzenleme içerisinde paylaştık. İlk kez böyle bir programa katılan arkadaşlarımız burada aynı odayı paylaşacakları arkadaşlarıyla tanışıyorlardı.

Programın inceliklerini programa katılacak arkadaşlarla birlikte değerlendirdik. İlk kez bir araya gelenler için elbette pek çok zorluklar olacaktı. Tabiî programa katılan herkesin farklı farklı yönlerini de böyle programlarda tanımak mümkün oluyordu.

İlk kez anne babasından ayrılmış olanların üzerinde de ayrılık hüznü apaçık anlaşılıyordu.

Doğrusu minibüs kaptanlarımızın bize nasıl bir tavır içerisinde olacaklarını merak ediyorduk. Programımız devam ettikçe kaptanlar programımıza eşlik ettiler. Günlük risâle okumalarına kaptanlar da katıldı. Kaptanlardan Mahmut Bey, Tarihçe-i Hayat’ı, Adem Bey ise, ‘Asa-yı Musa’yı okumaya başladılar.

Her sabah neredeyse yağmurla uyanıyorduk. Dört bir tarafımız yeşilin değişik tonlarıyla doluydu. Program içerisindeki dinlenme saatlerini evimizin civarındaki mekânları gezmekle geçiriyorduk. Yeşili özlemiş gözlerimiz burada yeşile dokunma hürriyetlerini kullanıyorlardı.

Bilen Köyünde yaşları 250 yıllara ulaşan evler bulunuyor. Köyün camisi ise oldukça renkli. Ahşap oymacılığının oldukça güzel örneklerini taşıyan camide, ‘Davut yıldızı’ amblemi bulunuyor. İnsanlar Davut yıldızını tarihî bir doku olarak değerlendiriyorlar.

Özellikle burada mezarlıklar hemen her evin bahçesinde bulunuyor. Kişinin tarlasının en güzel yerine mezarı yapılıyor. Burada mezarlıklar oldukça renkli. Mezarlık güller, çiçeklerle dolu. Arkadaşlardan birisi, ‘böyle mezarlıkta yatılmaz mı’ diye espri yapıyor.

Evlerde genelde yaşlı bir aile üyesi bulunuyor. Çay bitkilerinin geliri ancak bir aileyi doyurabilecek ölçekte olduğundan, gençler genelde büyük şehirlere göç etmiş.

Ayder Yaylasına gidiyoruz

Programımız, okuma programı olduğu kadar, içinde gezi programı da vardı. Hiç değilse gittiğimiz şehirdeki gezilmesi gereken mekânların görülmesini amaçlıyorduk. Zihinlerimizde oldukça güzel izler oluşsun istiyorduk. Okuduklarımızın uygulamalarını da yaşamak istiyorduk. Nitekim Ayder tam bir tefekkür mekânıydı.

Ayder’e giderken Çamlıhemşin’le tanışıyoruz. Çamlıhemşin’de rafting su sporları yapılıyor. Nehir tam bu spora uygun şekilde akıyor. Özellikle nehrin çıkardığı ses oldukça etkileyici.

Gezimiz esnasında Şükran Ablamız ve birkaç köy arkadaşları da bulunuyor. Şükran Ablamızla bu seyahatimizde daha yakından tanışıyoruz. Risâle-i Nurlarla nasıl tanıştığını, Risâle-i Nurlardaki pek çok konular hakkındaki yorumlarını alıyoruz.

Şükran Abla, babası İstanbul’da çalışıyormuş. İstanbul’dan köye izne geldiğinde hep çocuklarına Üstad’dan, Risâle-i Nurlardan bahsedermiş. Şükran Ablalar babasının anlattığı bu bilgileri, tarihî bir kıssa gibi dinlerlermiş. Yani geçmiş zamanlarda yaşamış bir âlimden bahsettiğini düşünürlermiş.

Bu tatlı konuşmalar eşliğinde Ayder Yaylası’na varıyoruz. İner inmez karlı dağların eteklerinden akıp gelen küçük küçük şelâleler gibi akıp duran su şırıltılarına ve görüntülerine kaptırıyoruz kendimizi. Bütün arkadaşlarımızda kameralar, fotoğraf makineleri oldukça hızlı ve yoğun çalışıyordu.

Ayder Yaylası’nda en fazla ağzımızdan çıkan kelimeler, ‘maşallah, barekellah, şuraya bakın, şuraya bakın, hayret, müthiş, dehşet…!’ kelimeler bile şaşkına döndü yaşanan hayretlerden.

—DEVAM EDECEK—

23.07.2008


Sosyal Bilgiler Öğretmenliği adaylarının sesini duyan yok mu?

(Hüseyin Çelik’e açık mektup)

Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, geçtiğimiz gün bir televizyon programında canlı yayın konuğuydu. Günler öncesinden tanıtımı yapılan program öğretmen atamaları ve öğrencilere af meselesi gibi önemli konuları fragmanlarında duyurdu. Tabi milyonlarca kişiyi ilgilendiren konuların canlı yayında Millî Eğitim Bakanına sorulacak olması program saatinde birçok kişiyi ekrana bağladı.

Program başlar başlamaz ekranın alt tarafından verilen mail adresine soru ve görüşlerin gönderilebileceği ifadesi vardı. Eminim ki programa en çok mail, öğretmen adayları tarafından gönderilmiştir. Ancak program boyunca defalarca mail adresi verilmesine rağmen izleyici soruları Hüseyin Çelik’e sorulmadı.

Zaten program boyunca eğitim-öğretim de pek fazla konuşulmadı. Ergenekon dâvâsından, AKP’nin kapatılması ile ilgili dâvâya, hükümetin ne kadar iyi ve uyumlu çalıştığından, Recep Tayyip Erdoğan’ın ne kadar iyi bir başbakan olduğuna kadar birçok konuda fikrini belirten Hüseyin Çelik, nedense kendi alanıyla ilgili milyonlarca insanı ilgilendiren konulara programın son bölümünde çok az değindi.

KPSS ile atanacak olan öğretmenlere bu yıl ne kadar kadro ayrıldığını açıkladı, bir sürpriz gibi. Bazı medya kuruluşları internet üzerinden birkaç dakika sonra şenlik varmış gibi bu haberi duyurdular. Bence atamalarda yine değişen bir şey yok. Her yıl olduğu gibi yüz binlerce öğretmen adayı yine işsiz kalmaya mahkûm edildi. Çelik, programda şöyle bir ifade kullandı: “Dünyanın hiçbir yerinde üniversite okumuş kişiye devlet ‘gel memur ol’ demez”. Bu ifadesi eminim ki yüz binlerce üniversite mezununun kalbinin kırılmasına sebep oldu. Yıllarca emek safretmiş, dirsek çürütmüş, mürekkep yalamış insanların çalışma alanı devlet kapısıysa üniversiteden mezun olan genç ne yapsın? Eğitim devlet eliyle yapılmıyor mu? Peki devlet eliyle yapılan eğitim-öğretime öğretmenleri devlet atamıyor mu? Sayın Çelik, iş bulamayan öğretmen adayları ne yapsın? Sosyal Bilgiler Öğretmenliği’ni ele alalım. Halihazırda 20 bin kadar adayın öğretmen olmayı beklediği bir branş ve halen bu dalda öğretmen yetiştiriliyor, her yıl binlerce Sosyal Bilgiler Öğretmenliği mezunu işsizler ordusuna katılıyor. Oysa yıllar önce Sosyal Bilgiler Öğretmenliği alanına farklı branşlardan atanan öğretmenler başarılı olamıyorken (Gözlemler ve tecrübelerle sabittir. Meselâ Tarih Öğretmenliği mezunu bir öğretmenin kendi ifadesiyle: “Sosyal Bilgiler dersinde Coğrafya konularına sıra gelince ne yapacağımı şaşırıyorum, konuları geçiştiriyorum, öğrencilere bu konuda verimli olamıyorum.”) binlerce Sosyal Bilgiler Öğretmenliği mezunu genci işsiz bırakmanın anlamı nedir? Sayın Çelik, her fırsatta kaliteli eğitim-öğretim standartlarından bahsediyorsunuz. Bu standartların içine neden yıllardır Sosyal Bilgiler Öğretmenleri tam mânâsıyla giremedi? Kaliteli eğitimöğretim yapmak isteyen, öncelikle vatandaşlarına ahlâklı bir bakış açısı kazandırmalıdır. Bu işi de Sosyal Bilgiler Öğretmenleri yapabilir.

Tarih şuuruna sahip ve ülkesinin her köşesini coğrafyasıyla kültürüyle iyi tanıyan gençler yetiştirmek amacıyla öğretmen yetiştirilen bu bölümün atamaları maalesef üzüntü verecek derecede az sayıda yapılıyor. Millî Eğitim Bakanlığı’na bir kaç defa bilgi almak için başvursak bile şu an ne kadar Sosyal Bilgiler Öğretmeni ihtiyacı olduğu konusunda sağlıklı bir bilgi alamadık. Kanaatimizce ihtiyaç fazla, ancak Maliye Bakanlığının ayırmış olduğu bütçe doğrultusunda yapılan atamalarda bu branşa gereken önem verilmiyor. Sayın Çelik’e bütün Sosyal Bilgiler Öğretmenliği mezunları adına sormak istiyorum:

1. Şu an ne kadar Sosyal Bilgiler Öğretmenliği ihtiyacı vardır ve mevcut olan açık nasıl kapatılacaktır?

2. Neden Millî Eğitim Bakanlığı, üniversitelerle koordineli bir şekilde çalışıp ihtiyaca göre öğretmen yetişmesini sağlamamaktadır?

3. Eğer bu alanda öğretmene ihtiyaç yoksa neden üniversitelerde Sosyal Bilgiler Öğretmenliği adı altında bir program halen öğretmen yetiştirmektedir?

4. Sosyal Bilgiler dersi önemsiz bir ders midir ki gençlerimizi yetiştirecek olan fedakâr öğretmen adayları Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yeterli sayıda istihdam edilmemektedir.

5. Geçmişte farklı branşlardan Sosyal Bilgiler Öğretmenliği’ne geçmiş olan ve halen bu alanda ders veren öğretmenler sizce alan yeterliliğine sahip midir, bu alanda hizmet vermeye ne zamana kadar devam edeceklerdir ve neden kendi alanlarına kaydırılarak hayırlı bir iş yapılmamaktadır?

Süleyman BEYDİLLİ

23.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır